Translate

8 Nisan 2015 Çarşamba

Sözde Süryani Soykırımı ve Ermeni-Türk Meselesi




 “Süryani Soykırımı diye birşey yok”

TTK Süryani Araştırmaları Masası Başkanı Doç. Dr. Bülent Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sözde Ermeni soykırımı iddiaları gibi son yıllarda yoğunluk kazanan I. Dünya Savaşı yıllarında Süryanilerin de soykırıma uğratıldıkları iddialarının gerçek dışı olduğunu söyledi.

Bu konuda hazırladıkları bir kitap bulunduğunu da belirten Özdemir, hazırlık aşamasındaki kitabın, Osmanlı arşiv belgelerinden çok, yabancı arşiv belgelerine dayandırıldığını ve daha inandırıcı ve ikna edici özelliği bulunduğunu ifade etti. Özdemir, kitabı hazırlarken yurt dışında çok sayıda ülkenin arşivlerinden istifade ettiklerini belirterek, şöyle devam etti: ‘Kasım 2004′de İngiltere Milli Arşivinde dört aylık çalışma ve sonra da Mayıs 2005′te ABD Milli Arşivinde üç aylık çalışma gerçekleştirildi.

İngiltere ve ABD milli arşivlerinde yaptığımız arşiv çalışmalarından çıkan sonuç şudur: Ne Osmanlı Devleti ne de dolaylı olarak bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti, I. Dünya Savaşı yıllarında Süryanilere soykırım uygulandığı iddialarıyla suçlanamaz. Bu konuda yabancı arşiv belgeleri Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Sözde Ermeni soykırım iddialarıyla kıyaslandığında Süryaniler ile ilgili iddialar konusunda Türkiye’nin hiçbir sıkıntısı söz konusu değildir.

Paris Barış Konferansına Süryaniler tarafından kendi tezlerinin de görüşülmesi isteğiyle sunulan dilekçelerde açık şekilde savaşın başında Osmanlı Devletine savaş ilan ettiklerini ve sonrasında önce Rusya ile sonra da İngiltere ile birlikte Osmanlı Devletine karşı savaştıklarını ve binlerce kayıp verdiklerini ifade etmektedirler. Savaşta taraf olmuşlar ve savaş kuralları içinde bir mücadele gerçekleşmiştir. Bu noktada Wigram’ın kitabına koyduğu başlık durumu açıkça ifade etmektedir: ‘Our Smallest Ally’ (en küçük müttefikimiz).’

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Süryanilerin, Rusya başta olmak üzere Fransa ve İngiltere tarafından Osmanlı devletine karşı ‘Truva Atı’ olarak görüldüğünü de anımsatan Özdemir, sözlerini şöyle tamamladı: ‘Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Süryaniler de bazı devletler tarafından kullanılmıştır. Her ne kadar bazı tarihçiler tarafından, Süryanilerin I. Dünya Savaşı’nda çektikleri acıların gerçek sorumlularının, başta Rusya olmak üzere İtilaf Devletlerinin bölgedeki yanlış politikaları ve Süryanilere verdikleri sözleri tutmamaları olduğu vurgulanmakta ise de bugün Türkiye’ye yönelik Süryanilere soykırım yapıldığı iddiaları politik amaçlarla yapılmakta ve tarihi hakikatlere uymamaktadır.

Özellikle, savaş sonrasında değişik nedenlerle Amerika, Avustralya ve Batı Avrupa ülkelerine göç etmiş ve kimliklerini korumak amacıyla örgütlenerek bir diaspora oluşturmuş olan Süryaniler için soykırım iddiaları, Ermeni diasporasında olduğu gibi bir varlık ve kimlik sorunu haline gelmiştir.’

Özdemir, Erciyes Üniversitesi Tarih ve Kültür Kulübü tarafından organize edilen ‘Sözde Soykırım İddialarından Terör Tehdidine Türkiye Süryanileri Üzerinde Oynanan Oyunlar’ konulu konferansta öğrencilerin konuyla ilgili sorularını da cevaplandırdı.

Geçtiğimiz eylül ayında Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nde, Hollandalı Hıristiyan Demokrat Parlamenter Camiel Eurlings’in hazırladığı Türkiye Raporu’nun taslak metninde sözde Ermeni soykırımının yanı sıra, Türkiye’nin sözde Rum-Pontus ve Süryani soykırımlarını da kabul etmesi gerektiği iddiaları ilk defa Türkiye’nin karşısına çıkmıştı.

Bülent Özdemir "Süryani Soykırımı diye birşey yok"
2011, AA haber

2013 Şubat ayında Ermenistan Erivan'a "Sözde Süryani Soykırım" anıtı
İsveç Parlamentosu 2010'da Süryani Soykırımı'nı tanımıştı.... basın link


"Uluslararası 3. Ortadoğu Semineri" başlıklı haberde, "Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Çelik, 450-600 yılları arasında dünyanın en korkunç dinsel katliamlarının yapıldığını belirterek, 'Dönemin Süryani kaynaklarına baktığımızda, Türkler onlar için adeta Allah'ın bir lütfudurlar' dedi.  Mehmet Çelik, Fırat Üniversitesi'nde düzenlenen Uluslararası 3. Ortadoğu Semineri'ndeki 'Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri' adlı tebliğinde, Süryaniliğin bir ırk değil, mezhep olduğunu söyledi.

Çelik, 1914 -1915 yıllarında Ermeniler tehcir edilirken, bir kısmının Müslüman olduğunu, bir kısmının da Süryanilerin arasına karıştığını savundu.  Yurtdışındaki Ermenilerin, 'Biz, Hıristiyan olduğumuz için öldürüldük. Bakın Süryaniler de öldürüldü' söylemlerini güçlendirmek için Süryanilere baskı yaptıklarını ifade eden Prof. Dr. Mehmet Çelik, şunları kaydetti:

'Ermeniler, bunların içinden 20 yılda bir grubu kopardılar. İşte bu grup, Süryanilerin arasına kendisini karıştıran Ermeni kökenliler. Bunlar, cemaat arasında da bölünmeye neden olmuşlar'" şeklinde ifadeler yer almaktadır.  (AA, 02 Kasım 2006).





Bülent Özdemir
Süryanilerin Dünü Bugünü, 1.Dünya Savaşı'nda Süryaniler / Kitap

Süryaniler I. Dünya Savaşı’nın en canlı safhasında yerlerini almışlar ve geriye hüzünlü bir hikaye bırakmışlardır. Bu bağlamda, I. Dünya Savaşı’nda Süryaniler’in durumlarını bilhassa savaşta taraf olan ülkelerin arşivlerinde bulunan kayıtlara dayanarak ve tarih biliminin ortaya koyduğu kurallar çerçevesinde yaşananları inceleyen eser, Osmanlı Devleti’nin tebaası olarak yüzyıllarca aynı topraklarda Türk halkı ile kader birliği yapmış ve halen belli bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında barış içinde yaşamakta olanlar başta olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan Süryanilerin tarihlerine bir katkı sağlayacaktır.








Süryaniler, Süryanice adı verilen Sami dil ailesi içerisinde yer alan Aramice konuşan bir toplum olarak tanımlanmaktadır Urfa, Nusaybin ve Musul başta olmak üzere Kuzey Mezopotamya’da yaşamaktadırlar. Süryani toplumu Hıristiyan bir toplumdur. M.S 1. yüzyılda Kuzey Mezopotamya’da yayılan Hıristiyanlığı kabul etmişler ve Antakya’da ilk kiliselerini kurmuşladır. Süryani kimliği tanımlamasında etnik ve dini kimlik iç içe geçmiş bir şekilde yer almaktadır. Yoğun göç nedeniyle Bugün dünyanın birçok ülkesinde özellikle Avrupa ve Amerika’da yaşamak durumunda kalan Süryani toplumu kendini tanımlamada ve birlik sağlama çabalarında her iki alanda sürdürme çabası içerisindedir. Kimi Süryaniler etnik tanımlamayı ön plana çıkartırken özellikle Ortodoks Süryani kilisesi kilise etrafında birleşmeyi sağlamaya çalışmaktadır. Buna rağmen son yıllarda kilise de etnik ve kültürel milliyet temeline dayalı tanımlamayı kabul etmeye başlamışlardır. Buna göre Süryaniler “medeniyet ateşinin ilk çıktığı en eski kalptir.” Tabii ki bu tarihi gerçeğin en önemli delilleri Süryanilerin bugünkü kullandıkları dil, kültür, gelenek ve görenekleri kısaca yaşantılarıdır.

Ancak tarihsel süreç içerisinde Süryanileri birleştiren kilise Süryaniler arasında ayrılıkların da nedeni olmuştur. Süryani kilisesinde ilk ayrılık, 431 Efes Konsili’nde Hz.İsa’nın Tanrı ve beşeri yönü olduğunu, dolayısıyla iki doğası olduğunu ortaya atan Nestorius’un görüşleri neticesinde meydana gelmiştir. Nestorius’un takipçileri zaman içerisinde Süryanilerle karışarak önce Urfa, daha sonra Nusaybin’de kilise kurmuşlardır. 6. yüzyıldan itibaren de Nesturi olarak adlandırılmaya başlanmışlardır.

Süryani kilisenin ikinci ayrılığı ise 6. yüzyılda gerçekleşmiştir. Hâlbuki 451’de Monofizit itikadı kabul eden İskenderiye doktrini reddedilmiştir. Süryanilerin çoğunluğu monofizitlerin yanında yer almışlardır. Bu süreçte Urfa Monofizit Piskoposu Jacob Baradaeus’a İmparator Justinianus tarafından ayrı kilise kurma izni verilmiş ve VIII. yüzyıldan itibaren Piskopos Jacob’un takipçilerine Yakubiler adı verilmiştir.

Kadıköy Konsili kararlarını kabul eden Hıristiyanlara da Melkailer ya da Melkitler denilmiştir. Tarih yine VIII. yüzyılda Süryanilerin Aziz John Maron’a atfen Maruniler olarak ayrılmasına şahit olmuştur. Süryani Ortodoks Kilisesi için Maruni grubun ayrılması bir son değildir. Nitekim bu defaki ayrılık süreci Haçlı seferlerinden sonra olmuştur.

1181 yılında Katolik olan Süryaniler, Katolik Kilisesine katılma kararı almışlardır. 1667’de Andrew Akhijan, Papa tarafından Süryani Katolik Patriği olarak tayin edilmiştir. 1782’de Halep metropoliti Michael Carve’nin Papa tarafından Süryani Katolik Kilisesi Patriği seçilmiştir. Yine Papa’nın etkisiyle Nesturiler arasında yapılan misyonerlik faaliyetleri sonucunda Musul merkez olmak üzere 1680’de Katolik mezhebini seçen Nesturiler Katolik Nesturi Kilisesini kurmuşlardır. Bu gruba Keldaniler de denilmektedir. 

Zaman içerisinde Müslüman olan Süryaniler için Süryanice bir kelime olan Mhalmoye tabiri kullanılır olmuştur. Süryani Kilisesinin ayrılığı Protestan misyonerlerinin çabaları neticesinde XIX yüzyılda yeniden gündeme gelmiştir. Özellikle İngiliz ve Amerikan misyonerleri Osmanlı tebaası Ermeniler ve Süryanilerin Protestan mezhebine geçmesine neden olmuşlardır. Artık Süryaniler arasında Protestan Süryani Cemaati de vardır.

Süryanilerin ilk patriklik merkezi Antakya idi. Zaman içerisinde Halep, Malatya, Diyarbakır ve Mardin kilise merkezi olarak kullanıldıktan sonra 1293 yılında Patrik Mor İgnatiyos Yusuf Mar Vahap tarafından sürekli ve resmen Mardin’deki Deyrülzafaran (Deyrü’z-Zafaran) Manastır’ı daimi merkez olmuştur. Fakat birçok Patrik, Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi veya yine Mardin’deki Kırklar Kilisesini merkez olarak kullanmayı tercih etmiştir.

Süryanilerin Dünü Bugünü (I. Dünya Savaşı’nda Süryaniler) adını taşıyan kitap, Giriş hariç 6 bölümden oluşmaktadır. Kitabın tamamının değerlendirildiği Sonuç ile son bulmaktadır. Tabii ki kitabın başında Önsöz, Kısaltmalar, Literatür ve Kaynaklar ve Giriş vardır. Literatür ve Kaynaklar kısmında yazar, kitabı yazarken kullandığı kaynakları genel hatlarıyla ele almış ve kategorize etmiştir.

Kitap Tarihsel Süreçte Süryaniler adlı I. Bölüm, yukarıda kısaca bilgi vermeye çalıştığım Süryaniler Kimdir? konu başlığı ile yazar, Süryanilerin kimliği üzerinde durmuştur. Dinsel Farklılaşma ve Misyonerlik Faaliyetleri adı altında Süryani Kilisesi’ndeki ayrılıklara kısaca değindikten sonra misyonerlik faaliyetlerinin Osmanlı Devleti topraklarında kesafet kazandığı XIX. yüzyılda Protestan misyonerlerin Süryaniler arasındaki faaliyetlerini geniş bir şekilde ele 19. yüzyıl Misyonlar Çağı adlı alt başlık ile devam etmiştir. Sadece İngiliz ve Amerikan Protestan misyonerlerinin faaliyetleri değil aynı zamanda Alman Lutheran Kilisesi’ne bağlı misyonerlerin, Rus Ortodoks ve Fransız misyonerlerin faaliyetleri üzerinde de durulmuştur. Misyonerlik faaliyetleri kapsamında Bölgede okullar ve hastaneler açılması dikkat çekicidir. Özellikle Amerikalı ve İngiliz misyonerler, ilk Hıristiyan topluluklardan biri olarak kabul edilen Süryanileri “medeni Hıristiyanlıkla” tanıştırmak amacıyla hareket ettiklerini dile getirmişlerdir (s. 17). Konunun bir başka alt başlığı misyonerlerin Süryanileri nasıl tanımladıkları Misyonerlerin Gözüyle Süryaniler adı altında verilmiştir. Urumiye’deki İngiliz Misyonunun mektubunda Süryanilerin ve misyonun amacı açıkça belirtilmiştir. “ Misyonumuzun buradaki amacı Süryanilerin dinsel ve ruhsal açıdan geliştirilmesi olmasın karşın bizden beklentileri farklıdır… Bizden istedikleri kendilerine politik ve mali açıdan yardım etmemizdir…” (s. 28-29). I. bölüm Osmanlı İmparatorluğu’nda Süryaniler ve Kürt-Süryani İlişkileri başlıklı konuları ile devam etmektedir.

II. bölüm I. Dünya Öncesinde Süryaniler adı altında verilmiş olup, üç ana başlık atında yazar bize konuyu sunmaktadır. Bu konu başlıkları ise Yaşadıkları Bölgeler, Nüfus Hareketleri ve Kültür, Süryani-Ermeni ilişkileri ve Rusya ile İlişkiler şeklinde tasarlanmış ve sunulmuştur. Bölümün birinci konusunu oluşturan Yaşadıkları Bölgeler, Nüfus Hareketleri ve Kültür Süryanileri tanımak anlamında önemli bir yere sahiptir. Süryanilerin yaşadıkları bölgeler, Hakkâri, Dicle vadisi, İran Azerbaycan’ı ve Yukarı Mezopotamya’dır. Bu bölgelerin coğrafi özellikleri yanında Süryanilerin tarihsel süreçte yaşadıkları bölgelerde oynadıkları rol ele alınmaktadır. Bu bölümde ele alınan konular içerisinde yer alan Nüfus ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü ileriki bölümlerde üzerinde durulacağı Süryani toplumunun soykırım iddialarına temel teşkil etmektedir. Yazar, Amerikan I. Dünya Savaşı öncesi Amerikan belgelerine, seyyahların (Fransız Seyyah Vital Cuinet), misyonerlerin ( İngiliz misyoner W. A. Shedd), Profesör A. Yohannan ve Profesör D. Magie’nin verdikleri bilgilere göre Süryani nüfusunu vermeye çalışmıştır. Ayrıca bu başlık altında 1870’lerde hazırlanmış Süryanice el yazmada yer alan nüfus bilgileri de yer almaktadır. Burada dikkat çeken husus verilen nüfus rakamları arasında tutarsızlıkların olmasıdır.

Diğer bir önemli konu başlığı Kayıplar’dır. Kayıplar başlığında I. Dünya savaşı sırasında ve sonrasında Süryanilerin kayıpları ele alınmıştır. Bu kayıplar Süryani Agha Petros’un ve Mor Severios Barsaum’un uluslar arası alanda ortaya koydukları rakamlar esas alınarak verilmiştir. Bölüm, Süryani-Ermeni ve Rusya ile ilişkiler iki alt başlık ile farklı bir yönde değerlendirilmiştir.

Kitabın III. Bölümü, I. Dünya Savaşında İtilaf Devletleri Saflarında Süryaniler adı altında Süryanilerin I. Dünya Savaşında bölgedeki rolleri; Süryanilerin Osmanlı Devleti’ne Savaş İlan Etmeleri, İngiliz Dış Politikasında Süryaniler, Bağımsızlık Sözü Verildi mi?, Urumiye Olayları, ABD Yakın Doğu Yardım Kuruluşu (Near East Relief) ve Süryaniler ve Bakuba Kampı adlı altı alt başlıkla ele alınmıştır. Özellikle kitabın bu bölümü Süryanilerin bölgedeki faaliyetlerini İngiltere ve Rusya’nın savaş sırasındaki politikaları çerçevesinde irdelemesi bakımından önemli bir yere sahiptir. Tabii ki savaş sırasında Süryanilere İngiltere’nin bağımsızlık sözü verip vermediği bugün dahi önem arz etmektedir. Çünkü Süryaniler bu söze güvenerek savaşta yüzyıllardır tebaası oldukları Osmanlı Devleti’nin karşısında İtilaf Devletlerinin yanında yer almışlardır. Savaş sonrasında istedikleri gibi bölgenin kontrolünü ele geçiremeyen Süryaniler bölgeden göç etmek zorunda kaldıklarında İngilizler tarafından Bağdat yakınlarında kurulan Bakuba kampına yerleştirilmişlerdir. Bakuba Kampı başlığı altındaki konuda kampın kuruluşu, buradaki Süryaniler ve faaliyetleri hakkında bilgi verilmektedir.

IV. Bölüm Süryani Diasporasının üzerinde yoğun olarak çalıştığı bir konuya, Süryani Soykırım İddialarına I. Dünya Savaşı ve Süryaniler adı altında yer vermektedir. Bölüm, İnşa Edilmeye Çalışılan Bir Soykırım Miti: “Seyfo”, Midyat İsyanı, Kürtler alt başlıkları şeklinde soykırıma temel teşkil eden anlayışı ve 1915 olaylarını incelemektedir. Birinci başlıkta özellikle Seyfo tabirinin içerdiği soykırım manası üzerinde durulmakta olup, Süryanilerin soykırım iddialarının amaçları açık bir şekilde verilmektedir ki, bu amaç; “…Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırımı reddetmekten vazgeçerek özür dilemesi, akabinde büyük miktarda tazminat talep edilmesi, Lozan Antlaşmasında verilmeyen azınlık statüsünü bugün verilmesi ve nihayetinde Türkiye topraklarının bir kısmını da içerisine alan tarihsel süreçte Süryanilere ait olduğunu iddia ettikleri Kuzey Mezopotamya’da bir Süryani Devleti kurmaktır…” (s. 115). Savaşın yoğun olarak yaşandığı 1915 yılı ermeni tehcir kararının çıktığı ve uygulamaya konulduğu bir dönemde Süryaniler Midyat’ta isyan etmişlerdir. İsyanı süreci Midyat İsyanı başlığı ile ele alınmıştır. Bölümün diğer bir konusu olan Kürtler başlığı adı altında Kürtlerle Süryanilerin ilişkileri üzerinde durulmuştur.

I. Dünya Savaşından sonra Süryanilerin durumu V. Bölümde Savaş Sonrasında Süryaniler adlı başlık adı altında ele alınmıştır. Bu bölümün konuları Süryani Lider Agha Petros, Paris Barış Konferansı ve Süryaniler, Lozan Görüşmeleri, İngiltere ve Unutulan Vaatler, Irak Krallığı, Musul Sorunu ve Süryaniler’dir Bu başlıklar altında verilen konulardan Musul Krallığı konusu bölümün en ilgi çekici konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü İngiltere’nin I. Dünya savaşından sonra Irak’ı yapılandırma çabaları çerçevesinde özelde çoğunlukla Bağdat yakınlarında Bakuba Kampı’nda yaşayan ve genelde bütün Süryanilerin durumu tartışılmıştır. Şöyle ki, doğru tercih yaparak kazanan taraf olan İtilaf Devletlerinin yanında yer alan Süryaniler Türkiye ile Irak sınırının 1924 yılına kadar çizilememesi aşamasında bile daha önce olduğu gibi İngiltere tarafından kullanılmışlardır. Amerika’da yaşayan Süryani Ulusal Cemiyetleri daha Paris Konferansı’na bir dilekçe yazarak Amerika ya da İngiltere’nin mandası altında Hakkari ve çevresinde Süryani Devleti, kurulmasını talep etmişlerdir. (Paris Barış Konferansı ve Süryaniler s. 132 vd. ). Burada dikkati çeken nokta Süryani taleplerinin Paris Barış konferansında dikkate alınmaması ve hatta Lozan Antlaşması’nda bu durumun devam etmesidir. Lozan Antlaşması’nda Süryanilere Ermeniler, Rumlar gibi azınlık statüsü bile verilmemiştir. (Lozan Görüşmeleri s. 142- 146.).

Süryanilere göre kurulacak devlet mutlaka Hakkari ve çevresinde olmalıdır. Bu görüşü Agha Petros, tarafından hazırlanan raporda açıkça ortaya koymuşlardır. Buna göre; … Hıristiyan nüfus hiçbir şekilde İslam topraklarından dışarı çıkarılmamalıdır. Çünkü her bir Hıristiyan, İngiltere’nin ve İtilâf Devletleri’nin sadık birer ajanı ve destekleyicisidir… (s. 139). Bu niyetleri taşıyan Süryaniler, savaşa müttefik olarak girdikleri İngiltere’nin politikaları gereği bağımsız ya da otonom bir devlet arzularına kavuşamamışlar, kaderleri kurulan Irak Krallığı’nın alacağı kararlara bırakılmıştır.

VI. Bölüm, Süryanilerin geleceği konusunda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile Süryanilerin işliklerini ele alan Türkiye Cumhuriyeti ve Süryaniler adını taşımaktadır. Burada ön plana çıkan önemli konu Süryani lider Agha Petros’un otonom Süryani bölge kurulması için Ankara hükümeti nezdinde gösterdiği çabalardır. Bu anlamda Petros’un TBMM’ne gönderdiği dilekçesi dikkate şayandır. Dilekçenin giriş bölümünde “Süryani ve Keldanilerin yüzyıllardır Türklere karşı dürüst ve itaatkâr oldukları ve Türklerin geçmişte kendilerine sürekli bir şekilde iyi davrandıkları ve tolerans gösterdikleri” ifade edilmektedir (s. 156). Yeni kurulan Irak Krallığı’nda yaşamak istemeyen Süryanilerin Hakkâri merkez olmak üzere kurulmasını istedikleri otonom bölge için yapılan bu başvuru ve başvurunun mahiyeti bu bölümde dikkatle ele alınan bir konudur. Sonuçta Süryaniler Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak kabul edilmişlerdir. (s. 161).

Bölümün Süryani Diasporası ve Kimlik Oluşumu başlığı adı altında yazar, Süryani diasporasının oluşumu üzerinde durduktan sonra Süryani diasporasının kimlik problemi ve bu anlamda soykırım iddialarının rolünü ele almaktadır. Nitekim yazarın bu konuda ulaştığı sonuç, Soykırım iddiaları Süryanilerin kimlik oluşumunda Ermeni diasporasında olduğundan daha fazla ihtiyaç duyulan bir araç olduğu yönündedir. Hatta Soykırım iddialarının Süryaniler arasında yüzyıllardır var olan dinsel ve mezhepsel farklıkların ortadan kalkmasında olumlu bir şekilde etkilediği vurgulanan noktadır. (s. 165).

Bölümün diğer bir konusu ise bugün var olan Süryani örgütlerini ele alan Örgütler’dir. Yine Süryanilerin konuştukları dilin gelişim çizgisi bu bölümde Dil Problemi başlığı adı altında irdelenmiştir. Bir başka konu ise İsveç’te yaşayan Süryanilerin durumunun incelendiği İsveç’te Yaşayan Süryani Toplumu adlı konudur. Bu konuda özellikle Belçika’nın başkenti Brüksel’de 4 Mart 2007’de Mıtra Hazail Soumi tarafında yapılan konferans ele alınmıştır. Konferans’ta Seyfo- 1915 adıyla sloganlaştırılan İsveç’te kurulan Seyfo Centre’nin başkanı araştırmacı Sabri Atman Soykırım vardır tezini savunmuştur.

Konferansın ele alınmasının nedenini de ortaya koyacak olan Mıtra Hazail Soumi’nin sözleridir. Mıtra Hazail Soumi “.. Ben Türkiye’yi korumuyorum, ama genecoide (soykırım) ayrı bir şeydir, Massacre (katliam) başka bir şeydir. Eğer Seyfo bir soykırım olsaydı şimdi hiç birimiz hayatta olmazdı…”, ve “Türkiye Devleti halkımıza yapılan katliamlardan sorumlu değildir.” sözleri ile soykırıma karşı çıkmış ve I. Dünya savaşında yaşananları katliam olarak nitelemiştir. Buna rağmen Mıtra Hazail Soumi birçok Süryani tarafından hain ilan edilmiştir. (s. 169).


Sonuç bölümünde yazar bütün bu ele alınan konuların genel bir değerlendirilmesini yapmıştır. I. Dünya savaşında Osmanlı Devleti aleyhine İtilaf Devletleri ile işbirliği yapan Süryanilerin soykırım iddialarının gerçeği yansıtmadığı ve bu iddianın politik amaçlı kullanıldığı kitabın sonuç kısmında ulaşılan noktadır.

Kitapta, Amerika ve İngiliz arşivlerinden alınan belgeler bir kısmı aynen verilmiştir. Eklerden sonra kitabın yazılmasında kullanılan kaynaklar ile devam etmiş, son indeks ile de sona ermiştir.


Yrd.Doç.Dr.Zübeyde GÜNEŞ YAĞCI
Uluslararası Sosyal Ara tırmalar Dergisi
The Journal of International Social Research
Volume 2 / 9 Fall 2009 - PDF
BÜLENT ÖZDEMİR, "Süryanilerin Dünü Bugünü I. Dünya Savaşında Süryaniler" kitabına dair tanıtım




* * *



Kişi, grup, tüzel kişilik ve devletlerin “temel hakları” bağlamındaki davaların görüldüğü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin “soykırımcı” olup olmadığına dair hüküm verme yetkisi yok. İsviçre’nin, bu ülkedeki konuşmalarında -diğer her yerde olduğu gibi- “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” dediği için mahkum ettiği İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in AİHM’de yürüttüğü mücadelenin esası hepimiz biliyoruz ki “ifade özgürlüğü.” Ama yine hepimiz biliyoruz ki İsviçre’nin AİHM’e itirazı yerinde bulunur, Perinçek’e verilen cezanın “ifade özgürlüğü ihlali” olarak değerlendirilemeyeceği ve “haklı” olduğu karara bağlanırsa, bu karar Türkiye aleyhindeki “soykırım” dosyasına “kanıt” olarak iliştirilecek mutlaka.

Evet Strazburg’da görülen dava bu haliyle “Perinçek’in kişisel davası” varsayılabilir ama sonuçları hepimizi ilgilendirecektir. Hiçbir şey değilse geçmişte Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak, aynı konuda, bilim adamı sıfatıyla somut, delillendirilmiş, belgelenmiş bir tarihi gerçeği dile getiren Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun da aynı suçlamayla karşı karşıya kaldığını hatırlayıp şu akıbeti öngörebilmek gerekir: Hepimize çıkabilir!

Bugün bu davaya fiilen, fikren yahut gönülden müdahil olmakta -haklı/haksız türlü nedenle- çekince gösterenler de dahil, bu davanın “emsal” olacak sonucu hepimizi kapsayan bir “ifade sınırı” yerine de geçecektir; Ve bu sınır, tam da Ermeni iftiralarının dünyanın dört bir yanında, yüksek bütçeli, parlak cilalı kampanyalarla yayıldığı bu yılda biz Türklerin “katil değiliz” demesine bile imkan tanımayabilir.

“Ermeni soykırımı yoktur” demeyi “suç” sayan Fransa’nın yani iftiradan taraf bir ülkenin ev sahipliğinde, çoğu Türk’ün vicdanen reddettiği bir kurumun ne dediği çok mu önemli diye düşünebilirsiniz; Sizin, bizim ideal dünyamızda değil tabii! Ama ya pratikte?

“Soykırım yok” demek “cezaya müstahak” bir eylem kabul edildiğinde -var olduğunu umut ettiğimiz- Türk lobisi nasıl anlatacak dünyaya Türkiye’nin tezini? Nasıl, “Biz uğradığımız ihanete karşı tehcir kararı aldık ama Ermeni komitacılar bizim dedelerimizi yağlı kazıklara oturttu, ninelerimize tecavüz etti, bebelerimizi diri diri yakıp etlerini analarına yedirdi” diye haykıracak ülke ülke?

Hı, siz yine kimin ne düşündüğü çok mu önemli biz biliyoruz ya “şerefli mazimizi” bize yeter diyebilirsiniz pekala? Size yeter de, “soykırım” iftirasının yaşanmış, gerçek bir trajedi olarak tanınması ve akabinde Ermenilerin “toprak” talebini, “tazminat” talebini geri püskürtmeye yeter mi? Tek bu olsa iyi; o kapı bir kere aralandı mı, “Rum soykırımı” iftirası var sırada, “Süryani soykırımı” , “Kürt soykırımı” iftiraları!

Rus ve İngiliz arşivlerine girmiş Ermeni mezalimi hâlâ Anadolu’nun dört bir yanında topraktan fışkıran Türk toplu mezarları, dönemin tanıklarının dinmeyen gözyaşlarıyla öylece karşımızda duruyorken, bir Taşnak olan Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni -dahi- “Müslümanları katlettik, suçluyuz” diye itiraf ediyorken, Erzurum’dan Van’a, Karabağ’dan, Gaziantep’e, Çukurova’ya bizzat Ruslar, İngilizler, Fransızlar gün gün anlatıyorken Ermeni vahşeti, Sargisyan dahil “Ermeni komutanlar” kinlerini, işkencelerini, cinayetlerini -gururla(!)- en ince ayrıntısına kadar anlatıp, “adil bir dünya düzeninde” Ermenistan’ı “katil devlet” olarak tanımlamaya da, “terörist devlet” olarak yargılamaya da yetecek kadar kanıt döküyorsa ortaya; Ve biz bu koşullarda bile hâlâ “katil değiliz” diyebilme özgürlüğünü kazanmanın mücadelesini veriyorsak;

Hiç kusura bakmasınlar ama en büyük vebal dün Strazburg’da davayı CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’la yan yana izleyen Egemen Bağış ile yine dün davaya “tarihi önem” atfeden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın da mensubu olduğu iktidarın omuzlarındadır! Bakmayın şimdiki kayıkçı kavgasına, “Bir milyon Ermeni’yi kestik” diyen Orhan Pamuk Nobel aldığı gün, onu ilk tebrik eden “dönemin başbakanı” olan “kurucu Genel Başkan” ınız olmadı mı? Ermenistan’ınkileri gölgelemesin, Hocalı katili Sargisyan’ı incitmesin diye Azerbaycan bayrakları Bursa Atatürk Stadı önünde sizin iktidarınızda çöpe atılmadı mı? Siz başlatmadınız mı “Ermenilerden özür” açılımını? “Neyin özrü bu” diye adama sormazlar mı?

Selcan Taşçı, yeniçağ Ocak 2015



AB Haber, AB gözlemcilerinin AP’nin söz konusu kararının AİHM’nin daha önce “soykırım” ile ilgili aldığı kararla çeliştiğinin altını çizdiklerini belirterek, “AB’de Türkiye karşıtlarının soykırım konusunu AB gündemine taşımaya çalıştığını vurgulayan AB gözlemcileri Nısan ayında kabul edilmesi planlanan AP Türkiye raporunda Ermeni,Pontus ve Suryani soykırımının dahil edilmesinin söz konusu olduğunu belirtiyorlar” diyor.... Odatv basın Mart  2015






Necip Hablemitoğlu'nun Ermeni İddialarına cevabı:

"Ermenilerin tezi, artık iddia olmaktan çıktı, resmen ve alenen iftiraya dönüştü. Sadece İngilizlerin değil, bu dönemde Anadolu'ya gönderilen General Harbord başkanlığındaki 40 kişilik ABD Heyeti'nin de bu iftiraları çürüten raporları mevcut. Arşivlerimiz açık. Siz istediğiniz kadar doğruları belgeleriyle yazın, yayınlayın, önemli değil. Çünkü, önyargılı bir Türk Düşmanlığı, sadece Ermenilerde değil, pekçok Batı ülkesinde de mevcut. Kendilerinin yaptıkları onca soykırım örneklerine rağmen, hiç utanmadan Türkiye'yi sanık sandalyesinde teşhir etmek, sıkıştırmak, hesap sormak, işlerine geliyor, egolarını tatmin ediyorlar. Bir başka ifadeyle, kontrol edilebilir istikrarsızlık stratejisi gereği, PKK, Pontus, Süryani, siyasal islamcılar dahil, tüm Türkiye karşıtı unsurları bir baskı aracı olarak kullanıyorlar. Kısaca ortaya gerçekleri koymak yeterli değil, bu hasım ülkelerin yöntemlerini kullanarak en aktif biçimde karşılık vermek gerekir. Nasıl mı? 

ABD için her yıl, hapisteki Kızılderili lideri Leonard Peltier'in şahsında hâlâ toplama kamplarında yaşamak zorunda bırakılan Kızılderililerin hakları, bir haftalık etkinlik içinde dile getirilebilir, sırf lider konumunda olduğu için 28 yıldır suçsuz yere hapiste tutulan Peltier'e özgürlük istenebilir. Keza, Vietnam'da Mai Lai katliamı başta olmak üzere, bu ülkenin dış operasyonlardaki insanlıkdışı eylemleri, Hiroşima ve Nagazaki, belirli dönemlerde periyodik olarak gündeme getirilerek sorgulanabilir. Milli Mücadele döneminde İngilizlerin Fransızların ve de Yunanlıların Türklere yönelik katliamları anıtlar dikilerek çeşitli etkinliklerle anılabilir. Fransa'nın Cezayir ve diğer sömürgelerinde gerçekleştirdikleri soykırım örnekleri, lejyoner cinayetleri; İngilizlerin İrlanda, Kuzey İrlanda, Hindistan ve diğer sömürgelerindeki katliam ve insan hakları ihlalleri; Rusların II. Dünya Savaşında tüm Kırım Türklerini, sırf Türk oldukları için Sibirya'ya ve Orta Asya'ya sürmelerini; İtalya'nın Trablusgarp ve Habeşistan'daki vahşet örneklerini her yıl gündeme getirecek insan hakları kuruluşları (NGO) oluşturulabilir. Tabii, kendi ülkesi ve devletini yabancı ülkelere şikâyet etmekten ve de terörist haklarını savunmadan öte insan hakları kavramına sahip çıkmayan İHD ve Mazlum-Der gibi kuruluşlardan böyle bir duyarlılık ve de yurtseverlik beklemek olanaksız olacaktır."





Hollywood Yıldızları Sözde Ermeni Soykırımı Filminde Rol Alacak İddiası . ABD'de Sözde Ermeni soykırımının “100. yıldönümüne” ithaf edilen yeni bir film projesi ortaya çıktı.

Armenia Now isimli haber kaynağına göre yönetmenliğini Ermeni yönetmen Artak Seveda’nın üstleneceği filmde, Hollywood yıldızları da yer alacak. Film için adı geçen isimler arasında Al Pacino, Leonardo DiCaprio, Natalie Portman ve Armand Assante yer almakta. Filmin sözde Ermeni Sokırımı’nın 100. yıl dönümü olduğu iddia edilen 24 Nisan 2015 tarihinde vizyona girmesi planlanıyor.

The Genex (2016 imdb) isimli filmin internet sitesinde yayınlanan özete göre, film 25 yaşındaki Sally Solomon isimli kadının hikayesini anlatıyor. Sloganı “Gerçek Seni Özgür Kılacak” olan filmde, olaylar bir Ermeni Amerikan Suç Örgütü ve ABD’nin önde gelen sigorta şirketlerinin sözde Ermeni soykırımıyla dolaylı olarak ilişkisini araştıran bir Amerikalı kadın etrafında gelişmekte.

Yapımcılığını EdgeArt Entertainment ve Sevada Productions’ın yaptığı ve bütçesinin 30 milyon dolar olmasının beklendiği filmde yer almak için Hollywood yıldızları Natalie Portman ve Armand Assante iddialara göre şimdiden imzaları attılar. Aralarında Al Pacino ve Leonardo DiCaprio gibi ünlü isimlerin de bulunduğu birçok Hollywood aktörü filmin internet sitesinde yer alan tanıtım videosunda rol alıyorlar. Fakat videonun üzerindeki bir yazı, videonun “yatırımcılara filmin ideolojisini ve potansiyel oyuncu ve çekim ekibini göstermek adına” çeşitli filmler kullanılarak düzenlenmiş olduğunu belirtiyor.

12 ŞUBAT 2013 BASIN



* * *


" Excellent legal arguments against the allegations of Armenian genocide. 
Recently,  the European Court of Human Rights also agreed with those arguments on its verdict dated  Dec 17, 2013. The appeals heard on Jan 28, 2015,  by the Grand Chamber of ECHR also provided substantial arguments that genocide arguments 
cannot be proven and that Armenian political claims cannot be compared to the  court-proven Jewish Holocaust. Coupled with lack of historical evidence and legal base,  genocide claims may finally be put to rest in 2015.  Hundred years of Armenian propaganda yileded nothing more than more Armenian terrorism,  hate memorials, and meaningless political resolutuions.  Truth is the only way towards peace and closure. Closing statements  made by Mr. Maurice Vellacott M.P., a Conservative Member of the Canadian Parliament,  were revealing. A must watch for those honest truth-seekers..."

Ergun Kirlikovali
Assembly of Turkish American Associations (ATA)
CTC Press Conference - Canadian Parliament 26.02.2015

Professor Justin McCarthy
Historian at the University of Louisville, Kentucky

Mr. Bruce Fein
US lawyer specializing in constitutional and international law, who served as an advisor to the former 
US President Ronald Reagan









Gazeteci Banu Avar Fransızların ünlü siyasetçilerinden 
Patrick Deveciyan ile röportajı:

Avar:  "Siz bir Ermeni olarak 1915 olayları hakkında  ne düşünüyorsunuz?"
Deveciyan:  "Ben Ermeni değilim Fransız’ım."
Avar:  "Ama siz Ermeni kökenlisiniz."
Deveciyan:  "Burası bir ulus devlet ve ben de Fransız yurttaşıyım. Yani Fransız’ım."
Avar:  "Ama siz değil misiniz Türkiye’de insanlara,  Kürt, Laz, Çerkez, Süryani denilmeli diyen?"
Deveciyan:  "O başka..." !!!

İDDİA OLMAKTAN ÇIKTI, İFTİRAYA DÖNÜŞTÜ!

Ermenilerin "tezi", artık iddia olmaktan çıktı, resmen ve alenen iftiraya dönüştü. 
Kendi arşivlerimiz hariç, Almanya, Rusya, İngiltere ve ABD arşivlerinde de 
suçlamalara cevap verecek bilgi ve belgeler mevcuttur, ayrıca arşivlerimiz de açıktır. 
Amaç Türkiye'yi bölmektir.
"Batılılara" kendi yöntemlerini kullanarak en aktif biçimde karşılık vermek gerekir. 

Saygılarımla





Faydalı linkler:
Türkçe : ERAREN   ; ERMENİ SORUNU ARŞİV
Fransızca : Tete de Turc