Translate

9 Ocak 2015 Cuma

FRANSA - İNGİLTERE - ERMENİLER VE KIBRIS ADASI







KIBRIS’IN KADERİ…

Stratejik açıdan Doğu Akdeniz’in düğüm noktasını teşkil eden Kıbrıs adası, Anadolu ve Suriye kıyılarına olan yakınlığı, Ege Denizi’nin giriş ve çıkışına etkisi ve Mısır ile Süveyş Kanalı’na olan yakınlığıyla İngiltere için önemli bir adadır. Doğu Akdeniz ve çevresi, Ortadoğu ve Hindistan’daki çıkar ilişkileri ve politikası açısından İngiltere için bu adanın tek kusuru Osmanlı İmparatorluğuna ait olmasıdır. 


1877-1878 Türk-Rus Savaşı sonrasında imzalanan Ayastefanos-Yeşilköy Antlaşması sonrasında Rusların ilerlemesini önlemek maksadıyla İngiltere Osmanlı Devleti’ne yardım talebinde bulunur. Ayastefanos Antlaşmasını Türklerin lehine ve çıkarlarına uygun hale getirilmesine çalışacağını belirterek, bunu yapabilmek içinde Kıbrıs’ın yönetimini kendilerine geçici olarak devredilmesini ister. Hariciye nazırı Safvet Paşa ve İngiliz elçisi Ostan Henry Layard arasında Yıldız Sarayında “padişah ve halifenin hukuku hükümranisi tamamen mahfuz kalmak şartıyla” ve “hukuku şahaname halel gelmemek şartıyla muahedeyi tasdik ederim” (aynı Mısır, Girit ve Trablusgarp’ta olduğu gibi) iki maddelik antlaşma imzalanır ve yıllık 92.986 Sterlin karşılığında icar edilir. Lakin parasını Kıbrıs’tan toplayıp öder.! Böylece İngiltere tasarladığı planı başarıyla uygulamaya koyar.


1914 Ekim başından beri , Osmanlı Devleti’nin Almanya saflarında savaşa girmesini bahane eden ve Kıbrıs’ı ilhak çalışmalarını Dışişleri ve Sömürge (koloniler) Bakanlıkları aracılığıyla yürüten İngiltere ,ilhak kararıyla birlikte 1878 Kıbrıs Antlaşması ve buna bağlı bütün uluslar arası anlaşmaları feshettiğini, Kıbrıs adasının İngiltere İmparatorluğunun bir parçası haline geldiğini ilan eder ve bunu tüm dünyaya duyurur.!


Anadolu topraklarını paylaşma rüyası ile , Kıbrıs geçici bir üs ve zıplama tahtası olarak kullanılmaya başlanır. Fransa ile İngiltere arasında ,Mayıs 1916 da imzalanan ticari faaliyetlerle ilgili antlaşmada , bir de Kıbrıs maddesi bulunur; İngiltere Fransa'ya danışmadan üçüncü bir ülkeye Kıbrıs'ı devredemez. Fransa'ya güvenmeyen İngiltere Kıbrıs'ı bir koz olarak kullanmak niyetindedir.


Nisan 1916 Stykes- Picot Antlaşması ile Fransa ve İngiltere ,İtalya'yı devre dışı bırakır ve Rusya'yı da aralarına alarak Osmanlı topraklarını paylaşırlar. Buna göre Fransa Adana ve Beyrut illerinin tamamıyla, Halep, Harput ve Diyarbakır illerinin büyük kısmını alacak, Çukurova Bölgesi pamuklarına ve Ergani madenlerine sahip olacaktır. İngiltere’ye Bağdat ve Basra illerini içine alan Güney Irak bırakılacaktır. Ruslara Van,Erzurum, Trabzon ve Bitlis'in doğusunda kalan bölgeler ile Sivas, Elazığ ve Diyarbakır'ın bir kısmı verilecektir. Ayrıca İngiltere Suriye de gözü olmadığını söylesede , Fransa’ya bırakılan Kilikya ve Suriye ‘de İngilizlerin bulunması Fransa da kamuoyunun tepkisini çeker. 


(( Gizli bir toplantıda Başkan Wilson adına temsilcisi Albay House defterine şu notu düşer: Türkiye’yi hem Asya’da hem de Avrupa’da neşe içinde paylaştık.”  Bu arada Lord Curzon I.Dünya Savaşı’nın devam ettiği günlerde “Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi yakın gelecekte gerçekleşecektir. Bundan ürkmesinler” itirafında bulunmuştur. ))


Skyes-Picot Antlaşmasıyla İskenderun Limanı’nı alan Fransa 17 Aralık 1918’de Yarbay Romineu’nun komutasında 150’si Fransız, geriye kalanların ise Ermenilerden oluştuğu 1500 kişilik Fransız Birliğini Mersin’de karaya çıkarır.


Bu bölgedeki huzursuzluk ve çatışmalar da böylece başlar. I.Dünya Savaşı’nda Samandağ’a asker çıkartmayı planlayan Fransa bu dönemde İskenderun’u bu sebeple tam altı defa bombalar.






ERMENİ LEJYONUNUN KURULMASI …

Fransız Filo Komutanlığı, kendi çıkarları için İskenderun- Samandağ bölgesine yapılacak bir askeri çıkartmanın Osmanlı askeri gücünün bölgeden uzaklaştırılabilmesi için en uygun hareket olacağını düşündüğünden planın başarıyla uygulanabilmesi için bu maksatla Ermenileri de kullanmakta hiçbir sakınca görmez.


(( Savaş sonrasında üstünde bazı değişiklikler yapılan ve Petrograd arşivleri Bolşeviklerin eline geçtikten sonra kamuoyuna açıklanan bu andlaşmaya göre, Fransızlar Kilikya bölgesinde özerk bir Ermenistan kuracakları iddiasıyla binlerce Ermeni gönüllüyü Doğu Lejyonuna asker yazdırıp savaşta kullanmış ve savaş sonunda kendi hallerine bırakıvermiştir. ))


12 Kasım 1914 tarihinde Türk Ermenilerinin lideri Bogos Nubar , 20 Temmuz 1914 tarihinden beri Kahire’de İngilzi diplomatik temsilcisi olarak bulunan Milne Cheetham’a şöyle der: 


“Kilikya Ermenileri , İskenderun , Mersin veya Adana’ya yapılması muhtemel bir çıkartmayı desteklemek için gönüllü olmaya hazırdırlar. Dağlık mıntıkadaki Ermeniler de kıymetli yardımda bulunabilecek; silah ve mühimmat temin edilirse, Türklere karşı ayaklanacaktır. Türkiye ile bir anlaşma umudu olmadığına göre bunun için Mısır bölgesi Ermenilerinden de yardım sağlanabilecektir.”


Kahire’deki Ermenilerle ilgili olarak bölgede görevlendirilen Üstteğmen Saint-Quentin’in 18 Eylül 1915 tarihinde Kahire’den Savaş Bakanlığı’na gönderdiği telgraf:


“Cebel Musa’da ayaklanan Ermenilerin başı Pierre Dimkelian güçlü olduğu kadar zeki bir görünüme de sahip. 500 adamıyla Fransa’nın emrine girmeye hazır olduklarını söyledi.Mısır’da silah altında bulunan 500 Ermeniye Dimkelian arkadaşlarıyla katılacak ve böylece bir Ermeni Alayı oluşturulacak. Bu Alay diğer hizmetler yanında Türkiye’ye yönelik saldırılarda kullanılacak.”


Musa Dağı’ndan getirilen ve Mısır’ın Port-Said bölgesinde İngiltere’ye ait kamplara yerleştirilen Ermenilerin İngiltere ve Fransa arasında problemlere yol açması, Fransa'nın Ermenilere sürekli kalıp yerleşebilecekleri bir yurt ve yer bulma gayreti içindedir sokar. 


Mondros Limanı için İtalya karşı çıkar. 


Rodos için ,Tunus’taki Fransız Vali “Müslümanların tepkisini çeker” diyerek red eder.


Fas için de Fransa’nın Fas Valisi karşı çıkar ve geriye kala kala Kıbrıs kalır. 2 Ekim 1916 den itibaren bu gidişat bir ivme alır ve İngiltere’nin de onayı ile Kıbrıs’ta Ermeni askeri kamplarının kurulmasına başlanır. 


Ermenilere yurt olması düşünülen Kıbrıs adasına Eylül 1915 tarihinde de bir grup Ermeni getirilerek yurt edinmelerine çalışılmış, ancak bu faaliyet Türk ve Rumların direnişi sonucunda başarısızlığa uğramıştır. Ermenilere Kıbrıs adasının yurt olması fikri ise ilk olarak 1894-1896 yıllarında ortaya atılmış ve 1896 yılından itibaren Ermeni göçmenlerin Kıbrıs’a akını başlamıştır. Bu olaya karşı çıkan bir başka ülke daha vardı , Yunanistan.


Öte yandan 19 Temmuz 1916 tarihinde Fransız Kabine ve Personel Şefi tarafından Dışişleri ve Savaş Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilen yazı ise Ermenilerin nasıl kullanılacağı konusunda İngiliz planını gösteriyor;


“… Mısır’a sığınan Ermenilerle, Hindistan’daki Ermeniler konusunda ...görüşü...


Askerlik yapabilecek durumda olan Ermeniler Kıbrıs’ta toplanır. Bunların içinden bir bölük teşkil edilerek kuzey bölgesine yerleştirilir. Bundan tedirgin olan Türkler, Kuzey Suriye’den asker çekmemek durumunda kalacaklardır. Arap isyanı Türk egemenliğini tehdit altına soktuğu an, yalnızca Arap yarımadası değil, Suriye ve Filistin’de devreye girecektir.


Adana ve İskenderun yakınlarında önceden yeterli eğitim görerek iyi bir teşkilata sahip olan Ermeni partizan kuvvetleri, Türklerin Mekke Şerifi’ni yok etmeye yönelik güney Harekatı için yollayacağı kuvvetleri daha başından bertaraf etmiş olacaktır. İngilizler Ermenilerin silah ve eğitim açısından yetiştirilmelerini Fransız subayların üstlenmelerini teklif ediyorlar. Bazı oranlarda kısıntılar yapmak şartıyla İngiliz teklifinin dikkate değer nitelikte olduğu görüşündeyim.


Sizden ricam, mümkün olan en kısa zamanda, en çok 5000 Ermeni için gerekli olan silah ve Fransız kadrolarının tahsisinin mümkün olup olamayacağı konusunda bana haber iletmenizdir…”


Adaya sivil Ermenilerin yerleştirilmeleri yerine ,askeri amaçlı bir Ermeni askeri kampının kurulması kararlaştırılır ve bütün masraflarını da Fransa karşılayacaktır.


Fransa ,15 Kasım 1916 tarihinde Başbakan Briand’ın direktifleriyle daha önce Mısır’da kurulan Legion D’orient- Doğu Lejyonu’nu bu sonuçla görevlendirir.


Dünyanın dört bir yanından koşup gelen 5000-6000 Ermeniden oluşan ve Fransızlarca önce Mısır ve Suriye’de kullanılan Doğu Lejyonu veya bölgede yaşayan Türklerin deyimiyle “Ermeni İntikam Alayı” adlı Fransız üniforması giymiş bu “Osmanlı Vatandaşları” , o kadar korkunç ve dayanılmaz davranışlarda bulunur ki ,Fransız yetkililerini bile çileden çıkarırlar. Bazı Ermeni Taburları dağıtılır ve 1921 tarihine kadar bütün Ermeni askeri gücü Port Said’de bulunan kampa götürülür.






ERMENİ KAMPLARININ FAALİYETE GEÇMESİ

Rum ve Ermenileri ikna eden Fransızlar , adada yaşayan Türklerin böyle bir kampın varlığından rahatsız olacaklarından emin oldukları için Kıbrıs Türk toplumuna gözdağı vermek gayesiyle Kıbrıs Türk toplumunun önde gelen isimlerini, Teşkilat-Mahsusa ile ilişkileri olduğu bahanesiyle tutuklayıp Girne Kalesi’nde hapse atarlar. Bu tip uygulamalar 1923 tarihinde cumhuriyetin ilanına kadar devam eder ve gerek Fransız, gerekse İngiliz yöneticiler değişik bahaneler ileri sürerek hapse attıkları Türklerin tutukluluk sürelerinin uzatılması yanında daha bir çok kişiyi de hapsederler.


Kıbrıs’ta bu gelişmeler olurken Fransızların Ermenilerden istifade etme konusunda gerek Fransa ve gerekse Ortadoğu bölgesindeki faaliyetleri de iyiye hızlanır. Osmanlı uyruğunda bulunan ve Türkiye’ye karşı savaşmak isteyen, İtilaf Devletleri için çalışmayı arzu eden Ermenilerin Fransa’nın kontrolünde belli bir noktada toplanarak buradan Kıbrıs’a gönderilmeleri ve burada askeri eğitimden geçirilmeleriyle ilgili ilk talepler, Fransa’nın Londra Büyükelçiliği’nin 4 Temmuz 1916 ve Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın da 2982 Sayılı 19 Temmuz 1916 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Afrika Bölümü’ne Ermeniler ve Suriye halkına silah temini başlığı altında, ayrıca Savaş Bakanlığı’na gönderilen telgraflarıyla, iyiden iyiye hız kazanır. 


Buna göre özellikle Çukurova ve Adana bölgesinde bulunan Ermenilerden silahlı bir güç oluşturularak bunların Kıbrıs adasında askeri eğitime tabi tutulmaları ve bunun sonucunda da tekrar bölgeye dönerek Fransa adına mücadele etmeleri düşüncesi ilk defa Mart 1915 tarihinde düşünülmeye başlanır. Ermeni Komitesi temsilcisi olan Vartanian’ın bu teklifine Fransa’nın başlangıçta yaklaşımı son derece temkinli ve hatta isteksizdir. Bu bölgede toplanan Ermeni nüfusunun hatırı sayılır bir noktaya ulaşması ve bu kadar kalabalık bir topluluktan seçilecek insanların Anadolu’ya en yakın noktalardan birisi olan Kıbrıs adasında eğitilmeleri fikri bu hareketin derhal fark edileceği ve dikkat çekeceği, bunun sonucunda da Anadolu’da yaşayan diğer Ermenilere karşı toptan bir imha hareketine girişilebileceği endişesiyle Fransa başlangıçta tereddüt içerisindedir. Bu noktada Fransa’nın istediği en iyi çözüm potansiyel olarak yeterli sayıya ulaşan Ermenilerin toplanmaları ve eğer şartlar da mümkün olursa Çanakkale’de bulunan Fransızların, Doğu Kuvvetleri Sefer Komutanlığı’na katılmalarıdır.


Bununla ilgili Telgraf: “ Kısacası Ermenileri düzensiz gruplar halinde birleştirme düşüncesi prensip olarak reddedilmişti. Bunun da sebebi, Fransa’nın Türkiye’ye karşı uyguladığ politika, ayaklanmış ve düzensiz bir kitleyi silahlandırmada karşılaşılan güçlüklerle birlikte, bu kitleye ne destek ve ne de yardım açısından hiçbir güvence vermeden kıyı bölgesine yerleştirme riski, ikinci bir saldırı hattının doğuracağı sakıncalar,kendi kuvvetlerimize karşı sebep olacağımız ekonomik yük ve nihayet Türkiye’deki Hıristiyan halkı hedef alacak kanlı misilleme hareketlerinin başlamasını kışkırtmadan kaçınmak olarak açıklanabilir. Ama bugün aynı sorun bir başka açıdan değerlendirilebilinir; Büyük Britanya’nın teklifiyle düzenli bir kuvvet oluşturmak için Kıbrıs’ta toplanacak Ermeniler her hangi bir Osmanlı çıkarmasına karşı engel teşkil edeceklerdir. Eğer Arap isyanı gerçekleşirse Ermeni kuvvetleri kaydırılarak Suriye harekatına destek olmaya yönlendirilecektir.


Orta Şarktaki Osmanlı Kuvvetleri’nin önemli bir bölümünü Suriye’nin kuzeyinde tutmaya zorlamak için uygulanacak en geçerli taktik, Türklerin, Kafkasya, Mezopotamya, Suriye ve Hicaz haberleşme noktası olan İskenderun bölgesi yakınlarındaki bir bölgeye Ermeni birliklerini yerleştirmek olacaktır. Zira, daha önce de defalarca belirttiğim gibi,Türklerin şu son aylarda İzmir’de dört tümen asker tutmalarının sebebi, Midilli adasını işgal ederek onları tehdit etmemizdir. Ancak, Midilli adasından yarattığımız bu tehdit Türkleri de Adana savunmasını takviyeye itmiştir. Bu da bizim suçumuzdur. Çünkü eğer zamanında o bölge askeri harekat bölgesi olarak değerlendirilseydi, bugün Türklere savunmalarını güçlendirme imkanı tanınmamış olacaktı.


Özetle söylemek gerekirse, Fransızların denetimi altında Kıbrıs’ta bir Ermeni ordusu kurulması ve de ayrıca Ansarilerin silahlandırılması konusundaki düşüncelerinizi bekliyorum. Uygun görüldüğü takdirde, hiç zaman kaybetmeden harekete geçilmeli ve Doğu Ordu’suna bağlanabilecek bu yardımcı kuvvetler için bir komutanlık ve denetim merkezi kurulmalıdır. Ayrıca bazı yeni yönetmeliklerin de çıkarılması zorunlu olacaktır. (askere alınma şartları,aylıklar,sosyal yardımlar gibi.)


Ansarilerin silahlandırılmalarına gelince, Alman tüfeklerinin seçilmesi tercih edilmelidir. Doğulular, bu silahların kullanımını daha iyi bilirler.”


Rogues ,bu talebe 1 Ağustos 1916 ,150 numaralı yazıyla Fransa Genelkurmay Başkanlığı’ndan Savaş Bakanlığı Afrika bölümü Doğu Bürosuna cevabını gönderir. 


Fransızların denetimi altında Kıbrıs’ta oluşturulacak ve varlığı Türkiye’ye karşı muazzam bir tehdit teşkil edecek olan ve son derece faydalı ve askeri açıdan büyük önem arz eden 5000 kişilik Ermeni Ordusu ve Türkiye’ye karşı ayaklanma hazırlığında olan Ansarilerin silahlandırılması konusunda hazırlanan rapor, 8 Ağustos 1916 tarihinde 4654 kayıt numarasıyla Albay Hamelin’e teslim edilir.


“…Selanik’te kurduğumuz Boşnak taburuna ait tecrübemiz örnek alınacak olursa, dört taburdan oluşacak bir alay ve ayrıca bir depo kıtasının teşkili için otuza yakın Fransız subayının bölgeye gönderilmesini icap ettirmektedir. Bu da her bir birlik için uygun bir Fransız subayının görevlendirilmesi anlamına gelir…”


“…Bir başka önemli husus da organize edilecek Ermenilerin Mısır’a göç eden tüm Ermenileri kapsadığıdır. Yoksa yalnızca Port-Said’de bulunanlardan söz ediliyorsa hatırlatmak isterim ki, sayıları 250 kadardır. Eğitimin bu grupla sınırlandırılması ,sayılarının az olması sebebiyle, Deniz Kuvvetleri ve benim bölümüm tarafından reddedilmiştir….Fransızlar tarafından acemi birliklerinde eğitilmesi düşünülen Ermeniler Mısır , Hindistan ve Ortadoğu’da Deniz Kuvvetleri Suriye Bölümümüz tarafından derlenecek çeşitli yerleşim bölgelerindeki Ermenilerin tümünü kapsamaktadır.ayrıca titizlikle üzerinde durulması gereken bir husus da ,Ermenilerin eğitimini sağlamak için gerekli olan personel ve diğer malzemenin Kıbrıs’a gönderilmesi gerçekleşmeden önce, üst dereceden oluşan bir kadro teşkil edilerek, bu kadronun Kıbrıs’a gidecek ilk acemi eğitim grubunun sayıları, özellikleri ve eğitim bölgesindeki organizasyonları bakımından bir sisteme bağlanmasıdır…”


Adanın kuzeyinde veya batısında kampın açılması konusunda İngilizlerin müsaade etmesiyle Albay Louis Romieu 4 Eylül 1916 tarihinde posta uçağıyla Marsilya’dan ayrılarak Mısır ve Kıbrıs’ gider. İngilizlerle görüşür ve kampın kurulacağı yerleri tespit eder.


Mağusa’nın 24 kilometre kuzeyinde deniz kıyısı olan, meskenin olmadığı devlete ait, suyu bol olan ve yeni su kuyuları açma imkanının bulunduğu yeri seçen Albay Louis Romieu çalışmaları hızlandırır. Boğaztepe (Monarga) bölgesinde kurulacak Ermeni askeri kampın Karakol (Karağulo) bölgesindeki İngiliz esir kampına yakın olması ve iki kamp arasındaki bölgenin I.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber askeri eğitim alanı olarak kullanılması Fransız ve İngilizlerin bu konuda da işbirliği içerisinde olduklarını gösteriyor.


Kıbrıs’taki İngiliz Yüksek Komiseri’nin bu konudaki tek itirazı adaya Port-Said kampından Ermeni kadınların ve çocukların getirilmesi konusundadır.


Ermeni askeri kampının bu bölgede kurulmasının bir başka sebebi de Anadolu’daki Ermeni isyanlarında kullanılmak üzere Anadolu’ya silahların Mağusa-Dörtyol güzergahını takip ederek gönderilmesidir.


Kampın faaliyete geçtiği ilk dönemde 200’er kişilik 6 Lejyon Bölüğü ve 160 Arap’tan oluşan mevcut daha sonraki yıllarda 5000’e kadar ulaşır. Bu Ermeni birliği ,1917 yılından itibaren İngiliz Generali Allenby’nin komutasında Türklere karşı acı sonuçlar verecek bir savaşa girecektir. I.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber Mersin, Dörtyol ve İskenderun bölgelerinden kaçan ve İngiltere’nin kontrol ve denetiminde Mersin ve İskenderun bölgesinde bulunan Rum azınlığın kışkırtılıp isyana teşvik edilmesinde kullanılan Ermeniler, Fransızların da Beyrut, Hayfa , Trablusgarp ve Yafa Limanları’nın tahrip edilmesinde istifadeyi düşündüğü ve daha önceden bu kampta bulunan Ermeni gençleri, ayrıca Kıbrıs’taki İngiliz askeri eğitim kamplarında eğitim gören Ermenilerden bazıları Fransa’ya ait Victor Hugo, Henry Fastersine Louis ve isimleri belirlenemeyen 3 Fransız savaş gemisiyle Musa Dağı’ndan getirilen Ermeniler bazı İngiliz gemileriyle Port-Said’ e getirilen Ermeni gençlerinden seçilenler, Suriyeli Ermeniler ve Kıbrıs’ta 8 Kıbrıs Lirası aylıkla paralı askerlik yapan Rum gençleri, ayrıca Kıbrıs, Mısır ve İran’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar pek çok ülkede kurulan komisyonlar vasıtasıyla adaya getirilen Ermeniler Fransızların büyük desteğiyle faaliyete geçen bu kampların ilk personelidirler.


Ermeni kamplarının finansmanı ile ilgili olarak başlatılan yardım kampanyasına Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nden de büyük destek gelir. Fransız askeri yetkililerinin organizasyonu ile toplanan paralar acıdır ki Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Adana ve Gaziantep’te binlerce masum insanın katledilmesinde kullanılmıştır. 


Kıbrıs’taki Ermenilere destek kampanyasına katılanlar;

Anadolu’dan Kıbrıs’a kaçan Ermeni liderleri Strak, Kirkor, Karabet ve Artin;
Yunanistan’ın Larnaka Konsolosu N.Vatibela;
Fransa’nın Larnaka Konsolos vekili Marcel Margaret;
ABD’nin Lefkoşa Konsolosluğu’ndan George Wilson’un maddi manevi desteğiyle katılan bazı kişi ve kuruluşlar da şunlardır; ROCKEFELLER COMPANY, Boston Ulusal Ermeni Savunma Komitesi , ABD Ermeni Yardım Komitesi , Ermenistan ve Suriye için Yardım Komitesi , Amerikan-Ermeni Derneği , Amerika Protestan Kiliseler Federal Meclis Temsilciliği , Londra Ermeni Cemiyeti , Aron Nad El Teşkilatı , Mısır Müdafaa-ı Milliye Komisyonu, Kıbrıs Rum İttihat Birlik Kulübü , Kıbrıs Yüksek Komiser Yardım Fonu, Girne Piskoposluğu, Lefkoşa X.Theccochaides Firması…

Ada içinden ve Avrupa ile ABD’den yapılan maddi desteği kamufle edebilmek için İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından Kıbrıs’ta oluşturulan “Harp Fonu” devreye girer ve bu fonun kullanılması Fransız Ermeni Kampı Komutanlığı emrine verilir.


Ayrıca 1 Aralık 1921-4 Ocak 1922 tarihleri arasında Ankara Antlaşması gereği Fransızların boşalttığı Çukurova bölgesinden çekilen 60.000 kişinin göç hareketi İzmir, Kıbrıs ; İstanbul , Mısır ve Avrupa’da bulunan Ermeni komiteleri aracılığıyla yapılır ve göç eden Ermenilerin bir kısmı da daha sonra Kıbrıs’a gelir. 


Bu dönemde özellikle de I.Dünya Savaşı’nın devam ettiği günlerde Kıbrıslı Rumların İngiltere’nin savaşla ilgili faaliyetlerine yaklaşımları Yunanistan’ın Kıbrıs politikası doğrultusundan “son derece gönülsüz” olmuş, Kıbrıslı Rumlar arasında hiç gönüllü çıkmaması karşısında İngiliz Vali 19 Ekim 1916’da bir duyuru yaparak durumları askerliğe uygun olanların adadan ayrılmalarını yasaklamıştır. 


Bütün bunlara rağmen 5972 Rum , Yunan Ordusu’nda Anadolu’da Kuvayı Milli’ye karşı savaşmak için adadan ayrılır. Ayrıca bu dönemde Kıbrıs adası, savaşın dışındaymış gibi görünse de yaklaşık 11.000 Rum değişik görevlerde, doğrudan olmasa da savaşa katılmışlar ve müttefiklere destek olmuşlardır.




Türk esirler nakledilirken




SAVAŞ ESİRLERİNİN ADAYA GETİRİLMESİ ve DR.DEVLETİAN

Kıbrıs’ta Gazi Mağusa şehri yakınlarındaki Karakol (Karağulo) isimli bölgede bulunan kamplara esirlerin nakledikleri tarih İngiliz Savaş Bakanlığı bünyesindeki resmi arşivlerde ve söz konusu esir kampı komutanlığı ile Kıbrıs’ta bulunan İngiliz Genel Valiliği arasında yapılan yazışmalarda 26 Ekim 1916 olarak belirtilmekte, ilk Türk savaş esiri kafilesinin de gemilerle Gazi Mağusa Limanı’na getirilmesinin 26-29 Ekim 1916 tarihlerinde tamamlandığı ve bu ayakları zincirli esirlerin adaya ayak basar basmaz kamplara sevk edildikleri ifade edilmektedir.


Türk savaş esirlerinin sayısı ilk etapta 215 kişi olmasına rağmen 1923 yılına kadar faaliyette bulunan bu kamptaki Türk savaş esirlerinin sayısı daha sonra 2000-4000 arasında değişmiştir.


Bu dönemde ,değişik cephelerde Osmanlı Ordusu saflarında çarpışırken esir düşen Suriyeliler ve Iraklı Araplar ile Ermeniler de bu kampa getirilmişlerdir. Ancak İngiliz esir kampındaki çok zor şartlardan kurtulmak isteyen veya yapılan propoganda sonucu kandırılan bu esirler İngiliz kampından ayrılarak Ekim 1916’dan itibaren kurulma çalışmaları hızlanan Ermeni terör kampına katılmışlar ve daha önce omuz omuza savaştıkları insanlara karşı koymak için eğitimlere başlamışlardır. Firar edip kaçanlarda, ilk etapta esir kampında sorgulanmış, olumlu rapordan sonra da Ermeni terör kampına gönderilmişlerdir.


Bu arada İngiliz Genel Valiliği ve esir kampında bulunan yetkililer Anadolu’da Türklere karşı savaşmaları için Arapları ve Ermeni asıllıları Fransızların Ermeni kampına gönderirken, zaman zaman söz konusu kamptaki Ermeniler de çalışmak ve İngilizlere yardım ve destek sağlamak üzere Türklerin esir tutulduğu kamplara gelirler. Ancak bu şekilde kampta görev yapan bazı Ermeniler kamptaki Türk esirlerle anlaşmak suretiyle firar ederler, Ermeni askerler Türk askerlerin esir kapmalarından kaçmalarına yardım ederlerken, Türk esirler de kaçan Ermenilerin Anadolu’daki evlerine dönünceye kadar civardaki Türk köylerinde saklanıp ,barınmalarını sağlamışlardır. Bu şekilde köylerde saklanmak suretiyle Türkiye’ye kaçma imkanı bulan Ermeniler daha çok Çanakkale, Gaziantep, Adana ve Kahramanmaraş bölgelerinde yaşayan Ermeni gençleridir.




MUSTAFA KEMAL’İN Kıyımlara Cevabı ve Doktor Devletian

Fransızlar Ermenilerin çoğunlukta olduğunu düşündükleri Çukurova bölgesine Kıbrıs’tan getirdikleri Ermeni lejyonuna mensup Ermenileri çıkartarak bölgede yaşayan Ermenilere sahip çıktığını göstermek ve hamilik yaptığını göstermek ister. 

Oysa niyeti uzun vadeli çıkarları için Ermenileri maşa olarak kullanmaktır. 

Örneğin, 11 Aralık 1918 tarihinde Dörtyol’a giren 400 kişilik Fransız askeri gücünün tamamı Ermenilerden oluşmaktaydı. Bu olaydan altı gün sonra Mersin’den karaya çıkan Yarbay Romieu komutasındaki 1500 kişilik Fransız birliğinde de sadece 150 Fransız askeri vardır. Geriye kalanların tümü Ermeni lejyonuna mensupturlar ve Kıbrıs’tan getirilmişlerdir. 


Öte yandan ,Güney cephesi hareketleriyle ilgili olarak Mustafa Kemal’in Ankara’da yayımladığı genelgeye göre 24 Ocak 1920 tarihi itibarıyla Adana,Mersin, Gazi Antep, Kilis ve Kahraman Maraş’ı içine alan bölgede Fransız üniforması altında Cezayirli ve Tunuslularla Ermeni askerlerinin sayısı 6.670 civarındadır. 

7 Mart 1920 tarihinde Mustafa Kemal’in İstanbul’daki İttifak Devletleri Temsilcileri adına Amiral Bristol’e gönderdiği muhtırada Kilikya bölgesindeki Ermeniler konusunda da açıklık getiriyor ;

…”Maraş, Urfa ve dolaylarındaki çarpışmalar sırasında Türklerden, Fransızlardan ve Fransız askeri arasında bulunan Ermenilerden ve değişik uluslara bağlı halktan ölüler verildiği bilinmektedir. Ancak ,bu bir Ermeni kırımı değil, Kilikya ve yöresine dışarıdan getirilen ve yerli halktan silahlandırılan Ermeni askerlerinin kesin hoşgörü ile karşılaşması olanaksız bulunan saldırıları ve işgal kuvvetlerinin gereksiz yere işgal alanını sürekli genişletmeleri ve özellikle işgal kuvvetleri komutanlarının, aç gözlü Ermeni askerlerinin İslam halkına uyguladıkları saldırılar ve yolsuzluklara göz yummaları sonunda yerli halkın coşması ve karşı koyması sonunda oluşan çarpışmaların doğal sonucudur.” …


Port Said’den Kıbrıs’taki kampa gönderilmeyi bekleyen değişik Ermeni grupların içinde 300 kişilik bir grup oluşturan 18-35 yaş arasında olanların çoğu daha önce Türk Ordusu’nda görev yapmış ve askeri eğitim almış gençlerdir. Bu gençlere ilaveten Türkiye’yi ve ekmeğini yediği memleketini arkadan vuranlara bir başka örnek de Türk Ordusu’nda doktor Binbaşı olarak görev yaparken I.Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle beraber görevini bırakıp kaçan ve Port-Said’deki Fransız kampında Ermenileri yetiştirmekle uğraşan Ermeni doktor Devletian’dır. 


Kıbrıs’taki esir kampında olup bitenler ve Türk savaş esirlerinin çektiği sıkıntılar kendisine tam olarak nakledilmediğinden Kıbrıs genel Valisi Sir John Eugene Clauson’un Türk savaş esirlerinin tutulduğu kampa yaptığı ziyaretle ilgili düşünceleri son derece olumlu olmasına rağmen ! 


Esir kampında geçen yıllar boyunca sağlık açısından pek çok hastalığa maruz kalan Türk savaş esirlerine verilen yemek ise çoğunlukla kırmızı kabak ile günün şartlarına göre yenmeyecek kadar berbat olan kılçıklı arpa ekmeğidir. Aynı zamanda esir kampında görev yapan Rum ve Ermeni asıllı doktorların Türk esirlere karşı takındıkları tutum ve davranışlar da son derece kötüdür ve bu doktorlar özellikle hasta olan Türklere karşı son derece kaba davranmaktadırlar. 


Aynı şekilde Mısır’da esir tutulan askerlerimiz de çok kötü şartlarda yaşamaktadırlar. Mısır’daki askerler de Ermeni asıllıların yönetimi altındadırlar ve İngilizlerden farklı olarak özellikle Türk düşmanı Ermeni doktorlar kasten yanlış tedavi uygulamaları sonucunda pek çok Türk askerinin gözlerinin kör olmasına da sebep olurlar. 


Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği günlerde Irak’ta esir alınan askerlerimiz genellikle İngilizlerin Uzakdoğu’daki sömürgelerine götürülmektedir. Çin Hindi (Burma)’de Tatimo , Hindistan’da Bombay ve Bellari esir kampları vardır.


Filistin’de esir olanlar ise genellikle İskenderiye yakınlarındaki Seyit Beşir (Seydi Beşir) Kuveysna Dört Numaralı Osmanlı Üserayı Harbiye Kampı, Kahire’deki Mehmet Ali Paşa Kalesi ve Kuisna esir kamplarına götürülmektedirler. Kafkasya ve Galaçya’daki Türk esirleri ise Sibirya’nın değişik bölgelerindeki esir kamplarına götürülmüşlerdir. 


1914 yılında başlayan ve esir düşen yaklaşık 360.000 Türk askerlerinden bazıları 1927 yılına kadar esir kalmıştır. 




Fransız-Ermeni Doğu Lejyonu




İNGİLİZLERİN KIBRIS’TAKİ ERMENİ KAMPLARINA TEPKİLERİ , 
MUSA DAĞI’NIN İÇ YÜZÜ ve CURZON

2 Ekim 1916 tarihinde Ermeni terör kamplarının kurulabilmesi için Kıbrıs’ta bulunan Rumları ve Ermeni cemaatini ikna eden ve bu kampın kuruluşunu adada yaşayan Türklerden gizleyen Fransızlar daha sonra Kıbrıs’ta İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından da istenmemeye başlanır.


Fransız subaylarınca eğitilen Ermenilere askeri eğitimin yanında sabotaj teknikleri, propaganda ve casusluk konularında da bilgi verilmektedir. Ayrıca kamptaki Ermeni ve Araplara milliyetçilik duygusu aşılanarak savaşta Fransızlara rehberlik ve kılavuzluk edebilmeleri de sağlanır. Ancak Fransızların Ermenilerin yanında başka milletlere mensup Cezayirli ve Suriyeli Araplar gibi insanları da kullanma istekleri kampta huzursuzluklara yol açar. 


Doğu lejyonunda kullanılmak üzere Anadolu’nun değişik köşelerinden toplanan Ermenilerle , Amerikadan, Fransa’ya , Arjantin’den İngiltere’ye kadar değişik ülkelerden getirilen ve Port-Said’de toplanan Ermenilerin taşkınlıkları ,Fransız yetkilililerini de zor duruma düşürür. Çünkü bu tecavüz, soygun ve katliamların sonucunda Fransızlarla İngilizlerin arası açılır. Ermeniler Rum köyünü basıp soyarlar ve ardından da İngiliz Kraliyet Muhafız Alayı’ndan bir İngiliz askerinin öldürülmesi bardağı taşırır. 5 Ağustos 1914 tarihinde İng.Yüksek Komiseri ve Kıbrıs Genel Komutanı John Eugene Clauson sıkıyönetim ilan eder. 


Kıbrıs’ta üç ayrı Ermeni kampı bulunan Fransızlar 1921 yılında Ankara Anlaşması gereği kampları kapatır. İngilizler her şeyi devralır ve Ermeniler gemilerle adadan ayrılır.


Kıbrıs’ta eğitilip , İngiltere’den temin edilen silahlarla Fransız üniforması altında Türkleri katleden Ermenilerin , casusluk faaliyetleri ile beraber, adada basılan bir çok propaganda malzemelerini Türkiye ile Ortadoğu ‘da dağıtan batılıların ve Ermenilerin Kıbrıs macerası da burada sona erer.





MUSA DAĞI

Musa Dağı Hatay ili Samandağ ilçesinden geçen Asi nehrinin Akdeniz'e karıştığı yerin hemen kuzeyinden İskenderun Körfezi'nin doğu kıyılarını izleyerek güneyindeki Hınzır Burnu'na kadar inen Nur Dağları’nın eteklerinde olup Samandağ’ın kuzeyinde 1000 metre yükseklikte, büyük kayalar ve çalılıklarla kaplı sivri ve tek bir blok halindedir.


I.Dünya Savaşı esnasında İskenderun’un Samandağ ilçesine bağlı 7 Ermeni köyü müttefiklerin İskenderun Körfezi’ne çıkarma yapacağı söylentileri üzerine vergilerini vermez, yardımda bulunmaz ve isyan başlatırlar.


İsyanın bastırılması için bir Jandarma Alayı görevlendirilmiş, daha sonra 4.Kolordu komutanlığı ve Başkomutanlık kanalıyla asilerin bölgeyi terk etmesi için 7 günlük bir süre verilmiş ancak asiler bunu reddederek Musa Dağı’na çıkmışlardır. Dağa çıkanların sayısı 5000 kadardır. 


Asilerin ikna olmaması ve silahla karşılık vermeleri üzerine Albay Galip komutasındaki jandarma birliği 12 Eylül 1915 günü Musa Dağı’na çıkmış ancak burada hiç kimseyle karşılaşmayınca yapılan araştırmada cephane ve yiyecekleri biten asilerin denize bakan yamaçtan Akdeniz’e indikleri, verdikleri işarete karşılık olarak gelen Viktor Hugo, 4.Henry Fastersine ve kimliği belirlenemeyen diğer 3 Fransız gemisinden oluşan bir Fransız harp filosu aracılığıyla bölgeyi terk ettikleri anlaşılır. 


Fransızlar buradan aldığı Ermenileri 14 Eylül 1915 tarihinde Port-Sait limanına getirir. 


Burada hiçbir insan, insan cesedi veya yaralıya rastlanmadığı gibi aksine 20-30 kadar hayvan leşi bulunmuştur. Bu bölgedeki Kabaklı köyünü Fransız gemilerinin bombalaması sonucu asker sivil sekiz kişi ölür, iki kişi yaralanır, köy de bu arada tahrip olur.


Ermeniler yıllarca bu olayı “Musa Dağı’nda 40 Gün” romanında olduğu gibi istismar ederek aleyhimize kullanmışlardır.








LORD CURZON…MASUM KUZULAR !!!

Suriye'deki Fransız Yüksek Komiseri ve Ortadoğu Ordusu Genel Komutanı General Gouraud ve Lord Curzon'un ifadelerine göre Kilikya'daki Fransız birliklerinin büyük çoğunluğu beyaz askerler değildir.


Bir bölümü yerinde toplanmış Ermeniler, bir bölümü de renkli askerlerdir ve bunların yerine derhal vurucu gücü yüksek beyaz asker getirilmelidir, derler. 26.000 civarında olan ,general Gouraud emrindeki Fransız birliklerinin üçte biri beyaz, geri kalanı Cezayirli ve bölgede toplanan Ermenilerdir. Bu renk ayrımı, bölgede kullanılan birliklerin yetenekleri ile ilgili olarak o dönemde sürekli ortaya atılmış olup emperyalist ülkelerin o günlerde kurtarma iddiasında oldukları toplumlara karşı davranışlarında bile ne denli bağnaz bir tutumda olduklarını göstermek bakımından son derece ilginçtir. 


Ne acıdır ki , Lord Curzon ikili oynamıştır, bir yandan desteklemiş, öte yandan da doğruları dile getirmiştir.


Yıllar boyu masum Türk insanlarının katledilmesinde aracı olarak kullandıkları , Kıbrıs'taki Ermeni kamplarında Askeri eğitimden geçirip Çukurova'da genç yaşlı ayırt etmeden öldüren Ermeniler için , Lordlar Kamarası'nda Lord Bryce'ın Kilikya bölgesinde birçok Ermeninin katledildiğini iddia etmesi üzerine ,yaptığı cevabı konuşmada, Ermenilerin "masum kuzular olmadıklarını " belirtip şöyle der : 


" Bana öyle geliyor ki, siz Ermenileri sekiz yaşında pek temiz ve suçsuz bir kız gibi sanıyorsunuz. Bunda çok yanılmaktasanız. 

Şu nedenle ki, Ermeniler özellikle çağdışı eylemleri ile ne ölçüde acımasız bir ulus olduklarını ,özellikle kendileri kanıtlamışlardır..! "



Akdeniz'in ortasında Cebelitarık Boğazı, Süveyş Kanalı ve Ege Denizi aracılığıyla bütün dünyaya açılma imkanı veren Kıbrıs adasının gerek Anadolu ve gerekse diğer ülkeler açısından stratejik önemi düşünülenden çok daha büyüktür.


Türkiye'nin güney emniyeti açısından hayati önem taşıyan Kıbrıs düşman eline geçtiği takdirde "vatanın karnına saplanmış bir hançer gibi" olacaktır. 


Hareketsiz duran bir uçak gemisine benzetilen Kıbrıs dört yüz yılı aşkın bir zamandır Türklerle Rumların beraber yaşadığı Akdeniz'in ortasında stratejik önemi büyük bir adadır ve tarihin hiçbir döneminde önemini kaybetmemiş Kıbrıs bugüne kadar hiçbir zaman Rum idaresine girmemiş, hiçbir zaman Rumların veya Yunanlıların olmamış, dolayısıyla Türkler de hiçbir zaman Rum idaresinde yaşamamışlardır.


Sir Wilson Churchill de bu konuyu 9-13 Ekim 1907 tarihinde Kıbrıs'a yaptığı ziyarette şöyle izah eder ;


"Bu toplumun Yunanistan'ın parçası olduğu fikrinin esası nedir? Yunanistan ile ada arasında ne tarihi ne de coğrafi bir bağ vardır. Adanın tarih boyunca herhangi bir dönemde Yunanistan'a bağlandığını gösteren hiçbir bilgi yoktur. Geniş bir hayal gücüyle düşünülse bile coğrafi açıdan Kıbrıs Yunanistan'ın bir parçası olamaz. Adada yaşayan insanlar Yunanlı değildir. Onları Yunan geleneklerine bağlayan tek şey dildir." (1)



Osmanlı İmparatorluğu zamanında da imparatorluğun merkezinde gösterilen Kıbrıs'la ilgili hakim görüş "Doğuya ilerleyen ve Doğuda büyük bir güç olarak kalmak isteyen bir ulus işe Kıbrıs'tan başlamalıdır. Büyük İskender, Ogüst (Augustus/Octavius), Richard ve Saint Louis bu yolu izlediler. Batıya ilerleyen uluslar da işe Kıbrıs'tan başlamalıdır. Sargon, Batlamyus, Cyrus, Harun El Reşid bu yolu izlediler..." (2) şeklinde ifade edilir. Belki de tarihte bunca önemli olayın Kıbrıs üzerinde odaklanmasının sebebi de budur.







Ulvi Keser, 

Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları 
ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü… kitabından alıntıdır. A.H.A. Yayınları, KKTC 2000
diğer makalesi

Kıbrıs asıllı bir ailenin oğlu olarak 9 Eylül 1961’de Anamur/Mersin’de doğdu. İlk ve orta öğretimini  tamamladıktan sonra Ankara. Üniversitesi’nde lisans, Gazi Üniversitesi’nde yüksek lisans, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “1955-1963 Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı” başlıklı teziyle doktora eğitimini tamamladı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kara Harp Okulu Komutanlığı, Harp Akademileri Komutanlığı, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı gibi çeşitli kurum ve kuruluşlarında akademisyen olarak görev yaptıktan sonra albay rütbesiyle emekli oldu


(1)"The İsland pointed at the heart of the Ottoman Empire, ayrıntılı bilgi için bakınız.Colin Thubron, Journey into Cyprus, middlesex,1986,s.216

(2)Rauf Denktaş,"Kıbrıs'ın Dünü Bugünü Uluslararası Sempozyumu Açış Konuşması",Ankara,1994





Küçük bir hatırlatma:


Rocky ve Rambo gibi aksiyon filmlerinin yıldızı Sylvester Stallone, Avusturyalı yazar Franz Werfel'in 1933'te yazdığı 'Musa Dağı'nda 40 Gün' adlı romanını beyazperdeye aktarmak istediğini açıkladı. 


ABD'de yayımlanan Denver Post gazetesine konuşan Stallone, "Amacım Ermenilerin toplu halde Türkler tarafından öldürülmesini ve bazılarının da Fransız gemilerince kurtarılmasını anlatan 'Musa Dağı'nda 40 Gün' adlı romanı sinemaya uyarlamak" dedi.


Sylvester Stallone, projesinin önündeki siyasi zorluklara değinerek, "Türkler bu konuyu 85 yıldır engelliyor" diye konuştu. (!!!!!)

2007 Basın