Ermeni Sorunu konusunda yazılmış çok fazla kitap bulunuyor ve çoğunun gerçeği yansıtmadığı görülüyor. Jeremy Salt kitabının önsözünde, aydın diye görünen kişilerin rol aldığı şu üzüntü verici konuyu gündeme getiriyor.
“2008 yılında bir grup Türk aydını internet üzerinden ‘özür diliyorum’ başlığı ile bir imza kampanyası başlattı: ‘Osmanlı Ermenilerinin 1915 yılında maruz kaldıkları Büyük Felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor ve -kendi payıma- kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”
Yazar buna itiraz ediyor ve Türklerin de çok büyük kayıplar verdiğini, yarım milyon Müslüman Osmanlının hunharca öldürüldüğünü, dilekçeyi imzalayan aydınların bundan hiç söz etmediklerini belirtiyor.
Bir yüzyıl sonra bile eğitimli Türkler sivil Müslümanların çektikleri acının boyutunu bilmiyorlarsa ya da kabul etmeye içleri elvermiyorsa bu boyutta savaş acılarının Batı’daki yaygın anlatılarda hiç yer almamasına şaşırmamak gerektiğini ifade ediyor.
Jeremy Salt, bu eseri 1980’lerde ABD’de doktora tezi seçimi sırasında Hicaz Demiryolları konusunu seçmeyi düşünürken belgeleri incelediğinde, Ermeni Sorununun önemini ve sorunun ortaya çıkmasında yabancı devletlerin, misyonerlerin ve hümaniterlerin rolünü fark ediyor. Bunun üzerine tez olarak bu konuyu seçtiğini ifade ediyor. Çalışmaları sırasında on yılları kapsayan ABD ve İngiliz arşivlerini incelemiş, ayrıca on dokuzuncu yüzyılda yaşamış gezgin, diplomat ve misyonerlerin anılarından istifade etmiştir.
Jeremy Salt, Ermeni sorununun on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğindeki durumunu araştırmış, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşananlarla ilgili çok şey yazılmış olmasına rağmen 1890’lar ve öncesi döneme ait pek inceleme olmadığını vurgulamıştır. Yazarın bu döneme ait belgeleri derinliğine araştırdığını görüyoruz. Ermeni sorununun 1915’ten önce nasıl ortaya çıktığını ortaya koyuyor. Salt,araştırdığı dönemde Müslümanların çektiği sıkıntıların göz ardı edildiğini ifade ediyor. O dönemde Hristiyan Osmanlıların durumunun, Müslüman Osmanlılardan daha kötü olmadığını gösteren pek çok kanıt olduğunu belirtiyor.
Batılılar, Berlin Antlaşmasına İngilizlerin de etkisiyle kapıyı aralama mahiyetinde Ermenilerin yaşadığı bölgelere reform yapılması ibaresini koyuyorlar ve bunun peşine düşüyorlar. Ermeniler, başta İngiltere olmak üzere Avrupa gücünün, arkalarında olduğunu hissedince sorunlar çıkarmaya, örgütler kurmaya isyan hazırlıklarına başlıyorlar.
Bu arada yaşanan olaylarda Osmanlı topraklarında yaşayan misyonerlerin etkilerini görüyoruz. Misyonerlerin faaliyeti, Osmanlı Devleti’ndeki Hristiyanların durumunu başka bir boyuta taşımaya yardımcı olmuştur. 1830’larda Ermeni misyonerleri Anadolu’ya yayılmaya başlıyorlar. 1880’lerde misyonerlerin işgal ettiği kentler ve kasabaların sayısı 394’e ulaşıyor. Misyonerler Osmanlı topraklarında bir ömür geçirmiş olmalarına rağmen olayları sadece Hristiyan bakış açısıyla değerlendiriyorlar. Toplumu bütünüyle kavrayarak, sorunları gerçekçi bir şekilde görmekten çok uzak ve doğru bilgiyi saklayıp çarpıtan bir anlayışa sahip olduklarını görüyoruz. Onları ilgilendiren sadece Hristiyan halkın meseleleri idi. Her şeyden önemlisi, 1870’lerde İstanbul’daki elçiliklerin ve Avrupa basınının tek ve en önemli bilgi kaynağı idiler. Yazar, Misyonerlerin Amerikan kamuoyundaki etkileri nedeniyle bugün bile Osmanlı ve Türk tarihine önyargısız bakılamadığını ifade ediyor.
Yazar özellikle 1870-1895 yıllarında yaşanan problemlere odaklanmıştır. Bu dönemde olayları başlatanların Ermeni ihtilalciler olduğunu görüyoruz. Ermeni ihtilalcilerin hedefinin, Türkleri kışkırtarak Ermenilere saldırtmak ve böylece Avrupa’nın desteğini almak olduğu görülüyor. 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde Hristiyanların İslamiyet aleyhinde tartışmaları, Avrupalı güçlerin Osmanlı topraklarındaki maddi çıkarları, Yabancıların Hristiyan Osmanlıların durumuna gösterdikleri ilgi ve bu halkların istekleri bir noktada birleşiyor.
Bu süreç Kırım Savaşını bitiren Paris Antlaşması ile başlıyor, 1878 Berlin Kongresi’yle hız kazanıyor. Böylece Batı, Osmanlı yönetiminin işlerine daha fazla müdahale etmeye başlıyor. 1875-76’da başta Bulgar ayaklanması olmak üzere Balkanlarda yaşanan sıkıntılar ve bu isyanların bastırılması sırasında aşırı ve zalimce uygulamalar Avrupa’da büyük propaganda yapılmasına zemin oluşturmuştur. Başta İngiltere olmak üzere Batı Emperyalizmi; çıkarları ile Ermeni sorununu birleştirerek Abdülhamit’e yoğun baskı uygulamıştır.
Türk düşmanı İngiliz Başbakanı Gladstone bunu kullanarak “Bu basit bir Müslümanlık meselesi değildir, belirli bir ırkın özelliklerinin karıştığı Müslümanlık meselesidir. Bunlar Avrupa’ya girdikleri o ilk kara günden itibaren bütünüyle büyük bir kan izi bıraktılar; egemenlikleri altına aldıkları yerlerde uygarlık yok oldu.” ifadelerini kullanarak Avrupa’da kamuoyu oluşturmuştur. Bu çalkantılı dönümde Ermeni meselesi uluslararası gündeme girmiştir. Berlin Kongresi öncesi Ermeniler; Londra, Paris, Roma ve Berlin’de yoğun kulis yapmışlar ve Ermeni bölgelerinde reform uygulamaları gündeme getirilmiştir.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra Ermeni eylemcilerin faaliyeti yoğunlaştı. Van’da Kara Haç Cemiyeti Armenaklar, İstanbul’da Ermeni Vatanperverler İttihadı ve Erzurum’da Anavatan Savunucuları Hareketi. Bunlar ihtilalci eylemlerde çok etkili olmadılar. Buna karşın en etkili hareketler Avrupa’da Hınçaklar ve Rusya’da Taşnaklar tarafından gerçekleştirildi. “Bağımsızlıklarını kazanmak için Ermenilere her yol serbesttir. Türkleri ve Kürtleri nerede ve nasıl olursa olsun bulduğun yerde öldür.” diyorlardı.
Bütün tahriklerden sonra Ermeni isyanları gelmeye başladı. 1881’de Zeytun, 1894’te Sason ayaklanmaları, 1895’te Van isyanı, 1896 Maraş, Antep, Arapkir ve Harput olayları yaşandı. Jeremy Salt, olayların Ermeniler tarafından başlatıldığını, belgelerin geniş kapsamlı çalışmalarla ortaya konması gerekliliğini ifade etmektedir. Ermeniler ayaklanmayı müteakip Avrupa’nın hemen yardıma geleceğini zannediyorlardı.
Bu olaylarda Amerika ve İngilizlerin tek bilgi kaynağı misyonerlerdi. Çok yanlı bilgiler veriyorlardı. Örneğin; Sason olaylarında 269 kişi ölmüş olmasına rağmen binlerce masumun katledildiği bildiriliyordu. Yazar, altı vilayette pek çok Müslüman öldürüldüğünü vurguluyor ancak misyonerlerin buna hiç değinmediğini ifade ediyor.
1894-1896 yılları arasında 5.000 ile 10.000 arasında Müslüman öldürülmüştü. Ermeni sorununu açıklamaya çalışan Avrupa basınında, bu Müslüman kurbanlardan hemen hemen hiç bahsedilmemişti. Aslında Osmanlı yönetiminde Hristiyanlara kıyasla Türkler hep daha çok ezilmişlerdi. 40 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşamış olan konsolos Blunt ve konsolos Palgrave (İngiliz Diplomatlar) 1860-70 yıllarında yazmış oldukları raporlarda, Osmanlı toplumunda zarar görenlerin köylerde ve kasabalarda yaşayan Müslümanlar olduğunu, sorumsuz merkezi yönetimde hiçbir şekilde temsil edilmediklerini, şikayetlerini iletebilecekleri hiçbir yer olmadığını bildirmişlerdi. Hristiyanların ise ellerinin altında konsoloslukları, temsilcilikleri ve bazen büyükelçilikleri, ayrıca istinaf mahkemeleri ve haklarını arayan temsilcileri olduğu bildiriliyordu.
Sason’dan gelen haberlerden sonra Ermeni davasının güçlü lobicileri -İngilizler ve diğerleri-Sultanı, Berlin Kongresi’nde verdiği sözleri yerine getirmeye zorluyorlardı. 1895-96 yılları ihtilalci komitelerin Osmanlı silahlı kuvvetleri ile yarıştığı şiddetli çatışmalara sahne oluyor ve binlerce kişi yaşamını yitiriyordu. Jeremy Salt, olayların tablosunu çıkarmaya çalışırken pek çok mektubun/raporun onları yazanın gördüklerine değil, kendilerine anlatılanlara dayandığını unutmamak gerektiğini ifade ediyor. Bilgiler olayın yaşandığı yerin birkaç yüz kilometre uzağında yaşayan misyoner ya da konsolosun anlattıklarına dayanıyordu. Misyoner, tüm Ermenilerin katledildiğini bildirdiği bölgeye gittiğinde, yine hala orada bulunan bir Ermeni’nin ağzından duyduklarını aktarıyordu.
Kayıp sayılarında Ermenileri artırıcı, Türkleri azaltıcı bir eğilim vardı. Bütün Avrupa gazetelerinde Ermenilere yapılan zulüm yürek parçalayıcı bir şekilde anlatılırken, yakılıp yıkılan Müslüman köylerin ve ölen Müslümanların çok azına değinilmektedir. Kuşkusuz her iki grupta da durum iyi değildi. Ermenilerin ve destekçilerinin, Türkleri ve Kürtleri suçladıkları acımasızlıkları kendilerinin de yaptıklarını ve mümkün olduğunda altta kalmadıklarını gösteren bolca kanıt vardır.
Yazar, misyonerleri işgüzarlık ve sağduyu sahibi olmayan kişiler olarak belirtiyor. “Amerikalı seçkin eğitimci Robert Kolejinin müdürü Washburn İngiliz Kraliçesinin resmi kuryesi yerine geçti. Öğretmenler (Misyonerler) burada İngiliz Büyükelçisi ile Evangelik ittifakı kurdular. Zaman zaman New York, Londra ve Boston basınına halkın duygularını derinden etkileyecek vahşet makaleleri verdiler. Haziran 1895’te misyoner Cole, Bitlis’ten Amerikan Sefaretine ve İngiliz Büyükelçiliğine telgraf göndererek Sason’da 65 kişinin açlıktan öldüğünü ileri sürdü ve Sultanın yardım fonunun (Atiyye-i Seniyye) yönetimini eleştirdi. Fakat sonradan anlaşıldı ki Sason’da kimse açlıktan ölmemişti.”
Jeremy Salt, Ermeni sorununu dini ya da etnik bağlamda açıklamanın ve diğer toplumsal olayları göz ardı etmenin meseleyi karıştırmaktan başka işe yaramayacağını ifade etmektedir. 1890’larda yaşanan olaylarda, İngiltere’nin ve misyonerlerin takındığı tavır ve icraatın Ermeni sorununun doğmasına katkıda bulunduğunu belirtiyor. Abdülhamit’i şiddetle suçlayanlara karşı elde somut bir kanıt olmadığını vurguluyor.
Bölgede yaşananların başlangıç noktasının; toplumsal ortam, idarenin ciddi eksikleri, Ermenilere yapılanlar anlamında Kürtleri kontrol etmenin zorluğu, yol ve iletişimin eksikliği, yaşam standardının ve eğitim seviyesinin düşüklüğü, en önemli kültürel dayanak noktasının din olması ve muhafazakar Müslümanların bunu korumaya kararlı olması, dengeyi bozacak gibi görünen her şeye kuşkuyla bakılmış olması gibi nedenler olduğunu söylüyor.
19’uncu yüzyılda Avrupa-Osmanlı ilişkilerinde en önemli ve büyük olayların Abdülhamit döneminde yaşandığını, Abdülhamit’e ilişkin değerlendirmelerin kulaktan dolma olduğunu ve hala İngilizce bilimsel bir biyografisinin olmamasının şaşırtıcı olduğunu belirtiyor. Abdülhamit’in, Ermenileri cezalandırmak için resmi yaptırım uyguladığının bir kanıtı olmadığını vurguluyor. Ermeni sorununun gelişimi sırasında Abdülhamit’in rolünün pek çok etkenden yalnızca bir tanesi olduğunu ifade ediyor.
Eser, Batılı bir akademisyenin birinci el kaynaklardan ve arşivlerden yararlanarak hazırladığı doktora tezidir. Ermeni problemi gibi çok önemli tarihi olaylarda Batılı veya herhangi bir aydını/yazarı değerli kılan olaya adil ve doğru bakabilmesidir. Jeremy Salt’da bu nedenle önemsenmelidir. Yaşanan olaylarda aktarılanlar, söylentiye ve olay sırasında bölgeden yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan misyonerlerin kulaktan dolma elde ettiği bilgilere dayanıyor. Günümüzde belge diye anlatılanlar bunlardır. Ermeni soykırımı yoktur diye ifade etmenin dahi suç sayıldığı medeni (!) Batıda, olayları objektif bakış açısıyla anlatan tarihçilerin varlığı çok önemlidir. 2008’de yayımlanan ‘Bildiri’de imzası bulunan Türk Aydınlarının düştüğü durum üzüntü vericidir.
Tabii bu arada Ermeni katliamı ifadeleri ve beyanları ile ödüller alarak ortalıkta dolaşanların da bulunduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bu durum konunun nasılda ticari bir boyut kazandığını, Batı emperyalizmi ahlaksızlığının, Nobel dahil her şeyi ve her türlü değeri nasıl kullanabildiğini açıkça göstermektedir. Ülkemizde aydınım diyerek ticaret yapan sahtekarların bilinmesi gerektiği gibi, tüm yabancı dürüst tarihçilerin de yakından tanınması, tercüme edilmesi, kıymetlerinin bilinmesi önem arz etmektedir.
Hristiyan misyonerlerin, Avrupalıların fikirlerini büyük ölçüde etkilediğini düşünürsek, Avrupalının bize ilişkin düşüncelerini algılayabilmek için misyonerlerle ilgili anılar, raporlar, ciddi hazırlanmış tüm dokümanlar mutlaka Türkçeye çevrilmeli, misyonerlerin gerçeklerden kopma/yanıltma noktaları belirlenmelidir.
Emperyalizmin 150 yıl önceki klasik oyunları kitapta açıkça görülmektedir. İngiliz diplomasisi çok titiz, ayrıntılı çalışıyor, küçük kazanımlarla işe başlıyor. Osmanlı topraklarındaki Hristiyanların yaşam şartlarının düzeltilmesi, iyileştirme ve reform yapılması, yarı özerklik, özerklik, hamilik elde edilmesi vb. bunun peşine düşerek sıkıştırma, olaylar çıkarma, isyanı teşvik etme ve ortam uygun olduğunda da tavizler koparıp hedeflerin gerçekleştirilmesi. Bu karışık ortamda Osmanlı Devleti azar azar parçalanırken, İngilizler 1878’de Kıbrıs üzerinde haklar elde etmiş ve müteakiben 1882’de de Mısır’ı işgal etmiştir. Bu gün dahi bu uygulamaların benzer örnekleri görülmektedir.
Sorunların çözümü için 150 yıl önce yaşananları bilimsel olarak çok iyi tahlil edip ona göre adımlar atılmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Akla geldiği anda strateji değiştirmekle sorunlar çözülemez. 150 yıldır Balkanlarda, Müslüman Arnavutların kopuşunda, Ermeni olaylarında yaşananları, Batının izlediği yolu, kendi yaptığımız hataları irdelemeden günümüz sorularına çare üretmenin imkanı olmadığı görülmektedir.
Eserde altı çizilmesi gereken bir ifade de şudur. “...On dokuzuncu yüzyılda Evangelist coşku doruk noktasına ulaştı. Diğer Hristiyanlar, Müslümanlar, hatta kafirler mutlak bir doğruya ihtiyaç duyuyorlardı ve eğer mesajının üstünlüğüne dair bir kanıt gerekli ise, Avrupa uygarlığının “somut başarıları” bir kanıt idi. Mutlak doğru ihtiyacı ve başarı birlikte ilerledi. Bu başarılar, ister Arap ister Türk, Orta Asyalı ya da Afgan olsun, ‘Doğu’ ve Müslümanlar hakkındaki indirgemeci görüşü pekiştirdi. Müslümanlar zayıflıklarının farkında idiler, fakat Batı uygarlığının gücünün ahlaki üstünlükte yatmadığını kavrayamadılar.” Bu doğrudur. Bugün dahi geçerlidir.
Batı Emperyalizminin yanında, kendimize yönelik eleştirilere bakıldığında, 135 yıl önce bir Amerikan konsolosunun yazdıkları bugün yaşanmayan şeyler değildir. “Yalnızca Türkiye’yi bilenler ve Türklerle birlikte yaşamış olanlar entrika sözcüğünün kapsamını ve uygulanabilirliğini kavrayabilirler. Despot bir yönetim altında, halkı korumak için değil, yetkilileri gizlemek için hazırlanmış yasalar. Güçlü olanın haklı olduğu, adaletin, daha doğrusu yargının alınıp satılabildiği, halkın çok azı dışında, kuşkucu, kıskanç, alçak, kinci ve eğitimsiz olduğu, ticaretle uğraşmadığı ve çalışmadığı, bir ülkede yaşayan halk, kötülük ve entrika ile zevki, yaşam tarzı haline getirmektedir.” Bu ifadeler tabii ki çok insafsızca, ancak üzerinde düşünmeye analiz etmeye yetecek kadar da gerçeği içermektedir.
Eserde geniş ölçüde Amerikan ve İngiliz kaynaklar kullanılmış, konunun başat unsurlarından olan Rus kaynaklara yer verilmemiştir. Son yıllarda Rus arşivlerini yoğun bir incelemeden geçiren Dr. Mehmet Perinçek, Batılı misyonerlerin Ermeni Sorunu üzerindeki etkisini, birçok kaynak, arşiv, gezgin anlatılarıyla açıkça ortaya koymaktadır. Perinçek’in araştırmalarıyla (1) Jeremy Salt’ın ortaya koyduğu konuların örtüştüğü görülmektedir.
Eserdeki en önemli eksiklik, yazarın da ifade ettiği gibi, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşananlara değinilmemiş 1895-96’dan sonra yaşananların ilave edilmemiş olmasıdır. Savaş sırasında Doğu Anadolu’da Rus-Ermeni işgali sırasında büyük acılar yaşayan ve büyük bir katliama uğrayan Müslüman Osmanlının dramının vurgulanmamasıdır.
Sait Karaduman
Kara Harp Okulu misafir öğretim elemanı / Tarih Kritik - Sayı 2, Ocak 2016
- Jeremy Salt, Emperyalizm, Evanjelizm ve Osmanlı Ermenileri, İstanbul, Tarih/Kuram Yayınları, 2015, 215 sayfa,
- (1) Mehmet Perinçek, Ermeni Milliyetçiliğinin Serüveni, Kaynak Yayınları, 2015
Dr.Mehmet Perinçek
Ermeni Milliyetçiliğinin Serüveni
Ermeni milleyetçi hareketinin serüveni, özellikle de Taşnaksutyun Partisi'nin tarihi yazılmadan geçmişten bugüne Ermeni meselesini anlamak mümkün değil. Emperyalist devletler, Doğu'yu paylaşma projelerinde mutlaka bir araca ihtiyaç duyuyor. Sadece kendi orduları ve sermayeleri sömürgeci planlarını gerçekleştirmek için yeterli olmuyor. Doğu Sorununun emperyalist çıkarlar adına "çözümü"nde mutlaka "içerden" bir harekete de gerek duyuluyor.
Emperyalizm çağında Batı'nın her dönemde bu anlamdaki değişmez "ortakları", bölücülük ve ırkçı/dinci gericilik olmuştur. Emperyalist Batı, milli devletlerin oluşumunu ve onun temeli olan milletleşme sürecini engellemek için hep bu iki araca başvurmuştur. Bu iki araç, milli kurtuluş savaşlarından ya da sosyalist devrimlerden sonra bağımsızlığını elde eden devletlerin parçalanması/diz çöktürülmesi hedefi açısından da elverişlidir. Doğu'nun milli devletlerini ve onların bağımsızlığını silahla ortadan kaldırmak isteyenler, "böl, parçala, yönet" politikası çerçevesinde bölgede kendi planlarına üs olarak hizmet edecek olan bölücü ve gerici akımların iktidarlarında kukla "bağımsız" devletlerin kurulmasını himaye etmekten, bunların haritalarını çizmekten geri durmamışlardır.
Dolayısıyla tarihin akışına meydan okuduğu için arkalarına büyük devletlerin gücünü almadan başarı şansı bulunmayan bölücülüğün ve ırkçı/dinci gericiliğin tek umudu emperyalizm olmuştur. Bu hareketler, doğal olarak siyasal planda işbirlikçi bir karaktere sahiptir. Nasıl ve hangi amaçlarla yola çıkmış olurlarsa olsunlar, varacakları başka bir nokta yoktur. Bu işbirlikçi hareketlerin emperyalist planlar adına kitleleri seferber etmek ve milli devletle milletin temelini dinamitlemek açısından ideolojik planda ırkçı/dinci bağnazlığı körüklemesi de kaçınılmazdır. Batı'da çizilen haritaların hayata geçirilmesi için uygun zemin yaratmak üzere eylem planında da terör (saldırganlık) benimsenen esas yöntemdir.
Kısaca ifade edecek olursak emperyalizm çağında emperyalizmle bölücülük ve gericilik arasında doğal bir "ittifak" vardır. Bu "ittifak" ezilen dünyada kendisini terörle, içsavaşlarla göstermektedir. Tabii bu "ittifak"ta da sözü geçen emperyalist devletlerdir. "Ortaklar"dan diğerinin iradesi söz konusu değildir. Emperyalist planların arabasına koşulmak dışında başka bir yolu yoktur; ta ki rolünü tamamlayıp bir kenara atılana dek. Dolayısıyla onları hep hayal kırıklığıyla biten bir son beklemektedir.
İşte Taşnaksutyun Partisi ve bağnaz Ermeni milliyetçi hareketleri bunun tipik birer örneğidir, yukarıda ortaya konan kalıba birebir oturmaktadır. Taşnaklar, dönemine göre İngiltere'den Rusya'ya, Japonya'dan Nazi Almanyası'na ve Amerika'ya kadar büyük devletlerin güdümünde faaliyet yürütmüşler, devamlı surette onlardan medet ummuşlardır. Ermeni meselesini elinde tutan kuvvete göre vuracakları hedefi belirlemişlerdir. Bir bakıma bağnaz Ermeni milliyetçiliği tarihi, emperyalizmle işbirliği tarihidir. Taşnak ideolojisi, ne kadar "devrimcilik" maskesi taşısa da şoven ve gerici fikirlere saplanmıştır. Bağnaz Ermeni milliyetçiliğinin ideolojisi, etnik temelli Ermeni-Türk/Kürt, özellikle kilise eliyle din temelli Ermeni-Müslüman karşıtlığının yaratılmasında önemli rol oynamıştır. Taşnak terörü ise karşılıklı boğazlaşmanın fitilini ateşlemiş, emperyalist devletlerin Ermeni meselesi üzerinden bölgeye müdahalesinin zeminini yaratmıştır. Taşnakların işbirlikçi, şoven ve saldırgan karakteri, bölge halklarına verdiği zarar kadar Ermenilere de pahalıya mal olmuştur. Büyük devletlerin planlarında rol alıp bir köşeye atılmak ardından sırtını dayayacağı yeni bir güç aramak olağan hale gelmiştir.
Bağnaz Ermeni milliyetçiliğinin ve onun en önemli temsilcisi Taşnakların tarihi, sadece Ermeni meselesinin anlaşılması açısından değil, bugüne dersler çıkarmak bakımından da incelenmelidir. Hrant Dink'in 25 Nisan 2006'da Malatya İşadamları Derneği'nde yaptığı konuşmadaki sözleri bunun en doğrudan ifadesidir:
"Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol neyse, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeni halkı onlara güvendi, kendilerini Osmanlı'nın zulmünden kurtaracak sandı. Ama yanıldılar. Çünkü onlar geldiler, kendi işlerini, kendi hesaplarını yaptılar. Çekilip gittiler ve burada kardeşi kardeşle kan içerisinde bıraktılar. Ve bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey. Amerika geldi Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere. Kürt kardeşlerimiz için orası bir çekim alanı mı oldu, ne oldu başka bir şey mi oldu? Ümit mi oldu? Bu çok tehlikeli bir gidiş. Amerika bu. Gelir, o kendi hesabını yapar işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Ondan sonra da burada tekrar insanları burada kendi didişmesi içinde bırakır." (1)
İşte elinizdeki çalışmamız geçmişten bugüne derslerle dolu Ermeni milliyetçiliğinin serüvenini ele alıyor. Bu serüvenin yazılması, diğer taraftan 100. yılında "Ermeni soykırımı" iddialarına bir yanıt niteliği de taşıyor. 1915 olaylarını anlamak, sadece o yılı, sadece Birinci Dünya Savaşı dönemini incelemekle mümkün olmuyor. Daha 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 1915'e giden süreç ve sonrasında seyrettiği yol taşların yerli yerine oturtulmasını sağlıyor.
Bu bağlamda ele aldığımız kitabımız, esasen yeni belge ve kaynaklar değerlendirilerek hazırlandı. Ermeni meselesi üzerine şimdiye kadar yaptığımız çalışmalar, mutlaka bu kitabımızı tamamlar nitelikte. (2) Ancak önceki çalışmalarımızı çok gerekli olmadıkça tekrar etmediğimizi, şimdiye kadar gün yüzüne çıkartılmamış kaynaklara ve onlardan çıkan sonuçlara ağırlık verdiğimizi ifade edelim. Ayrıca yayıma hazırladığımız doktora tezimizde özellikle Taşnak Ermenistanı dönemiyle ilgili ele alınan konulara bu kitabımızda yer vermedik. (3)
Kitabımızda yoğunluklu olarak çoğunluğu dünyada ilk kez yayımlanan Rus devlet arşiv belgelerinin yer aldığını da ekleyelim. Bunların dışında konunun daha iyi canlandırılabilmesi açısından bilinmeyen birçok görsel malzeme ve belgelerin asıllarından örnekler de kullanılmıştır. 15 seneyi aşkın araştırmalar sonucunda kitabımızda belgelerinden istifade ettiğimiz başlıca arşivler ise şunlardır:
- Rusya Askeri Devlet Arşivi (RGVA) (4)
- Rusya Askeri Tarih Devlet Arşivi (RGVİA)(5)
- Rusya Federasyonu Devlet Arşivi (GARF) (6)
- Rusya Federasyonu Dış Politika Arşivi (AVPRF) (7)
- Rusya Film Fotoğraf Belgeleri Devlet Arşivi (RGAKFD) (8)
- Rusya Toplumsal Siyasal Tarih Devlet Arşivi (RGASPİ) (9)
Tarihe not düşmek açısından Ermeni meselesi üzerine yaptığım bu çalışmaların iki sene tutuklu kaldığım Ergenekon davası iddianamesinde, esas hakkındaki mütalaada ve hakkımda verilen 6 sene 3 aylık cezanın gerekçeli kararında suç olarak görüldüğünü de belirtmek isterim. Bu metinlerde Ermeni meselesiyle ilgili çalışmalarım bu konudaki milli hassasiyetleri kullanmak suretiyle "Ergenekon Terör Örgütü" adına faaliyet yürütmek ve propagandasını yapmak şeklinde değerlendirilmiştir. Çarpıcıdır. Ermeni meselesiyle ilgili bilimsel çalışmalar üzerine Dışişleri Bakanlığı ile yaptığım telefon görüşmeleri iddianamenin ek klasörlerine suç delili olarak konmuştur. Ayrıca çeşitli sempozyumlarda sunduğum tebliğler de ek klasörlerde suç delilleri arasında yer almıştır. Bu kitabımın da o metinleri kaleme alanları ve onlara bunları yazdırtanları aynı şekilde rahatsız etmesini diliyorum.
Kitaba dair her türlü katkılarından dolayı Prof. Dr. Işıl Çakan Hacıibrahimoğlu'na, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu'na, Olga Bykova'ya, emekli Albay Necdet Doluel'e, Okan İlci'ye, Maxim Gauin'e, Dr. Erdal Küçükyalçın'a, Can Perinçek'e, Zizek Pamuggio'ya, araştırma yapılan arşiv ve kütüphane çalışanlarına teşekkürü borç bilirim.
Dipnotlar:
(1) "Hrant Dink Neden Hedef Seçildi",Aydınlık, 20 Ocak 2014.
(2) Ermeni meselesini konu eden bu çalışmalarımız için bkz. Mehmet Perinçek, Ermeni Devlet Adamı B. A. Boryan'ın Gözüyle Türk-Ermeni Çatışması, 3. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2007; Mehmet Perinçek, "Rus Belgelerinde Tehcirin Haklı Gerekçeleri", Yapay Sorun "Ermeni Meselesi", haz. Prof. Dr. Mahir Aydın, İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü, İstanbul, 2008; Mehmet Perinçek, Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, Şubat 2013; Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2011; Mehmet Perinçek, Türk-Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar, Kaynak Yayınları, İstanbul, Haziran 2011; L. M. Bolhovitinov, 11 Aralık 1915 Tarihli Resmi Ermeni Raporu, haz. Mehmet Perinçek, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Aralık 2011; Ovanes Kaçaznuni, Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir Şey Yok, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2005; A. A. Lalayan, Taşnak Partisi'nin Karşıdevrimci Rolü (1914-1923),3. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2006; Kızıl Kitap: Güneybatı Kafkas'ta Taşnak Mezalimi, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2006; A. B. Karinyan, Ermeni Milliyetçi Akımları, 3. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Temmuz 2007; Karibi, Gürcü Devleti'nin Kırmızı Kitap'ı, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2007; S. G. Pirumyan, Diasporadaki Taşnaklar, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mayıs 2007; Çarlık Polis Raporlarında Taşnaklar, Kaynak Yayınları, İstanbul, Haziran 2007. Bu kitaplarımızdan bazıları ve burada anmadığımız başka makalelerimiz, İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca, Farsça, İsveççe ve İspanyolca da basılmıştır.
(3) Yakında yayımlanacak olan doktora tezimiz için bkz. Mehmet Perinçek, Sovyet Arşiv Belgelerinin Işığında Türk-Sovyet Askeri İlişkileri: Doğu Cephesi (1919-1922), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 2014.
(4) Rusya Askeri Devlet Arşivi (RGVA), 1920 yılında Genelkurmay'a bağlı olan Askeri Tarih Komisyonu bünyesinde Kızıl Ordu Arşivi olarak kurulmuştur. 1925 yılında bağımsız bir devlet arşivi statüsü kazanmıştır. 1931 yılında Kızıl Ordu Merkez Arşivi, 1941 yılında ise Kızıl Ordu Merkez Devlet Arşivi (TsGAKA), 1958'de Sovyet Ordusu Merkez Devlet Arşivi (TsGASA), 1992'de ise bugünkü ismini almıştır. Arşivde 67282 koleksiyon (fond), 10 milyonun üzerinde dosya bulunmaktadır. Bkz.Putevoditel: Tsentralnıy Gosudarstvennıy Arhiv Sovyetskoy Armii, c.1-2, East View Publications, Minnesota, 1991, 1993.
(5) Rusya'nın en eski arşivlerinden biri olan RGVİA'nın kuruluşu, I.Pavel'in 8 Ağustos 1797 tarihli emrine dayanıyor. Çarlık döneminin en büyük ve temel askeri arşivinde 13 binin üzerinde koleksiyon (fond), yaklşaık 3,5 milyon dosya ve 14 milyonun üzerinde mikrofilm bulunuyor. Bkz. Fondı Rossiyskogo Gosudarstvennogo Voyenno-İstoriçeskogo Arhiva: Kratkiy Spravoçnik, Moskva, ROSSPEN, 2001.
(6) Arşivin kuruluşunun kökleri 1920 yılına dayanıyor. Sovyet dönemindeki son adı SSCB Ekim Devrimi Merkez Devlet Arşivi (TsGAOR SSSR). Hem Çarlık hem Sovyet hem de Rusya Federasyonu dönemini kapsayan arşivde 3182 koleksiyon (fond), 5779280 adet de dosya bulunyor, 79047 dosya da fotoğraf saklanıyor. Arşiv, esas olarak yasama-yürütme-yargı organlarının, yüksek devlet kurumlarının (Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, FSB gibi kendi bünyesinde arşiv oluşturmuş organlar hariç), siyasi parti ve kitle örgütlerinin, ayrıca da önemli devlet ve toplum adamlarının kişisel koleksiyonlarını bulunduruyor. Bkz.İstorya Gosudarstvennogo Arhiva Rossiyskoy Federatsii: Dokumentı, Stati, Vospominaniya, ROSSPEN, Moskva, 2010.
(7) Eski adı SSCB Dış Politika Arşivi'dir (AVP SSSR). Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı'na bağlı bulunan arşivde yaklaşık 1,5 milyon dosya bulunmaktadır.
(8) 1926 yılında temelleri atılan arşivde 245217 film, 1140785 fotoğraf, 12075 video dosyası bulunmaktadır. Bkz.Putevoditel Po Kinofotodokumentam Rossiyskogo Gosudarstvennogo Arhiva Kinofotodokumentov (RGAKFD), ROSSPEN, Moskva, 2010.
(9) Rusya Toplumsal Siyasal Tarih Devlet Arşivi (RGASPİ), Rusya Federasyonu hükümetinin 1999 Mart'ında aldığı karar gereği Rusya Yakın Tarih Belgeleri Koruma ve Araştırma Merkezi (RTsHİDNİ) ve Gençlik Örgütleri Belgeleri Koruma Merkezi'nin (TsHDMO) birleştirilmesi sonucunda oluşturuldu. Birleştirilen bu iki arşiv ise 1991 ve 1992 yıllarında faaliyetleri durdurulan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi (SBKP MK) bünyesindeki Marksizm-Leninizm Enstitüsü Merkez Parti Arşivi (TsPA) ve Bütün Birlik Lenin Komünist Gençlik Birliği (Komsomol) Arşivi'nin (TsA VLKSM) isimlerinin değiştirmesiyle kurulmuşlardı. Arşivin esas koleksiyonlarını oluşturan Merkez Parti Arşivi'nin kökleri, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Rus sosyal-demokratlarının yurtdışındaki faaliyetlerine dayanır. Ancak Arşiv, esas olarak Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi'nin (RSDİP) Ağustos 1903'teki II. Kongresi'nin ardından düzenli olarak oluşturulmaya başlanır. 1917 Ekim Devrimi'nin ardından yeni Sovyet devletinin belgelerinin toplandığı bazı devlet arşivlerinin yanında kendi arşivlerine sahip belirli tarih araştırma merkezleri de kurulur. Bunlar arasında Ekim Devrimi ve Rusya Komünist Partisi tarihine dair belgeleri toplama ve araştırma komisyonu (İstpart) oluşturulur. Bu komisyon 1920 Eylül'ünden itibaren Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (RSFSC) Eğitim Halk Komiserliği bünyesinde çalışmalarına başlar. Komisyon, Aralık 1921'den 1928'e kadar da Bütün Birlik Komünist Partisi (bolşevik) (BKP (b)) Merkez Komitesi altında faaliyetlerini yürütür. Oluşturulan diğer iki merkez ise SSCB Merkez Yürütme Kurulu bünyesindeki K. Marx ve F. Engels Enstitüsü (1921-1931) ve BKP (b) MK bünyesindeki V. İ. Lenin Enstitüsü'dür (1923-1931). 1928 yılında parti tarihini araştırma komisyonu, V. İ. Lenin Enstitüsü'ne dâhil edilir ve yapılandırılan yeni kurum, bilimsel çalışmalarının alanını daha da genişletir ve 1929 yılında Merkez Parti Arşivi'nin oluşturulmasına başlanır.1931 yılında da Marx-Engels Enstitüsü ile Lenin Enstitüsü'nün birleştirilmesine karar verilir ve böylece bazı isim değişikliklerinin ardından SBKP (b) MK bünyesindeki Marksizm-Leninizm Enstitüsü Merkez Parti Arşivi (İML TsPA) kurulur.
1920'li ve 30'lu yıllarda yapılan çalışmalar sonunda yurtdışından Marx, Engels ve Lenin'e ait birçok orijinal belgenin yanında Fransız Devrimi'ne, Paris Komünü'ne, 1830, 1848-49 yıllarında Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan'da cereyan eden devrim hareketlerine ilişkin birçok koleksiyon arşive katılır. Ayrıca Babeuf, Bakunin, Bauer, Bebel, Blanqui, Bernstein, Lassalle, Liebknecht, Prudon, Saint-Simon, Feurbach gibi dönemin önemli düşünür ve devrimcilerinin de kişisel arşivleri getirtilir. Eylül 1943'te ise Merkez Parti Arşivi koleksiyonları arasına faaliyeti durdurulan Komünist Enternasyonal'in arşivi de katılır. SBKP'nin bütün organlarının belgeleri arşivlenirken, diğer taraftan da ölen üst düzey parti yöneticilerinin kişisel arşivleri de koleksiyonlara eklenir; örneğin Jdanov, Cerjinski, Kalinin, Çiçerin, Kirov, Orconikidze, Stalin vb.
1950-80'ler arasında da farklı kaynaklardan Arşiv'in geliştirilmesine devam edilir. Sovyetler'deki ve yurtdışındaki arşivlerden, kütüphanelerden, müzelerden, şahıslardan Marx, Engels, Lenin'e veya diğer önemli liderlere ait, uluslararası işçi hareketine, Marksizm tarihine, SBKP'ye ve Sovyet toplumuna dair birçok değerli belge elde edilir. 1 Ocak 2002'de yapılan sayım sonucunda RGASPİ'de 685 koleksiyonun (fond) dâhilinde 2 milyon 100 binin üzerinde arşiv dosyası ve 160 bin müze materyali olduğu tespit edilmiştir. Bütün bu belgeler, Arşiv'de fond-liste-dosya-yaprak numaralarıyla saklanmaktadır. Devlet sırlarını içeren, kanun gereği üzerinden yeterli zaman geçmemiş ve kişilik haklarının korunmasını gerektirecek belgeler dışında bütün koleksiyonlar araştırmacılara açıktır. Koleksiyonlar ise 7 başlık altında toplanmaktadır.
Ermeni Ayaklanmaları Sempozyumu | 3. Oturum: Doç. Dr. Erol KÜRKÇÜOĞLU
Türk Ermeni İlişkileri Tarihi, Doç. Dr. Erol KÜRKÇÜOĞLU
Fransa ve Sözde Ermeni soykırımı - Sinan Meydan, Barış Doster