Translate

28 Temmuz 2015 Salı

Doğu Anadolu'da Nüfus








Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasını ve bu savaşa Osmanlı Devleti'nin İttifak Devletleri safında katılmasını fırsat sayan Ermeniler doğuda Ruslarla, güneyde Fransızlarla ve İngilizlerle birlikte Osmanlı ordusuna saldırmışlar ve masum halkı katletmişlerdir.


1918 yılının son ayları ve 1919 yılı içerisinde İstanbul basını da Vilâyât-ı Şarkiyye üzerinde sıkça durdu. Gazeteler özellikle bu vilâyetlerde bulunan Müslümanların yek vücut olduklarını söylüyorlar, Ermenilik ve Kürtlük iddialarını reddediyorlardı. Yeni Gün Gazetesi 23 Aralık 1918 'de, Vakit Gazetesi 27 Aralık 1918'de, Hadisat Gazetesi hemen hemen bütün sayılarında bu iddialara cevap veriyordu. Tasvir-i Efkâr Gazetesi 14 Aralık 1918'de Kürt ve Ermeni iddialarını reddettikten sonra harpten önce Vilâyât-ı Şarkiyye'nin nüfusunu şu şekilde veriyordu.




(1)Vilâyet........................... İslam........ Ermeni........ Anasır-ı Muhtelife....... Nüfus-ı Umûmi

Van............................ 179.380......... 67.792............. 11.696....................... 259.141
Mamuretü'l-Aziz......... 446.379......... 76.070..............  2.762........................525.211
Erzurum.....................673.279.........125.657............. 12.347...................... 815.283
Bitlis.......................... 309.999........ 114.704............. 12.776...................... 437.479
Sivas......................... 939.735........ 143.406............. 85.299................... 1.168.440
Diyarbakır.................. 492.101.......... 55.891............. 66.948...................... 614.940

Yekûn.................... 3.040.873......... 583.520........... 196.101................... 3.820.494

(1)Tasvir-i Efkar,14 Kanun-ı Evvel 1334/ 14 Aralık 1918, No: 2590



Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Ermeniler bütün gayretlerine rağmen Doğu Anadolu'da nüfus çoğunluğunu sağlayamamışlardır. XIX. yüzyılın başından itibaren Büyük Devletlerin tahrikleriyle harekete geçen Ermeniler bölgede kendilerine ait bir tarih ve devlet oluşturma gayretine girişmişler, fakat bunda başarılı olamamışlardır. Bu başarısızlığın en önemli sebebi, Ermenilerin bölgede nüfus olarak azınlıkta olmalarıdır. Altı Vilayet olarak bilinen Bitlis, Van, Diyarbakır, Mamüretülaziz, Sivas ve Erzurum vilayetlerinde 1912 yılında yaşayan Ermenilerin sayısı 870.000 idi. Dolayısıyla Altı Vilayetteki Ermeni nüfusu toplam nüfusun beşte biri bile değildir.Bu şartlar altında modern bir devlet kurmanın imkansızlığı açıktır. (2)


Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasını ve bu savaşa Osmanlı Devleti'nin İttifak Devletleri safında katılmasını fırsat sayan Ermeniler doğuda Ruslarla, güneyde Fransızlarla ve İngilizlerle birlikte Osmanlı ordusuna saldırmışlar ve masum halkı katletmişlerdir.Yukarıda verilen tablolar tahlil edildiğinde ortaya çıkan genel sonuç şudur: Savaş sona erdiğinde Doğu Anadolu ve Kafkasya’da 1.2000.000 ‘den fazla Müslüman yerlerinden sürülmüş, 1.000.000’dan fazlası da hayatını kaybetmiştir. Anadolu’nun tamamında 600.000 Ermeni ve 2.5000.000 de Müslüman ölmüştür. (3)


Bu sırada göze çarpan diğer önemli bir nokta da, Ermenilerin Türkler tarafından kendilerine yapıldığını iddia ettikleri sürgün ve katliamın daha beterini Doğu Anadolu ve Kafkasya'nın Müslüman Türk sakinlerine uygulamış olmalarıdır. Yalnızca Doğu Anadolu'nun altı vilâyetinde (Erzurum, Sivas, Bitlis, Van, Diyarbakır ve Elazığ) ve Trabzon'da nüfusun yüzde otuzu 1912-1922 yılları arasında ölmüştür. (4) Bu ölümlerin hemen hemen hepsi Ruslar tarafından teçhiz edilerek eğitilen Ermeniler tarafından gerçekleştirilmiştir.




(2) Justin McCarthy, “Ermeni Terörizmi: Zehir ve Panzehir Olarak Tarih”, Ankara Üniversitesi Uluslararası Terörizm Sempozyumu, Ankara, 1984, s.84.

(3) “Eğer Türklerin yaptıkları bir soykırımsa, kurbanlardan daha çok katillerin öldüğü ilginç bir soykırımdır.”McCarthy, “Ermeni Terörizmi...”s.85

(4) Justin Mc.Carthy, Ölüm ve Sürgün, İstanbul, 1998, s.273.





The object of this article is to expose the population of the Provinces of Erzurum, Van, Diyarbakır and Bitlis after the Mondros Armistice. At Paris Peace Conferance Armenians’ population claims were refused with telgraphs came from these provinces governors. These telegraphs showed that the size Turkish population was bigger than the Armenians before and after the World War I in the eastern provinces. Hence these telegrams also proved that there had been no genocide during the war. In this study in addition to the documents ottoman archives the report of foreign observers are also utilized.






MONDROS MÜTAREKESİ’NDEN SONRA VİLÂYÂT-I ŞARKİYYE'DE NÜFUS
Haluk Selvi
pdf   ya da   link







diğer sayılara ulaşmak için linkte sadece sayıları değiştirin


















Kürtçülük ve Kürt Tarihi Yalanları





Kürtleri tarihi ve bir ulus oldukları ile ilgili iddialar temel olarak bir kaç kaynak referans gösterilerek yapılmaktadır. Bunlardan en önemlisi Şeref Han adıyla bilinen Bitlis beyinin "Şerefname" adlı elyazısının orijinali olduğu iddiası ile Rus ordusu için çalışan Fransız oryantalist François B.Charmony tarafından çevrilen ve Saint Petersburg'da basılan kitaptır.


Şerefname'yi Rus subayları sözde İran'daki el yazması eserler içinde bulmuş, Çarın hizmetinde olan Charmony ise şekillendirmiştir. Kitabının pek çok bölümünde Charmony, Kürtleri de bu kitaba dahil etmek için bazı uydurmalar yapmış hatta intihalde bulunmuştur.


Şerefname'yi çevirenler konar-göçer anlamındaki "Ekrad Taifesi" ifadesini "Kürt Ulusu" olarak tahrif etmişlerdir. Kısaca Batı, Ekrad'tan bir Kürt ulusu yaratmaya çalışmıştır. 


Rus ordusu içinde Ermeniler işe ilgili propaganda çalışmaları yapan ve daha sonra Kürt tarihi yazmakla görevlendirilen iki bilim adamı gerçekte ise Rus subayı olan Vladimir Minorsky ve Basili Nikitine tarafından yazılan kitaplar ise 1940 yılından sonra basılmıştır. Şerefname'den sonra en çok ilgi gören kaynaklardır.


Doğu bilimcileri olan Minorsky ve Nikitine, Birinci Dünya Savaşı esnasında Rusların Basra'ya inme hedefleri için Kürtleri ayaklandırmaya çalışıyorlardır.


Siyasi Kürtçülük hareketinin ideolojik bir boyut olarak çıktığı 1898 yılından itibaren "Kürt Tarihi" yaratma gayretleri de görülmeye başlanmıştır. Ancak, tarihte Kürtler ile ilgili en küçük bilimsel bir işaretin olmayışı yukarıda da ifade edildiği gibi V.Minorsky, Basile Nikitine, Mehrdad R.İzady, Cemşid Bender, Bilal Aksoy, Gürdal Aksoy gibi yerli ve yabancı araştırmacıları bir takım teoriler üretmeye sevk etmiştir. Ortada herhangi bir geçerli kaynağa dayanmayan Kürt tarihi kurgusu vardır. Hiçbir Kürdolog henüz Kürtlerin kökenini bilimsel oalrak kanıtlarıyla bulamamış, bu konuda sadece çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Bu nedenle Kürt tarihi çalışmaları bilimsel temelsizlik nedeni ile daha çok Kürtlerin yaşadığı kabul edilen coğrafyalarda yaşayan önceki ırklar ile bağlantı kurma arayışına yönelmiştir.


Sonuç olarak, ortada herhangi bir geçerli kaynağa dayanmayan Kürt tarihi kurgusu vardır...


Tarihte Kürt sözcüğünün geçtiği ilk eser Arap gezgin Mesudi'nin seyahatnamesidir (MS.943). Mesudi ilgili bölümde şunları yazar: "Kürtlere gelince, insanlar onların kökeni konusunda ihtilafa düşmüşlerdir."


Mesudi'den 650 yıl sonra Şerefname'de aynı soy tartışmasına girilecek ancak Kürtlerin soyu bulunamayacaktır. Şerefname'de hiçbir şekilde "Kürdistan" ve "Kürt" kelimeleri geçmez.


Hitit döneminden Türk fethine kadar Kürdistan terimi olmadığı gibi Selçuklu döneminde de Anadolu coğrafyası üzerinde böyle bir tespit ve terim mevcut değildir. İlhanlılar döneminde İran-Irak sınırındaki Cibal denen dağlık bölge Kürdistan olarak anılmakta idi.


Osmanlı döneminde ise Tanzimat sonrası idari değişikliğe kadar 500 yıllık bir evrede resmi kayıtlarda Kürdistan diye anılan bir bölge söz konusu değildir. Osmanlı fermanlarında yer alan Kürdistan ifadesi bir coğrafya olmaktan çok eyalet, sancak, kaza gibi idari birimler içinde yer almış izafi bir terimdir. Bugünkü adlandırma tamamen 19.yüzyılın bir kurgusudur.


Kürdistan, Selçuklu Sultanı Sancar tarafından kullanılmış, bugünkü İran ve Irak bölgesinde bulunan Zağros'ta doğrudan merkeze bağlı bir eyalettir. Bu eyaletin valisi de Türk'tür, Kürt değildir.


Kürdistan terimi yine ekrad'dan türetilmiş, dağda yaşayan, konar-göçer kabilelerin mekanı anlamında kullanılmıştır. Bunun böyle olduğunu Evliya Çelebi'nin seyahat notlarını okurken daha iyi anlamaktayız.


Kürtler için tarih yaratma çabası onlara ayrı bir dil yaratma çabası ile paralel olarak yürümüştür. Tarihsel olarak "Kürt" adı yoktur, yani Kürtçede "Kürt"ün anlamı bulunmamaktadır. Ortadoğu'da kendilerine Kürt adı verilen bir topluluk bulunduğu gerçek ise de, bu insanlar dil bakımından homojen bir durum arz etmemektedir. Kürtçe diye tanımlanabilecek ve tüm Kürtlerin ortak olarak anlayabileceği tek bir dil mevcut olmayıp, dört ana grupta çeşitli lehçeleri kullanmaktadırlar. Kürt tarihi yaratmaya çalışanlar romantik hayal gücü geniş olan bazı tarihçiler ve destan üretenlerdir.


Zazalar ve Aleviler Kürt değildir. Diyarbakır bir Küt şehri değildir. Yakın zamana kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk nüfusu daha fazla idi. Doğu Anadolu'daki pek çok Türkmen ve Ermeni köyü etrafındaki Kürt aşiretlerinin etkisi ile zamanla Kürtçe lehçelerini kullanmaya başlamış ve kendini Kürt sanmaya başlamışlardır.


Kürtlerin dili ve edebiyatı diye tanıtılan eserler de çalıntı ya da tahrifat yapılarak günümüze gelmiştir. Çünkü ellerinde , Kürtçe dedikleri dil veya lehçe ile yazılmış metinler yoktur. En eski denilen metinler bile 1700'lü yıllara kadar geri gider. Kaldı ki 1700 ile 1900 arasında Kürtçe eser sayısı 50'yi , yazar sayısı 10'u bulmaz. Kürtçülerin tek övünç kaynağı olan en ünlü eser Mem-u-Zin (Mem o Zin) adı verilen destandır. Ahmede Hani tarfından 1968 yılında yazılan eserin orjinal metin yoktur. Ancak, Mem-u-Zin'in, Türk Destanı Mem-i Alan'dan bir derleme olduğu ortaya çıktı.


Şerefname'de anlatılan hikayeleri ve efsaneleri de daha sonra Kürtçüler, Kürt efsaneleri olarak adlandırmışlardır. Bu efsaneler Türk, Fars ve Arapların kendi ulusal efsaneleridir.


Kürtçülerin diğer bir büyük tahrifatı Büğdüz Aman olarak geçen Oğuz beyinin adının Boğdaz Ermene olarak değiştirilmesidir. Böylelikle Aman yerine Ermen kelimesi geçirilmiş ve Ermeni bağlantısı kurulmuştur. 


Kürtçülerin diğer bir gayreti ise Selahaddin Eyyübi'yi Kürt gibi göstermektir. Eyyübilerin kökeni olarak gösterilen Divin bir Türk kentidir. Kentin halkı Arşaklı Türkleridir. Oğuz Türklerinin Kınık Boyu'ndan Selçuklular Doğu Anadolu'ya ve Azerbaycan'a geldiklerinde, bölge zaten diğer Kıpçak ve Oğuz boyları tarafından Türkleştirilmişti.


Bugün Anadolu topraklarında yaşayan Kürt kardeşlerimizin büyük çoğunluğu bağımsız bir devlet peşinde değildir. Bu ülkenin bir ferdi olarak birlikte yaşamaktan mutlu ve devletine bağlı kişilerdir. Onların sorunları daha çok ekonomik ve sosyaldir. Bunun için de öncelikle güvenlik sorunu halledilmelidir.


Güvenlik sorunu ise onları kalkan yaparak sözde bağımsız bir Kürt devleti kurma peşinde, kendi siyasi emelleri peşinde koşan terör örgütü ve siyasi uzantılarından kaynaklanmaktadır. Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma hayali, gerçekleşmesi mümkün olmayan ancak bu coğrafyada yaşayan herkese bugüne kadar olduğu gibi acılar çektirmeye devam edecek bir gayrettir. Bunun nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.


- En başta da söylediğimiz gibi devlet olmak için millet olmak lazımdır. Farklı ülkelerde yaşayan Kürtler için ayrı bir ırk, ortak bir dil ve hatta din ve tarihten bahsetmek mümkün değildir. Irak, Suriye, İran ve Türkiye Kürtlerin bir arada yaşaması ve ortak bir kültürü paylaşması mümkün değildir. Irak'ın kuzeyindeki Barzani örneğinde görüldüğü gibi diğer ülkelerdeki Kürtler ile iletişim kurma zorluğunun da ötesinde biri diğerini kendi bölgesinde istememektedir.


- Uluslararası konjüktür dört devletin sınırlarının arasında ayrı bir Kürt devletine hiçbir zaman müsade etmeyecek, böylece bir boşluk her zaman baskın olan komşu devletlerden biri tarafından doldurulacaktır. Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesi ABD'nin bölgesel çıkarları ve bölgedeki petrolü çekmek için suni oalrak oluşturulmuş, geçiçi bir Amerikan adasından başka bir şey değildir. Batılı güçlerin bir Kürt devleti kurma illüzyonu bu çıkarlar denkleminin geçmişte olduğu gibi tuzağıdır.


- Bugün Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımızı bağımsız bir Kürt devleti hayali ile etkilemeye çalışan PKK ve siyasi uzantılarının tasfiye olması daha önce de yapıldığı gibi çok zor değildir. Terörle mücadeleye dönülmesi halinde, Irak'ın kuzeyine yapılacak orta ölçekli bir harekat bile 1990 öncesi ve 1994-1995 yıllarında olduğu gibi PKK'nın kısa sürede bir kez daha tasfiyesini sağlayacaktır.


- Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı olduğu ve zamanı gelince bu hakkı kullanacakları yönündeki uluslararası hukuka yönelik beklentiler de boştur. Bu hak 1970'li yıllara kadar sadece sömürge durumuna düşmüş ülkelere tanınmıştır. BM düzenlemeleri her şeyden önce devletlerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı esasına göre yapılmıştır. Bunun istisnası devletin ancak söz konusu insan grubuna farklı muameler yapmasıdır ki, Türkiye için bu hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.


1920'li yıllardan itibaren Kürtlerin yaşadığı dört ülkeden demokrasi ve insan hakları açısından en gelişmiş devlet olan Türkiye'de, etnik kökeni Kürt olan vatandaşlarımızın gerek anayasada yer alan temel hak ve özgürlükler ve gerekse insan hakları konusunda tanınan haklar ve esaslar nedeniyle ekonomik, siyasi ve sosyal haklar anlamında en gelişmiş Kürt nüfus oldukları görülmektedir. Kürt etnik kökenli vatandaşlarımız Türkiye'de azınlık veya ayrı bir yerli halk değil, bu devletin kurucu asli unsurlarından birisi olarak Türk Milleti'nin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Kürtlerin en fazla özgür olduğu, en iyi eğitim aldığı, en rahat ettiği ve ülke yönetiminin her kademesinde görev aldığı tek ülke Türkiye'dir.




Doç.Dr.Sait Yılmaz 
Kürtlerin Kökeni ve Kürtçülük







İlgili















Türkiye Yunanistan İlişkileri








"Yakın Tarih bildiğiniz gibi değil, size anlatıldığı gibi değil" diyerek "20 Dolar 20 Kilo: 1964 Rum sürgünüyle yüzleşme!" adı altında 4 Mart 2014'te Tütün Deposu'nda bir açılış yapılmıştı. 

Projenin koordinatörü Salih Erturan : video
Haber şu şekilde verildi:

Bundan tam 50 yıl önce Kıbrıs sorunu bahane gösterilerek ve basının kara propagandası altında 12 bin Rum vatandaşı İstanbul'dan zorla sürgün edildiler. Çok kısa bir sürede sınırdışı edilirken, yanlarında sadece 20 dolar para ve 20 kilo eşya almalarına izin verildi.

Babil Derneği (Bağımsız Araştırma, Bilgi ve İletişim Derneği) Türkiye'de aslında pek de bilinmeyen 1964 Rum Sürgünü'nü '20 dolar 20 kilo' projesiyle tartışmaya açtı. Projeyle aynı ismi taşıyan sergi; sürgün mağdurlarıyla İstanbul, Atina ve Gökçeada'da (İmroz) gerçekleştirilen görüşmeler ve 1 yıllık çalışmanın sonunda  Tütün Deposu'nda izleyiciyle buluştu. Sürgün ve terk etme kavramları etrafında sizi adeta bir gümrük salonunda beklemeye ve düşünmeye davet eden '20 kilo 20 dolar' sergisi 1 ay boyunca ziyarete açık kaldı, daha sonra Ankara ve Atina'ya gitti..... haber linki:






* Ama gerçek, öyle dedikleri gibi değildi





Geçtiğimiz günlerde Babil Derneği (Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği) tarafından, Tophane Lüleci Hendek Caddesi'ndeki eski Tütün Deposu'nda, 1964'te Türkiye'de yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu olarak sınır dışı edilmelerinin 50.yılı vesilesi ile düzenlenen sergi birçok medya organında "Bilinmeyen Sürgün" ya da "1964 sürgününün gizli yönleri" başlıkları altında yayınlandı.


15 Mart'ta da bahsi geçen sergi mahallinde "İstanbul'un Son Sürgünleri" başlıklı, Rıdvan Akar, Cengiz Aktar, Ceren Sözeri, İlay Örs, Samim Akgönül, "sürgün mağduru" Dionysinos Angelopoulos ve Eirini Fragkou ile İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu temsilen Mihail Mavropoulos'un konuşmacı olarak katıldığı bir panel düzenlendi....


Babil Derneği yetkililerine göre: "Yakın tarih bildiğiniz gibi değil, size anlatıldığı gibi değil" dir...Babil Derneği; 1964'te Türkiye'de yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu olarak sınır dışı edilmesini bir "Techir" olarak kabul etmektedir ve önümüzdeki Ekim ayında (2014) Bilgi Üniversitesi'nde bu konuda ayrıca uluslararası bir konferans da tertipleyeceklerdir. 




"1964 Sürgünleri: Türkiye Toplumunun Tek Tipleştirilmesinde Son Dönemeç" adlı uluslararası konferansa ev sahipliği yaptı. 31 Ekim- 1 Kasım tarihleri arasında konferansta, İstanbullu Rumların 20'nci yüzyılda maruz kaldıkları en büyük kitlesel göçe neden olan 1964 kararı ve sonuçları değerlendirildi. Konferansa sürgünü yaşayanlar da katıldı. Konferans, "20 Dolar 20 Kilo" adlı serginin açılışıyla sona erdi. " Basın Kasım 2014




Geçtiğimiz yüzyılda dünyanın birçok yerinde maalesef trajediler yaşanmış ama bu trajedileri yaşayanlar ile yaşatanlar bir noktada barışmaya çalışmıştır. Bu konuda Nazilerin Yahudilere yaptıkları ya da Amerikan'nın Japonya'ya attığı atom bombalarını (ki Japonya teslim olduktan sonra atılmıştır-SB) ve daha birçok örnekleme yapmak mümkün...


Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'de yaşanan "Varlık Vergisi" ile "6-7 Eylül Olayları" da bu bağlamda gerçek birer trajedidir. 1942'deki "Varlık Vergisi" TBMM'de kabul edilmiş, kanunla salınmış bir vergidir ve iç kamuoyu ile uluslararası platformlardaki tepkilerin neticesinde kaldırılmış, ancak yürürlükte kaldığı sürede yaşananlardan ötürü ardında binlerce mağdur bırakmıştır.


1955'teki "6-7 Eylül" olaylarının boyutu ise ancak devletin bazı katmanlarının organizasyonu ile oluşabilecek mahiyettedir ve bu hadise de ardında binlerce mağdur bırakmış, hatta bu olayların ardından küserek Türkiye'den göç eden bir dalga da yaratmıştır.


Bu her iki olay da Türkiye'nin ayıbıdır ve tabi ki bunların yaşanmaması gerekirdi. Göz ardı edilmemesi gereken ise bu her iki trajedinin de Türkiye tarafından kabul edilmiş ve mağdurlarına özür ile tazminatların ödenmiş olduğudur.


Son yıllarda Varlık Vergisi ile 6-7 Eylül hadiselerinin yanı sıra başka iki husus kullanılarak Türkiye hakkında gerçek dışı iddialar ortaya atılmaya başlandı. Bunlardan biri 1923/24 Mübadelesi ve diğeri de 1964 sürgünleridir.


Nüfus Mübadelesi; Lozan Anlaşması'nın ardından Lozan'da taraf olan ülkelerin ve Türkiye ve Yunanistan'ın da karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kabul  ve birlikte uyguladıkları bir nüfus değiş tokuşudur ve BM'nin oluşturduğu "Mübadele-i Ahali Komisyonu" tarafından organize edilerek uygulanmıştır.


Mübadele kapsamında Yunanistan'da yaşayan Türk asıllı Yunanistan vatandaşları ile Türkiye'de yaşayan Rum asıllı Türk vatandaşlarının değiş tokuşu sağlandı. Batı Tarkya'da yaşayan Türkler ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada'da yaşayan Rumlar bu mübadeleden muaf tutuldular. Bu göç vesilesiyle mağdur olanların sayısı çok fazladır ama oluşan mağduriyetlerde tek başına Türkiye suçlanamz ve bu bağlamda Mübadeleyi Türkiye'nin yarattığı bir trajedi olarak kabul ve lanse etmek ise tam anlamıyla bir haksızlıktır. Çünkü ahali değiş tokuşunu gerçekleştirmek üzere kurulan uluslararası komisyonda ; Türkiye ve Yunanistan taraflarını temsilen dörder kişi ile BM tarafından (1.Dünya Savaşı'na katılmamış ülkelerden) seçilen üç kişi görevlendirilmiş ve adına kısaca "Karma Komisyon" denilmiştir.


Karma Komisyon görevini 8 Ekim 1923'ten , 21 Haziran 1924'e kadar Atina'da daha sonra ise İstanbul'da sürdürmüş, mübadelenin tamamlanması üzerine de BM tarafından feshedilmiştir.


Yazımızın ana konusu 1964'te alınan bir kararla Rumların, Türkiye'den  gönderilmeleridir. Nasıl ki Lozan'dan sonra ahali değiş tokuşu, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilmiş ise 1964'te de aynı şekilde ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde, Türkiye'de yaşayan Yunanistan vatandaşları, 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan "İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması"'nın iptal edilmesi üzerine sınır dışı edildiler.


Tabi ki 1964'te de çok sayıda mağduriyet oluştu , ama bu olayı tam bir perspektif ile irdelemeden sadece 16 Mart 1964'te başlayan sınır dışı işlemini ele alarak Türkiye'yi suçlamak ve bunun adına "zorunlu göç" ya da "sürgün" demek haksızlıktır. 1964 ile ilgili hakikati iki cümle ile özetlemek mümkündür:




Türkiye 1964'te kendi vatandaşları olan Rumları sınır dışı etmedi!
Türkiye 1964'te Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı etti!



Sürgün tanımlaması, bir ülke kendi vatandaşlarını hudut dışı etmişse kullanılabilir. Her ülkenin toprakları üzerinde yaşayan kendi vatandaşı olmayan kişiler için ikamet izni vermemek, yenilememek ve gerektiğinde sınır dışı etme hakkı uluslararası kurallar gereği vardır.


Burada şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor. Tabii ki 1964'te TC vatandaşı olduğu halde mecburen gidenler de oldu. 1930'dan itibaren Yunanistan vatandaşları ile Rum asıllı Türk vatandaşları arasında evlililk yolu ile aile bağları oluşmuş durumdaydı ve bu tür ailelerin bireylerinden olup zaruri olarak Türkiye'den ayrılanlar da azımsanamaz.


Yazımızın devamında anlaşılacağı gibi; Türkiye ile Yunanistan arasında , Kıbrıs dolayısı ile bir "Savaş Hali" mevcuttu. Bu bağlamda hükümetin esas amacının etnik olarak sadece Yunanlı olanların sınır dışı edilmelerini amaçladığı görülmektedir.


(1993 ile 2007 yılları arasında Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı'nda yönetim kurulu üyeliğimiz oldu. Bu süreçte vakıf belgeleri arasında anladığımız üzere sınır dışı işleminin sadece etnik olarak Yunanlı olanlara yönelik olduğu anlaşılmaktadır.)


İstanbul'daki Bulgar Cemaati'nin mensuplarının büyük bölümü geçtiğimi asırda Yunanistan'daki Ege Makedonyası'ndan gelerek İstanbul'a yerleşmiş kişilerdir. Bunların bir kısmı Türkiye'ye yunan pasaportu ile gelmişler ve süreç için TC olmak için talepte bulunmamışlardır.


1964'te Türkiye'deki Yunan vatandaşlarının ikamet tezkereleri uzatılmayarak sınır dışı edildiklerinde bu kişiler, Bulgar Kilisesi'nden etnik açıdan Yunanlı olmadıklarını gösterir belgeler alarak ve bunları ilgili makamlara sunmak suretiyle sınır dışı edilmemişlerdir. Hatta Türkiye Cumhuriyeti daha sonra özel bir kararname çıakrtarak, Yunanistan vatandaşı olan Bulgar Cemaati mensuplarına kısa sürede Türk vatandaşlığı vermiştir.


1964'te Yunanistan ile Türkiye, Kıbrıs'tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Böyle bir ortamda Türkiye'nin Yunanistan vatandaşlarının ikamet tezkerelerini iptal ederek sınır dışı etmesine neden olan başka husular da var! Bunların en büyüğü Aralık 1963 sonunda Kıbrıs'ta, Rumlar tarafından tarihe "Kanlı Noel" olarak geçen trajik katliamdır.


20 Aralık'ta Kıbrıs'taki Türk köylerinde çok sayıda katliam yaşandı. "24 Aralık Noel Gecesi" Binbaşı Nihat İlhan'ın savunmasız ailesi ; eşi Mürüvvet, küçük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat "Dini Bütün Hıristiyanlar" tarafından hunharca katledildiler!


Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye'de ve Dünya'da büyük infial yarattı. Bu olaydan sonra Kıbrıs'ta 103 köy boşaltıldı, toplamda 25 bin kişi gerçek anlamda kendi vatandaşı olduğu ülkeden "sürgün" oldu. Bu trajik olayın fotoğrafı ise yıllarca akıllardan çıkmadı ve Kıbrıs ile ilgili her olumsuzlukta medyada kullanıldı.


Bu arada 1964 başında bir başka gelişme de olmuş ve Beyoğlu'nda gizli faaliyet gösteren bir Yunan derneği ortaya çıkarılmıştı. Derneğin adı ; "Elliniki Enosis" yani "Helenik İlhak"tı. "Enosis" yani "İlhal" Kıbrıs'ın Yunanistan'a katılmasının simgesi söylemidir.


Kıbrıs Başpiskoposu olmadan önce İngiltere'nin Başpiskoposu olan ve Kıbrıs'a gittikten sonra katliamları tetikleyerek tarihe "Kanlı Papaz" olarak geçen "Makarios" da bu yöntemi daha önce kullanmış, İngiltere'de yaşayan Yunanlılardan zorla bağış adıyla haraç topladığı için ülkeden kovulmuştu.

Aynı yöntemin İstanbul'da da gerçekleştirildiği bu derneğin deşifre olmasıyla ortaya çıkınca ortam daha da gerildi. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda, Türkiye'de böyle bir adla gizli faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemati'nden bağış ya da haraç toplayan bir derneğin varlığı İsmet İnönü Hükümeti'ni harekete geçirdi. Derneğe yapılan baskında binlerce bağış sahibinin adı ortaya çıktı ki bunların büyük bir kısmı Türkiye'de 1930 Anlaşması'na istinaden ikamet eden ve TC vatandaşı olmayan Yunanlılardır.


13 Mart 1964'te ise ortam daha da gerildi! Kıbrıslı Rumlar muhasara altında tuttukları Türk köylerine insani yardım gönderilmesini engellemeye başladılar ve 10 Türk köyüne daha saldırdılar.


Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu ve Türkiye; "İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması"nı, 1930 yılında Türkiye adına imzalayan İsmet İnönü'nün bizzat verdiği bir önerge ile feshetti. Böylece Yunanistan  vatandaşı olanların sınır dışı edilme işlemleri başladı.


1964 Sürgünleri; Sürgün Değildiler.
Günün savaş şartları çerçevesinde kendi vatandaşı oldukları ülkeye sınır dışı edilen Yunanistan vatandaşlarıdır.






Bojidar Cipof
14 Mart 2014



ve

Kıbrıs'ta Son Durum:




Birleşik Kıbrıs Federasyonu!
"Kıbrıs'ta yürütülen müzakereler açısından en büyük sorun Türk tarafının karartma uygulaması ve hangi konuların görüşüldü bilgisinin paylaşılmamasıdır."




104 günde verilecek
Sülamaniye, Şirinköy, Madenliköy, Pile, Kapalı Maraş

6 Ayda verilecek
Taşköy, Düzce

1 Yılda verilecek
Bademliköy, Ömerli, Gaziler, Kırklar

2 Yılda verilecek
Günebakan, Yukarı Yeşilırmak, Gayretköy, Akdoğan, Türkmenköy, İncirli, Çayönü, Güvercinlik, Yukarıderinya

2,5 Yılda verilecek
Aşağıbostancı, Yukarıbostancı, Alayköy, Haspolat, Aşağımaraş, Aşağıderinya, Canbolat Mahallesi , Veyseller Mahallesi, Zafer Mahallesi, Lal Mustafa Paşa Mh., Anadolu Mh.

3 Yılda verilecek
Yedidalga, Gemikonağı, Yeşilyurt, Aydınköy, Güneşköy, Güzelyurt, Kuruçam, Akçay, Yuvacık, Kalkanlı, Zümrütköy, Mevlevi, Karpaşa, Şahinler, Çamlıbel, Serhatköy, Özhan, Gürpınar, Kılıçarlan, Kozan, Alemdağı, Yılmazköy, Şirinevler, AKçiçek, Türkeli, Paşaköy, Vadili, Pirhan, Döryol, Korkuteli

Rumların Yeni İsteği
İnönü, Turunçlu, Aslanköy

Özerk Rum Kantonu
Dipkarpaz, Yenierenköy, Yeşilköy, Sipahi, Adaçay

Türk Bölgesine %20 oranında Rum Yerleşecek


24 Temmuz 2015





Nikos Anastasiadis: 
"Türk askeri çekilmezse çözüm olmaz" 

"Türkiye Kıbrıs'ı Terk Et!"

Kıbrıslı Rumların çirkin paylaşımları



Kıbrıs Rum Yönetimi, Ermeniler'in 1915 olaylarına ilişkin iddialarının 100'üncü yıldönümü dolayısıyla adayı ziyaret eden Ermeni Meclis Başkanı Galust Sahakyan'a jest yaptı. Rum vekiller, Sahakyan'ın meclis ziyareti sırasında soykırım iddialarını reddedenleri cezalandıran yasa tasarısını oy birliğiyle onayladı.!




önceki haberler:





"Dışarıdan desteklenen bu akım evvela Anadolu'da yaşayan Hıristiyan tebaa üzerinde "Yunanlılaştırma" faaliyetleri olarak başladı....Yunan propagandasının örgütlenmesinde en önemli rolü şüphesiz Fener Rum Patrikhanesi oynamıştır. Rum okullarındaki öğretmenler ve papazlar yardımıyla, Anadolu'nun Ortodoks Mezhebi'nde olan Hıristiyan halkına "Helenizm" ruhu aşılandı. Bugün Yunancılığın temel doktirini olan Megali İdea'nın (Büyük İdeal-Büyük Ülkü) temel noktası Türk düşmanlığı üzerinedir ve ideanın şahikası bir gün İstanbul'un Konstantinopolis adıyla yine Yunanistan'ın başşehri olmasıdır." 

"Yunanistan 3 Şubat 1830'da tesadüfen şu anki coğrafyasında kurulmuş bir devlettir."



_____________________




Doğu'da ve Güneydoğu'da Ermeni ve Kürt, Güney'de ve Batı'da Yunan...
Dost diye kucak açtıkların etrafını kuşatıyor, içerideki işbirlikçilerle de altını oyuyor...
Gerçek diye sundukları yalanların Gerçeğini bilmezsen, yeniden 7 düvele karşı mücadele içinde bulursun kendini..
Tüm bu verilerle de, Bizi savaşa doğru ittiklerinin farkında bile değilsin...
SB







EK:
İngiliz temsilci Lord Curzon da mübadelenin zorunlu olması taraftandır. Bu görüşünü de mübadelenin bir an önce yapılmasındaki gerekliliğe bağlamaktadır. Mübadelenin gönüllü olması durumunda bunun aylar alabileceğinden endişe duymaktadır. 


Lord Curzon yaptığı konuşmada konumuz açısından önemli olabilecek rakamlar da vermektedir. Curzon’un verdiği bilgilere göre Küçük Asya’da 450.000 Rum kalmışken, Yunanistan’daki Türk nüfusu 450-480 bin kadardır. Curzon Türkiye’deki Rum nüfusunu hesaplarken İstanbul’daki Rumları bunun dışında tutmuştur. İstanbul’la ilgili verdiği rakam 1914 yılma ait 400 bin Rum nüfusudur. Fakat bu nüfus içinde Yunanistan’a göç eden önemli bir kesim vardır. Öte yandan Yunanistan’daki Türk nüfus içine Batı Trakya’daki 124.000 Türk dahil edilmiştir. 


Mübadelenin zorunlu olması fikrini destekleyen Curzon, İstanbul’daki Rumların bunun dışında tutulması gerektiğini söylemektedir. Çünkü Curzon’a göre “bu Rum nüfusun sınırdışı edilmesi, Türkiye’nin kendisi için de ekonomik ve endüstriyel bir kayıp olacaktır” . 

Curzon’un verdiği rakamlara İsmet Paşa itiraz etmiştir. Kendisi kesin bir rakam vermemekle birlikte 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nda hiç bir zaman 1.600.000 Rumun yaşamadığını belirtmekle yetinmiştir. Ayrıca İsmet Paşa’ya göre Yunanistan’daki Türk nüfusla ilgili rakam gerçeğin çok altındadır.


H.Cevahir Kayam
Lozan Barış Andlaşmasına Göre Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ve Konunu TBMM'de Görülmesi
link











_____________________


Efendiler ! 
Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin (Akdeniz Bölgesi’nin) ikmal yolları tıkanmıştır. 
Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir. 


Düşmanım düşmanlığından vazgeçinceye kadar ben de onun amansız düşmanıyım. 
Kemal Atatürk




____________________










24 Temmuz 2015 Cuma

Yurtta Barış, Dünyada Barış....







"Yaza Savaşta olacağız açıklaması yapan Nato"
"Senior NATO Official Claims We’ll Be at War by Summer"


_______________________________________________



"Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde korkunç saldırı..." 
Basın 20 7 2015


 "Suruç bombası Türkiye’yi Irak’ın makus talihine sürüklemek üzere."


___________________________


Her şeyi unutun...
PKK’yı, YPG’yi, PYD’yi, IŞİD’i... Tüm harflerin açılımlarını silin hafızanızdan... Sadece dün Suruç’ta havaya uçan gençlerin annelerinin, babalarının yerine koyun kendinizi...
Ne hissediyorsunuz?

Hisler bitiyor değil mi?
Tüm kuşlar, böcekler susuyor. Hatta uğuldayan kent bile sessizliğe gömülüyor. Gözünüz kararıyor, başınız dönüyor!
Geriye... Hollywood işi kötü aksiyon filmlerinin Ortadoğu sahnelerinde görmeye alışık olduğumuz türden bir sahne kalıyor:
Ne diye bağırdıkları tam olarak anlaşılamayan gençler...
Ellerindeki pankart...
Net olarak anlaşılmayan bir slogan...
Bu sloganda öne çıkan bir kız sesi...
Sonra pankartın havalanan sağ tarafı...
Aynı anda duyulan korkunç bir
patlama...
Ve kaçarken gökyüzünü, ağaçları çeken kamera... Fonda duyulan korkunç haykırışlar!

Daha olayın ne olduğu belli olmadan HDP’li Milletvekili Leyla Güven bağlanıyor bir kanala ve “TC”ye sayıp döküyor!
İyi de bombayı TC mi koymuş?
Hayır. Zaten bu önemli de değil!
Vur TC’ye, prim yap; ölen çocukların kanı üzerinden... Bu arada o TC’nin vekili olmuşsun, ayda 20 bin liraya yakın maaş alıyormuşsun; hiç önemli değil...
Bombayı koyan alçaklara, o gençleri oraya götüren Kürt ırkçılarına tek söz söyleme, vur abalıya!

Siz yine de her şeyi unutun:
PKK’yı unutun... YPG’yi, PYD’yi, IŞİD’i...
Hatta suçu peşinen TC’ye yükleyen LG’yi unutun...
Onun partisi HDP’yi... Uyguladığı abuk sabuk dış politikayla sınırlarımızı kevgire çeviren AKP’yi... Bu çöküşü seyretmekle yetinen CHP’yi, MHP’yi...
Hepsini... Tüm harfleri unutun!
Açılımlarını silin hafızanızdan...
Çünkü... Orada ölen çocukların bırakın adlarını, “harfleri” bile yok görmüyor musunuz?
“En az 31 ölü” diye tanımlıyor ajanslar onları...
“En az 31 ölü...”


Hani hep içinde yaşadığımız çağın en uygar çağ olduğuna inanırız ya...
Boş verin bu masalı!
İnsanoğlu, tarihin en karanlık dönemlerinde bile bu kadar adileşmemişti!
Savaşlar bile daha mertti!
Bu çağ uygar insanların değil, alçak katillerin çağı; çevremiz katil dolu!

Mustafa Mutlu / Basın




GÜNÜN İSYANI

İsyanım, Suruç katliamından sonra, “Canlı bombaya rahmet yakınlarına sabır diliyorum” diye tweet atan AKP İstanbul Milletvekili adayı ve Osmanlı Ocakları’nın İstanbul Gençlik Kolları Başkanı Furkan Gök’e:
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Mustafa Mutlu / Basın





___________________________



-Türk Devletinin binlerce yıllık hafızasını ve her biri birer pırlanta değerindeki bürokratlarını-diplomatlarını yok sayıp, aşağılayacaksın.

-“Pers Prensi” lakaplı bir çocuğu istihbaratın başına getireceksin.
-Kendi Milli Orduna tuzak kurup, terörle boğaz boğaza kavga edip onu yenmiş kahramanlarını zindanlarda çürütüp, “Devlet Refleksini” kıracaksın.

-Sınırları açıp, Ortadoğu’nun bütün it-uğursuz-terörist-canlı bomba sapıklarını ülkeye doldurup, Polisin elini kolunu bağlayacaksın.

-Cemaati devletin en hassas birimlerine kendi elinle sokup, Bakanlıkları Tarikatlar arasında pay edeceksin.

-TC Devletinin kurucularına “AYYAŞ” deyip, PKK Hamisi Barzani’yi “Onur Konuğu” yapacaksın.

-Kendi tarihinle kavga edip, Oslo’da-İmralı’da-Habur’da vatan evlatlarını katleden katillerle kucaklaşacaksın.

-Türk adını her yerden kaldıracaksın.

-Türk Milletinin tüm Cumhuriyet boyunca yaptığı borcun tam üç katını 12 senede yapacaksın ve Cumhuriyetin tüm eserlerini yok pahasına peşkeş çekeceksin.

-Harun gibi gelip KARUN gibi olacaksın, kul hakkı yemekten çekinmeyeceksin.

Sonra Türk Milletine, terör örgütünün siyasi sözcüsü olan bir partiyi şikâyet edip utanmadan yine Türk Milletinden oy isteyeceksin!
Öyle lagara-lugara yok! Önce kendi yarattığın leşleri temizle…

Rifat Serdaroğlu / Basın





_________________________



ŞİD, PKK, PYD, El Kaide, El Nusra, Müslüman Kardeşler ve Özgür Suriye Ordusu dahil hepsi dört dörtlük terör örgütüdür. Bunlar katliamlar yapmışlardır, insanlık suçu işlemişlerdir ve devam etmektedirler. Eğer bu örgütlerden bazılarını siz terör örgütü sınıflandırmasına almıyorsanız samimi değilsiniz demektir. 

Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarları ise ne yazık ki, iyi terörist ve kötü terörist ayrımı yaptı. Suriye’deki yönetimi devirebilmek için teröristlerle işbirliği yaptı ve destekledi. Terörle yatan terörle kalkar. Bugün yaşadıklarımız Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarlarının yanlış ve işbirlikçi politikalarının ülkemize getirdikleridir. Yarın daha kötüsü ile de karşılaşacağız. Çünkü emperyalizm projelerini gerçekleştirebilmek için istikrarı iyice bozmak istiyor, provokasyon yapıyor, Türk-Kürt çatışması ve iç savaş çıkarmak istiyor.

Türker Ertürk / Basın




___________________________



2011 Türkiye İç Savaş Raporu


Terörizm uzmanı Sefa Yürükel, 2003'te Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde gizli bir raporu okuduğunu söylüyor. Rapora göre Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlanıyor. Hatta rapor sanki bugünleri anlatıyor. 2003 yılının Şubat ayı sonu.


Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde terörizm uzmanı Prof.Dr. Toje Bjorge'nin odası. Aynı zamanda Danimarka vatandaşı, Norveç'te yaşayan Sefa M. Yürükel, daha öce araştırmacı olarak görev yaptığı enstitü'den rutin ziyaretlerinden birinde. Prof. Bjorge'nin masasında 35 sayfalık bir rapor Yürükel'in dikkatini çekiyor.


Raporun başlığı "2011 Türkiye İç Savaşı". Yürükel şoke oluyor.
Raporu eline aldığında 35 sayfayı dikkatle okuyor. Sanki daha o yıllarda bugünler tarif edilmiş! Ortada müthiş bir iç savaş senaryosu dolaşıyor! Bu esrarengiz raporun kimler tarafından, nasıl ve ne zaman yazıldığı meçhul. Çünkü raporun kopyasını alamıyor bile. Ama raporun tam anlamıyla bir gizli servis elinden çıktığı anlaşılıyor. "Türkiye için iç savaş senaryosunu yazdılar, şimdi de yönetiyorlar.


-Raporu ne zaman gördünüz?
-Bu raporu 2003 yılının Şubat ayı sonunda Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde gördüm. 2 defa okudum.


-Sizin elinize nasıl geçti?
-Ben daha önce Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde araştırmacı olarak çalıştım. Doğal olarak arada bir uğruyorum oraya.


-Peki, orada nerede okudunuz bu raporu? Kimdeydi rapor?
-Orada terörizm konusunda araştırmalar yapan Prof.Dr.Toje Bjorge'nin odasında okudum. 35 sayfalık bir rapordu.


-Kapağında ne yazıyordu raporun?
-"2011/Türkiye İç Savaş" başlığını taşıyordu. Amerikan İngilizcesi ile yazılmış olup, akademik-istihbaratçı bir kimse tarafından yazıldığı belli oluyordu. Ben rutin akademik araştırmacı olduğum için her akademisyen araştırmacı gibi bunu rahatlıkla anlayabilirim. Daha sonra aklımda kalanları not ettim.


-Bir isim yazıyor muydu?
-Hiçbir isim yazmıyordu.


-Gizli servis tarafından yazılmış bir rapor olabilir mi?
-Her tarafına baktım raporun bulamadım açıkçası bir isim, ibare.
Yalnız şu var çok ciddi bir araştırma yapıldığı ve araştırmanın da çok iyi biçimde teorikleştirildiğini gördüm. Bunu normal bir akademisyenin yazmadığı belliydi. Türkiye' de eli kolu olan kimselerin yazdığını anladım. Belki bir ekip araştırmayı yaptı ama tek elden yazıldığı anlaşılıyordu.


-Sözünü ettiğiniz profesör size bu raporu ne diye verdi?
-Bana "Bu aralar ne araştırması yapıyorsun? " diye sordu. Ben normalde soykırım üzerine çalışırım. Profesöre, "terörizmle uğraşıyorum" dedim. Biraz fikir alışverişinde bulunduk. Masasında bazı notlar, yazılar vardı. Bakabilir miyim dedim. İstediğini okuyabilirsin dedi. Onların arasından çıktı bu rapor. Bazılarını kopya etmeme müsaade etti. Ama o raporu vermedi. Bunun anlamı şu, Rapor sadece belli yerlerde dolaşıyor. Norveç Uluslar Arası İlişkiler Enstitüsü Norveç devletinindir. Resmi bir kimliği vardır. Buradan diplomatlar çıkartılır. Bütün Norveç'in diplomatları üst düzey yöneticileri bu merkezden elenir. Çok önemli bir yerdir.


-Prof.Toje Bjorge önemli bir isim mi?
-Norveç açısından önemlidir. Fakat ona bu raporu direkt vermemiş olabilirler. 

-Uzmanlık alanı nedir onun?
-Terörizm ve ırkçılık.


-Neden 2011 yılı planlanıyor sizce?
-AB'nin dayattığı kurallar meselesi var. Irak'a müdahale belki daha önceden planlanmıştı, bu zaten doğru, bölgede büyük bir değişiklik yaratılacağı, mesela Büyük Ortadoğu Projesi kapsamı var, bölgede haritanın değişmesi söz konusu. Buna Türkiye de dâhil bütün bu dayatmalarıyla Türkiye'nin buna 2011 yılına kadar dayanabileceğini, ondan sonra da taviz vererek gücünü yitireceğini planlıyorlar.


Bugünlerde yaşanan gerginlik ve çatışma ortamının yoğunlaştırılması planı var. Batılılar tarafından öngörülen senaryo şu anlama geliyor:
Batılılar bu işin senaryosunu hazırlamakla kalmamışlar, aynı zamanda Kuzey Irak'ta ve Batı Avrupa'daki PKK büroları müsamaha görüyor. Burada bir koruma var ve onları da terörist olarak görmüyor.


-Peki, bu raporun hazırlanma tarihi hakkında bir bilginiz var mı?
-Ben 2003 yılında okudum çok önce de hazırlanmış olabilir rapor. Çok önce hazırlanıp bugünleri gösteren bir senaryodur bu rapor.


-Bu rapor Türkiye'de bir iç savaş çıkarmak maksadıyla mı yazılmış peki?
-Hayır, ama rapor Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlandığının tescili özelliği taşıyor. Batılılar genellikle böyle senaryolar hazırlarlar, ondan sonar da arkasına güç koyup harekete geçirirler. Irak' ta olduğu gibi mesela. Bu raporu yazanlar PKK'yı harekete geçiren güçler demek abartılı olmaz. Aynı güçlerdir yani.


-Adres nereye çıkıyor?
-Batılı ülkelerdir. Esas hedef sadece Türkiye değil, İran ve Asya'dır. Direkt CIA diyemem ama bu rapor ABD'ye çok uyuyor. Batının kendi arasında bu konuda bir uzlaşı var anlaşılan. Bu çok net görülüyor.


-Türkiye'de iç savaş çıkartılarak ne amaçlanıyor?
-Türkiye Batı'ya göre çok büyük bir ülke. AB yetkililerinin demeçlerinde de var bu. Türkiye'yi küçültmek istiyorlar. ABD' ye direnemeyecek bir Türkiye olmalı ve haritası değiştirilmeli. Amaç, Kürdistan kurularak Türk devletinin zayıflatılması ve boyun eğdirilmesi. Bu da kendilerinin hassas olarak tanımladıkları, karışık bölgelerdeki etnik çatışmalar çıkartılarak yapılacak. Çünkü bu dünyanın en tehlikeli işidir. Raporda şu da geçiyor, Türkiye' de herkes kendi etnik kökenine göre yolunu seçebilir. Mesela ordu ve polis içindeki Kürtler de Türkler de yolunu seçebilir deniliyor, büyük bir çatışmada. Bu Yugoslavya'da olmuştur. O bakımdan Türk devletinin böyle bir çatışmayı önleyemeyeceği vurgulanıyor. Raporda hazırlanan bu senaryo, geçmiş yıllarda Türkiye'de uygulananın aynısı. Bu kadar net senaryo yazılamaz.


Bunun anlamı; BU SENARYOYU HAZIRLAYANLAR BUNU UYGULAYANLARDIR.
"TÜRKİYE'NİN ESKİ HUDUTLARI KALMAYABİLİR, HARİTASI DEĞİŞEBİLİR"


Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde Sefa Yürükel'in okuduğu raporda 5 bölüm bulunuyor. Her bölümde teorik yaklaşımlar ve senaryolar, iyi rafine edilmiş istihbarat bilgileri yer alıyor.


Sefa Yürükel , "Bizzat yerel işbirlikçiler veya casuslar tarafından verilen bilgilere atıf yapılıyordu" yorumunu yapıyor.


1.Bölüm: Türkiye'nin jeopolitiği ve uluslar arası siyasi coğrafyasına yer veriliyor. Yürükel, "Burada daha çok teorik yaklaşımlar vardı. Bu Türkiye'nin daha çok dışarıya dönük yönünü açıklıyordu" diyor.


2.Bölüm: Türkiye'nin siyasi, sosyal, tarihi, dini, mezhepsel, etnik ve kültürel yapısı üzerine özet halinde ampirik datalarla güçlendirilen rakamların yer aldığı bir bölüm. Bu bölümde özellikle Kürtler-Türkler demografisi ifadeleri altları çizilerek yer alıyor.


Yürükel, raporun bu bölümünde yer alanları şöyle anlatıyor;
Şehir, şehir hatta bazı kasabalar (Kızıltepe, Pazarcık,..vs) gibi yerlerin adı geçiyor ve demografisine örnek olarak yer veriliyordu. Burada esas değinilen karışık oturulan bölgeler biçimindeydi.
Yani Türkiye'nin çatışmaya dönük raporu yazan tarafından etnik demografisi çıkarılmıştı. Buradaki verilerden de hissedildiği gibi Türkiye içerisinden birileri (işbirlikçiler, casuslar, ...vs.) bu raporun yazılması amacıyla çatışma hedefine yönelik olarak çok rafine sayılabilecek hassas ve ayrıntılı bilgi vermiş ve toplamıştı.


3.Bölüm: Rapor'da "hassas bölgeler" diye bir tabir geçiyor. Rapor da ifade edilen Türk ve Kürt etnik kökenden insanların, iç içe ya da sınır bölgeleri olarak Malatya, Erzurum, Maraş, Gaziantep' in bulunduğu yerlerin gelir dağılımı ve siyasi yapısı, ayrılıkçılığa veya devlete karşı çıkışı ya da devlet safında ayrılıkçılığa karşı çıkışa meyilleri ve güç oranında değişken olabilecek durumlar hipotetik olarak ele alınıyor.


4.Bölüm: Devletin ve PKK'nın Güneydoğu Anadolu'daki halk içerisinde etkisi ve bölgedeki stratejik konumu ele alınıyor. Yürükel bu bölümle ilgili de şunları kaydediyor :


-"Raporda sanki burada ikili bir iktidar söz konusu havası veriyordu. PKK' nın harekete geçebileceği NGO ve siyasi bağlantılı güçlerin hassas bölgelerde kontrollü bir çatışmayı yaratıp yaratmayacağı veya Kaosa yol açıp açmayacağı konusunda sorular soruluyordu. Aynı zamanda devletin bu bölgelerde önemli ölçüde zayıf olduğu sadece askeri ve polis gücü ve aşiret gücü olarak varlığını sürdürdüğü fazla bir kitle tabanına sahip olmadığına vurgu yapılıyordu. Yani rapor PKK'yı etnik çatışmaları istediği anda çıkartıp istediği anda da durdurabilecek ve tek muhatap olabilecek bir güç olarak ele alıyordu."


Bu bölümde ayrıca hassas bölgeler dışında Metropol ve turizm bölgelerinde de önemli ölçüde karışık demografik yapının varlığı üzerinde duruluyor ve burada "ayrılıkçı milliyetçiliğin ve ona bağlı toplumun" değişken ve çarpışabilecek ideolojik ve siyasi tutumları fiziki bir çatışma ortamı hazırlayabileceği üzerinde duruluyor.


Süreç 1987 olarak başlatılıyor ve 2011 yılına kadar burada düşük ya da yüksek yoğunlukta çatışmaya varabilecek bir hareketlenme olacağının altı çiziliyor. Yürükel bir noktanın daha altını çiziyor:
"Burada benim dikkatimi çeken bir şey çok kesin ifadeler kullanılması idi. Sanki raporu yazan çatışmanın yani iç savaşın olacağından eminmiş gibiydi."


5.Bölüm: Türkiye'nin iç savaşa doğru sürüklendiği ve sonuçları üzerinde duruluyor. BM, AB, NATO, Batılı ve bölge devletlerinin tutumları üzerinde değerlendirmeler yapılıyor.


Yürükel' in notu şöyle;
"Burada, Batı'nın çok kan akıtılan bölgelere askeri, siyasi ve insani müdahele edebilme olasılığı üzerinde duruyordu. İç savaş terimi kullanılıyor ve bölgede bu iç savaşın yayılma ihtimali dolaylı yardım veya doğrudan katılma şekliyle göz önünde bulunduruluyordu.


Sonuçları üzerinde duruluyordu. Bu bölümde raporun toparlanması yapılıyor.
Türkiye'nin esas mevcut yapısının, Kürt ve Türk demografisi şeklinde ele alınmasının icap ettiğini, 2011'e kadar doğabilecek fiziki çatışma ortamının neler getirip neler gotüreceği, bölgesel ve uluslar arası boyutunun üzerinde duruluyor. Türkiye' nin artık eski hudutlarının kalmayabileceği ve haritanın değişebileceği ve Batı'nın buna karşı çıkmasının söz konusu olmadığı ifadeleri kullanılıyordu.



Saygılarımla
Sefa M. Yürükel,
Antropog & Etnograf
Soykırımlar ve Terörizm Araştırmacısı
Lahey Türklere Soykırımları Araştırmalar Vakfı Başkanı (TGRF)






_________________________








___DARILMAYIN KIZANLAR !, BİZ SADECE "ABD'Yİ" KORURUZ !____



Savunma sisteminin Komutanı Yüzbaşı Van Der Heide, Patriotların 24 saat tetikte olduğunu, olası saldırıya karşı Adana ve İncirlik’i koruyacağını söyledi...



Almanya'dan sonra ABD de 'Patriot'ları çekiyor...

NATO misyonu çerçevesinde Ocak 2013'te Almanya, ABD ve Hollanda'ya ait Patriot füzeleri Türkiye'ye konuşlandırılmıştı. Suriye'den gelebilecek tehditlere karşı Türkiye'nin talebiyle yerleştirilen Patriot füze savunma sistemleri 
şimdiye dek kullanılmadı.
basın Ağustos 2015



Adana’daki İncirlik askeri üssü için hükümet ABD’ye izin verdi. Üsten kalkan uçaklar IŞİD’i vuracak. Bakanlar Kurulu’nun dünkü toplantısında ABD’nin IŞİD’e karşı İncirlik’i sınırlı olarak kullanabilmesi izni çıktı...



Türkiye ile ABD arasında varılan mutabakatın ayrıntıları da ortaya çıkmaya başladı. Buna göre, ABD, İncirlik Üssü’nü Suriye’ye yönelik hava operasyonlarında kullanacak. Buna karşılık, Suriye’nin kuzeyinde Ankara tarafından kırmızı çizgi ilan edilen gelişmeler yaşanırsa, Türkiye’nin güvenlikli bölge oluşturmasına ABD de olumlu yaklaşacak...





Nasrettin Hoca’nın eşeğini aramasını bilirsiniz. Yitirdiği eşeğini, tek mal varlığı, güvencesi, köy yerinde eli ayağı gibi olan eşeğini güle oynaya ararmış. Nedenini soranlara verdiği yanıt unutulmaz:

“Umudum şu dağın ardında kaldı. Orada da bulamazsam yiten eşeğimi, görün bendeki feryadı!”
Feza Tiryaki



______________________






" If you are going to enter this War, We are going to Need to Sell these War to our people!"


'The War You Don't See' (2011) is a powerful and timely investigation into the media's role in war, tracing the history of 'embedded' and independent reporting from the carnage of World War One to the destruction of Hiroshima, and from the invasion of Vietnam to the current war in Afghanistan and disaster in Iraq. As weapons and propaganda become even more sophisticated, the nature of war is developing into an 'electronic battlefield' in which journalists play a key role, and civilians are the victims. But who is the real enemy?


John Pilger says in the film: "We journalists... have to be brave enough to defy those who seek our collusion in selling their latest bloody adventure in someone else's country... That means always challenging the official story, however patriotic that story may appear, however seductive and insidious it is. For propaganda relies on us in the media to aim its deceptions not at a far away country but at you at home... In this age of endless imperial war, the lives of countless men, women and children depend on the truth or their blood is on us... Those whose job it is to keep the record straight ought to be the voice of people, not power."





__________________________




Rusya’ya sığınan Amerikalı ajan Snowden, IŞİD’in arkasında Müslümanları birbirine kırdırmak hedefiyle ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratı olduğunu söylemiş, IŞİD lideri Bağdadi’yi de MOSSAD’ın eğittiğini bildirmişti. 


IŞİD, Irak’ta ilk iş olarak Musul, Telafer ve Tuzhurmatı’yı işgal ederek Türkmenleri bölgeden tasfiye etti. IŞİD, Barzani’ye Kerkük’ü işgal etmesi için İsrail’e de Gazze’yi bombalayıp iki bin kişiyi öldürmesi için fırsat tanıdı. IŞİD, son olarak da PYD’ye de Türkmenlerden boşalttığı alanlara yerleşmesi için zemin oluşturdu!


David Cameron, geçen yıl IŞİD örgütünün amacına ulaşması halinde dünyanın “Akdeniz’in sınırlarına kadar gelmiş bir terörist devletle” karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunmuştu. Cameron, bu sözlerle, IŞİD’e verdikleri görevin, ilk hedefini itiraf etmiş oluyordu: Büyük Kürdistan kurmak için coğrafyayı hazırlamak!


Arslan Bulut / Basın




________________



GAF MIŞŞŞŞ, NE GAFI? GERÇEK !...



“IŞİD güçlerinin eğitimini hızlandırıyoruz. Anbar vilayetindeki Sünni aşiretlerden çıkan gönüllüler de dâhil” dedi.

Sputnik News’un haberine göre söz konusu metinde yapılan düzeltmede bu ifadeler baştan yazılacağına, IŞİD’in İngilizce’deki kullanımı olan ‘ISIL’in yanına parantez açıldı ve ‘Iraklı’ ifadesi eklendi. Beyaz Saray’ın bu ‘düzeltmeyle’ ne söylemeye çalıştığına ise kimse anlam veremedi. Zira cümle bu haliyle de ‘Irak’taki IŞİD güçlerinin eğitiminin hızlandırılacağı’ 
anlamına geliyordu.




Kaldı ki IŞİD organizasyonunun asıl mimarlarından ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi de neredeyse “ABD’nin Suriye’deki kara kuvvetleri” sayan Obama’nın, Erdoğan’a Suruç ve Ceylanpınar saldırılarından dolayı taziyelerini iletmesi gerçekten insanlık adına utanç verici değil midir? Bu davranışın, cinayet failinin cenaze törenine katılmasından ne farkı vardır?

“İki lider Amerika ve Türkiye’nin terörle mücadelede birlik içinde olduklarını vurguladı” diyorlar? 
İyi de alenen “eğit-donat” adı altında terörist yetiştiren kim?








"WE'RE TRAiNiNG iSiL': 
WHiTE HOUSE WEBSiTE CORRECTS OBAMA'S SPEECH BLOOPER"
BY PAUL JOSEPH WATSON : PRESiDENT'S EMBARRASSiNG ERROR DURiNG BRiEFiNG 
AMENDED ON OFFiCiAL TRANSCRiPT...

Alex Jones : Obama Slip: We Train ISIL! 7/7/15
Obama : " Ideality is not defeated by guns, but defeated by better ideas"
Alex Jones : "Here is it translated: This our proxy army funded by neo, to take over the middle east and kill all the christians and we are going to keep giving them weapons to do it, and then we are going to used to take their rights domestically."
" Saudi Arabia is the homeland of radical İslam and it's allied with our criminal government"



__________________________






Yalanlar Üzerine Kurulmuş Küresel Kuşatma



KARA BELA TÜRKİYE'Yİ SARIYOR




'Libya müdahalesi aylar öncesinden planlandı '

Chossudovsky bu karşılaştırmayı zorlama bir "komplo teorisi" olarak düşünecek olanları da, askeri planlamanın mantığını düşünmeye çağırıyor: "Libya örneğinde olduğu gibi bu büyüklükte ve şiddetteki askeri operasyonlar asla anlık olarak oluşturulmaz, önceden düşünülür." diyor.

Ali Külebi,2011


_____________________________





UNDECLARED WW III and TURKISH and HUMANITY GENOCIDE



American foreign policy of the past century, this is what crawls out… invasions … bombings … overthrowing governments … occupations … suppressing movements for social change … assassinating political leaders … perverting elections … manipulating labor unions … manufacturing “news” … death squads … torture … biological warfare … depleted uranium … drug trafficking … mercenaries ….

US and Israel hegemony in the Middle East 

"RUN AWAY , "DEMOCRACY" IS COMING!"

"OPEN YOUR EYES"
"CORPORATE MEDİA LİES"

"ISRAEL IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"US IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"EU IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"CHINA IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"RUSSIA IS ONLY DEFENDING ITSELF!"

ON THE OTHER HAND THEY "SECRETLY" SUPPORT TERRORISM !

AND WHEN THE PEOPLES OF THESE LANDS "ONLY DEFENTING  ITSELF"  IS TERRORISM..

BULL SHIT !!!


Time to End Western Support for Terrorists and War In "Old World".
You Can Be Patriotic, So We Can...
But Patriotism Is Valid Only At Home, And Not Outside !!!!









AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNE HOŞGELDİNİZ !



49,206,934 Germans
41,284,752 Black or African Americans
35,523,082 Irish
31,789,483 Mexican
26,923,091 English
19,911,467 Americans
The surprising number of people across the nation claiming to have American ancestry is due to them making a political statement, or because they are simply uncertain about their direct descendants. Indeed, this is a particularly common feature in the south of the nation, where political tensions between those who consider themselves original settlers and 
those who are more recent exist.
17,558,598 Italian
9,739,653 Polish
9,136,092 French


BU "BÖLÜNMÜŞLÜĞÜ" EN KISA ZAMANDA GÖRMEK ARZUSU İLE !!!







Suudi Arabistan, Katar ve oradaki zenginler. Bugün IŞİD’i sadece devletler değil bu zenginler destekliyor, acayip para akıttılar IŞİD’e, Nusra’ya… Çünkü şöyle inanıyor ruh hastaları; “Bizim düşmanımız Şiiler, Aleviler, bunlar kafir.” Bu oyun değil.










Türkiye Milli Birleşik Cephesi Kurulmalı!
Yüce Türk Milletinin Değerli Evlatları,



1990 başlarından itibaren dünyadaki “Yeni dünya düzeni” , “Yeni Amerikan Yüzyılı” adı altında kurulması amaçlanan ve içerisinde “Turuncu Devrimler”, “Arap Baharı”, Balyoz, Ergenekon vs. adı altında yapılan “Silivri BOP Toplama Kampı” ve “Milliciliği Yargılama” adı altındaki BOP projesinide barındıran bir dizi operasyonlar olmaktadır.


ABD in liderliğindeki Yeni Batı İmparatorluğunun kendi ömürlerini uzatmak için, ABD ve işbirlikçileri: dünya enerji kaynaklarına ve geçiş yollarına el koyma çabaları amacıyla, özellikle İslam coğrafyası diye bilinen siyasi coğrafyada; ağır buhranlar yaratmalarla, savaşlar ve çatışmalar çıkartmalarla, işgal etmelerle, soykırımlar yapmalarla, Batı yanlısı göbekten bağlı siyasi iktidar değişikleri yapmalarla, batı yanlısı muhalefet oluşturmalar, tek yanlı propaganda yapımları, insan hakları ihlalleriyle, devletleri bölme parçalama atılımlarıyla, yeni devletcikler oluşturma girişimleriyle, rejimleri değiştirmelerle, halkları edilgenleştirerek boyun eğdirmelerle belli bir mesafe kat etmişlerdir.


Bu konuda malesef ABD ve diğer batılı emperyalistler, kullandıkları işbirlikçilerle birlikte gayet başarılı olmuşlardır.


Bugün, Yeni Batı İmparatorluğu kurmak için Batı, Anavatanımız Türkiye’de ise, AKP – F Tipi işbirlikçiler, terör örgütü PKK ve NATO cuların da içinde bulunduğu bir grup kullanılarak, etnik ve mezhepsel konular kaşınarak, coğrafik olarak bölmek amacıyla bir iç savaşa doğru sürüklemek istemektedir.


İç barış tehlikededir. Bunun yanında aynı işbirlikçi grup kullanılarak; Milli kurumların iğdiş edilmesi, sınırsız ve taşaronca yabancılar için özelleştirmeler yapılması, yabancılara toprak ve kurumların satışları, işçi ve çifçilerin haklarının ellerinden yavaş yavaş alınması, eğitimin bilim ve akıldışı hale getirilmesi, eğitimde 4+4+4 sistemi ile ABD yanlısı yeni Emevi nesiller yetiştirme çabaları, Üniversitelerin özerkliklerinin ellerinden alınması, öğrencilerin ağır baskılarla karşılaşmaları, medyanın işbirlikçi grup tarafından kontrol altına alınması ve tek yönlü propagandalar yapması, devletteki yolsuzluğun bir alışkanlık haline getirilmesi, TSK’nın bugünkü NATO’cu Genelkurmay Başkanı da kullanılarak edilgenleştirilmesi ve komşularıyla savaşa sürülme çabaları, millici subayların yargılama ve hapishane yöntemleri ile teslim altına alınma çabaları, ekonominin tamamen batı tarafından kontrolü, milli olan herşeye karşı tutum alınması, korku toplumu yaratılması, yargının tamamen ABD ve diğer emperyalistler için siyasallaştırılması, güvenlik-kolluk kuvvetleri ve MİT’in kontrol altına alınması ve PKK gibi terör örgütlerinin muhatap alınması, Barzanilerin bir kısım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları üzerinde etki oluşturma ve yönlendirme çalışmaları, güvenliğin ve iç barışın yok edilmesi, Türkiye'nin ve Türkiye üzerinde Türklerin egemenliğinin, kendi milli ve millet varlığının sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir.


Dışarda ise, Türkiye ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistler ve onların kullandığı işbirlikci grup tarafından, tüm komşularla gergin, savaş isteyen ve bunun için tezkere bile çıkaran, taşaronlaşan, iradesiz, komşuları rahatsız eden ve iç savaş çıkartan terör örgütlerinin üs kurduğu ve silah sağladığı barış düşmanı bir ülke haline getirilmiş ve aynı zamanda bölge ülkeleri, Bağlantısızlar, Çin ve Rusya tarafından dışlanan bir ülke durumuna düşürülmüştür.


Durum yukarda gibi iken, meclis dışındaki milli düşünen güçler ise dağınık, gittikçe ufalan, marjinalleşen, bir araya gelip bir merkez oluşturmayan, zaman zaman da sadece kendi siyasi parti ya da oluşumları dışında başka yerde bir birleşme olamayacağını yansıtan, hatta bir kısmı ise sadece birleşmenin kendi grubu altında olması gerektiği konusunda çağrı bile yapan ve bu konumlarıyla söylemde ve eylemde milli düşünse de asgari müşterekte milli bir cephe oluşturmadan kaçınan, benim arkamdan gelde israr eden ve istese de istemese de bu tutumları ile malesef gayri milli güçlere objektif olarak yardımcı olan bir durumdadır.


Milli Birlik için birlikte hareket etmekteki durum iç açıcı değildir ve vahimdir. Bazı doğru eylemlilikler olsa da, bölünmüşlüğün yarattığı boşluktan dolayı, organize bir birleşik bir cephe yaratılmadığı için, yapılan doğru eylemler belli yerlerin dışına çıkamamakta ve sonuç alıcı bir sürekliliğe ulaşamamaktadır.


Meclisteki muhalefet ise zaman zaman emperyalist Batının emirlerinden çıkmayan işbirlikçi grup ile beraber hareket eden ilkesiz ve eylemsiz bir konumdadır. Artık bu anlamda Meclisin aldığı kararların meşruluğu kalmamıştır.


Kamuoyu araştırmaları ve izlenimler artık Türkiye’nin ve milletinin kimliğinin sorgulandığı durumdan milletin çoğunluğunun rahatsız olduğu ve bir çekim merkezi aradığını doğrulamaktadır.


Millet tedirgin ve çaresiz durumdadır. Tedirginlik, Milletin korktuğundan değil, sindiğinden değil ve akıl sahibi olmadığından değildir. Esas olarak güveneceği bir milli liderlik olmamasındandır. Bu durum çok iyi tespit edilmelidir ve ortak akıl kullanılarak Atatürk’ün yaptığı gibi bunun cevabı verilmeli ve millet bu tedirginlikten ve bilinmemezlikten kurtulmalıdır.


Bugünlerde, Milli Anayasa Forumu, 19 Mayıs, 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık gibi eylemlilikler ve bunun gibi girişimler olumludur. Bunlar kısa ve uzun vadeye yayılan bilgi vererek etkilemeye dayanan eylemlilik ve kamuoyu oluşturma çabalarıdır.


Ama esas olan milli güçlerin bir araya gelerek, milli kongrelerle, milli merkezi yaratacak, milleti milli pratik eylemliliğe çağıracak, milli eylemlilikte örgütleyecek, milletin içine girilerek yönlendirecek ve milleti, milli cephenin içine fiili olarak sokacak ve sonuç alacak, gündem belirliyecek, pro-aktif, ciddi bir koordinasyon örgütlenmesine yani acilen Türkiye Milli Birleşik Cephesi oluşumuna ihtiyacı vardır.


Teorik konular önemli olmasına rağmen öncelik Birleşik Cephe örgütlenmesinde olmalıdır. Çünkü esas yakıcı ihtiyaç olan bugün budur. Milli Anayasa Forumu, ADD, TGB, HES'lere karşı mücadele, Vardiya Bizde ve bunun gibi olumlu oluşum ve girişimler de Milli Birleşik Cephe’nin altında birim olarak yer almalıdır.


Kurulması gerekli olan Milli Birleşik Cephe’nin; felsefesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, ilkeleri devrim kanunları ve Anayasanın ilk 4 maddesi olmalıdır.


Liderlik Milli kongrelerde belirlenmeli ve dönüşümlü olmalı, eylemde ve söylemde asgari birlik yaratılmalı, bölge, şehir, kasaba, nahiye, köy ve mahallelerde en ücra yerlerde bile (Yurtdışında da) hızla örgütlenilmelidir.


Örgütlenme ve örgütlemelerde Türk Milletine aidiyet gösterme ve her yönüyle milli olmak yeterli olmalıdır. Bu örgütlenme her sosyal sınıftan, sivil ve resmi görevli olan her insanı kapsamalıdır.


Milli güçlerin tüm olanakları Cephenin hizmetine verilmelidir.Milli güçler aralarındaki bugün için lüks olan ayrılık ilkelerini, siyasi ve ideolojik yönleri dondurmalıdır hatta bir kenara itlmelidir. Çünkü artık sorun Türk kalmanın, Türkiye’nin Devlet ve Millet varlığının var olma yok olma sorunudur.


Bu bakımdan Atatürk’ü lider kabul eden, onun ilke ve devrimlerine sahip çıkan ve Türklüğe aidiyet gösteren ve milli düşünen her Vatan evladının, artık içeriği ve hedefi Milleti ve Devleti kurtarmak ve büyük ihtiyaç olan Türkiye Milli Birleşik Cephesi’nin oluşumunda yer alması kaçınılmazdır.


Ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" şiarının tekrar hayata geçirilmesi ve Türkiye’nin ve milletin itibarı da buna bağlıdır.


Bu anlamda Ya Milli Birleşik Cephe oluşturulacak Milli bir koordinasyon kurulacak ve Türkiye kurtulacaktır ya da Birleşik bir Cephe oluşturmak için bir araya gelme ve oluşumu oluşturma red edilerek ve benim arkamdan gel çıkmazında ısrar edilerek, Türkiye’nin parçalanmasına ve Devletin ve Milletin yok olmasına ortak olunacaktır. İkinci bir yol artık yoktur.


Yukardaki sebep ve sonuçları bir kez daha düşünerek, Milli güçler bir araya gelmeli ve acilen Milli Cephe’nin oluşumunu gerçekleştirmeleri gerekmektedir.


Bu anlamda Millet artık oluşturulması gereken Milli Birleşik Cephe’de örgütlenmeli ve Türkiye, Devlet ve Millet olarak girdiği çıkmazdan, işbirlikçilerden, emperyalistlerden ve sahte muhalefetten kurtarılmalıdır.


Birlik olunmalıdır. Milletin iradesi yeniden tabii kılınmalıdır. Hızlı hareket edilmelidir. Cephe kurmak için kaybedilecek bir saniye bile zaman yoktur.


Bu anlamda, her Türk evladına ve kendini milli kabul eden her örgütlenmeye acilen Milli Birleşik Cephe’nin kurulması için bir araya gelmesi, Cephenin hayata geçirilmesi ve Kurtuluş için sonuç alınması anlamında bu çağrıyı yapıyoruz.


Şimdiden mücadelenizde başarılar dileriz.
Haydi Türkiye Milli Birleşik Cephesi’ni Kuralım!
Bir olalım, İri olalım, Diri Olalım Türkiye’yi Kurtaralım!
Ne Mutlu Türküm Diyene!



Sefa M.YÜRÜKEL, 14 Aralık 2012
Lahey Türklere Soykırımları Araştırma Vakfı Adına, Başkan - Lahey, Hollanda




______________________



Lord Curzon akşam ABD Temsilcisi Mr.Child ile birlikte İsmet Paşa'yı ziyarete geldi. Havadan sudan konuştular. Lord Curzon konferansın iyi gitmediğinden yakındı.  Ayrılmadan önce tane tane şöyle dedi:

“Bir neticeye varacağız ama, biz memnun ayrılmayacağız. Hiçbir konuda bizi memnun etmiyorsunuz. 
Her dediğimizi, makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. 
Hepsini reddediyorsunuz.
En sonunda şu kanaate vardık ki ne reddederseniz, her birini cebimize atıyoruz.  Ülkeniz haraptır, imar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? 
Para bugün dünyada bir bende vardır, bir de şu yanımdakinde. Unutmayın, ne reddederseniz, hepsi cebimdedir. 
Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı? 
Para kimsede yok, ancak biz verebiliriz. 
Memnun olmazsak kimden para alacaksınız, harap bir ülkeyi nasıl kurtaracaksınız? 
İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, 
bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkarıp size gösterecek, önünüze koyacağız.” 

Yeni Lord Curzonların, ustaları Lord Curzon'un uyarısına tam bir bağlılıkla uyduklarını görüyoruz. Keşke Lord Curzon'un 
bu sözleri de Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi gibi basılıp duvarlara asılsaydı, kuşakları uyanık tutsaydı.

TURGUT ÖZAKMAN
CUMHURİYET, TÜRK MUCİZESİ
Cilt 1, sayfa 199-200-389








“Devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesi ilkesi”
 Lozan Barış Antlaşması
24 Temmuz 1923

"Günümüzde de mazlum ülkelerin emperyalistler karşısında
dayanabileceği bir uluslararası hukuk kanıtı olarak görülmektedir. 
Türkiye, uluslararası diplomaside ısrarla, 
kendisine insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkışan, 
elleri kanlı ve beyinleri-yürekleri kapkara kirli emperyalistlere karşı bu meşru belgeleri başı dik olarak ileri sürmelidir."







Yurtta Sulh Cihanda Sulh











Bağımsızlık ve Özgürlük Benim Karakterimdir...