“Avrupa, tarihi kararlar verme tekelinin, uzun
zaman, yalnız kendisine ait olduğuna, inandı: Yükselme ve gelişme döneminde –
doğru da sayılabilecek – bu görüşten çıkarak, başka uygarlıkların ya hiç var
olmadığına, ya da bir işe yaramadığına hükmetti. Bunun en üzüntü verici bir
yargılama hatası olduğu gittikçe meydana çıkıyor.” G.Balandier
Kongo Kralı I.Alfonso’yla şüphesiz tanışmıyorsunuz,
adını bile duymadınız; onu bırak, Kongo Krallığı deyimi bile tuhafınıza
gidiyor. Oysa bu Kral I.Alfonso daha 15.yüzyılda Avrupalıyla ilişkiler aramış:
Ülkesini çağdaşlaştırmak amacıyla Portekiz’den ‘teknik yardım’ istiyor;
Lisbonne’la, Roma’yla haberleşiyor; elçilerinden bazılarının Latince
konuştuğunu biliyoruz! Demek bir de Afrika ortaçağı var. Avrupa’nınkine
benzemediği de pek açık: Büyük Sahra’nın hemen altında boy boy, çeşit çeşit
toplumsal kuruluşlar, uygarlıkar: Hele Ghana, Mali, Songhay ve Tombuktu, ister
siyasal ister kültürel planda olsun, daha o zamandan yaratıcı kaynaşmalar,
bileşimci varlıklar halinde beliriyorlar. Daha sonraları Gine körfezinde
dolaşan 17.yüzyıl gezginleri, kocaman kocaman, kımıl kımıl yaşamla dolu
şehirlerle karşılaşınca düştükleri ‘hayranlık ve şaşkınlığı’ anlata anlata
bitiremeyeceklerdir.
Bunları ben uydurmuyorum, rüyamda da görmedim; aklı
başında bir adam, Sorbonne’da Afrika sosyolojisi okutan Prof.Georges Balandier
yazıyor; bu eski, adamın için buran ve hiç alışılmadık Afrika görüntüleriyle
söze girişim, belleğimizde yer etmiş Hollywood Afrikalılarından kalma yamyamlık
ve barbarlık izlenimlerini silmek için. Gerçekte bizi, Balandier’nin
toplumbilimci Afrika’sından Tarzan filmlerinin ısmarlama exotisme’ine kaydıran;
kaydırmak da laf, buna düpedüz inandıran, sömürgecilik gerçeğidir diyeceksiniz.
Peki ama, sömürgecilik gerçeği nedir? Tutumsal (ekonomik) ve toplumbilimsel
açıklamaların içinde; batının, hepi topu bir avuç Avrupalının teknik
üstünlüğüne yaslanarak adım adım bütün yeryüzünü ahtapot kolları arasına
alması, sömürmesi değil mi? Hem de ne doymaz bir iştah, ne azgın bir
şiddetle!...
Afrika’dan önce Amerika’da yaptıklarını
sayabilirdim: Bugün hemen herkes Kolomb-öncesi Amerikan uygarlıklarının önemini
ve değerini biliyor ve benimsiyor. Başlangıçta böyle miydi ya? O yeryüzü
uygarlıklarının gülü ‘insancı ve akılcı’ batının gözü kanlı öncüleri
Conquistadores’ler, kutsal ve Katolik Hıristiyanlı kadına, kırmızı Aztek ve
İnka’ları, uysal ve barışçı uygarlıklarının kanında boğdular; yığınsal öldürmeler,
zincirleme yakıp yıkmalar, devlemesine soygunlar! (Merkantilisme’in altında
yatan altınların Kızılderili kanıyla boyalı olduğunu belki bir yerlerde
okumuşsunuzdur.) Üstelik yaptıklarını sevaplığından emin, işkence ve
zulümlerini gravür gravür gelecek kuşaklara bırakmışlar, utanmadan: Kazıklanmış
İnka, boynu vurulmuş Aztek, ateşe verilmiş tapınak! Dahası var, batının o ünlü
ilk destanı Chanson de Roland’ı şöyle gözden geçirin, yeter: Eğer bizim Köroğlu
hergelesinin bazı koşmalarınıi varsağılarını okuyup sadique’liğinden
kuşkulandıysanız, çabucak vazgeçeceksiniz. Sık sık denilen şu: “..Yıktık,
yaktık, Müslüman tayfasını Hıristiyan ettik, olmayanların boynunu vurduk!”
Ukala çok, şimdi burda biri çıkar der ki: “..İyi ama
eski hikayeler bunlar, batının batılığından öncesi; oysa Rönesansı düşün,
buhar makinesini ve elektiriği vs.vs!..” Önce bir uyarma: Bu değerlendirme
batının kendi yapısına ve tutumuna göre kurduğu bir değerlendirmedir; yanlış
demek değil elbet! Ama benimsemeden önce, tartışma kapısını daima açık bırakmak
gerekiyor. Sonra yanıt: Çağdaş batının davranışını hangi birimle ölçerseniz
ölçün, eski ve ortaçağlarından daha insancı ve ileri bulamayacaksınız. Neden
mi: batının güçlenmesi, bu gücüne yaslanarak yeryüzüne kendi yasa ve değerler
düzenini, insanlığın yasa ve değerler düzeni olarak zorla kabul ettirmesi, asıl
bu çağda başlıyor da ondan! Üstelik kendini yalnız ve saltık egemen duyar
duymaz bütün kuşkulardan tertemiz elini yıkıyor, olduğu gibi görünüyor
gözümüze. Peki nasıl? Sömürgeci, savaşçı, saygısız ve barbar, ırkçı vs.
Yok henüz sapıtmadım; aklım çok şükür başımda, ne
dediğimin pekala farkındayım. Hele işkillenin biraz, basmakalıp edinilmiş
önyargılarınızın üstüne üstüne soru işaretleri kondurun, sonuç olarak
varacağınız nokta, benim şimdi bulunduğum noktanın tıpkısı değilse benzeri
olacaktır. Şaşmaz, bu!
Sömürgeci dedik, bu belli, iki iki daha dört:
19.yüzyıl sonunda, dünyada Hıristiyan olmayan bağımsız ülke kalmış mıydı acaba?
Evet, ya üç ya dört: Osmanlı, İran ve Japon İmparatorlukları ve Afganistan (o
da eğer bağımsızdılar diyebilirseniz bunlara).
Savaşçı dedik, bu da belli: Son üç yüzyılın bütün
savaşlarını aşağı yukarı batılılar çıkarmışlar, son ikisinde bütün yeryüzü
halklarını da kendileriyle birlikte ateşe sürüklemişlerdir.
Saygısız ve barbar dedik, bu da açık: Eğer bütün
doğu, güney ve kuzey elini şakağına koymuş, haldır haldır, ölüm ve kalım
sorunlarını yeniden kendine göre bir sıraya koymaya, tartışmaya; uygarlığını
kendi koşullarına ayarlamaya çalışıyorsa; bu ne avareliğinden ne de can sıkıntısından
ileri geliyor. Batı; zorla, hileyle, yalan ve dolapla onlara ait her şeyi
onlara yasaklamış, geçmişlerine tükürmüş, geleceklerini keyfine göre biçmiş,
onurlarını karalamış. Tanık mı, sürü sepet: Malgaş’ı dinle: “Sömürgecilik
dönemi Malgaş uygarlığı için bir yıkım oldu. Dilimizi ve uygarlığımızı yeniden
canlandırmaya uğraşıyoruz.” Kamerunlu’yu dinle: “ Batılının gözünde ben ne
yapsam nasıl hareket etsem suçluyum. Giyinişim, konuşmam, görenek ve
geleneklerim, sadece onunkine benzemediği için aşağılanıyordu!”
Hadi bu ülkeler yakayı sıyırdı diyelim, peki ya
Antilli ya da Güyalı zencilerin, ilkokullarında tarih dersine başlarken bugün
bile: “…Atalarımız Golvalılar, uzun boylu, sarışın, çok bıyıklı adamlardı…”
demelerine ne buyrulur? Daha ne vardı, ırkçılık mı? Siz ırkçılığın batı
ülkelerinden başka herhangi bir ülkede siyasal ve toplumsal bir dram haline
geldiğini gördünüz mü Allah aşkına? Elbette hayır. Irkçılık batılı beyaz
Hıristiyanların önce semit Yahudilere, sonra sonra siyah, kırmızı ve sanlara
karşı yükselttiği bir uygarlaşma ayrıcalığı duvarıdır.
Bari aralarında birbirlerine karşı adam gibi
davransalar ne gezer! Şuraya aklıma geliveren birkaç kelimeyi gelişigüzel
sıralayacağım; her birisi içiniz sıra öyle cehennem çağrışımları uyandıracak ki
dediğime hemen katılacaksınız: Engizisyon, St.Barthelemy gecesi kırımı, Yüz Yıl
Savaşları, Dachau, Buchenwald. İnsan saçından kumaş, derisinden abajur,
yağından sabun. Gaz odaları ve ölüm trenleri. Misillemeler. Oradour/glane.
Olmadı mı başka şey, gelmiş geçmiş bütün Asya ve
Afrika barbalarının yanında çocuk oyuncağı kalacağı bir şey, terör
bombardımanları: Stratejik ve taktik amaçsız, askeri hedefsiz; sadece yıldırmak
için öldürmek! Belgrad, Amsterdam, Hamburg, Leipzig, ama asıl Dresden (kadın,
çocuk ve ihtiyar 135.000 ölü, şehrin yarısı, gözünü kapa ve aç, bir Eskişehir’i
yok say). Uzun söze ne hacet canım, Hiroşima üzerine melun bombayı soğuk ve
tüyler ürpertici bir eşek şakası yapar gibi bırakıveren uçağın kanatları batı
uygarlığının renkleriyle damgalı değil miydi?
Diyelim ki, bu hızlı sözleri bana Cezayirli ya da
Ghanalı bir aydın söylemiş olsun, ben de aklımsıra açıkgözlük edip ona sorayım”…Peki,
ya Michel Ange, ya Goethe, ya İbsen; Flamand ressamları? Mozart, Beethoven,
Bach; sürrealistler?..” Sözlerimi bıçak gibi kesip şöyle diyeceğinden kıl kadar
kuşkum yok:
“…Çok kibar, çok varlıklı, çok ince bir komşunuz
olsa sizin; konağın duvarları usta ressamların tablolarıyla süslü, kitaplığı en
namlı yaptılarla yüklü olsa; piyanoya çöktü mü Bach’ı, Monteverdi’yi derya gibi
çalkalandırsa parmaklarıyla, şiir okumaya durdu mu duyarlığına vurulsanız; ama
bir gün öğrenseniz ki, bu kibar kültürlü komşu, bu evi kurmak, bu inceliğe
varmak için çevresindeki bütün komşularını haraca bağlamış, kimisini vurmuş,
kimisini kırmış, kimisini evinden yurdundan etmiştir; yine de ona aynı saygıyı
duyar, elini aynı içtenlikle sıkar mısınız? Ve sıkarsanız, aynada kendi
suratınıza nasıl bakarsınız?”
Bir diyeceğiniz varsa buna, yazın da ona ileteyim.
Atilla İlhan,1972
Hangi Batı?
Meraklısı için notlar:
Georges Balandier, özellikle Afrika halklarının yeni
gelişmelerini ve tarih içindeki gerçek yerlerini öğrenmek isteyenlerin, mutlaka
tanıması gereken bir yazar. Afrique Ambique adlı kitabını da çeşitli dergilerde
yayımladığı yazıları da, her zaman ilgi ve merakla okudum. Batı uygarlığı
dediğimiz emperyalist teknolojinin bütün oburluğuyla girdiği bu uzak ve
talihsiz topraklarda ne yaptığını ve ne halde olduğunu galiba biraz daha iyi
anladım.
Fransa başbakanı "Burada tek Millet vardır, o da Fransız'dır" demiş :)
Acaba ne zamandan beridir Fransız?
MS.6.yy mı? MS.7.yy mı? Yoksa MS.9.yy mı?
Biz ezelden beridir varız gülüm...Türk Kağanlığı hani Göktürk olan MS. 6.yy, ya da geriye gidelim, Pliny the Elder "Turcae" diyor mesela MS.1.yy'da, ki daha da geriye gidebilirim, "Turukku", tarih MÖ.20.yy-MÖ.19.yy. Yani Türk....
Sen bize göre dünkü çocuk, tek millet diyon da bize parmağını sokacak şekilde deux, trois,...diyip durun...Hangi deux, trois? Bizim adımız çoktur sana büyük gelir.
Bu arada H.G.Wells bile anlamış lan, MS.7.yy'da daha Anglo Sakson İngiltere'si bile bu kadar ihtişamlı değildi diye...
"At that time we must remember, there was hardly such a thing as a town in Anglo-Saxon England...." H.G.Wells
İngiltere'den pekte bir farkınız yoktu hani. Yatın kalkın dua edin Kimmerlere, İskitlere, Hunlara, Avarlar, Alanlar, Peçeneklere, Kıpçak-Kumanlar'a da birşeyler öğrenmişsiniz. Kanınızda var diyeceğim amma.... Siz damarın diğer tarafısınız bu yüzden de İkiyüzlüsünüz. Dilerim en yakın zamanda, bizden ne istiyorsanız, aynısı sizi de bulsun.
S.Bayraktar