ULUSLARARASI hukukta “Hate Speach” diye bir suç tanımı var.
Tam çevirisi “nefret söylemi...”
Bir milleti, tümüyle bir toplumu “nefret odağı” haline getiren söylemler suç.
Bu bağlamda “Türkler Ermeni Soykırımı yaptılar” iddiasının da o kapsamda yorumlanması gerekiyor. İki örnek daha...
“Almanların Yahudi soykırımı... Sırpların Müslüman Boşnaklara katliamı...”
Bu insanlık suçlarını bütünüyle Alman milletinin ya da bütünüyle Sırp ulusunun üstüne yüklemek yanlıştır.
“Nefret suçunu” oluşturur.
Nurnberg mahkemesinde yargılanan ve hüküm giyen Alman ulusu değil, devleti yöneten ve soykırımı yaptıran Nazi büyükleriydi.
Savaş Suçları Mahkemesi’nde sanık sandalyesine oturtulan, yargılanan ve hüküm giyen de katliamın başı olan “kasap” lakaplı Miloseviç ve onun kasap yamaklarıydı. (Hâlâ yakalanmamış olanları var.)
Sonuç...
“Ermeni Soykırımını Türkler yapmıştır. 1 buçuk milyon Ermeni’yi Türkler öldürmüştür” söylemi bir ulusu hedef alan “nefret” suçudur.
Bu hukuk sınırları sözde soykırımı kabul edenler tarafından bir çok kez çiğnenmiştir.
Martin Luther, Voltaire, Victor Hugo, Lord Byron, hatta Engels “Türklerin barbar olduklarını, Avrupa’dan sökülüp atılmalarını, yok edilmeleri gerektiğini” satırlarıyla haykırmışlardı!
Bunlardan bazıları “hümanist olmama rağmen birkaç Türk öldürmek isterim” bile demiş. (*)
“Soykırım” iddiasıyla Türkleri suçlayan Avrupa uluslarının köklerinde “soykırım azmettiricisi” genleri var.
Aslında kök daha da derinlerde…
Haçlı Seferleri İslam’a karşı Avrupa’dan dalga dalga Ortadoğu’ya akmıştı.
“Hilal’e” karşı “haç”...
Daha sonraları bir İslam Devleti olarak Osmanlı’nın Avrupa’da fetihleri ve yerleşmesi Haçlı Seferleri’yle Ortadoğu’ya taşınan “İslam’a nefret” psikolojisini “Türk’ten nefrete” dönüştürdü.
Avrupalı için Osmanlı, İslam’ın simgesiydi.
Avrupalının göğsüne dayanmış hançer olan Türkler Avrupa’dan kovulmalıydı.
Hatta Victor Hugo Osmanlı’nın Sırbistan’ı işgali konusunda şöyle yazmış:
“Bu kahraman küçük ulusun (Sırpların) çırpınışı ne zaman sona erecek? Sırbistan’da yaşananlar Avrupa Birleşik Devletleri’nin gerekliliğini gösteriyor. Bu katil imparatorluktan (Osmanlı) yakamızı kurtaralım.”
Bakınız daha o tarihte -belki de ilk kez- “Avrupa Birliği” telaffuz edilmiş.
Yani...
İleride “Avrupa Birliği’ne” varacak “Avrupa Birleşik Devletleri” fikri Türklere karşı toplu savunma amaçlı olarak düşünülmüş.
Avrupa Birliği’nin “bekleme salonunda” yıllardır Türkiye’nin oturtulması, bir türlü salon kapısının açılmaması, yüzeydeki diğer nedenlerin yanı sıra bu ilginç söylemde de izah buluyor.
HUNTİNGTON’DAN İŞARET FİŞEĞİ
ULUÇ Gürkan gazeteciliği ve politikacılığı ötesinde Avrupa Konseyi Türk ParlamentoGrubu’nun başkanlığını da yaptı.
Son yıllarda okuduğu en iyi donanımlı araştırma kitaplarından biri.
Tarihin jeoloji katmanlarından numuneleri gün ışığına çıkartırken güncelle bağlantılarını buluyor, teoriler oluşturuyor.
Örneğin...
Prof. Huntington’un “Medeniyetler Çatışması 21. Yüzyıl’da dinler arası (Hıristiyanlarla Müslümanlar) savaşlarla olacak” öngörüsünü hatırlayalım.
Bu öngörüyle Ermenisorununun arasında bir ilişki var mı?
Uluç Gürkan bu olasılığın yüksekliğine işaret ediyor.
Huntington şu mesajları vermişti:
“21’inci Yüzyıl’da savaşın tarafları ‘hilal’ ve ‘haç’ olacaktır.
İslam’ın sınırları kanlıdır.
Bir uygarlık olarak Hıristiyanlığın tarihi düşmanıdır.
Türkiye’yle Ermenistan’ın Kafkaslar’daki ilişkileri de bu düşmanlığın ve İslam’ın sınırlarının kanlı olmasının kanıtıdır.”
Bitmedi...
Huntington’dan satırlara devam:
“Çok uluslu bir imparatorluk fikrini reddeden Kemal (Mustafa Kemal Atatürk) homojen bir ulus devlet meydana getirmeyi amaçlamış, bu süreçte Yunanlıları ve Ermenileri ülkeden zorla kovmuş ve öldürmüştür.”
Çirkin bir çarpıtma...
“Soykırım” iddiasının bir sonraki adımının Türkiye Cumhuriyeti dönemini hedef alacağı görünmekte.
ASALA ’DAN YASALA
PEKİ, Huntington’un bu satırları yazdığı 1993 yılından sonra neler oldu?
Ermenilerin 1915’te yaşadıkları ve Türklere yaşattıkları çok uzun süre, “artık gerilerde kalmış acı olaylar” olarak görüldü.
Ancak...
1970’lerde Ermenileri temsil ettiği iddiasıyla ASALA adlı bir terör örgütü ortaya çıktı.
1973-1984 yılları arasında çoğunluğu yurtdışındaki diplomatlarımız olmak üzere ASALA, 42 Türk vatandaşını öldürdü.
ASALA “geçmişi unutturmamak” ve “geçmişin intikamını almak” gibi açıklamalar yapıyordu.
Son eylemini 1983’te Paris Orly Havaalanı’ndaki THY bürosunda koydu.
Patlattığı bombayla 2 Türk, 4 Fransız, 1 Amerikalı ve 1 İsviçreli yaşamını yitirdi.
10 yıl boyunca bir sessizlik.
Ermeni iddiaları ne silahlı, ne silahsız gündemde yok.
Ve...
Huntington’un büyük yankılar yapan makalesi ve kitabından sonra yabancı parlamentolardaki “ Ermeni Soykırımı’nı tanıma” kararları bir patlama yapıyor.
Parlamentolarda “soykırımı tanıma” kararlarının 5’te 4’ü 1990’lı ve 2000’li yıllara ait.
Zamanlamanın örtüşmesi için “bu kadar tesadüf olmaz” dedirtiyor.
Ermeni lobisimi Prof. Huntington’dan esinlendi?
Yoksa oyun çok yönlü ve çok daha büyük bir senaryonun Huntington’a yazdırılması mı?
(*) Uluç Gürkan’ın “ERMENİ SORUNU’NU ANLAMAK- Önyargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak” adlı kitabı / Destek Yayınevi...
Güneri Cıvaoğlu, Milliyet,4 Şubat 2012
_______________
Soykırım yapacak adam kendi adamını asar mı?
Önce şuna bir bakalım: Osmanlı, Ermeniler için neden tehcir (zorunlu iç göç) kararı aldı?
Talat Paşa, bir sabah kalkıp Ermenileri göç ettirin mi, dedi?
Hayır...
1915 yılı Birinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli yılıydı. Osmanlı dört cephede savaşıyordu. Doğu’da Rus işgali tehdidiyle karşı karşıyaydı.
Aralık 1914’te Van’daki Ermeniler isyan ettiler. 27 Şubat 1915’te Ermeni çeteleri, Adilcevaz Van arasında 300 kişilik bir Osmanlı birliğine saldırmış, bu arada Van’da Varida Osmanlı Bankası, Duyün-u Umumiye, Reji, Posta ve Telgraf binaları ile Türklere ait çok sayıdaki evi bombalamışlardır. Mart 1915’te Rus birliklerinin Van’a doğru hareket etmeleri üzerine Van ve çevresindeki Ermeni çeteleri, Rusların yolunu açmak üzere harekete geçmişlerdir. 11 Nisan 1915’te Van’daki Türk askerleri ve siviller şehrin iç kalesine sığınmışlardır. 21 Nisan 1915’te Rus Çarı Nikolay II, Van Ermeni Devrim Komitesi’ne telgraf çekerek Ruslara hizmetleri nedeniyle teşekkür etmiştir. 24 Nisan 1915’te Van iç kalesinde Ermeni muhasarası altında bulunan Vali Cevdet Bey, İçişleri Bakanı Talat Paşa’ya telgraf çekerek civardaki Türk ve Kürtlerin barınaksız kaldığını, bu nedenle onların batı vilayetlerine naklinin gerektiğini bildirmiştir.(Uluç Gürkan, Ermeni Sorununu Anlamak,s. 79-93)
İşte Ermenilerin “soykırımgünü” diye andıkları 24 Nisan 1915’te Osmanlı yönetimi, Van’daki olayların Ermenilerin bulunduğu diğer vilayetlerde olabileceği düşüncesiyle Türklere karşı savaş yanlısı Ermeni örgütlerini kapatma ve (27 Mayıs 1915) tehcir kararı alır.
Divan-ı Harp’te yargılama
Ermeniler yıllardır tehciri bir soykırım olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar. Tehcir sırasında acı olaylar yaşandığı, Türkler, Ermeniler ve Kürtler arasında karşılıklı saldırılar olduğu, insanların öldürüldüğü, köylerin basılıp yakıldığı biliniyor. Ancak Ermenilerin isyan ettikleri, çetelerinin Türk ve Kürt köylerini basıp köylüleri öldürdükleri, köyleri yağmaladıkları, Osmanlı askerlerine saldırdıkları, Ruslarla işbirliği yaptıkları unutuluyor. Bu acılar ortak acılardır.
Karşılıklı saldırıların ise, “Türkler, Ermenilere soykırım yaptı” biçiminde sunulması ise tarihi gerçeğe uygun değildir. Bu konuda mahkeme kararı olmadığı gibi Malta soruşturmasında, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın dava açmayı gerektirecek kanıt bulamadığı ve takipsizlik kararıaldığını dün yansıtmıştık.
Bugün soykırım iddiasının neden doğru olmadığına ilişkin bir başka kanıtı sunalım.
Ermenileri katlettiği gerekçesiyle bir Ermeni tarafından öldürülen Talat Paşa, tehcir sırasında Ermenileri öldüren, kötü muamele yapan, mallarını yağmayan asker ve sivil kamu görevlileri ile halktan kişileri mahkeme karşısına çıkarmıştır. Bu mahkeme Divan-ı Harp’tir.
Savaşın bütün şiddetiyle sürdüğü bir yılda Talat Paşa’nın tehcir sırasında görevini kötüye kullandıkları gerekçesiyle asker ve sivil görevliler hakkında soruşturma komisyonları kurdurması ve Divan-ı Harp’te yargılatması bile bir soykırım niyeti olmadığının kanıtıdır.
Tehcir bölgelerinde inceleme yapan soruşturma komisyonlarının verdikleri raporlara dayanılarak 1673 kişi tutuklu yargılanmıştır. Yargılananların 528’i güvenlik görevlisi, 170’i kamu görevlisi, 975’i ise halktan kişilerdir. Bu kişilere yöneltilen suçlama ise adam öldürme,yaralama, Ermenilerin mallarına zarar verme, çalma, zorla para ve eşya alma, rüşvet, yağma, yankesicilik, Ermeni kızlarıyla izinsiz evlilik ve görevi suiistimaldir. 1916 yılına kadar Divan-i Harp’te verilen cezalar şöyledir: 67ölüm cezası, 524 hapis cezası, 68 kürek, para, kale hapsi, pranga ve sürgün cezası, 224 beraat ve yargılamanın reddi(Gürkan, s. 94).
Ermeni cephesini destekleyenler bu yargılamanın sadece yolsuzluklarla ilgili olduğunu iddia ederek çürütmeye çalışıyorlar. Ama bu doğru değil. Divan-ı Harp yargılamalarında adam öldürme ve yaralama suçlamaları da vardır ve bu nedenle idamcezaları verilmiştir.
Soykırım niyeti
Şimdi şunu sormak gerekiyor:
Eğer Talat Paşa’nın, Osmanlı yönetiminin Ermenilere soykırım uygulama gibi bir niyetleri olsaydı, kendi askerlerini, sivil kamu görevlilerini ve halkı yargılayıp 67’sine idam olmak üzere, pranga, kürek, hapis cezaları verir miydi?
BM Soykırım Sözleşmesi’nin, soykırım iddiasında bulunabilmek için aradığı koşullardan biri “soykırım niyetiyle bir grubu yok etme”dir. Soyunu yok etme niyeti bir yana, Osmanlı, tehcir sırasında görevini kötüye kullananları ağır savaş koşullarında yargılamış ve idam dâhil cezalandırmıştır.
Soykırım iddiası öyle her önüne gelenin sallayacağı basit bir iddia değildir.
Fikret Bila, 29 Ocak 2012
...
İttihat ve Terakki liderleriyle ilgili olarak çoğu kişinin kulağına çalınmış bir,
“ Maltasürgünleri” olayı vardır, ama pek üzerinde durulmaz.
Oysa Malta olayı bir sürgün gibi görülse; dillere ve belleklere öyle kazınmış olsa da, esas itibarıyla Ermeniiddialarıyla ilgili bir soruşturmadır.
Fransa ’nın, “Ermenilere soykırım uygulanmamıştır” demeyi bile suç saydığı bugünlerde, İttihatçıların Malta’ya niye götürüldükleri ve orada ne olduğunu belgeleriyle açıklamak Türkiyeaçısından bir ihtiyaç haline geldi.
Eski TBMM Başkan Vekili Uluç Gürkan’ın, bu konuda üzerinde durulması gereken bir önerisi var.
Gürkan, “Türkiye Malta belgelerini İngiltere ’den istesin” diyor. “İngiltere bu belgeleri ya Türkiye’ye versin ya da açıklasın” önerisinde bulunuyor. Bu sağlanırsa Ermeni soykırımıiddiasının geçersiz olduğunun, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından da nasıl tespit ve kabul edildiğinin görüleceğini vurguluyor.
Malta nedir?
İttihatçılar Malta’ya neden götürüldü? Malta olayı nedir?
İngilizlerin, İttihat ve Terakki’nin 141 asker ve sivil yöneticisini Malta’ya götürmesinin nedeni Ermenileri toplu olarak katlettikleri iddiasıdır.
Malta olayı bugünkü deyimiyle Ermeni soykırımı iddiasını araştırmak üzere İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü bir soruşturmadır.
Önde gelen İttihatçılar, 1919-1921 yılları arasında Malta adasında tutulmuş ve iki sene boyunca Ermenilere soykırım uyguladıkları iddiası araştırılmış, bu yönde kanıtlar bulunmaya çalışılmıştır.
Malta soruşturması, kanıt bulunması halinde tıpkı Yahudi soykırımınedeniyle Almanları yargılamak üzere kurulan Nürnberg gibi bir mahkeme kurulması amacıyla yapılmıştır.
İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, Ermeni soykırımı iddiasıyla ilgili olarak ABD’de,Mısır’da,Kafkasya’da, Irak’ta kanıt aramış, ancak bulamamıştır.
Takipsizlik kararı
Gürka n’ın “Ermeni Sorunu’nu Anlamak”isimli kitabında vurguladığı gibi İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, “Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin hukuken geçerli hiçbir kanıt bulunamadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiş, başka bir deyişle yargılamaya gerek olmadığı sonucuna varmıştır.
Herhalde İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın, bu kararı Türkleri sevdiği için vermediği ortadadır. Esasen Malta da Nürnberg gibi bir mahkeme kurulması hazırlıklarını yapmış; o zamanın Birleşmiş Milletler’i olan Milletler Cemiyeti’nde bu hazırlık kabul görmüştür. Milletler Cemiyeti’nin oturumlarında İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın dava açmaya karar vermesi halinde mahkemenin nasıl kurulacağı dahi konuşulmuştur. Milletler Cemiyeti, bu amaçla bir “Danışma Kurulu” da atamıştır.
Ancak dava açmayı gerektirecek bir kanıt bulunamadığı için İngiliz Kraliyet Başsavcılığı kovuşturmaya gerek olmadığına karar vermiştir.
İki yıl boyunca soykırım suçu işledikleri varsayılarak Malta’da tutulan İttihatçılar, başsavcılığın bu kararı üzerine serbest bırakılmışlardı.
Aranan yargı kararı
Fransa, 2001 yılında Ermeni soykırımının yapıldığına dair bir kanunu kabul etti. Şimdi de ifade özgürlüğünü bir yana bırakarak “Ermeni soykırımı yoktur” demeyi suç sayan bir kanunu Senato’dan da geçirdi. Hem de hiçbir belgeye, bir kanıta dayanmadan...
Oysa Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’ne göre bir olayın soykırım sayılabilmesi için öncelikle bu yönde bir mahkeme kararının bulunması gerekiyor. 1915 olaylarının soykırım olduğuna ilişkin ulusal veya uluslararası hiçbir mahkeme kararı yok.
Ama aksini kanıtlayan bir yargısal karar var. Soruşturma yargısal sürecin bir aşaması olduğuna göre Ermeni soykırımı olmadığını gösteren bir yargısal süreç ve karardan söz edebiliriz. Bu süreç ve karar, bizim “Malta sürgünleri” deyip geçtiğimiz, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın takipsizlikle sonuçlandırdığı soruşturmadır.
Sevr’e dayanıyor
Malta süreci ve soruşturmasının Türkiye’nin tanımadığı Sevr’e dayandığını da belirtmek gerekiyor. Malta, Sevr’e göre yürütülmüş bir sorgulama sürecidir. Türkiye’nin Sevr’i tanımamış olması, bu süreçte ortaya çıkan gerçeğin de görülmemesi anlamına gelmez.
Bu itibarla eğer Malta belgeleri İngiltere tarafından açıklanırsa, Ermeni soykırımı iddiasının dayanaktan yoksun olduğu da anlaşılır.
Fikret Bila,28 Ocak 2012
Uluç Gürkan bugün (23 Ocak 2015 Cuma) Ulusal Kanal'da
"Nefret Suçu"na dönüşen Ermeni soykırım iddialarını cevapladı.
"Nefret Suçu"dur bu dedi.
Uluç Gürkan adresi
________________
Ermeni İddialarını Kabul Eden Ülkeler
Gözde Kılıç Yaşın - link
20 Ülke + ABD'nin 41 Eyaleti
...Ermeni iddialarının ilk kabul edildiği yer Dünya Kiliseler Konseyi (1983) ardından ilk tanıyan ülke Urugay ve sonra GKRY olmuştur. Hocalı'nın ilk kez soykırım olarak kabul edildiği yer İslam Konferans Örgütü ardından aynı gün tanıyan iki ülke Meksika/Pakistan olmuştur.
Ermeni iddiaları 1983'den bu yana 31 yılda 20 ülkenin parlamentosunda karşılık bulurken Hocalı'da yaşananlar sadece 4 yılda 9 ülke parlamentosunda karşılık bulmuştur.
ABD'de Ermeni iddialarını kabul etmeyen eyaletler Hocalı'yı soykırım olarak kabul etmiştir; ikisini de soykırım olarak kabul eden eyaletler de bulunmaktadır.
Böylesi bir karşılaştırma bakımından ilginç bir diğer husus ise Ermeni iddialarını tanıyan ülkeler arasında tek bir Müslüman ülke olmasıdır : Lübnan.
Aynı şekilde Hocalı'da yaşananların bir soykırım olduğunu kabul eden de tek bir Müslüman ülke bulunmaktadır : Pakistan.
Ermeniler iddialarını oluştururken "Cihat" kavramına da vurgu yapmakta ve bir anlamda 1915 olaylarını Müslüman Hıristiyanlara dönük yok etme girişimi olarak da lanse etmektedir. Bu nedenle iddiaları kabul edenlerin çoğunluğunun Hıristiyan ülkeler olmasında bu yaklaşımın etkisi düşünülebilir. Ancak Hocalı'da Müslüman bir nüfusa dönük yok etme girişimi bulunmaktadır ve burada yaşananları soykırım olarak kabul edenler yine çoğunlukla Hıristiyan ülkelerdir.
Konuya üç açıdan bakılması gerekir:
Birincisi kamuoyu üzerinde yaratılan etkidir. Yukarıda zaten sanki tüm devletler kabul etmiş gibi bir algı yaratıldığı ifade edilirken bu nokta vurgulanmıştır.
İkincisi hukuki açıdan parlamento kararlarının hiçbir mana ifade etmediğidir. Burada AİHM'nin Doğu PErinçek Davası hakkında verdiği karar son derece önemlidir. Mahkeme bir yandan parlementoların mahkeme ve tarihçilerin görevini üstlenemeyeceğini ifade etmektedir bir yandan da 1915 olaylarının Yahudi soykırımına benzemediğini vurgulamaktadır.
İlki açısından bizzat mahkeme "sadece 20 ülkenin parlamentosu tarafından tanınmışsa da " diyerek ve ayrıca parlamento kararlarının hiçbir hükmü olmadığını belirterek "tanıma" kavramına yüklenen anlamı minimize etmektedir. İkincisi açıdan ise Mahkeme, Holocoust ile yaptığı karşılaştırma neticesinde Ermeni olaylarının hukuken soykırım olmadığını net şekilde belirtmektedir. "Olduğunu söylemek kadar olmadığını söylemek de mümkündür" ifadesi ile de konunun tarih düzeyinde tartışılmasının "inkar yasaları" ile engellenemeyeceğine hükmetmektedir.
Konuyu incelerken ağırlık verilmesi gereken üçüncü alan ise Türkiye'nin siyasi ilişkileridir. Türkiye'nin siyasi ilişkileri bağlamında , soykırımı tanıma kararı alan ülkelerle ticaret hacminin tanıma kararı sonrasında artış göstermesi de dikkat çekici hususlardan biridir....Yani AKP hükümetleriyle Türkiye'nin hızla yükselen güç olmasının inadına inadına ve komşularla sıfır sorun politikasına "rağmen" AKP döneminde tanımalarda çok hızlı bir artış yaşanmıştır.
....
İngiliz araştırmacı Thomas De Waal , dönemin Hocalı'da katliam gerçekleştiren ordunun komutanı, şimdiki Ermenistan Cumhurbaşkanı Serz Sarkisyan'la yaptığı röportajı :
Sarkisyan : 'Hocalı olaylarına kadar Azeriler onlarla şaka yaptığımızı sanıyorlardı. Onlar Ermenilerin sivil halka silah yöneltemeyeceğini zannediyorlardı. Biz bu düşünceyi kırdık.'
De Waal : " Serge Sarkisian inkar etmiyor !"
ECHO OF KHOJALY - pdf
KHOJALY TRAGEDY - pdf
Ermeni yayılmacılığının haritası Türkiye’deki siyah bölge: Ermenistan Anayasası’nda bahsi geçen Büyük Ermenistan. Ambargonun gerekçelerinden biri Ermenistan’ın bu yayılmacı istekleri.
Azerbaycan’daki siyah bölge: Ermenistan işgali altındaki topraklar. Azerbaycan’daki yeşil sınırlı bölge: Sorunun kaynağı olarak gösterilen Karabağ bölgesi. Görüldüğü gibi Ermenistan yalnızca Karabağ’ı değil, o bölgenin üç katını işgal etmiş. Sınırın açılması Ermenistan’ın siyah bölgedeki işgalini ve yayılmacı isteklerini kabullenmek anlamına geliyor.
1988 yılında başlayan işgal hareketi 1992’ye kadar sürdü. Azerbaycan’ın neredeyse dörtte biri işgal edildi. İşgal sırasında 20 bin Azerbaycan Türkü hayatını yitirdi. Hocalı, Ağdaban, Laçin, Kugark’ta “soykırım” yapıldı. Bu bölgelerde kadın-erkek, yaşlı-genç demeden bütün Türkler öldürüldü. 1 milyona yakın Türk göç etti.
Türkiye 1993’te bu işgalleri protesto ederek Ermenistan’a ambargo uygulamaya başladı ve sınırı kapadı.
Türkiye’deki “Altı Vilayet” (Vilayeti Sitte) Sevr Anlaşması’nda Ermenistan’a devredilmesi gereken vilayetler olarak geçmektedir. Osmanlı dönemi idari haritasına göre şu “altı” şehir kastedilmektedir: Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput ve Sivas.
Bugünkü haritamıza göre ise bu “altı” vilayet aslında tam 23 ayrı ilimize denk düşmektedir: Erzurum, Erzincan, Ağrı, Van, Hakkari, Bitlis, Muş, Şırnak, Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Tunceli, Malatya, Bingöl, Sivas, Amasya, Gümüşhane, Bayburt, Tokat ve Giresun’un Şebinkarahisar ilçesi! Buna bir de Sevr Anlaşması sırasında zaten Ermenistan’a ait olduğu kabul edilen Kars vilayetini ekleyin. Yani bugünkü sınırlarla Artvin, Iğdır, Ardahan ve Kars... 27 il!.. Kısacası Ermenistan bütün Doğu Anadolu’yu istiyor.
Anlayacağınız Azerbaycan’ın “dörtte biri”ni işgal eden Ermenistan, bununla da yetinmiyor, Türkiye’nin de “dörtte biri”ne göz koyuyor.
Doğru, ambargo uygulanmaya başladığında Ermenistan’ın Türkiye üzerindeki yayılmacı isteklerinin kanıtı olan o “Bağımsızlık Bildirgesi” henüz ortada yoktu. Ancak Bildirge kabul edilince, Türkiye şiddetle protesto etti ve ambargonun resmi gerekçeleri arasına aldı. Bu yüzden ambargo, yalnızca Ermenistan’ın Azerbaycan’daki saldırganlığını değil, Türkiye üzerindeki emellerini de protesto etmektedir.
Peki yıllar sonra, Ermenistan’ın topraklarımız üzerindeki emellerinde bir değişiklik var mıdır? Hayır! Bakın, bayraklarında Ağrı Dağı hâlâ duruyor. Bir ülke, komşunun sınırlarındaki bir dağı, niye bayrağına koysun?
____________________