“İnsanlık tarihi, salınımı yüzyıllar süren sarkacı andırır. Uzun bir uyku döneminin ardından uyanma çağı başlar. Düşünce kendisini, dikkatli bir biçimde zincirlere vurmuş olan yöneticilerden, düzenin avukatlarından ve din adamlarından kurtarır.
Düşünce, kendisine vurulan zincirleri parçalar. Kendisine öğretilmiş olan her şeyi ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirmeye başlar ve ortasında bir ot gibi yetiştiği dinsel, politik, yasal ve sosyal önyargıların kofluğunu açığa çıkarır. Yeni çıkış yolları aramaya başlar, yeni bulgularıyla bilgilerimizi zenginleştirir, yeni bilimsel alanlar üretir.
Ancak düşüncenin kökleşmiş düşmanları - hükümet, yasa koyucu ve din adamları - kısa bir süre sonra yenilginin üstesinden gelip başlarını yine yeniden kaldırmaya başlar. Dağılmış olan güçlerini yavaş yavaş toparlarlar ve inançlarını, yasal kurallarını yeni koşullara ve gereksinimlere uygun olarak yeniden düzenlerler. Sonra, düşüncenin ve kişilerin köleliğe olan yatkınlığından –ki bu yatkınlığı kendileri çok iyi bir biçimde ekerler- toplumun anlık örgütsüzlüğünden, bazı bireylerin tembelliğinden, diğerlerinin aç gözlülüğünden yararlanarak,sürüngenler gibi yavaş yavaş görevlerinin başına dönerler ve ilk olarak eğitim aracıyla çocukları esir alırlar.
Çocuk zayıf bir ruh halindedir. Onu korkuyla sindirmek kolaydır. Onlar da bunu yapar. Çocuğu önce zayıflatırlar sonra ona cehennem işkencelerinden söz ederler. Çocuğun usunda, lanetlenmiş olan kişilerin ızdırabı ve Tanrı’nın intikamı gibi düşünceleri uyandırırlar. Hemen ardından devrimin korkunç yanlarına, bazı devrimcilerin aşırı uygulamalarına değinerek çocuğu ‘düzenin bir dostu’ yaparlar. Din adamları çocuğun yasa düşüncesine alışmasını sağlarlar, ‘ilahi yasa’ denen şeye uymasını isterler ve bu ilahi yasa gevezeliğiyle çocuğun sivil yasalara uyması sağlanır.
Ve, çok iyi bildiğimiz bu boyun eğme alışkanlığından yararlanarak bir sornaki neslin aşılanan bu dinsel sapıncı sürdürmesi sağlanır. Bu dinsel sapınç hem köleleştirici hem de otoriterdir, çünkü otoriteyle kölelik kol kola girer.” (11)
Robert L.Park, Türkçeye Batıl İnanç olarak çevrilen Superstition: Belief in the Age of Science (12) adlı kitabında bu konuda şu saptamayı yapıyor:
“Yeni doğmuş olan bebeğin beyni, doğum anından başlamak üzere duyu organlarıyla alınan bilgileri işleme sokarak, bu tuhaf dünyada neyin ne olduğuna neyin ne olmadığına ilişkin inançlar üretir. Yalnızca birkaç inancı olan genç, bu inançları yeni bir bilgiyle çeliştiği zaman yeni inançları kabul etmeye hazırdır. Gençler başlangıçta her şeyi kabul etme eğilimindedir, çünkü inançları bunlarla ilişkili diğer inançlarla bir matriste buluşmamıştır. Çocuklar inançları ne denli çabuk kabul ediyorsa o denli de çabuk atabilirler.
İnsanlar Yer denen bu gezegendeki yaşamları boyunca kendilerini yönlendiren kişisel-rehberlik kitabına yeni şeyler ekleyip düzeltmeler yapar ve duyu organlarıyla alınan yeni girdilerle var olan inançlar arasında kaçınılmaz olarak çatışmalar başlar ki bu çatışmaların şöyle ya da böyle uzlaşması gerekir. Yıllar geçtikçe çatışmaların sayısı artar ve yeni inaçların eklenmesi zorlaşır. Özellikle, iyi tanımlanmış dünya görüşüyle ilgili ve güçlendirilmiş belli inançların aşılanması (indoctrination) yaşamın erken dönemlerinde daha başarılı oluyor.
Cizvitler (Jesuits) ‘Çocukları bana yedi yaşından önce verin, ben de size adam nasıl olur göstereyim’ der.
Takiyüddin Rasathanesi
Osmanlının Uzaya Bakan Gözü Takiyüddin ve İstanbul Rasathanesi
Rasathane kapanmış ve bu rasathanenin ‘meleklerin bacaklarını dikizliyorlar’ gerekçesiyle topa tutularak yıkıldığına ilişkin ‘söylenceler’ var! Bunlardan ikisini aşağıda aktarıyorum.
1 -Tübitak Bilim ve Teknik dergisinde, Urungu Akgül tarafından kaleme alınmış, olan yazının başlığı ve ilgili bölümü:
Osmanlının Uzaya Bakan Gözü Takiyüddin ve İstanbul Rasathanesi
“Rasathanenin Hazin Sonu
İstanbul Rasathanesi ilginç bir yıkım yaşamasına rağmen, yıkımın nedenine ilişkin fazlaca veri elde edilememiş. Ancak, rasathanenin yıkılışında 1577 yılında gözlenen kuyrukluyıldızın ve 1578’de baş gösteren veba salgının nedeni olarak gösterilmesinin, daha da ileri giden çevrelerce Takiyüddin ve Rasathane personelinin meleklerin bacaklarını gözlediği yolundaki söylentilerin, şüpheleri artırdığı söyleniyor. Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’nin de bu görüşleri desteklemesi üzerine, padişahın verdiği emirle, Rasathane Kılıç Ali Paşa’ya yıktırılıyor.
Rasathanenin padişah emriyle yıktırıldığı kesin olmakla birlikte, konuyla ilgili aydınlanmamış birçok nokta vardır. Yaygın bir görüş Rasathanenin, verilen hattıhümayuna dayanarak Kılıç Ali Paşa emrindeki donanma tarafından denizden topa tutularak yıkıldığı biçimindedir.(…)
(…) Bunca söylentinin arkasında , Rasathanenin yıkılmasının gerçek nedeninin, rasathanenin kurulmasına önayak olan Hoca Sadettin Efendi ile şeyhülislamın yer aldıkları farklı grupların siyasi çekişmesi olduğu sanılıyor. (19)
2 - Benzer bir yıkılış öyküsü de Matematik Dünyası dergisinin 2005 Güz sayısında yayımlanan Piref.H.Ökkeş’in ‘Takiyüddin ve Tycho Brahe Hocalarım’ başlıklı yazısında geçiyor.
“Derken…Yıl 1577…Bir kuyruklu yıldız belirir semalarda. Ertesi yıl hem Avrupa’da hem İstanbul’da veba salgını başlar. Salgınla gözlemevi arasında bağlantı kuranlar işi azıtıp Takiyüddin hocamız ve gözlemevi çalışanlarının geceleri yıldızları değil de ‘meleklerin baldırlarını dikizlediklerine’ ilişkin söylentiler çıkarırlar. Karşı cinse düşkünlüğüyle bilinen III.Murat, bunu duyar duymaz, ‘Vay, sahibinden önce ahıra girersin ha!’ desturuyla yerinden doğrulup, kuruluşundan sadece bir-iki yıl sonra, 22 Ocak 1580’de gözlemevini bir inanışa göre topa tutturur. (…)” (20)
Prof.Dr.Rennan Pekünlü
DİN-BİLİM ÇATIŞMASI,
Kaynak Yayınları,2015
dipnotlar:
(11) Peter Kropotkin, Anarchist Morality
(12) Türkçe basımı için Robert L.Park, Batıl İnanç, İstanbul Kültür Üniversitesi Yayını,2010
(19) Urungu Akgül “Osmanlının Uzaya Bakan Gözü Takiyüddin ve İstanbul Rasathanesi, Bilim ve Teknik c.3, sayı 351, Şubat 1997, s.34-42
(20) Piref.H.Ökkeş “Takiyüddin ve Tycho Brahe Hocalarım”, Matematik Dünyası, 2005 Güz
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”
“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.”