Translate

9 Ocak 2016 Cumartesi

ÖTEKİ BATI









“Avrupa, tarihi kararlar verme tekelinin, uzun zaman, yalnız kendisine ait olduğuna, inandı: Yükselme ve gelişme döneminde – doğru da sayılabilecek – bu görüşten çıkarak, başka uygarlıkların ya hiç var olmadığına, ya da bir işe yaramadığına hükmetti. Bunun en üzüntü verici bir yargılama hatası olduğu gittikçe meydana çıkıyor.”  G.Balandier





Kongo Kralı I.Alfonso’yla şüphesiz tanışmıyorsunuz, adını bile duymadınız; onu bırak, Kongo Krallığı deyimi bile tuhafınıza gidiyor. Oysa bu Kral I.Alfonso daha 15.yüzyılda Avrupalıyla ilişkiler aramış: Ülkesini çağdaşlaştırmak amacıyla Portekiz’den ‘teknik yardım’ istiyor; Lisbonne’la, Roma’yla haberleşiyor; elçilerinden bazılarının Latince konuştuğunu biliyoruz! Demek bir de Afrika ortaçağı var. Avrupa’nınkine benzemediği de pek açık: Büyük Sahra’nın hemen altında boy boy, çeşit çeşit toplumsal kuruluşlar, uygarlıkar: Hele Ghana, Mali, Songhay ve Tombuktu, ister siyasal ister kültürel planda olsun, daha o zamandan yaratıcı kaynaşmalar, bileşimci varlıklar halinde beliriyorlar. Daha sonraları Gine körfezinde dolaşan 17.yüzyıl gezginleri, kocaman kocaman, kımıl kımıl yaşamla dolu şehirlerle karşılaşınca düştükleri ‘hayranlık ve şaşkınlığı’ anlata anlata bitiremeyeceklerdir.


Bunları ben uydurmuyorum, rüyamda da görmedim; aklı başında bir adam, Sorbonne’da Afrika sosyolojisi okutan Prof.Georges Balandier yazıyor; bu eski, adamın için buran ve hiç alışılmadık Afrika görüntüleriyle söze girişim, belleğimizde yer etmiş Hollywood Afrikalılarından kalma yamyamlık ve barbarlık izlenimlerini silmek için. Gerçekte bizi, Balandier’nin toplumbilimci Afrika’sından Tarzan filmlerinin ısmarlama exotisme’ine kaydıran; kaydırmak da laf, buna düpedüz inandıran, sömürgecilik gerçeğidir diyeceksiniz. Peki ama, sömürgecilik gerçeği nedir? Tutumsal (ekonomik) ve toplumbilimsel açıklamaların içinde; batının, hepi topu bir avuç Avrupalının teknik üstünlüğüne yaslanarak adım adım bütün yeryüzünü ahtapot kolları arasına alması, sömürmesi değil mi? Hem de ne doymaz bir iştah, ne azgın bir şiddetle!...


Afrika’dan önce Amerika’da yaptıklarını sayabilirdim: Bugün hemen herkes Kolomb-öncesi Amerikan uygarlıklarının önemini ve değerini biliyor ve benimsiyor. Başlangıçta böyle miydi ya? O yeryüzü uygarlıklarının gülü ‘insancı ve akılcı’ batının gözü kanlı öncüleri Conquistadores’ler, kutsal ve Katolik Hıristiyanlı kadına, kırmızı Aztek ve İnka’ları, uysal ve barışçı uygarlıklarının kanında boğdular; yığınsal öldürmeler, zincirleme yakıp yıkmalar, devlemesine soygunlar! (Merkantilisme’in altında yatan altınların Kızılderili kanıyla boyalı olduğunu belki bir yerlerde okumuşsunuzdur.) Üstelik yaptıklarını sevaplığından emin, işkence ve zulümlerini gravür gravür gelecek kuşaklara bırakmışlar, utanmadan: Kazıklanmış İnka, boynu vurulmuş Aztek, ateşe verilmiş tapınak! Dahası var, batının o ünlü ilk destanı Chanson de Roland’ı şöyle gözden geçirin, yeter: Eğer bizim Köroğlu hergelesinin bazı koşmalarınıi varsağılarını okuyup sadique’liğinden kuşkulandıysanız, çabucak vazgeçeceksiniz. Sık sık denilen şu: “..Yıktık, yaktık, Müslüman tayfasını Hıristiyan ettik, olmayanların boynunu vurduk!”


Ukala çok, şimdi burda biri çıkar der ki: “..İyi ama eski hikayeler bunlar, batının  batılığından öncesi; oysa Rönesansı düşün, buhar makinesini ve elektiriği vs.vs!..” Önce bir uyarma: Bu değerlendirme batının kendi yapısına ve tutumuna göre kurduğu bir değerlendirmedir; yanlış demek değil elbet! Ama benimsemeden önce, tartışma kapısını daima açık bırakmak gerekiyor. Sonra yanıt: Çağdaş batının davranışını hangi birimle ölçerseniz ölçün, eski ve ortaçağlarından daha insancı ve ileri bulamayacaksınız. Neden mi: batının güçlenmesi, bu gücüne yaslanarak yeryüzüne kendi yasa ve değerler düzenini, insanlığın yasa ve değerler düzeni olarak zorla kabul ettirmesi, asıl bu çağda başlıyor da ondan! Üstelik kendini yalnız ve saltık egemen duyar duymaz bütün kuşkulardan tertemiz elini yıkıyor, olduğu gibi görünüyor gözümüze. Peki nasıl? Sömürgeci, savaşçı, saygısız ve barbar, ırkçı vs.


Yok henüz sapıtmadım; aklım çok şükür başımda, ne dediğimin pekala farkındayım. Hele işkillenin biraz, basmakalıp edinilmiş önyargılarınızın üstüne üstüne soru işaretleri kondurun, sonuç olarak varacağınız nokta, benim şimdi bulunduğum noktanın tıpkısı değilse benzeri olacaktır. Şaşmaz, bu!


Sömürgeci dedik, bu belli, iki iki daha dört: 19.yüzyıl sonunda, dünyada Hıristiyan olmayan bağımsız ülke kalmış mıydı acaba? Evet, ya üç ya dört: Osmanlı, İran ve Japon İmparatorlukları ve Afganistan (o da eğer bağımsızdılar diyebilirseniz bunlara).
Savaşçı dedik, bu da belli: Son üç yüzyılın bütün savaşlarını aşağı yukarı batılılar çıkarmışlar, son ikisinde bütün yeryüzü halklarını da kendileriyle birlikte ateşe sürüklemişlerdir.


Saygısız ve barbar dedik, bu da açık: Eğer bütün doğu, güney ve kuzey elini şakağına koymuş, haldır haldır, ölüm ve kalım sorunlarını yeniden kendine göre bir sıraya koymaya, tartışmaya; uygarlığını kendi koşullarına ayarlamaya çalışıyorsa; bu ne avareliğinden ne de can sıkıntısından ileri geliyor. Batı; zorla, hileyle, yalan ve dolapla onlara ait her şeyi onlara yasaklamış, geçmişlerine tükürmüş, geleceklerini keyfine göre biçmiş, onurlarını karalamış. Tanık mı, sürü sepet: Malgaş’ı dinle: “Sömürgecilik dönemi Malgaş uygarlığı için bir yıkım oldu. Dilimizi ve uygarlığımızı yeniden canlandırmaya uğraşıyoruz.” Kamerunlu’yu dinle: “ Batılının gözünde ben ne yapsam nasıl hareket etsem suçluyum. Giyinişim, konuşmam, görenek ve geleneklerim, sadece onunkine benzemediği için aşağılanıyordu!”


Hadi bu ülkeler yakayı sıyırdı diyelim, peki ya Antilli ya da Güyalı zencilerin, ilkokullarında tarih dersine başlarken bugün bile: “…Atalarımız Golvalılar, uzun boylu, sarışın, çok bıyıklı adamlardı…” demelerine ne buyrulur? Daha ne vardı, ırkçılık mı? Siz ırkçılığın batı ülkelerinden başka herhangi bir ülkede siyasal ve toplumsal bir dram haline geldiğini gördünüz mü Allah aşkına? Elbette hayır. Irkçılık batılı beyaz Hıristiyanların önce semit Yahudilere, sonra sonra siyah, kırmızı ve sanlara karşı yükselttiği bir uygarlaşma ayrıcalığı duvarıdır.


Bari aralarında birbirlerine karşı adam gibi davransalar ne gezer! Şuraya aklıma geliveren birkaç kelimeyi gelişigüzel sıralayacağım; her birisi içiniz sıra öyle cehennem çağrışımları uyandıracak ki dediğime hemen katılacaksınız: Engizisyon, St.Barthelemy gecesi kırımı, Yüz Yıl Savaşları, Dachau, Buchenwald. İnsan saçından kumaş, derisinden abajur, yağından sabun. Gaz odaları ve ölüm trenleri. Misillemeler. Oradour/glane.


Olmadı mı başka şey, gelmiş geçmiş bütün Asya ve Afrika barbalarının yanında çocuk oyuncağı kalacağı bir şey, terör bombardımanları: Stratejik ve taktik amaçsız, askeri hedefsiz; sadece yıldırmak için öldürmek! Belgrad, Amsterdam, Hamburg, Leipzig, ama asıl Dresden (kadın, çocuk ve ihtiyar 135.000 ölü, şehrin yarısı, gözünü kapa ve aç, bir Eskişehir’i yok say). Uzun söze ne hacet canım, Hiroşima üzerine melun bombayı soğuk ve tüyler ürpertici bir eşek şakası yapar gibi bırakıveren uçağın kanatları batı uygarlığının renkleriyle damgalı değil miydi?


Diyelim ki, bu hızlı sözleri bana Cezayirli ya da Ghanalı bir aydın söylemiş olsun, ben de aklımsıra açıkgözlük edip ona sorayım”…Peki, ya Michel Ange, ya Goethe, ya İbsen; Flamand ressamları? Mozart, Beethoven, Bach; sürrealistler?..” Sözlerimi bıçak gibi kesip şöyle diyeceğinden kıl kadar kuşkum yok:


“…Çok kibar, çok varlıklı, çok ince bir komşunuz olsa sizin; konağın duvarları usta ressamların tablolarıyla süslü, kitaplığı en namlı yaptılarla yüklü olsa; piyanoya çöktü mü Bach’ı, Monteverdi’yi derya gibi çalkalandırsa parmaklarıyla, şiir okumaya durdu mu duyarlığına vurulsanız; ama bir gün öğrenseniz ki, bu kibar kültürlü komşu, bu evi kurmak, bu inceliğe varmak için çevresindeki bütün komşularını haraca bağlamış, kimisini vurmuş, kimisini kırmış, kimisini evinden yurdundan etmiştir; yine de ona aynı saygıyı duyar, elini aynı içtenlikle sıkar mısınız? Ve sıkarsanız, aynada kendi suratınıza nasıl bakarsınız?”


Bir diyeceğiniz varsa buna, yazın da ona ileteyim.


Atilla İlhan,1972
Hangi Batı?



Meraklısı için notlar:


Georges Balandier, özellikle Afrika halklarının yeni gelişmelerini ve tarih içindeki gerçek yerlerini öğrenmek isteyenlerin, mutlaka tanıması gereken bir yazar. Afrique Ambique adlı kitabını da çeşitli dergilerde yayımladığı yazıları da, her zaman ilgi ve merakla okudum. Batı uygarlığı dediğimiz emperyalist teknolojinin bütün oburluğuyla girdiği bu uzak ve talihsiz topraklarda ne yaptığını ve ne halde olduğunu galiba biraz daha iyi anladım.












Fransa başbakanı "Burada tek Millet vardır, o da Fransız'dır" demiş :)

Acaba ne zamandan beridir Fransız?
MS.6.yy mı? MS.7.yy mı? Yoksa MS.9.yy mı?

Biz ezelden beridir varız gülüm...Türk Kağanlığı hani Göktürk olan MS. 6.yy, ya da geriye gidelim, Pliny the Elder "Turcae" diyor mesela MS.1.yy'da, ki daha da geriye gidebilirim, "Turukku", tarih MÖ.20.yy-MÖ.19.yy. Yani Türk....

Sen bize göre dünkü çocuk, tek millet diyon da bize parmağını sokacak şekilde deux, trois,...diyip durun...Hangi deux, trois? Bizim adımız çoktur sana büyük gelir.

Bu arada H.G.Wells bile anlamış lan, MS.7.yy'da daha Anglo Sakson İngiltere'si bile bu kadar ihtişamlı değildi diye...

"At that time we must remember, there was hardly such a thing as a town in Anglo-Saxon England...." H.G.Wells

İngiltere'den pekte bir farkınız yoktu hani. Yatın kalkın dua edin Kimmerlere, İskitlere, Hunlara, Avarlar, Alanlar, Peçeneklere, Kıpçak-Kumanlar'a da birşeyler öğrenmişsiniz. Kanınızda var diyeceğim amma.... Siz damarın diğer tarafısınız bu yüzden de İkiyüzlüsünüz. Dilerim en yakın zamanda, bizden ne istiyorsanız, aynısı sizi de bulsun.


S.Bayraktar