Karadeniz'e yerleşen Kimmerler, İskit/Sakalar, Gaşkalar/Kaşkalar, Kutlar/Gutlar,
Hunlar, Kıpçaklar Türk iken....
Rize Çamlıhemşin'de Murat Köyü'nün adı Lazca 'Komilo' oldu
30.12.2015-link
Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi Murat Köyü'nün, Lazca eski adı olan Komilo'yu almak için yaptığı başvuru İçişleri Bakanlığı tarafından onaylandı. Çamlıhemşin İlçesi’ne 3 kilometre uzaklıktaki 600 nüfuslu Murat Köyü'nde, köyün Lazca eski adı olan Komilo adını almak için geçen yıl imza toplandı. Köy adının değişikliğine ilişkin yasa gereği, 200 olan seçmen sayısının yarısından bir fazla sayıda imza toplaması gereken köylüler 140 imza ile Çamlıhemşin Kaymakamlığı’na başvurdu. İlçe Kaymakamlığı aracılığı ile İl İdare Kurulu’na sunulan öneri kabul edildi ve onay için Rize Valiliği aracılığı ile İçişleri Bakanlığı'na gönderildi. İçişleri Bakanlığı da, köy adı değişikliği talebini kabul ederek onayladı. Komilo adını alan Murat Köyü resmi olarak ilk Lazca köy adı oldu.
Komilo ne anlama geliyor?
Komilo Köyü Muhtarı Lütfü Sezgin, bir yıl önce köy adının değiştirilmesi için yaptıkları başvurunun onaylandığını belirterek, köy adının Komilo olarak değiştiğini söyledi. Sezgin, "Köyümüzün adı Lazca 'Komilo' olarak biliniyordu. Başvurumuzla resmen bu adı almış olduk. Komilo Lazca’da Tanrıça anlamına geliyor" dedi.
Başka bir konu 2011'den
"Ermeni Diasporası'nın, Rize'nin Hemşin ilçesindeki Ermeni varlığını güçlendirmek ve tarihi iddialarda bulunmak için Rize'de müslümanlara ait mezar taşlarını çaldığı ortaya çıktı."
11 Ocak 2011 - Rize basın
2006 yılında dönemin Rize Valisi Kasım Esen, Rize tarihinin araştırılması için dört kişilik bir ekip kurdu. Aralarında araştırmacı yazarların bulunduğu ekip Rize'deki tüm tarihi mezar kitabelerini fotoğraflayarak arşivledi. Bir süre sonra Rize'nin Hemşin ilçesinde 1700'lü yıllardan öncesine ait mezar taşlarının bir bir kaybolduğu görüldü. İlk önce mezar taşlarının tarihi eser kaçakçıları tarafından çalınmış olabileceği düşünüldü. Vali Esen, taşların bulunması ve olayın araştırılması için aynı ekibi görevlendirdi. Güvenlik güçleri ile yürütülen çalışmayla taşların bazılarının bulunmayacak şekilde derelerin içerisine gömüldüğü anlaşıldı.
Çınar Eğitim ve Araştırma Vakfı Başkanı Araştırmacı Yazar Recep Koyuncu da konuyla ilgili yaptığı açıklamada, şunları söyledi: "İddiaya göre, 1712 yılında Osmanlılar, Hemşin ve Çamlıhemşin bölgesindeki Ermenileri zorla Müslümanlaştırmış. 2006 yılında başladığımız envanter çalışması sırasında fotoğrafladığımız bir çok mezar taşının yerinde olmadığını gördük. Özellikle 1712 tarihinden önceki dönemlere ait Müslüman mezar taşlarının bu nedenle bilinçli olarak kaybedildiğini düşünüyoruz. Mezar taşlarının derelere gömülmesinden maksat özellikle Hemşin bölgesinde 1700'lü yıllar öncesinde bölgedeki müslüman varlığı tezini çürütecek delilleri yok etmektir."
Araştırmacı yazar Murat Ümit Hiçyılmaz 'Hemşin Tarihi Mezar Kitabeleri' isimli kitabı ile Hemşin'de Ermeni varlığı iddialarını çürüttü: "Bölge insanının tarih bilgisizliğinden istifade etmek isteyen bir çok misyoner Hemşin'e gelerek 'Köyünüzün eski ismi Ermenice'dir. Siz Ermenice biliyordunuz ama Osmanlı size bu dili zorla unutturdu' gibi iddialarda bulunuyor. Hemşin ismiyle ilgili iddialarda; 'Hamam' isimli bir kişinin bölgeye gelerek bu bölgeye yerleşip burayı şenlettiği, bu nedenle Hamam'ın şenlendirdiği yer anlamında Hamamşen denildiği ve yumuşayarak Hemşin adını aldığı ileri sürülüyor. Hamam ismi yöreye isim verecek kadar önemli olsaydı günümüze kadar bu ismin bir şekilde yansıması lazımdı. Bugün o bölgede Hamamoğulları diye bir aile yok. Hamam ismi hiç kullanılmamış. Osmanlı Arşivi'nde yaptığımız araştırmalarda 1486 tarihli belgelerde bile bölge Hemşin olarak anılmaktadır. Hemşin ismi Farsça kökenli 'Hem' edatı ile 'Şin' yani oturulan yerin birleşmesiyle oluşmuş bir isimdir. Hemşin'de Karakeçioğlu, Koçoğlu ve Çepni gibi Türklüğü bariz belli olan aileleri Ermeni yapmaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Bu titiz çalışmamızda Ermeniliği ya da Hıristiyanlığı işaret edecek en ufak bir işarete rastlayamadık. Hemşin'de 1685 tarihli Müslüman mezar kitabeleri tespit ettik. Bu taşın hazırlanmasında 150-200 yıllık bir kültürün oluşması gerekir. Bu da neredeyse Trabzon'un fethine dayanır. Yani 1461 yılından önce Hemşin'de Müslümanların yaşadığını görüyoruz. Tarihsel kayıtlara göre, Hemşin bölgesi en çok müslümanın bulunduğu ve Müslümanlığın çevreye yayıldığı yer olarak görülüyor. Rize Müzesi'nde bulunan bu koç heykelleri de bunun en sağlam delilleridir."
Geçen günlerde, Ermeni araştırmacı Aram Arkun tarafından kaleme alınan 'The Hemshin' isimli kitapta, Hemşinliler'in Müslüman olan Ermeniler olduğu iddialarının basında yer alması birçok Hemşin Derneği'nin tepkilerine neden olmuştu. "
***
TOPRAKLARINDA, "VATANINI BÖLME ARZUSU" TAŞIYANLARIN GEZMESİNE İZİN VERENLER DE SUÇLUDUR!
İSİM DEĞİŞİKLİĞİNE ONAY VEREN MM'LER DE SUÇLUDUR!
PEKİ, BU DEĞİŞTİRİLEN YER ADLARI GERÇEKTEN BİZE YABANCI MIYDI?
PEKİ, BU DEĞİŞTİRİLEN YER ADLARI GERÇEKTEN BİZE YABANCI MIYDI?
HAYIR DEĞİL, ÇÜNKÜ ANADOLU'DA DERİN BİR TÜRK TARİHİ YATIYOR,
BU SEBEPLE NE ANADOLU'YU NE DE
KARADENİZ'İ ALAMAYACAKLAR!
BU SEBEPLE NE ANADOLU'YU NE DE
KARADENİZ'İ ALAMAYACAKLAR!
***
Karadeniz’de yeşil sermaye...
26.12.2015-link
‘Bir Köy daha mahkûm oldu’,’Köyler boşaltılacak mı?’,’Karadeniz köylüsü mahkûm edildi’ başlıklı yazılarımla; Karadeniz Bölgesi’nde yaşanan acı gerçekleri; bir çok defa dile getirmiştim.
Mülkiyet hakkını tanımayan; Tapu Kadastrosu çalışmaları adı altında; vatandaşlarımıza ait ormanların yüzde 40’i devlete tescil edildi.Sonra Araplara satılacak.
Karadeniz köylüsünün yıllardan beri koruyup kolladığı, atalarından kalma tarım arazilerine el konulmuş, işgalci durumuna düşürülmüş, bu yüzdende köylüler mahkeme’ye verilmiş, mahkûm edilmişler.
Karadeniz köylüsü, öncesinde kendisine ait olup, sonraları ormana tescil edilen, arazileri kiralamak zorunda kalıyor.Aksi halde,devletin arazisini işgal ettiği gerekçesi ile mahkemelerde sürünüyor. Bütün köylüler,mahkemelik.Bu konuda çok sayıda ceza alan köylüler var.Ardeşen -Tunca -Armutlu köyüne eski para ile 1.2 trilyon ceza kesilmişti.Köyü satışa çıkarmışlardı.Sonucunu bilmiyorum. Tapu Kadastro çalışması yapılan tüm köyler aynı konumdadır. Şaka değil,gerçek..Tarihi bir köy satışa çıkarıldı.Arkası gelecek. Köylüler çaresiz ve sahipsiz.
Atalarından kalma yayla evleri için mahkûm edilenler, kendi arazisi için mahkemeye verilenler artıkça, bu satışlar devam edecek. Köyler mezralar boşaltılacak. Bölge siyasetçilerimizin haberleri yok mu? Peki, bu köyler, yaylalar, mezralara kimler talip? Yeşil sermaye,pardon “Yeşil Yol” kimler için yapılıyor?
Yorumu siz okurlarıma bırakarak; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ‘ nün resmi açıklamaları ile bölgemizdeki yabancı satışlarını aktarıyorum. (01.01.2014 tarihli resmi açıklama) Doğu Karadeniz’de 5 bine yakın yakın yabancı uyruklu vatandaş yerleşti. Pardon, ajan demek istemiştim
4210 taşınmaz, on bin dönüm arsaları var. Hayırlı olsun, duymayanlar duysun.
Trabzon’ da 5100 yabancı uyruklunun 6892 adet taşınmazı,
Rize’de 1818 uyruklunun 1537 adet taşınmazı,
Artvin’de, 14 bin 355 metre kare arsaları,
Samsun’da 2900 yabancı uyruklunun,9319 adet taşınmazı,
Ordu’da, 4918 yabancı uyruklunun,3288 mülkiyetleri, 345 bin metre kare arsaları,
Giresun’da, 1997 yabancının 4165 adet taşınmaz mülkiyetleri, Bulunuyor.
Karadeniz’i kaynatıyorlar beyler..
Yeni Yılınızı kutluyor,saygılar sunuyorum.
Osman Yazıcı/Ankara
***
Yer İsimlerinin Değiştirilmesi Son derece Tehlikeli Bir Yoldur,
31.12.2015/ link
Emperyalizmin yeni yüzyıldaki hedef coğrafyası bölgemizin de içinde bulunduğu Karadeniz Havzasıdır.Bu coğrafya jeopolitik ve jeostratejik konumu itibarıyla binlerce yıldan beri dünyanın büyük siyasal güçlerinin ilgisini çekmiştir.
Karadeniz,Kafkasya ,Hazar,Orta Asya hattı gelecek 50 yıldaki siyasal mücadelenin ana ekseni olacaktır. Büyük güçler etnik, folklorik, dinsel ve mezhepsel kimlikleri siyasallaştırarak millet bilincini ve bütünlüğünü parçalanmayı hedeflemektedir.
Doğu Karadeniz Bölgesi bu anlamda son derece uyanık ve bilinçli olmak durumundadır. Yer ve mevki isimlerinin topoğrafik isimlerin esnaf istedi, halk istedi gerekçesi ile değiştirildiğini başka hiçbir ciddi ülkede göremezsiniz.Son derece tehlikeli bir yoldur, millet bilincini, tarihsel kimlik ve şuuru bozacak bir yaklaşımdır.Kimse öküz altında buzağı aramasın.
Bölge Türk milleti başlığı altında bütünleştiğini bütün tarihi boyunca büyük bir kararlılıkla ortaya koymuştur.Bu anlamda Rize vilayetimizde ve Türkiye’nin başka yerlerinde yer isimlerin rastgele değiştirilmesinin bilimsel açıdan mahsurlu olduğunu değerlendiriyoruz.
Bu yolu açarsanız yarın başkaca bir siyasal erk sizi başka bir isme zorlar bu doğru bir yol değildir.Bu gibi işler ciddi bilimsel komisyonlar tarafından ele alınıp değerlendirilmelidir.
Prof.Dr.Kemal Üçüncü
KTÜ Edebiyat Fakültesi,Türk Dili ve Edebiyatı Böl.
***
"Şurası iyi bilinmelidir ki günümüz insanlarının anlam veremedikleri her isim
Rumca veya Yunanca değildir."
"Ordu ilinin M.Ö. 400 yılından önce şehir merkezinin 5 kilometre dışında olan halk arasında Bozukkale olarak bilinen bölgede 'Kotyora' (Kut Yöresi) adıyla kurulduğu, Kut Türklerinin M.Ö.2500-2400 yıllarında Hazar Gölü çevresinde otururken batıya göçen ve Türkçe konuşan bir kavim olduğu, Kut kavminin Türk kökenli olduğu, ünlü Sümerolog Prof. Dr. Benna Landsberger, 1937'de yapılan Tarih Kurultayı'nda Atatürk'ün huzurunda bizzat söylendiği ve pek çok bilim adamı Kut Türklerinin kullandığı dilin Ural-Altay dillerinin bir parçası olduğu..." "Karadeniz Bölgesi’nde adına mana verilemeyen her yerleşim yerinin adı Rumca'da, Ermenice'de aranmaktadır. Oysa Ünye ismi Hun Türklerinin mirasıdır"
Türkiye’de Türk Kavimlerinin Öncüleri
Türkiye’de Türklerin varlığı ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. 3000 yıllarına kadar inmektedir.
Karadeniz Bölgesi'nin tarihi
***
MÖ.12.yy-8.yy'da Karadeniz'in kuzeyinde hakim olan Kimmerler ve onları Kafkasya tarafına sürerek Karadeniz'in Kuzey kıyılarına yerleşen İskitler (MÖ.8.yy-3.yy), Hunlar, Sabirler, Avarlar, Kıpçaklar ...
hep Türk boylarıdır.
Bizans kaynaklarının Karadeniz'in güney doğu sahillerini Laz olarak adlandırması adı geçen bölgede yaşayan halkın Laz kökenli olduğunu belirten etnik menşeye işaret eden bir adlandırma değil, sadece coğrafi bir adlandırmadır. Prokopius'un Lazıka Krallığı olarak adlandırdığı devlet de bugün Türkiye'nin Kuzey doğu sahillerinde Rize'nin ve Artvin'in sahile yakın bazı köylerinde yaşayan ve Lazca denilen bir dil konuşan Laz'ların (yakın çevrelerinin adlandırmalarına göre Mohti Laz'ların) değil, Krallığın kurulduğu topraklarda bir miktar Mohti Laz (ya da Türkiye'de yaşayan Lazlarla aynı etnik gruba dahil Laz) yaşamasına rağmen Megrel'lerin Krallığıdır. Nitekim Bizans kaynaklarında Lazika olarak geçen bu krallıktan Gürcü kaynaklarında Egrisi/Megrel Krallığı olarak bahsedilir. Ayrıca Lazika Krallığının sınırları hiç bir zaman bugünkü Rize ve Artvin ilimizin topraklarına kadar uzanmamış bu toprakları Roma hudutları içinde kalmıştır.
Doğu Karadeniz'in Etnik Tarihi Üzerine
***
Lazlar hakkında yazarken başlangıç olarak açıklamayı gerekli gördüğüm bir husus "Laz" sözcüğünün, asırlar boyu Anadolu'nun diğer bölgelerinde oturanlar ve bölgeye dışarıdan gelmiş gezgin ve tüccarlar tarafından, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde oturan halkı, din, dil ve etnik köken farkı gözetmeksizin bir coğrafi bütünlük içinde isimlendirmek amacıyla kullandığı gerçektir. Bunun yanı sıra Rize iline bağlı Pazar,Ardeşen, Fındıklı ve Artvin iline bağlı Borçka, Hopa ve Arhavi ilçelerinin özellikle sahile yakın kesimlerde oturan ve "Lazca" denilen dili konuşabilen küçük bir topluluğa etnik kimliklerini tanımlamak için "Laz" denmektedir. 1983 rakamlarına göre ülkemizde 250 bin kişinin Lazca konuşabildiği tesbit edilmiştir. Komşu köyler tarafından "Mohti" veya "Komohti" olarak çağrılan bu etnik topluluğa gürcüler "Chani" derler.
Geçmiş yüzyıllarda yazılan ve bölge hakkında bilgi veren kaynakların hemen hepsinde coğrafi isimlendirme ile etnik isimlendirme içiçedir. Aslında bu durum bir yönüyle ayrı bir gerçeği yansıtmaktadır. O da bölge halkı kendilerine Laz denmesinden rahatsızlık duymadığı gibi çoğu kez kendilerine "Laz Uşağı" olarak da takdim etmesidir. O meşhur Laz fıkraları da sadece Lazların değil o bölge insanının ürünüdür. Bazılarının, Rumların konuştuğu Türkçe ile aynı zannettiği Karadeniz şivesi de 13.ve 14.yüzyılda Anadolu'da konuşulmuş Türkçeden başka bir şey değildir.
... Tarihte Sinop, Kastamonu, Amasya, Tokat ve Samsun bölgesinde kurulmuş bir Pontos devleti var. Hakimiyet sınırları içinde Ege'de Kırım'a açılıp daralmış olan bu devlet o bölge insanlarından oluşan halkı ve Soyu Pers sarayına uzanan kralları ile Roma ya da Yunanlılıkla ilgisi olmayan bir Anadolu Devletidir. Bugün Hıristiyan-Rumla özdeşleştirilen Pontos ismini taşıyan bu devlet, Roma'nın Anadolu'yu istilasına karşı vermiş olduğu mücadeleler sonucunda yenilmiş ve tarihe mal olmuştur...Tarihler V.Mithridates'in 22 dil bildiğini ve ordusundaki askerlere anadilleri ile hitap ettiğini kaydeder. Peki nerede bu 22 ayrı dilin simgelediği 22 halk? Hepsi Hıristiyanlık potasında eriyerek Rumlaşmış, yok olmuş ve geriye kalan Pontos sözcüğü Hıristiyan-Rum anlamında kullanılır olmuş.
Hem Türküm hem de Laz
Bu bütünleşme Lazların 500 yıldır dillerini ve folklorunu yaşamalarına engel olmadığı gibi, bu durum ne Türk'ü ne de Laz'ı rahatsız etmiştir. Trabzonlu ve Rizeli "Rumdan dönme" tabirini bir hakaret kabul ettiği ve bu durum genellikle kavga nedeni olduğu halde "Laz" denmesini gülümseyerek benimsemiştir. Laz dili ve folklorunu araştırmak isteyenler dışarıda hazırlanmış tezlerden hareket etme yerine kendi gerçeklerini kendileri elde etme zahmetine katlanırsa bu tür örneklere sık sık rastlayacakları için ülke kültürünün zenginleşmesine de katkıları olacaktır. Dünyayı paylaşma mücadelesi veren süperlerin etnik Lazlar üzerinde araştırma yapmasının, bu tür faaliyetleri finanse edip, organize etmesinin hümanist bazı nedenlere dayandığını zannedip, meseleye onların koyduğu biçimde bakmanın, onların ürettiği problemleri tartışmanın Lazların menfaatine olabileceğini sanmak, karanlıkta kör kuyuya doğru adım atmaktan başka bir şey değildir.
Lazların Tarihi Bu mu?
***
Rize'de Türklerin Ayak İzleri
İskitler/Sakalar
Mahura/Mağura Köyü ve İskitoğlu/Eskitoğlu/Demirrenk/İskit/Enkit Aileleri
Milattan sonra 396 tarihinde yazılan bir Roma İmparatorluğunun belgesinde; Trabzon'un 55 km güneydoğusunda Mohora (Mahura/Mağura) denilen bir yerde, bir askeri garnizonun varlığından söz edilmektedir. Mağura Türkçedir.
***
“Laz Ulusu Yaratma Projesi” nin en önemli kısmı, Lazcayı yazı dili haline getirme çalışmalarıdır. Feurstein, oluşturduğu alfabe ile Lazlar için ilkokul seviyesinde metinler, gramer kitapçıkları ve sözlükler hazırlamış, bazı çalışmaları Türkçe takma adlarla yayınlamıştır. Bu yayınlar Almanya’ya çalışmak için giden gurbetçilerimiz arasından,” Laz Ulusu Yaratma Projesi” kapsamında Feurstein tarafından örgütlenen kişiler vasıtası ile Türkiye’ye ulaştırıp, Lazların oturduğu İstanbul, Adapazarı, Rize ve Artvin gibi yörelerde dağıtılmıştır.
Mehmet Bilgin, 2003
Rize, tarih ve kültür yönünden üzerinde en az araştırma ve yayın yapılmış bölgelerimizden biridir.Altmışlı yıllara kadar ekonomik yönden yurdumuzun en fakir yörelerden birisi olan Rize, çay tarımının yaygınlaşmasından sonra çok kısa bir sürede ekonomik olarak ülkemizin en iyi illeri arasında yerini aldı.Bölge ekonomik olarak bu değişim sürecini yaşarken kültürel alanda kayda değer hiçbir gelişme olmadı.
Geçmişte ekonomik şartlara ve coğrafi yapıya bağlanan kültürel çalışmalardaki verimsizlik, ekonomik alandaki düzelmeye rağmen pek değişmemiştir.Bu dönemde ve özellikle altmışlı yıllarda, bir çok yabancı araştırmacı bölgede çeşitli konularda araştırma ve çalışmalar yapmaya başlamış, bu çalışmaların sonucu elde edilen bilgilerle, bölge üzerinde milli birlik ve beraberliği sarsmaya yönelik bir takım projeler oluşturulmuştu.Bu projelerde, bölge insanının sahip olduğu ve kültürel zenginlik ögesi olan bazı özellikler öne çıkartılarak, etnik parçalanmaya yol açılması amaçlanmaktaydı.
Altmışlı yıllarda bölgede faaliyet gösteren yabancı araştırmacıların çalışmalarıyla şekillendirilen projelerle, ülkemizin diğer bölgelerinin yanı sıra Rize’nin de içinde bulunduğu Doğu Karadeniz bölgesinde Laz, Hemşenli, Gürcü,Karaçadırlı, Poşa ve Pontoslu Rum (yada Müslüman Yunanlılar) gibi etnik parçalar tanımlanmaya veya oluşturulmaya çalışılmaktaydı.
Doğu Karadeniz Bölgesi ile ilgili bu projeler hazırlanırken,aynı zamanda etnik grupların arka planını oluşturacak olan , bölgenin Bizans ve Hıristiyan geçmişinin ortaya konması çalışmaları da yapılmıştır. Bu proje kapsamında elde edilen bulgular, günümüzde gündeme getirilen bazı iddialara da dayanak olmaktadır.Bu proje kapsamında bölgede yabancı araştırmacılar tarafından yapılan arkeoloji ve tarih çalışmalarının amacı, bazı yabancı yazarların bu çalışmalar hakkında yazdığı kitap ve makalelerde “bölge halkının hafızasından silinmiş olan Hıristiyan geçmişe ait kanıtları ortaya çıkarmak” şeklinde ifade edilmektedir.
Bu çalışmalarla yeni bir bilinç yaratılmış, Karadeniz bölgesinde yaşayan insanların çoğu artık yerleşim birimlerinin içinde, yakınında veya yolunun üzerindeki herhangi bir taş yığınının geçmişte bir kiliseye ait olduğunu, köyün eski isminin Türkçe olmadığını ve bu Hıristiyan geçmişin kendi geçmişi olabileceğini düşünmektedir. Çünkü bundan farklı bir şey düşünebilmesi için elinde herhangi bir bilgi de yoktur.
Çok sistemli bir şekilde ve iç içe geçmiş projeler çerçevesinde, bölgenin Bizans / Hıristiyan geçmişini ortaya çıkartmak için İngiltere de Birmingham Üniversitesine bağlı Bizans, Osmanlı ve Modern Yunan Çalışmaları Kürsüsü’nde, Bizans ve Trabzon’daki Komnenos Rum Krallığı tarihi uzmanı Prof. Dr. Anthony Bryer ve ekibi tarafından, bazı vakıfların yanı sıra Yunan Hükümetinin ve Kıbrıs Rum kesiminin parasal olarak desteklediği ve ısmarladığı çalışmalar yapılmıştır.
Bu çalışmalar kapsamında Doğu Karadeniz Bölgesi taranmış, Hıristiyanlık dönemine ait olan ve yerleri tespit edilen tüm kalıntılar kazılarla ortaya çıkarılıp, planları çizilmiş mevcut kalıntılar fotoğraflanarak, sanat öğesi taşıyan bezemeler, eserlerin mimari özellikleri ve kitabeleri incelenmiş,bölge tarihi ile ilgili kaynaklarda yer alan tarihi bilgiler derlenerek yeni yayınlar yapılmıştır.
Bu çalışmaların ileride bölge ile ilgili siyasi iddialara zemin oluşturacağı düşüncesi başlangıçta komplo teorisi olarak algılanmışsa da, yeni etnik gruplar yaratılması çalışmaları ile boğuştuğumuz günümüzde bunun Türk toplumunu küçük parçalara bölerek etkisizleştirme ve bu etnik grupları arka planda Hıristiyanlığa bağlama çalışmalarının temel projelerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
25 - 30 yıl kesintisiz süren ve yüzlerce öğrencinin katılıp eğitildiği bu proje sonucunda Bryer’in ( David Winfield ile beraber yazılmış) “The Byzantine Monuments and Topography of the Pontos” 2 cilt ve “The Post-Byzantine Monuments of the Pontos”, “Peoples and Settlement in Anatolia and the Caucaus 800-1900,” The Empire of Trebizond and the Pontos” adlı kitapları ile bu projelerde çalışanlar tarafından yazılmış, bölgedeki kilise ve manastır kalıntıları ile bölgenin Hıristiyan geçmişi ile ilgili yüzlerce makale yazılıp ve yayınlandı.
Bu projeyi yapan ve yürüten Anthony Bryer ile çalışmalara katılan çeşitli kişilerce, Doğu Karadeniz bölgesinin Hıristiyan / Rum geçmişi ve bu geçmişin günümüze yansımaları hakkında , bölgede yaratılmak istenen etnik parçaların geçmişine yönelik açıklamalara, Hıristiyan bir arka plan olacak çok önemli bir literatür oluşturulmuştur.
Anthony Bryer, bölgede Hıristiyanlığa ait kalıntıların tamamını ortaya çıkartan arkeolojik çalışmalarının yanı sıra bölgenin Hıristiyan - Bizans - Rum geçmişinin günümüze yansımaları hakkında da çalışmalar yapmış, Pontuslu Rumlarla ilgili bir yazısında ”Pontuslu Rumlar bütün kalıntıların en şaşırtıcı olanları ama bazıları yurt arıyor, bazıları tarih, bazıları da ikisini birden” diyerek çalışmalarının ilgi ve amacını ortaya koymaktadır.Çalışma arkadaşlarından D.Winfield’in tarihi eser kaçakçılığı suçlamaları ile yurt dışında yargılanması bu projenin başka boyutları olduğunu da düşündürmektedir.
Bölge ile ilgili projeler hiç şüphesiz bunlardan ibaret değildir. Fakat bölge ile ilgili tüm projelerin yayınlarını izleme ve değerlendirme olanağına sahip değilim.Yine de ilgili yayınlardan değerlendirme yapacak kadar izleme imkanı bulduğum bir projeden bahsederek konuyu açıklamaya çalışacağım.
Altmışlı yıllarda bölgeye gelen yabancı araştırmacılardan sadece birisi olan Wolfgang Feurstein adlı bir Alman,1960’larda bölge köylerinde dolaşarak Lazlar üzerinde çalışmaya başlamıştır.Sözlü kültürde yaşayan dil, folklor özellikleri ve masallar derlemiş, bol miktarda fotoğraflar çekerek, izin alırken belirttiği amacın dışında çalışmalar yapmıştır.Bölgede yürüttüğü çalışmalar o dönem yetkililerin dikkatini çektiği için bölgede dolaşarak çalışma izni verilmemiştir.Amaç dışı faaliyet gösterdiği için yasal yollardan engellenen Wolfgang Feurstein daha sonra Almanya’nın Karaorman bölgesindeki Schopfloch köyünde “Laz Ulusu Yaratma Projesi” kapsamındaki çalışmaları için bir merkez oluşturmuş, çalışmalarına burada devam etmiştir.
Kendini Laz Ulusu yaratmaya adadığını söyleyen Feurstein, önce Lazca yazı dili oluşturmak için Laz Alfabesi düzenlemiş, ardından bu Laz Alfabesi ile ilkokul seviyesinde metinler hazırlamış ve Lazca gramer bilgileri ile sözlük çalışmaları yapmıştır. Hiçbir üniversitede öğretim üyesi olmayan bu kişi, sadece Laz kültürünü ve Laz tarihini araştırmakla kalmamış amacına hizmet edecek örgütler de kurmuştur.
Feurstein, çalışmalarına kattığı insanları, bu şekilde dıştan aktiviteler olmazsa Laz kültürünün yakın bir gelecekte sonsuza kadar yok olacağına inandırarak örgütlediği Laz kökenli Türk vatandaşlarını Laz kültürünü ve kimliğini yaşatmak için,Laz Alfabesi ile Lazca metinler oluşturmak ve bunu Laz topluluklarına benimsetmek gerektiğine inandırmış, bilimsel çalışma olarak algılanabilecek faaliyetlerini Lazları hedef alan örgütsel faaliyetlere dönüştürmüştür. Bu çerçevede kurduğu Lazebura ve daha sonra Kaçkar Kültür Çevresi (Kaçkar Kulturkreis) örgütü onun oluşturup ve yönlendirdiği çalışmalardır.
Feurtein’in Laz kökenli yurttaşlarımızı etkisi altına alarak çalışmalarına dahil etmek için kullandığı “Birşeyler yapılmazsa sonsuza kadar yok olma” motifi, benzer bir şekilde bölgede Pontoslu (Müslüman Yunanlı ) etnik grubu yaratma projesinin aktörleri tarafından da kullanılmaktadır.Buna bir örnek olarak Yunanistan’da yaptığı çalışmalar ve Yunanlı dostlarının yardımı ile hazırladığı ve bir Yunanlı profesörün önsözüyle yayınladığı ”Pontos Kültürü” adlı eseri nedeniyle Pontoscu faaliyetlerde adı geçen Ömer Asan’ın Lazlarla ilgili yayın yapanlar tarafından çıkartılan bir dergide yer alan “Yok Oluyoruz Ya Siz” başlıklı yazısını gösterebiliriz.
Lazlarla ilgili yayınlar incelendiği zaman, Lazların eski Yunan mitolojisi ile var olduğu iddia edilen bağlarından bahsedildiği görülür. Fakat, Feurstein ve çalışmalarından bahseden yabancı yazarlar bir başka düşünceyi açıkca yazarlar. Bu yazılarda yer alan “..mitolojide cennetten harfleri getiren tanrılardır.” şeklindeki ifadelerle O’nun Lazlara alfabeyi getiren mitolojik tanrı olduğu ima edilir.İleride onun sayesinde sevgililerin birbirlerine Lazca aşk mektupları yazabileceği anlatılarak faaliyetleri, efsanevi bir figürün Lazlar adına yaptığı hümanistik aktiviteler olarak sunulur.Böylece faaliyetlerinin batı kamu oyu tarafından desteklenmesi sağlanılır.Oysa yaptıklarının 18 ve 19. yüzyıl sömürgecilerinin rehberi Oryantalistlerin yaptıklarından hiçbir farkı yoktur.
Feurstein’in oluşturduğu Lazca Alfabe bu konuda yapılan çalışmaların ilki değildir.
Daha önce Gürcü alfabesinin harfleri kullanılarak bir Laz Alfabesi oluşturulmuştu. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin ilk dönemlerinde kısa bir süre Lazca yayın ve eğitim yapılmış,daha sonra Lazların Gürcü asimilasyonuna uğramasının daha uygun olacağına karar verilerek bundan vazgeçilmişti.
Feurstein’in hazırladığı alfabe ise, Latin Alfabesindeki harflerle oluşturulmaya çalışılan bir alfabedir.Feurstein, 1983 yılında hazırladığı ilk Laz Alfabesi ile yaptığı çalışmalar esnasında, Lazlara yabancı bir alfabe ile yazıyı öğretmenin güçlüğünü ve bu çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanacağını görmüş, alfabesinde bazı değişiklikler yaparak, Türklerin kullandığı alfabeye yakın bir alfabeyi yeniden oluşturmuştur. 1992’de son şeklini alan alfabesi, Fahri Lazoğlu Türkçe takma adıyla yayınlanmış ve Feurstein’in örgütü tarafından Lazların arasında yayılmaya ve eğitim çalışmaları bu yeni alfabe ile yapılmaya başlanmıştır.
Aslında Laz dili üzerinde ilk çalışmayı yapan Rosen adlı bir Almandır.Ayrıca Lazca da ilk defa Osmanlı Alfabesini oluşturan Arap harfleri ile yazılmıştır.Prof. Karl Koch adlı Avusturyalı bir botanikçinin heyeti ile birlikte 1843 yılında Doğu Karadeniz bölgesine gelen Rosen, Trabzon ve Rize bölgelerinde bitki toplamak amacıyla dolaşan Koch’un heyeti ile yaptığı seyahat sırasında, Trabzon valisi Abdullah Paşa’nın Kavası olan ve valinin heyete rehberlik yapmakla görevlendirdiği İbrahim Efendinin yardımıyla Laz dili hakkında araştırmalar yapmıştır.
Medrese eğitimi görmüş bir Laz olan İbrahim Efendi’nin yardımı ile kelimeler derleyen ve küçük bir sözlük oluşturan Rosen, ülkesine dönünce bunu yayınlamıştır. Laz dili hakkında çalışma yapan ilk batılı bilim adamı Rosen olmasına rağmen, bugün oynanmak istenen oyun “Harfleri cennetten getiren tanrı” miti üzerinde kurulduğu için, konuya Feurstein’in açtığı pencereden bakanlar tarafından sadece adı zikredilerek adeta görmezlikten gelinmiştir.Kendilerine Laz aydını sıfatını yakıştıranlar, Feurstein’in çizdiği çizgiden biraz ileri gidip Rosen’in çalışmasını Türkçeye çevirip yayınlamaktansa, Feurstein’in sunduklarını aktarmakla yetinerek aydın olduklarını zannetmişlerdir.
Daha önce Gürcü alfabesinin harfleri ile oluşturulan Laz Alfabesi hazırlayanlar, Lazları Gürcü soyu ve kültürü çerçevesinde görmek ve göstermek ve Lazları Gürcü kültür çevresine bağlayıp, asimilasyona tabi tutmak amacıyla bu çalışmaları yaptıkları için, Feurstein daha önce oluşturulan bu alfabeyi ve bu alfabe ile oluşturulan Lazca metinleri kendi projesinin amaçları için doğru kabul etmemiştir. Lazca’nın Latin alfabesi harflerinden oluşan bir alfabe ile yazılmasına çalışarak , gerçekte Lazları, batının her türlü operasyonunda kullanılabilecek, batı kültürünün etki alanında olan bir halk haline getirmeyi amaçlamıştır.
Lazları hedef alan bu iki merkezin Lazlar üzerindeki çalışma ve çekişmeleri günümüzde de devam etmektedir.Gürcistan merkezli hareket içinde, bir Gürcü profesör doksanlı yılların başında, ‘bilimsel çalışma’ maskesi ile bütün Laz köylerini dolaşmıştır. Gürcü kültürünün etki alanında bir Laz şuuru uyandırmayı amaçlayan bu faaliyetler ve Gürcü merkezlerde hazırlanan “Lazların Tarihi” adlı eserin yayınlanması,hedef kitlenin Feurstein’e bağlı örgütün çalışmaları ile Gürcü merkezlerin çalışmalarını karıştırılmasına ve Lazlar üzerindeki bütün faaliyetlerin parsasının Gürcüler tarafından toplanmasına yol açmıştı. Fakat 1992’de İstanbul’da yayınlanan Ogni dergisi hedef kitle arasındaki bu yanlış anlamayı ortadan kaldırdığı gibi Gürcü faaliyetleri ile uyandırılan Laz şuurundan Feurstein’in örgütünün yararlanmasına da vesile olmuştur.
“Laz Ulusu Yaratma Projesi” nin en önemli kısmı, Lazcayı yazı dili haline getirme çalışmalarıdır.Feurstein, oluşturduğu alfabe ile Lazlar için ilkokul seviyesinde metinler, gramer kitapçıkları ve sözlükler hazırlamış, bazı çalışmaları Türkçe takma adlarla yayınlamıştır. Bu yayınlar Almanya’ya çalışmak için giden gurbetçilerimiz arasından,” Laz Ulusu Yaratma Projesi” kapsamında Feurstein tarafından örgütlenen kişiler vasıtası ile Türkiye’ye ulaştırıp, Lazların oturduğu İstanbul, Adapazarı, Rize ve Artvin gibi yörelerde dağıtılmıştır.
Yine bu kişiler tarafından, yayınlar fotokopi yolu ile çoğaltılmış, gayrı resmi kurslarda halkın öğrenmesini sağlamak amacıyla kullanılmış, yapılan organizasyonlarla Türkçe alfabeden başka alfabe ile okuyup,yazmayı bilmeyen vatandaşlarımızın Laz Alfabesi ile yazılmış metinleri okuyup, yazması yaygınlaştırılmak istenmiştir.
Bu çalışmalar sürdürülürken bir yandan da Laz tarihini oluşturmak için araştırmalar yapılmakta. Bu yolla geçmişte Hıristiyan olduklarını bile hatırlamayan Laz kökenli yurttaşlarımızın belleklerine Hıristiyan geçmişlerini canlandıracak tarihi bilgiler aktarılmaya başlanmıştır.
Feurstein, çalışmalarının ilk aşamasında Laz ailelerinin, özellikle orta yaşlı ve yaşlı kuşağın bu tür faaliyetlerden etkilenmediğini, ait oldukları toplumun içinde ve birlikte yaşanılan tarihi sürecin oluşturduğu geleneksel uyum halinde yaşama yolunu tercih ettiğini görerek, çalışmalarını gençlere yöneltmeyi uygun görmüştür. Başlangıçta Kaçkar Kültür Çevresi’nin folklor çalışmaları ile bir arada tutulan gençler derneğin damgasını taşıyan broşür şeklindeki yayınlarla eğitilmiş, daha sonra bu yayınların gençler ve aileleri vasıtası ile Türkiye’de yayılması temin edilmiştir. Almanya’da genç nesil folklor ve benzeri faaliyetlerle “Laz Ulusu Yaratma Projesi” ne dahil edilip eğitilirken, aynı zamanda bu yolla örgütsel faaliyetlere de yöneltiliyorlar.
30-40 yıllık çalışmanın sonunda üretilen Laz Alfabesi ile sözlük ve folklorik araştırma metinlerine ilave olarak bu Laz Alfabesi ile yazılmış roman, şiir, tiyatro eserleri, edebi çeviriler, doğum ve ölüm ilanları, haber metinleri, mektuplar oluşturulmuş,bu metinler Almanya’dan izine gelen veya bu iş için gönderilen işçi pasaportlu kişiler vasıtası ile yurda sokulmaya başlanmıştır.Bu materyaller Lazların yaşadıkları bölge ve köylerde dağıtılıyor ve Wolfgang Feurstein’in “Laz Ulusu Yaratma Projesi” hayata geçirilmeye çalışılıyor.
İlk aşaması bu şekilde yürütülen ve finansorü belli olmayan bu çalışmaları, daha sonra Laz tarihi ve kültürü için hazırlanan kaynak kitaplar ve Ogni gibi Lazca metinlerin yayınlandığı dergilerinin yayınlanması takip etti.Bu yayınlarda halktan derlenen, sözlü edebiyat ürünü şarkılar ve masallara ilave olarak, Feurstein’in bir ulus yaratma organizasyonu çerçevesinde yetiştirilen genç kadroların ürettiği Lazca şiir ve diğer edebiyat ürünleri yer almaya başladı.
“Laz Ulusu Yaratma Projesi”, projeyi oluşturarak yürüten Feurstein’in yanı sıra, diğer Alman kuruluşları ve bazı Alman ilim adamları tarafından da desteklenmektedir. Bu projenin, Türkiye’nin etnik parçalara bölünerek, çözülmesini amaçlayan büyük projenin bir parçası olduğunu söylememiz için bir çok neden vardır. Örnek olarak, Almanya’da bazı kuruluşlar tarafından hazırlanan ve hafta sonlarında Türk işçi derneklerinin yönetici ve üyelerine, mensup oldukları etnik grup ve kültürü hakkında Alman ilim adamları tarafından verilen eğitim seminerlerini gösterebiliriz. “Megreller”,”Lazlar ”, ”Hemşenliler ”,”Pontos Kültürü ”nün anlatıldığı bu seminerlerde ayrıca, konularla ilgili önceden hazırlanan Almanca ve Türkçe metinler dağıtılmaktadır.
Fakat, bunlar bu yazının konusu değildir. Bu nedenle sadece bir örnek vermekle yetineceğiz. Almanya’da Hür Üniversite tarafından yayınlanan ve Türkiye’de 47 etnik grup tanımlayan “Türkiye’deki Etnik Gruplar” adlı kitabın yazarlarından olan ve kitapta etnik grup olarak tanımlanmış fakat, henüz etnik grup şuuru oluşmamış insanlarda da bu şuurun uyanması için, yukarıda örnek verilen şekilde çalışmalar yapan Rüdiger Benninghaus da, diğer etnik grupların yanı sıra Lazlar ve Hemşenlileri konu alan seminerleri, yayınları ve çeşitli faaliyetleri ile dikkati çekiyor.
Türkiye’de yaratılmaya çalışılan Laz şuurunda Alman Irkçılığının bazı yansımalarını görmek mümkündür, örneğin, bazı hayvan ve bitkilerin (laz kuşu,laz çiçeği gibi) Laz olduğunu ya da Lazlara ait olduğunu ısrarla iddia ve beyan ederek, bu şekilde benimsenmesi için kimi yayınlarda sürekli yinelenmesini gösterebiliriz.
Batılı araştırmacıların, Lazlar üzerinde çalışmaya başladıklarında, Lazların Hıristiyan geçmişlerini hiç hatırlamadıklarını ve Laz diye tanımlanan toplumun hafızasında bu geçmişe ait hiç bir iz kalmadığını görerek, bunu hayretle karşıladıklarını yazmaktadırlar. Bu nedenle “Laz Ulusu Yaratma Projesi” nin en önemli çalışmalarından birinin Lazlara Hıristiyan geçmişlerini hatırlatmak olduğunu söyleyebiliriz. Aşırı dindar bir Hıristiyan olan Feurstein’in kişiliği bu konuda da belirleyici olmuştur. Başka bir merkezde bölgenin Hıristiyan geçmişi ile ilgili bir proje yürüten Bryer’in, Lazlarla ilgilenmesi de daha çok bu bağlamdadır.
Hıristiyan geçmiş kadar, kesin ve net olan bir diğer unsuru ise Türk düşmanlığıdır. Fakat hitap edilen toplum, böyle bir görüşe yatkın değildir. Böyle düşünülmesine neden olacak bir çatışma tarihte yaşanmadığı için, eğitilmiş kadroların dışındaki kişiler bu görüşe karşı çıkmaktadır. Bu nedenle başlangıçta çeşitli yayınlarda göze çarpan Türk düşmanlığının bu aşamada işlenmesinden vazgeçilmiştir.
Daha çok Gürcü menşeli Lazcılık faaliyetlerinde kaba bir şekilde işlenmeye devam eden bu unsur, Alman menşeli faaliyetlerde Laz kültürünün, Türk Kültürü ve Kemalist Türk Devlet yönetiminin baskısı ve tehdidi altında olduğu şeklinde ifade edilmekte, ancak Laz dilinin yazılı hale getirilmesi ile buna karşı direnebileceği belirtilmektedir.Konu ile ilgili yayınlar izlendiği zaman Osmanlı ve Kemalist yönetimler suçlanırken, Foşa, Hemşenli, Gürcü ve Türk gibi gruplardan sadece Türklerin Lazlara karşı bir tehdit oluşturduğunu düşündüren ifadelere rastlamak mümkündür. Oysa bu ifadeler, tarihi süreçte, Lazların Gürcülerle çatışma, Hemşenli diye tanımlanan komşuları ile çekişme,Türklerle dayanışma halinde olduğu gerçeği ile çelişmektedir.
Yaratılmak istenen Laz şuurunda, Lazlara Hıristiyan geçmişlerinde bir millet olarak var oldukları ve Müslüman olduktan sonra sadece Hıristiyan geçmişi değil millet oldukları gerçeğini de unuttukları düşündürülmeye çalışılmaktadır.Oysa, geçmişe bakıldığında, Bizans’ın, Doğu Karadeniz Bölgesinde yaşayan diğer toplulukların yanı sıra, Laz topluluğunun da önemli bir bölümünü Hıristiyanlık yolu ile Rumlaştırdığını bu asimilasyondan sadece Rize’nin doğusunda Bizans sınırındaki tampon bölgede kalan Lazların kurtulabildiklerini, bu topluluğun Osmanlı döneminde gönüllü bir şekilde din değiştirerek Müslüman olduğunu, Bizansın bölgede etkinliğini yitirdikten sonraki dönemlerde artan Gürcü saldırıları ve asimilasyonuna Türklerin ve Osmanlıların sayesinde karşı koyarak, varlıklarını koruduklarını, dil ve kültürlerini günümüze kadar yaşatabildiklerini görebiliriz. Bizans sınırının doğusundaki bu tampon bölgenin Kafkasya sahillerine uzanan bölümünde ise Gürcülerin etki ve baskılarını bu gün bile tespit etmek mümkündür.Gürcüler bu bölgede, kilisenin faaliyetleri ile Lazlarla birlikte diğer halkları da Gürcüleştirmeye çalışmıştır.
Kafkasya sahillerinde yaşayan topluluklara yönelik Gürcü iddiaları da geçmişte Gürcü Kilisesinin bu bölgedeki asimilasyon uygulamalarının sonuçlarına dayandırılmaya çalışılmaktadır.
Rize bölgesinde Lazlarla ilgili yürütülen ve yukarıda özetle açıklamaya çalıştığımız “Laz Ulusu Yaratma Projesi” nin benzeri çalışmalar, Hemşenli, Karaçadırlı, Poşa ve Pontos -Rum Kökenli Karadenizliler (Pontoslu Müslüman Yunanlılar) olarak tanımlanan grupları da oluşturmak için yürütülmektedir.
Türkiye’yi hedef olarak alan Emperyalist merkezler, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin kültürel zenginliği olan bu ögeleri, amaçları doğrultusunda tanımlamakta ve kullanmaktadır.Türkiye’nin en küçük toprak alanına sahip illerinden biri olan Rize vilayetinde yeni uluslar, farklı etnik gruplar yaratılmaya çalışılırken, Türkiye bu gelişmeleri doğru algılayamadığı için sadece seyretmekle kalmıyor, gözlerini kapatarak görmemezlikten geliyor. Emperyalistlerin amaçlarına hizmet etmeyi aydın olmanın bir gereği olarak algılayan bazı aydınlar, bu güçlere kulluk etmeyi, eleştirel yaklaşıma tercih ediyor.
Daha önce illegal şekilde yürütülen bu faaliyetler bugün, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme sürecinde, dış güçlerin dikte ederek oluşturduğu yapı çerçevesinde serbestçe ve Avrupa Birliğinin fonlarından desteklenen faaliyetler olarak yürütülmeye başlanmıştır.Daha önce Almanya’da çalışan işçilerle başlayan “Laz Ulusu Yaratma Projesi” tezgahında yetiştirilmiş kişiler, bu yeni süreçte, Almanya’dan Türkiye’ye dönüş yapmış, başta İstanbul olmak üzere Laz kökenli vatandaşlarımızın bulunduğu bölgelere yerleşerek organize faaliyetler sürdürmeye başlamıştır.
Lazlara ve bölgede tanımlanmaya çalışılan diğer etnik gruplara yönelik faaliyetler birbiri ile bağlantılı internet sitelerinde, müzik sektöründe, yerel radyo ve televizyon kanallarında, kitap ve dergi yayıncılığı sektörlerinde, projenin devamı olarak Lazca ve Laz kültürünü esas alan çalışmalar serbestçe sürdürülmekte, Lazca müzik albümleri, sözlükler, gramer kitapları ve Laz tarihi ve kültürü ile ilgili kitaplar artık serbestçe, ardı ardına yayınlanmaktadır. Son yıllarda bölgede Lazca işyeri isimlerinin çoğalmaya başlaması ,”Laz Ulusu Yaratma Projesinin” 40 yıldan fazla bir süredir uyandırmaya çalıştığı Lazlık şuurunun uyanmaya başladığını ve hedef aldığı kitlenin, tek taraflı bir yönlendirmeye uymaktan başka bir şansı kalmadığını göstermesi bakımından önemlidir.
***
Yukarıdaki resimde gördüğümüz "Moshkiler" "Mossynoikler"
Moşkiler İskit boylarındandır.
Ayrıca Akad kaynaklarında Muşkili Mita olarak geçen kişinin Midas olabileceği söylenir.-SB
***
***
Türk karakterli kaya üzeri resim ve yazıların coğrafyasına paralel olarak dünya üzerine yayıldığına şahit olduğumuz diğer bir unsur da; ağaç uçlarını oymak suretiyle çivi kullanılmadan, taraklama usulüyle, kare veya dikdörtgen şeklinde birbirine bağlanması esasına dayanan mimarlıktır. Türkiye’de serendi / serender, seren, serende, serenti, serenter, serentir, serentire adı verilen bu yapı biçiminin aynısı, Tuva Cumhuriyeti'nde Arzhan yakınlarında bulunan Seyhan-Altay bölgesinin en büyük anıtında ortaya çıkmıştır.
Zemininin taşla çıkılıp duvarlarının yatay ağaçlarla oluşturulduğu yapı biçimi ile Güney Sibirya Türklerinin ve Uygurların da ev yaptıkları da bilinmektedir. Aynı tarz mimarlık örneğini M.Ö 400’de Anadolu’da görmekteyiz. Ksenophon, Anabasis adlı eserindeki bilgilere göre Onbinler, Trabzon'dan batıya giderken (M.Ö. Eylül 401- Mart 399) bugünkü Giresun ile Ordu arasında Massagetler'e rastlarlar.
Ksenophon'un verdiği bilgilere göre Mossynoikler, ağaçların yatay olarak üst üste yığılması suretiyle inşa edilen evlerde oturmaktaydılar. Mossynoik, "ağaç kule, ağaç kalede oturanlar" manasına gelmekte olduğu için bu adla anılmışlardır.
***
"Muşkilər İskit kavmi idi. Yunanlar onlara Mosx, ya da Mossinyok derlərdi. İsmilərinin də ağac evlərdə və ormanlarda yaşadıqlarından dolayı aldıqlarını söylərlerdi. Akkad yazılarında bu Muşkiler Meşex, ya da Meşequkimi keçər. Akkadcada bol Türkcə kəlimələr vardır və ağac anlamında meşek, arman sözləri vardır. Yəni anladığımız bu Muşki / Mosx / Mossinyok / Meşequ boylarının adı bizim meşe sözündəndir. Kəndiləri Türk və Ural kavimlərinin karışımı idi. Daha sonra onları kral İskitlər (Han Oğuzlar(Royal Scythians-SB)) Asurlarla bitməyən savaşlardan dolayı yanlarına alıb Anadolu-Trakya-Balkan və Kavkaz-Doğu Avropa yolları ilə köç etdilər. Şu an Rusiyada yaşayan Meşer Tatarları (Ağaçerilər) və Ural boyu olan Mokşalar (Mordvinlərin önəmli kolu) kəndi adlarında o ismin hatırasını daşıyırlar. İlk əvvəllər Mosok şəklində olan Moskva toponimi də o ismin hatırasını yaşadır." - Elşad Alili / Dilbilim, Azerbaycan
Uzun oldu ama, ben kaynaklarımın elimin altında olmasını isterim.
SB.