"Ermeniler hiç bir zaman devlet değildi, hep baronluk, prenslik, beylik vardı."
"Onları ilk tanıyan Osmanlı Yönetimidir, yani ayrı, bağımsız bir kilise ve bir halk olarak, Ermeni Halkı olarak , Ermeni Milleti diye tanıyan ve bunun için gerekli fermanı veren Fatih Sultan Mehmet'tir ve tarihte 1461.
Yani şimdi mesela "biz ilk Hıristiyan Devletiz" falan diyorlar ve burda da tekrarlanıyor bunlar. Mesela Sydney'deki bir toplantıda bir meclis üyesi "Türkler onlara karşı şu,şu tavırları takındılar, çünkü onlar Hıristiyandı, onlar ilk Hıristiyan Devleti" dedi.
İlk Hıristiyan Devletidir ama, Katolik Kilisesi tanımamıştır, Bizans kilisesi de tanımamıştır , bir de şunu ekleyiver bunu söylemişken " ama onları ilk Hıristiyan grubu, kümesi, ulusu, milleti olarak tanıyanlarda Türkler'di" deseniz , işte o zaman doğru olacak.
İlk Hıristiyan gurubu doğru olduğu gibi, onları bütün Hıristiyanlar saymazken Türklerin onlara böyle bir yasal hak verişi de Türklere aittir demesi gerekir, bunu da söylemediğiniz zaman bu çarpıtmanın , bir takım şeyleri gizlemek olur ve ayıptır. Bunu bilmek lazım. "
"Amerika yasalarına göre terörizmle eylem birliği içindeyseniz, o zaman baskı gurubunu kurupta elinizi kolunuzu sallayarak kongreye gidip kendi düşüncelerinizi söyleyemezsiniz. Bu Amerikadaki yasalara aykırıdır."
Prof.Türkkaya Ataöv
Armenian Documents Forgery
* * *
"Ermeniler derebeylikler halinde yaşamışlardır.
Birbirlerine vatan hisleriyle bağlı değildirler.
Aralarında siyasi bağlar yoktur.
Yalnızca yaşadıkları derebeyliklere bağlıdırlar.
Vatanseverlikleri de bu nedenle bölgeseldir.
Birbirleriyle bağlarını siyasi ilişkiler değil, dilleri ve dinleri oluşturur."
(ASLAN, Kevork-; L'Arménie et les Arméniens, İstanbul 1914)
TÜRKLER, SELÇUKLULAR’DAN BAŞLAYARAK, ERMENİ TOPRAKLARINI ERMENİLERDEN ZORLA ALMIŞ VE
İŞGAL ETMİŞLER MİDİR?
Bu denli çeşitli egemenlikler altında yaşayan Ermeniler, tarih boyunca, o dönemlerin olağan siyasî ve toplumsal düzeni olan derebeylik, yani belirli bölgelerde belirli ailelerin nüfuz sahibi olmaları sistemi dışında, hiçbir zaman bağımsız, birleşik ve sürekli bir devlete sahip olmamışlardır.
Ermeni tarihçilerin Ermeni Krallıkları olarak niteledikleri Ermeni Beylikleri aslında her zaman bir "suzerain"e bağlı "vassal"lar olarak yaşamışlar, yabancı devletler arasında tampon bölgeler oluşturmuşlardır. Ermeni Beylikleri ya da Prensliklerinin bir çoğu da bölgeye hakim olan yabancı devletlerce kurdurulmuş, Ermenileri kendi saflarına çekmek ya da bir diğer güce karşı kullanmak isteyen hakim devletler kendilerine yakın buldukları Ermeni ailelerini bu beylik ya da prensliklerin başına getirmişlerdir. Örneğin, Bagrat ailesinden Aşot'u ve Ardruzuni ailesinden Haçik Gaik'i Arap halifeleri prens yapmışlardır. Prens ya da Bey ünvanı verilen Ermeni Ailelerinden bazılarının da Ermeni değil, Pers soylu olduklarını belirtmek gerekir.
Bu husus Ermeni tarihçi Kevork Aslan'ın şu sözleriyle de doğrulanmaktadır:
"Ermeniler derebeylikler halinde yaşamışlardır. Birbirlerine vatan hisleriyle bağlı değildirler. Aralarında siyasi bağlar yoktur. Yalnızca yaşadıkları derebeyliklere bağlıdırlar. Vatanseverlikleri de bu nedenle bölgeseldir. Birbirleriyle bağlarını siyasi ilişkiler değil, dilleri ve dinleri oluşturur."(1)
Tarihleri boyunca çeşitli büyük imparatorluk ve devletlerin nüfuzu altında yaşayan ve bunlar arasında mücadele alanı olan Ermeni Beyliklerinin bir takım ek avantajlar sağlamak amacıyla bu güçler arasında sık sık taraf değiştirmeleri, Ermeni halkının büyük acılara maruz kalmasına yol açmıştır. Romalı tarihçi Tacitus, "Annalium Liber" adlı eserinde "Ermenilerin Roma ve Pers İmparatorlukları karşısında tutum değiştirerek kâh Romalılarla, kah Perslerle birlikte hareket ettiklerini" yazmakta ve bu nedenle Ermeni halkının "acayip bir halk" olarak nitelemektedir.
Gerek bu davranışları, gerek büyük imparatorluklara tâbi olarak yaşamaları Ermenilerin sık sık tehcire uğramalarına ya da kendiliklerinden göç etmelerine neden olmuştur.
Perslerden kaçıp İç Anadolu'da Kayseri yöresine yerleşmişler, Sasanilerce İran içlerine, Araplarca Suriye ve Arabistan'a, Bizanslılarca İç Anadolu, İstanbul, Trakya, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Transilvanya ve Kırım'a, Haçlı seferleri sırasında Kıbrıs, Girit ve İtalya'ya, Moğal istilasında Kazan ve Astrahan'a, Ruslarca Kırım ve Kafkasya'dan Rusya içlerine tehcir edilmişlerdir. Ermenilerin Sicilya'dan Hindistan'a, Kırım'dan Arabistan'a kadar uzanan çeşitli bölgelere dağılmaları bu tehcirlerin sonucudur.
Bu da göstermektedir ki, 1915'de Osmanlılarca tehcir edilmeleri uğradıkları ilk tehcir olmadığı gibi, Ermeni diasporası denilen olgu da 1915 tehcirinin sonucu olarak ortaya çıkmamıştır. Özellikle Sivas yörelerine getirilişleri Selçukluların Anadolu'ya gelişlerinden pek kısa bir süre önce olmuştur.
Hıristiyanlığı kabul etmelerinden sonra 451 yılında Bizans kilisesinden ayrılmaları Türklerin Anadolu'yu iskânlarına kadar süren bir Bizans-Ermeni çatışmasına, Ermenilerin Bizans tarafından ezilmesine, eritilmeye çalışılmasına ve esasen Bizans'a tâbi olan Ermeni beyliklerinin yok edilmesine yol açmıştır. Bizans'ın Ermenileri çeşitli yerlere sürmesi ve diğer yabancı güçlere karşı piyon olarak kullanması da buradan kaynaklanmaktadır. Bizans'ın bu zulmü Ermeni tarihçilerince bütün ayrıntılarıyla dile getirilmiştir.
Selçuklu Türkleri işte böyle bir ortamda XI. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu'ya toplu şekilde gelmeye başlamışlardır. Selçukluların ele geçirmeye başladıkları Anadolu topraklarında bir başka devlete tâbi durumda dahi bir Ermeni Prensliği bulunmamaktadır ve Selçukluların karşısındaki güç Bizans'tır.
Selçuklu Hakanı Alpaslan eski Ermeni Prensliği Ani'nin topraklarını 1064'de ele geçirmiştir ama, bu Prensliğin varlığına esasen 1045'de, yani Türklerin gelişinden 19 yıl önce Bizans tarafından son verilmiştir. Dolayısıyla, Selçukluların ilerlediği topraklar, üzerinde diğer kavimlerin yanı sıra Ermenilerin de yaşadıkları Bizans topraklarıdır. Bu nedenle Selçukluların bir Ermeni devleti ya da prensliğini işgal ve istila ettikleri yolunda ileri sürülebilecek herhangi bir iddianın tarih karşısında doğrulanmasına maddeten imkân yoktur.
Üstelik, tarih bunun tersini kanıtlamakta ve Ermenilerin Bizans'ın yüzyıllardır süren zulmüne son verilmesi amacıyla Selçukluların Anadolu topraklarını ele geçirmelerine yardımcı olduklarını göstermektedir.
Ermeni tarihçi Asoghik'in "Ermenilerin Bizans'ın olan düşmanlıkları nedeniyle Türklerin Anadolu'ya gelmesine sevinmişler, hatta Türklere yardım etmişlerdir" yolundaki sözleri bu olguyu belgelemektedir. Urfa'nın Türklerce fethinin de kentteki Ermenilerce bir bayram havası içinde kutlandığı yine Ermeni tarihçi Urfalı Mateos tarafından kaydedilmiştir.
Burada, Anadolu Selçuklu Devleti ile çağdaş olan bir Ermeni Prensliğinden de söz etmek gerekmektedir. Bu Prenslik, Kilikya Ermeni Prensliğidir. Kilikya'daki Ermeni varlığı ise Bizans'ın Ermenilere uyguladığı tehcir politikası sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Doğu Anadolu'daki son Ermeni Prensliklerinin Bizans tarafından yıkılması üzerine Kilikya'ya yeni bir Ermeni göçü daha olmuştur ve bu son göç 1080 yılında Kilikya Ermeni Prensliğinin kurulmasına vesile teşkil etmiştir.
Haçlı Seferleri sırasında Haçlılara yaptığı yardımlar ve Bizans'ın giderek zayıflaması nedeniyle varlığını sürdürebilen, ancak yine de Bizans'a daha sonra Haçlılara ve Moğollara ve nihayet Katoliklere bağımlı durumda bulunan bu Prenslik Türklerle iyi ilişkiler içinde olmuş ve sonunda Kıbrıs'ta yerleşmiş Katolik Lusignan ailesinin egemenliğine girmiştir. Bu durum Gregoryen Ermenileri memnun etmeyecek ve bu memnuniyetsizlik prensliğin 1375 yılında Memlûkların eline geçmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
Kilikya'ya bu son Ermeni göçünün burada Eçmiyazin'den ayrı bir Ermeni kilisesinin kurulmasına da yol açtığını ve bu ayrılığın bugün de sürdüğünü belirtmekte yarar vardır. Osmanlılar döneminde ise durum çok daha açıktır. Doğu Anadolu, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde Akkoyunlular ile Safavilerden, Güney Anadolu ise Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır Memlûklularından alınmıştır.
Gerçek bu olduğuna göre, Osmanlıların bir Ermeni Devleti ya da Prenslik ve Beyliğine ait toprakların işgal ve istila ettikleri yolundaki iddia da tarih önünde yenik düşmektedir.
* * *
DID THE TURKS INVADE AND CONFISCATE
ARMENIAN LANDS
STARTING WITH THE SELJUKS AND THE OTTOMANS?
The territory in which the Armenians lived together for a time never was ruled by them as an independent, sovereign state. This territory was ruled by others from the earliest times from which there is evidence that Armenians lived there. From 521 to 344 B.C. it was a province of Persia. From 334 to 215 B.C. it was part of the Macedonian Empire. From 215 to 190 B.C. it was controlled by the Selephkites. From 190 until 220 A.D. it frequently changed hands between the Roman Empire and the Parthians. From 220 until the start of the fifth century it was a Sassanian province, and from then until the seventh century it belonged to Byzantium. From the seventh to the tenth centuries it was controlled by the Arabs. It returned again to Byzantine rule in the tenth century and, finally, it came under the domination of the Turks starting in the eleventh century.
The Armenians living in this territory who remained under the rule of these various empires, could not continuously maintain any sort of independent or unified Armenian state. At the most, a few Armenian noble families dominated certain districts as feudal vassals of the neighboring imperial suzerains, serving as buffers between the powerful empires that surrounded them.
Most of these Armenian "principalities" were, thus, simply set up by local Armenian nobles within their own feudal dominions, or by the neighboring empires, who in this way secured their military services against their enemies. The best example of this was the Baghratid family, long brought forward by Armenian nationalist historians as an example of their historic independent existence, which was in fact put in charge of its territory by the Arab Caliphs. Some of the "Armenian" families which assumed the title of principality at this time were, moreover, really Persian rather than Armenian in origin. That they did not constitute any sort of independent nation is shown in the statement of the Armenian historian Kevork Asian:
"The Armenians lived as local notables. They had no feeling of national unity. There were no political bonds or ties among them. Their only attachments were to the neighboring notables. Thus whatever national feelings they had were local.”
These Armenian principalities existed for centuries under the control of various great empires and states, often changing sides to secure maximum advantage, and thus earning for Armenians often caustic and critical remarks from contemporary historians, as for example the Roman historian Tacitus, who in his Annalium liber wrote: "The Armenians change their position relating to Rome and the Persian Empire, sometimes supporting one and sometimes the other", concluding that they are "a strange people.”
It was as a result of these conditions, and then, the Armenians' lack of unity and strength, their very failure to create a real state, their weakness in relation to their neighbors, the fact that the territory in which they lived was the scene of constant conflict among their more powerful suzerains from all sides, that they often were deported, or moved voluntarily, from the lands where they first lived when they appeared in history.
Thus when they fled from the Persians they settled in the area ofKayseri, in Central Anatolia. They were deported by the Sassanians into central Iran, by the Arabs into Syria and the Arabian Peninsula, by the Byzantines into Central Anatolia and to Istanbul, Thrace, Macedonia, Bulgaria, Rumania, Hungary, Transylvania and the Crimea. During the Crusades, they went to Cyprus, Crete and Italy. In flight from the Mongols they settled in Kazan and Astrakhan in Central Asia, and finally, they were subsequently deported by the Russians from the Crimea and the Caucasus into the interior of Russia. As a result of these centuries-long deportations and migrations, then, the Armenians were widely scattered from Sicily to India and from the Crimea to Arabia, thus forming what they call "the Armenian diaspora" centuries before they were deported by the Ottomans in 1915.
The Armenians broke away from the Byzantine church in 451,150 years after they accepted Christianity, leading to long centuries of Armenian-Byzantine clashes which went on until the Turks settled in Anatolia starting in the late 11th century, with the Byzantines working to wipe out the Armenians and eliminate the Armenian principalities in order to maintain Greek Orthodoxy throughout their dominions. Contemporary Armenian historians report in great detail how the Byzantines deported Armenians as well as using them against enemy forces in the vanguard of the Byzantine armies. As a result of this, when the Seljuk Turks started flooding into Anatolia starting in the late llth century, they did not encounter any Armenian principalities; the only force remaining to resist them was that of Byzantium.
The Seljuk ruler Alparslan captured the lands of the Armenian Principality ofAni in 1064, but it had previously been brought to an end by the Byzantine in 1045, nineteen years earlier, with Greeks being brought in to replace the Armenians who had been deported. It is therefore false to claim that the Seljuk Turks destroyed any Armenian principality, let alone a state. This already had been done by the Byzantines, and it was in fact the social and economic ferment that resulted which greatly facilitated the subsequent Turkish settlement. Contemporary Armenian historians interpret this Turkish conquest of Anatolia to have constituted their liberation from the long centuries of Byzantine misrule and oppression. The Armenian historian Asoghik thus reports that "Because of the Armenians' enmity toward Byzantium, they welcomed the Turkish entry into Anatolia and even helped them." The Armenian historian Mathias of Edessa likewise relates that the Armenians rejoiced and celebrated publicly when the Turks conquered his city, Edessa (today's Urfa).
An Armenian principality did arise in Cilicia starting in 1080 but it was the result, not of the Turkish settlement in Anatolia, as has been claimed, but, rather, of the Byzantine destruction of the last Armenian principalities in eastern Anatolia, which caused a flood of Armenians fleeing into Cilicia. This principality maintained good relations with the Turks even as it provided assistance to the Crusaders who passed through its territory on their way to the Holy Land, while accepting the suzerainty, first of Byzantium, and then after it declined, of the Crusader Kingdoms, the Mongols, and, finally, the Catholic Lusignan family which gained control of Cyprus. This sort of relationship with "unbelievers^, however, displeased the Gregorian Armenian Church, with the resulting internal divisions playing a significant role in the Principality's conquest by the Mamluks of Syria and Egypt in 1375. In the end, the most significant consequence of this last Armenian principality was the establishment of a separate Armenian church from the one centered at Echmiadzin, which added to the internal divisions within Armenian Orthodoxy which remain important to the present day.
Thus, when eastern Anatolia was conquered by Fatih Mehmet II and Yavuz Sultan Selim I, it was taken from the White Sheep Turkomans and from the Safavids of Iran, who had occupied it after the Byzantines had retired; while Yavuz Selim took Cilicia from the Mamluks. MIn no case, therefore, did the Ottoman Turks conquer or occupy an existing Armenian state or principality. In every case, these Armenians had previously been conquered by peoples other than the Turks.
(*) ASLAN, Kevork, L'Armenie et les Armeniens, Istanbul, 1914.
"Savaş bittikten sonra geri dönenlerin mal varlıklarıyla ilgili Osmanlı hükümetinin verdiği kararlar var. Mülkleri geri veriliyor. Daha sonra Lozan'da Ermeniler diye açık olarak belirtilmemekle birlikte, Lozan Antlaşması'nda da dönmüş olanlara mallarının geri verilmesi kabul ediliyor. Yine bazı geri dönenler oluyor, mallarını, gerek taşınmazlarını geri alıyorlar. Daha sonra tabii, geri dönmeyenler açısından da bir zaman aşımı söz konusu, yani mülkiyet hakkı zaman aşımı ile ortadan kalkabilecek. O hakkı değerlendirmediğiniz, kullanmadığınız zaman zaman aşımı ile ortadan kalkar.
İşin ilginç tarafı, bu Amerika'daki Ermeniler açısından da önemli, 1923 yılında Amerikan hükümeti Türkiye'ye diyor ki : Benim Amerikan vatandaşı olan Türkiye'den göç ettirilmiş, veya işte Amerika'ya yerleşmiş olan , benim Ermeni kökenli vatandaşlarımın mallarıyla ilgili bize tazminat verin diyor. Türk hükmetiyle Amerikan hükümeti arasına uzun süreli müzakereler devam ediyor ve 1937 yılında Türkiye bu konuda , şimdi tam rakamı hatırlamıyorum ama 800 bin küsürat , yaklaşık 900 bin dolar Amerika'yaya veriyor , oradaki Ermeniler için.
Ve bu mesele orada bitiyor zaten. Yani Türkiye bu konudaki, Ermenilerin Türkiye'deki taşınmazları konusunda tazminatını vermiş. Bu hak tanınmış, kullananlar kullanmış, kullanmıyanlar açısından bir zaman aşımı oluşmuş, ve özellikle Türkiye ile Amerika arasında imzalanan 37 yılındaki anlaşma ile tazminat verilmiş.
Dolayısıyla artık uluslararası hukuk açısından, gelip oradaki malları, gayri menkulleri, taşınmazları tekrar alma şansları bulunmuyor."
Mehmet Perinçek / video
İşin ilginç tarafı, bu Amerika'daki Ermeniler açısından da önemli, 1923 yılında Amerikan hükümeti Türkiye'ye diyor ki : Benim Amerikan vatandaşı olan Türkiye'den göç ettirilmiş, veya işte Amerika'ya yerleşmiş olan , benim Ermeni kökenli vatandaşlarımın mallarıyla ilgili bize tazminat verin diyor. Türk hükmetiyle Amerikan hükümeti arasına uzun süreli müzakereler devam ediyor ve 1937 yılında Türkiye bu konuda , şimdi tam rakamı hatırlamıyorum ama 800 bin küsürat , yaklaşık 900 bin dolar Amerika'yaya veriyor , oradaki Ermeniler için.
Ve bu mesele orada bitiyor zaten. Yani Türkiye bu konudaki, Ermenilerin Türkiye'deki taşınmazları konusunda tazminatını vermiş. Bu hak tanınmış, kullananlar kullanmış, kullanmıyanlar açısından bir zaman aşımı oluşmuş, ve özellikle Türkiye ile Amerika arasında imzalanan 37 yılındaki anlaşma ile tazminat verilmiş.
Dolayısıyla artık uluslararası hukuk açısından, gelip oradaki malları, gayri menkulleri, taşınmazları tekrar alma şansları bulunmuyor."
Mehmet Perinçek / video
"The Republic of Turkey, which settled the issue of Ottoman debts in accordance with the Treaty of Lausanne, also paid US$899,840 (dollars of the 1930s) to the US government for distribution to its citizens on the basis of the Agreement of 24 December 1923 and Supplemental Agreements, concluded and implemented between the US and Turkey. The Supplemental Agreement of 25 October 1934 concluded by the two governments provided for the settlement of the outstanding claims of the nationals of each country against the other; Article II of the agreement is as follows:
The two Governments agree that, by the payment of the aforesaid sum [$1,300,000], the Government of the Republic of Turkey will be released from liability with respect to all of the above-mentioned claims formulated against it and further agree that every claim embraced by the Agreement of December 24, 1923, shall be considered and treated as finally settled.
The last US report in 1937 finally estimated that the principal and interest amounted to US$899,840.56 It is remarkable that not a single claimant with an Armenian name was considered by the American civil servants to have made a credible case of seizure and/or destruction of property." - link
The two Governments agree that, by the payment of the aforesaid sum [$1,300,000], the Government of the Republic of Turkey will be released from liability with respect to all of the above-mentioned claims formulated against it and further agree that every claim embraced by the Agreement of December 24, 1923, shall be considered and treated as finally settled.
The last US report in 1937 finally estimated that the principal and interest amounted to US$899,840.56 It is remarkable that not a single claimant with an Armenian name was considered by the American civil servants to have made a credible case of seizure and/or destruction of property." - link