Translate

9 Eylül 2014 Salı

ANADOLU'DA YUNAN ZULMÜ VE KURTULUŞU - 6





1821 MORA İSYANI


...VE BÜTÜN AVRUPA BU KATLİAMA SESSİZ KALARAK İZLEMEKLE YETİNDİ...




19. Yüzyılın başına kadar başarısızlıkla sonuçlanan Rum isyanları 1821 yılında Mora Yarımadası’nda başlayan isyanla yeni bir dönemece girdi. İsyanlar kısa zamanda bütün adaları ve Yunan coğrafyasını sardı. 1821 Mora isyanı Yunanistan’ın bağımsızlık kazanmasında önemli bir rol üstlendi. Mora’daki ilk isyanlar Osmanlı Devleti tarafından önemsenmeyip gerekli tedbirler alınmamıştır.

Fakat daha sonraları Mora’da binlerce Müslüman Türk’ün hatta Ortodoks olmayan Hıristiyan ve Musevilerin katledilmesi isyanların ne kadar ciddi olduğunu göstermiştir. Sonuçta Mısır donanmasından yardım istemek Osmanlı yönetimi tarafından tek çare olarak görülmüştür. Fakat bu plan, Avrupalı Devletlerin müdahalesi ve Navarin’de Türk-Mısır donanmalarının yakılması felaketiyle sonuçlanmıştır.


I. GİRİŞ 

Rumlar 18. Yüzyıl sonlarına kadar birçok kez başarısız isyan girişiminde bulunmuştur. 19. Yüzyıla geldiğimizde Rumlar, Osmanlı yönetiminde yaşayan diğer milletlerden farklı olarak deniz ticareti sayesinde zengin bir burjuva sınıfı oluşturmuştur. Doğu Akdeniz ve Karadeniz ticaretinin ¾’ünü elinde bulunduran zengin Rum tacirler, bilimsel ve düşünsel faaliyetlere de önem vererek ulusal bilinçlenmeyi destekledi ve isyanlara zemin hazırladı. 

Tamamen milli duygulara dayanan ve milli bir karakter olarak gelişen Rum isyanları, zengin tacirler, diaspora, ayrılıkçı cemiyetler, ki bunların içinde en etkili faaliyet gösteren ve çok sayıda üyesi olanı Filiki Eterya Cemiyeti, Fener Rum Patrikhanesi ve Avrupalı Devletler tarafından maddi ve manevi olarak her yönden desteklenmiştir. 

Yunanistan’ın kısa sürede bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmasında bütün Yunan coğrafyasındaki isyanlar kadar adalar, özellikle Mora Yarımadası’nda çıkan isyanlar büyük önem taşımaktadır. Mora isyanları Rumlar için bir dönüm noktası olmuştur. 

Ayrıca Mora isyanları yerel ayaklanmalar olarak kalmayıp, Rumların yaşadığı diğer adalara isyan ihraç eden bir merkez olmuştur. Mora Yarımadası’nda, özellikle Filiki Eterya Cemiyeti’nin ve Fener Rum Patrikhanesi’nin önderliğinde isyan ateşi yakılmış ve Avrupalıların da sempatilerini de toplayarak diğer Balkan milletlerinden önce Yunan Devleti’nin kurulması sağlanmıştır. Büyük Yunanistan’ın kurulması yönündeki en ciddi adım olan Mora isyanı bu açıdan çok önemlidir.


II. MORA İSYANI VE OSMANLI DEVLETİ’NİN ALDIĞI TEDBİRLER 

Mora Yarımadası’nda Rum Ortodoks Kilisesi ve rahipleri, Osmanlı Devleti makamları karşısında büyük oranda imtiyazlı bir yapıya sahipti. Bu imtiyazlar sayesinde Rum Ortodoks Kilisesi, Rumların çıkarlarını koruyabilmekteydi. Bununla birlikte Mora’da yaşayan Rumlar, büyük toprak sahipleri değildi. 

Ayrıca yıllık kazançlarının 1/5’ini vergi olarak ödüyorlardı. Osmanlı idaresiyle iyi ilişkiler kuramayan Rumlara gelince, onlar da daha çok ıssız bölgelere ve dağlık alanlara yerleşmeyi tercih etmişti. Bu nedenle 1460- 1821 yılları arasında Mora’nın dağlık alanlarına Müslümanlardan ziyade Hıristiyanlar yerleşmişti. 

Mora Yarımadası’nda Rumlar arasındaki milliyetçi faaliyetlerin artmasında Osmanlı Devleti’nin Rumlara verdiği siyasi imtiyazlar önemli rol oynadı. Rum cemaati, Osmanlı Devleti tarafından Antik Yunan’ın bir devamı olarak görüldü. 

Bununla birlikte, 1715- 1821 yılları arasında cemaatin haklarına bazı sınırlamalar getirilse de, gerçekte cemaat serbest bir şekilde idare ediliyordu. Mora Yarımadası’nda Ortodoks Kilisesi’nin dışında Rumları idare eden kocabaşılar bulunmaktaydı. Osmanlı yönetiminin desteğiyle seçilen kocabaşılar, uzun seneler bu görevde kalmakla yetinmeyip haklarını çocuklarına ve hatta torunlarına devredebiliyordu. 

İslamiyet’in kutsal mahallelerine ve hükümdar ailelerine has olarak verilen şehir ve kasabalar Mora’nın en şanslı yerleşim yerleri olarak görülmekteydi. Bunlardan biri de, Müslüman şehri olarak görülen ve bir Mekke vakfı olan Dimitzana şehridir. Burada oturan Müslümanlar Mora’lı Rumlar tarafından her zaman ayrıcalıklı olarak görülmüştür. 

Ayrıca Mora’da yaşayan “kleftler” adında bir topluluk da bulunmaktaydı. Kleftler, Mora’da Türk yönetimini kabul etmeyen ve yönetimle silahlı mücadeleye giren gruptu. Osmanlı Devleti, bu asi grupla mücadele etmek için Hıristiyanlar arasından seçtiği “armotoli” denilen ve bir çeşit zabıta görevi gören düzenli gruplar oluşturdu. 1715- 1821 arasındaki dönemde Osmanlı yönetimi özellikle, boğazların bulunduğu taşımacılığı korumak amacıyla “muhafız teşkilatı” kurdu. 

Böylece armotoliler, yolcuların güvenliğini sağlamakla görevlendirildi. Korint ile Argos arasındaki boğaz ile Arkadya ve Messenya arasındaki Lontari Boğazı güvenlik açısından önemli geçitlerdi (Bees: 423). Armotoliler buralarda önemli görevler üstlendi. 

Bunun dışında Mora’nın dağlık bölgelerinde yaşayan Manyalılar bulunmaktaydı. Manyalılar, 1460- 1801 yılları arasında her türlü dış güce karşı isyan etmiş bir topluluktu. Osmanlı Devleti, Manyalılardan vergi alma şartıyla bunların muhtariyetini kabul etti. Fakat kararlaştırılan vergiler de hiçbir zaman düzenli olarak toplanamadı (Bees: 423)

18. Yüzyıla kadar birçok kez isyan eden Mora Rumları başarısız olunca Batı Avrupalılardan umutlarını kesip Rusları bir kurtarıcı olarak görmeye başladı. Özellikle Çar I. Petro döneminde, bu bölgede Rus ve Hıristiyanlık propagandası artış gösterdi. II. Katerina döneminde Ruslar, Rumlar arasından seçtikleri kişiler ve rahipler aracılığıyla Rumları kışkırtma yolunu seçti. 

Bunlar arasında Kalamata’nın nüfuzlu emlak sahiplerinden Panayotis Mpenakis bulunmaktaydı. Bu kişinin bölge Rumlarını kışkırtıcı faaliyetlerde bulunması Türk idarecilerinin de dikkatini çekmekteydi. 1767- 1768 arasında Rumlar isyan için hazırlıklar yaptı. Fakat 1768 yılında Osmanlı-Rus Savaşı başlayınca bütün planlar değişmek zorunda kaldı. Rus donanmasının Akdeniz’de görünmesine ve Manyalıların yardımına rağmen, Ruslar istedikleri sonucu alamadı (Bees: 425). 

Sadrazam Musin-zade Mehmet Paşa’nın ve daha sonra Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın sayesinde isyan bastırıldı (Mustafa Nuri Paşa, 1987: 251). Başarısız isyan girişimlerinden sonra Rusya, Rumlar üzerindeki nüfuzunu daha da arttırmaya çalıştı. Küçük Kaynarca Antlaşması’na, Rusların diledikleri yerlerde konsolosluklar açma, İstanbul’da bir Rus kilisesi kurma ve Ortodoks Hıristiyanları koruyuculuğunu üstlenme gibi maddeler de, milliyetçilik propagandası amacıyla eklendi (Karal, 1994: 108- 109)

Rusya tarafından hayal kırıklığına uğratılan Mora Rumlarının bu durumu telafi edilmeliydi. Böylece Rumlar, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1783 ve 1791 yıllarında imzalanan anlaşmalar gereğince, Rus bayrağı altında deniz ticareti yapma ayrıcalığı elde etti (Bees: 425). Bununla birlikte 1790’lı yıllarda Rumlar, Akdeniz’de korsanlık ve eşkıyalık yapmaya devam etti. Osmanlı yönetimi de eşkıya Rumların bütün faaliyetlerinden ruhani liderleri sorumlu tuttu (BOA. 192/9350, HAT).

19. Yüzyıl başlarına kadar ulusal bilinçlenme yönünde büyük yol kat eden Rumlar, 1821 yılında Aleksander İpsilanti liderliğinde Eflâk ve Buğdan’daki başarısız ayaklanma girişiminden sonra, amaçlarını gerçekleştirmeye en uygun yer olarak Mora Yarımadası’nı görmekteydi. Bunun üzerine Rum asi liderleri toplanarak, Paskalya gecesi Müslümanlara saldırma konusunda aralarında anlaştılar. 

Asiler, saldırılarda başarısız oldukları takdirde de bölgede önemli bir güç olan Tepedelenli Ali Paşa’yı suçlamayı kararlaştırdılar. Bu anlaşma çerçevesinde asi liderler tarafından Mora’nın kasaba ve köylerine papazlar gönderildi. 

Fakat olaylar, planlandığı gibi gelişmedi ve beklenmedik bir şekilde başlayan Erhos olayı, isyanın zamanından önce çıkmasına neden oldu. Anabolu Kalesi’ne yaklaşık üç saat uzaklıktaki Erhos kasabası Müslümanları, Rumların bir isyan hazırlığı içinde olduğundan şüphelenmekteydi. 15 Şubat 1821 tarihinde Anadolu sakinlerinden Yenişehirli İbiş ve Hasta Hasan ismindeki iki kişinin, Hıristiyan pazarında sarhoş olarak gezerken ateş açmaları üzerine Rumlar, Paskalya gecesi yapılacak olan isyanın açığa çıktığını düşünerek harekete geçti ve kasaba içlerine kaçtı. 

Ayrıca dağlardaki silahlı Hıristiyanlar da ortaya çıktı. Kocabaşılar, isyan haberlerinin aslının olmadığını iddia etse de, 24 Mart 1821 tarihinde Erhos Müslümanları kasabayı terk edip Anabolu kalesine kaçtı. Bu olay Mora Müslümanlarının da isyan gerçeğini görmesine neden oldu. Fakat Yedi Ada’da ve diğer adalardaki kaçak Rumlar, Mora’da toplanarak her tarafta isyan çıkarmaya başladı (Ahmet Cevdet Paşa, 1994: 2759- 2760). 

Özellikle Aleksander İpsilanti’nin kardeşi Demetrios İpsilanti ve Prens Kantakuzen, Mora’ya giderek Rumları kışkırtmayı başardı. Mart 1821 tarihinde İpsilanti ve Kantakuzen, isyan alameti olarak feniks ve matem alameti olarak da siyah renkte olan Filiki Eterya Cemiyeti’nin bayrağını açarak Rumları isyana çağırdı. Bununla birlikte Hidra Adası’ndaki denizciler ve Mayna gençleri bu çağrıya uyarak isyana katıldı. Hidra denizcileri, küçük gemilerini donatarak Müslümanlara ait gemileri yaktı. 

Ayrıca Kolokotrinis adındaki bir Rum asinin liderliğinde Patras, Navarin, Tripoliçe, Misolinki ve Nopli ele geçirildi (Driault, 2003: 184).

Mora Yarımadası’nda başlatılacak bir isyan için Filiki Eterya ajanları, Fener Rum Patrikhanesi’yle işbirliği içinde çalışıyordu ve özellikle Mora isyanı Patrikhane tarafından planlanmıştı. Filiki Eterya’nın Mora teşkilatı başkanı olan Patras Piskoposu Pol Germanos, üstünde Meryem Ana’nın resmi bulunan bir bayrağı eline alarak “Ey Yunan milleti! Artık uyan, Türkleri öldür” sloganıyla Rumları açıkça isyana çağırdı (Şahin, 1996: 190). Bu çağrıdan sonra isyan, milli ve dini bir karakter olarak gelişmeye başladı (Karal: 112). 

Mora’da Rum asilerin saldırıları üzerine, Mizistre, Levendar, Fenar ve Bardine’nin Müslüman halkı Trapoliçe’ye; Endruse ve Nişter halkı Koron, Moton ve Anavarin’e; Gaston halkı da Lale Kalesi’ne sığındı. Vistice’de 400 kadar Müslüman Rumlar tarafından öldürüldü. Bununla birlikte Kornine halkı Trapoliçe’ye kaçarken Rumların saldırılarına uğradı, fakat Trapoliçe’den yardıma giden 2.000 kadar gönüllü tarafından kurtarıldı. Rum kocabaşılar ise, bütün bu katliamın Tepedelenli Ali Paşa tarafından yapıldığını ileri sürdü. Bu arada Osmanlı Devleti, Yanya’da isyan eden Tepedelenli Ali Paşa’nın ortadan kaldırılması üzerine yoğunlaştığından bu olaylarla pek ilgilenmedi (Ahmet Cevdet Paşa: 2681). 

Mora nüfusu içinde Türklerin nüfusuna bakacak olursak Türkler azınlıkta yaşamaktaydı. Ayrıca Rumlar büyük ticaret filoları ve yedek denizciliğiyle denizi kontrol edebilmekteydi. Böylece Osmanlı ordusunun Mora’ya ulaşması da çok zordu. Bununla birlikte Osmanlı Devleti, Mora’da başlayan isyan sırasında Tepedelenli Ali Paşa isyanıyla uğraşmaktaydı. 

Mora’daki olaylara hızlı bir şekilde kontrol altına alma olasılığı da düşüktü. Osmanlı Devleti Mora’da Rumların ayaklanmasını başlangıçta, bölgeye gönderilen ve bir Filiki Eterya üyesi olan memur Nikola Morozi’nin raporuyla izledi. Böylece Morozi’nin de etkisiyle isyan Babıâli’nin pek dikkatini çekmedi. Fakat Mora isyanı açığa çıkınca Hurşit Paşa, Kapıcıbaşı Mustafa Bey’i 3.500 kadar askerle Tropoliçe’ye kumandan olarak gönderdi. 

Mustafa Bey, Rumeli sahillerinden kayıklarla Mora Kalesi’ne geçti ve burada Sirozlu Yusuf Paşa’yla buluştu. Oradan Vestiçe’ye gitti. Vestiçe’de 200 kadar eşkıyayı öldürdükten sonra 16 Şubat 1821 tarihinde Erhos’da 600’den fazla Rum eşkıyayı öldürdü. Mustafa Bey’in, Tropoliçe’ye girişi Rumlar tarafından şiddetli saldırılarla karşılandı. Asiler, Mora’daki kaleleri, özellikle Mora’nın merkezi olan Tropoliçe’yi kuşattı. Böylece Mustafa Bey, Tropoliçe’de mahsur kaldı (Ahmet Cevdet Paşa: 2761).

Tropoliçe, Rum asiler tarafından ele geçirildiğinde, Müslümanlar öldürüldü ve camiler kiliseye dönüştürüldü. Ayrıca Tropoliçe’de bir de cumhuriyet hükümeti  kuruldu (BOA. 841/37873, HAT). 

Babıâli, Suluca Adası halkının donattığı 17 kıta geminin Çuka ve Değirmenlik adaları arasında dolaştığını ve asilerin Anapoli’yi 
kuşattığı takdirde Çamlıca ve Suluca halkının Rumlara yardım edeceğini (BOA. 927/40280-C, HAT) önceden haber alınca, Mora komutanı olarak atadığı Dramalı Mahmut Paşa’yı, 25.000 kadar asker, komutası altına verilen vezir ve emirlerle birlikte Rumları bastırmak üzere Ezdin’e gönderdi. 

Bu birlikler Mora Derbendi’nden geçip kuşatılmış olan Anapoli Kalesi önüne yerleşti ve buradaki isyanı bastırdı. Ardından Mora’nın merkezi olan Tropoliçe’ye doğru hareket etti. Diğer yandan 7.000 kadar Arnavut askeri ulufelerinin ödenmediğini öne sürerek savaş alanını bırakıp geri döndü. Mora’daki Rumların hemen hemen hepsi ayaklanmaya katıldı. Ayrıca Rumlar derelerde, orman içlerinde fırsat kollayıp, haberleşme yollarını, mühimmat ve gıda yardımı getirecek yolları da tuttu. Böylece Tropoliçe’ye ulaşmak zorlaşırken Anapoli’nin elde tutulması da tehlikeye girdi. Bu sırada Mora seraskeri olarak görevlendirilen Ebu Kebut Mehmet Paşa, Yenişehir’den ileri geçemediğinden Rumlar Mora’nın tamamını ele geçirdi (Mustafa Nuri Paşa: 253).

Yusuf Paşa’ya gelince Badıra Kalesi’nden yardım istenmesi üzerine, İnebahtı’dan Mora’ya askerlerini geçirerek buradaki asileri dağıtmayı başardı. Ayrıca Hurşit Paşa’ya bütün Mora Hıristiyanlarının isyan halinde olduğunu ve derhal 5.000 asker gönderilmesi gerektiğini bildirdi. Hurşit Paşa da, Babıâli’ye bir miktar Evlad-ı Fatihan askerinin gönderilmesini teklif etti. Fakat Babıâli’nin gözünde Yanya’daki Tepedelenli Ali Paşa olayları daha önemli olduğundan ve Mora’daki olayların önemi henüz anlaşılmadığından sadece Anadolu’dan asker toplanarak gönderilmesi yeterli bulundu (Ahmet Cevdet Paşa: 2762). 

Bunun üzerine Kayseri Mutasarrıfı Hasan Paşa’ya Anabolu Kalesi Muhafızlığı verildi. Hasan Paşa’ya Teke, Hamit ve Aydın sancaklarından 2.000 asker toplaması ve Antalya iskelesinden gemilerle Mora’ya göndermesi emredildi. Fakat Antalya iskelesinde sevk için yeterli gemi olmadığından Babıâli ile uzun yazışmalar başladı ve asker Antalya iskelesinde beklerken Rumlar da Mora’daki Müslümanları öldürmeye devam etti. 

İletişim ve örgütlenme eksikliği nedeniyle Anadolu’dan toplanan askerler Mora’ya gönderilemedi. Yerine başka asker toplandı. Bunlar, Akdeniz boğazına gelecek, oradan kara yoluyla Selanik körfezini dolaşarak Yenişehir’e varacak ve Mora’da bulunan Osmanlı kuvvetlerine yardım edecekti (Ahmet Cevdet Paşa: 2763). Ayrıca Mora isyanı için Tunus’tan da gemi istendi. Bunun üzerine yedi gemi donatılarak acele bir şekilde Mustafa Kaptan kumandanlığında Mora’ya doğru yola çıktı (BOA. 868/38618, HAT). 

Mora’daki isyan başlangıçta hızlı ilerledi ve Nisan 1821 tarihinde Rumların yaşadığı diğer adalara da sıçradı. Rumların isyanda başarıya ulaşması için adaların isyana katılması şarttı. Rum asiler, Korint Kanalı’nın kuzeyinde kalan bölgenin büyük bir bölümünü kontrol altında tutuyordu. İsyanın ilk aylarında, ayaklanmanın etkileri tam olarak bilinmiyordu. Babıâli de kendi imkânlarına göre önlemler almak istedi. 

Aleksander İpsilanti’nin Eflâk ve Buğdan’ı işgal ettiği haberi İstanbul’a ulaştığında, Osmanlı Devleti’nde yaşayan bütün Rum asıllı kişilerin ellerindeki silahları teslim etmeleri emredildi. Mart 1821 tarihinde, II. Mahmut bir ferman yayınlayarak Müslümanları yardıma çağırdı. Bununla birlikte isyanlara tepki gösteren Müslümanlar, İzmir ve Anadolu’daki Rum mahallelerine saldırdı. 

M. Simith Anderson’a göre, Mora’da Türklerin katledilmesine eş değer olan bu saldırılar Patrik Gregoryus’in asılmasına kadar devam etmiştir (Anderson, 2001: 74). 

Oysa Tarihçi Dakin, Mora Yarımadası’nda 40.000 (Castellan, 1995: 272), Barbara Jelavich ise, silahsız 15.000 Müslüman’ın katledildiğini yazmaktadır (Jelavich, 2006: 241). Bu arada İstanbul Patriği, Filiki Eterya Cemiyeti’nin nüfuzlu bir üyesi olmasına rağmen, isyanın Rusya tarafından desteklenmediğini görünce sözde bir aforozname yayınladı. Aforoznamede, Filiki Eterya üyelerinin ettikleri yeminlerin batıl olduğunu ve üyelikten çekilmeyerek devlete karşı savaşa devam edeceklerin lanet altında kalacağını ilan etti (Karal: 113). Fakat bu sözde aforozname hiçbir şekilde Rumları engellemedi.

1821 Nisan tarihine kadar Mora Yarımadası’nda yaşayan 50.000 kadar Müslüman’dan bir teki bile kalmamıştır. Müslüman Türkler ya kaçmış ya da Rumlar tarafından öldürülmüştür. İngiliz yazar St. Clair, bu konuda şunları yazmıştır: 

“Yunanistan’ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve dünyanın haberi olmadan yok edildiler” (Sonyel, 1988: 111). 

Ortodoks Rumlar sadece Müslüman Türkleri değil, diğer milletlerden olanları da öldürüyordu. 5 Ekim 1821 tarihinde, 35. 0000 Türk ve Arnavut, Musevi ve diğer milletlerin yaşadığı Tropoliçe’de de 10.000 kişi katledildi. Ocak 1822 tarihinde Akrokorint kentinde 1.500’den fazla Müslüman öldürüldü. Böylece Rum ayaklanması, 1822 yılı yazına kadar Türk, Rum, Musevi, Arnavut ve diğer milletlerden olmak üzere 50.000 kişinin ölümüne neden oldu (Sonyel: 113- 115) ve bütün Avrupa bu katliama sessiz kalarak sadece izlemekle yetindi. 


III. MORA İSYANININ ULUSLAR ARASI BİR BOYUT KAZANMASI

Filiki Eterya yanlılarının çağrısı üzerine Demetrios İpsilanti, merkezî ve anayasal bir devlet kurmak için bir meclis toplamayı kararlaştırdı. 1821 Aralık tarihinde, Kleftlerin başkanı Theorodios Kolokotronis’in de onayıyla, Epidavrum kentinde bir “Kurucu Meclis” oluşturuldu. Soylular tarafından yönetilen Meclis, idareyi bir tek kişiye bırakmak istemiyordu. Bu nedenle Fenerli bir aileye mensup olan Aleksander Mavrocordato’nun da etkisiyle, 1795 Fransız modeline benzer bir anayasa hazırlandı. Buna göre, her biri bir bölgeyi temsil eden beş üye seçildi. 

Böylece ilk Yunan hükümeti Misolinki’de kuruldu. Hükümet başkanı Aleksander Mavrocordato, 13 Ocak 1822 tarihinde Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etti. Fakat adalıların ve soyluların sözcüsü bu kişi, Theorodios Kolokotronis’in taraftarlarının 
çoğunlukta bulunduğu Mora’da kabul görmedi. 

Aynı yılın sonunda Theorodios Kolokotronis, Astros’ta ikinci bir toplantı düzenledi. Ancak Aleksander Mavrocordato taraftarları arasında anlaşmazlık ortaya çıktı. Sonunda Kronidi kentinde yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümetin başına da George Kountouriotes adlı zengin bir kişi geçti (Castellan: 273). Rumlar bir meclis kurup bağımsızlıklarını ilan etseler de, kısa zamanda ortaya çıkan rakip liderler iktidar için kıyasıya bir mücadeleye girdi. 

Bu mücadelede, büyük Fener ailelerinden birinin üyesi olan Aleksander Mavrocordato, çok kötü Rumca konuşan ve Arnavut kökenli zengin armatör George Kondouriotes, Yunanistan coğrafyasının en önemli lideri olan Theorodios Kolokotronis Rumların başlıca lider adaylarıydı. Siyasi gruplar arasındaki çatışma hızla tırmandı ve 1823 yılı sonunda, Theorodios Kolokotronis taraftarlarıyla Aleksander Mavrocordato ve George Kountouriotes denetimindeki hükümet adayları arasında bir iç savaş başladı (Anderson: 75). 

Rumların bir meclis kurmasını II. Mahmut endişe içinde izliyordu. II. Mahmut, 25 Şubat 1822 tarihinde bir heyet toplayarak alınacak önlemleri belirlese de, bu duruma İngiliz Büyükelçisi müdahale etti. Bu tarihten sonra Avrupalı Devletler de, Rumların isyanlarına karşı kayıtsız kalmayarak müdahale etmeye başladı (Driault: 187). 

Artık Rum isyanları uluslar arası bir sorun olma yolunda ilerliyordu. Avrupalı devletler kendi diplomatik çıkarları doğrultusunda her iki tarafı da idare ediyordu. Ağustos 1822’de, Alikorne Şehbenderi Kıçantı tarafından Babıâli’ye verilen bilgiye göre, asi Rumlar Avrupa’dan silah ve mühimmat sağlayarak Mora ve Çamlıca adalarına sokuyorlardı (BOA. 957/41080, HAT). 

1822 yılında, Viyana’dan gelen haberlere göre, İngiliz Elçisi George Caning, Rum asilerin durumunu görüşmek üzere Rusya’ya giderek temaslarda bulunmuştu (BOA. 960/41187-B, HAT). 

Aslında Avrupalı devletlerarasında tam bir görüş birliği de yoktu. Eylül 1822 tarihinde isyanın en şiddetli olduğu yıllarda bile, Rum asiler hakkında İngiltere’nin kabul ettiği siyasetin Rusya, Avusturya, Prusya ve Fransa tarafından beğenilmediği ortaya çıkmıştı (BOA. 960/41187, HAT). 

1823 yılında isyanların yoğunluğu biraz azalsa da, isyanlar tamamen bastırılamadı. Eylül ayında, Mora asilerinin gemileri Misolinki’de toplanması durumunda Mora kalelerine gıda ve gerekli malzemelerin nakli güçleşeceğinden, önlem olarak Mora sahillerine donanmadan bir fırkateyn ve beş altı geminin gönderilmesi kararlaştırıldı (BOA. 38789-F, HAT)

Aynı tarihte, Rum Patrikhanesi, Mora asileriyle Osmanlı Devleti arasında bir vasıta olarak görülmekteydi. Bu nedenle Patrikhane, Babıâli’den isyandan vazgeçen Rumların affedilmesini istedi (BOA. 844/37931, HAT). 

1824 yılı başlarında, isyanlar tekrar şiddetlendi ve Avrupa’dan birçok gönüllü Mora’ya savaşmak için gitti. Ayrıca çok sayıdaki gönüllü de para yardımında bulundu. 

Bunlardan biri de Antik Yunan hayranı İngiliz Lord Byron’du. Lord Byron ve bir İngiliz miralayı isyanın en şiddetli yıllarında oldukça yüklü bir parayla Misolinki’ye gitti ve orada Rumlara para yardımı yaparak isyanları teşvik etti (BOA. 926/40255, HAT). 

İngiltere dış politika olarak her ne kadar isyanlara karşı gibi görünse de, İngiltere’nin asilere para ve yardım göndererek teşvik ettiği ve Misolinki’ye giden Lord Byron’un Rumları kışkırtarak Karlıili asilerine yardım için elinden gelen yardımı yaptığı belgelerden anlaşılmaktadır (BOA. 928/40290-D, HAT). 

Bu durum, İngiliz dış politikasının gerçek yüzünü de açıkça göstermektedir. 

Mora’daki isyanlar 1824 yılında şiddetini arttırarak devam etti. Buna karşın Osmanlı Devleti, asilerle mücadelede birlik içinde değildi ve belirli bir düzen içinde hareket etmiyordu. Bu nedenle Rum asiler üzerine yapılan harekâtların çoğu başarısızlıkla sonuçlanmaktaydı (BOA. 874/38787-L, HAT)

Mora’da çıkan isyanların bastırılamaması üzerine Kavalalı Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa Mora valisi olarak tayin edildi. Fakat Mora’ya vali tayin edilen İbrahim Paşa’nın kuvvetleri bölgeye zamanda ulaşamadığından istenilen başarı da sağlanamadı. Rumeli Valisi Derviş Paşa’nın Babıâli’ye bildirdiğine göre, Rum asilere karşı başarısızlığın bir nedeni de, askerlerin daha önceki askerlere göre istekli savaşmamalarıydı (BOA. 901/39557, HAT)

Bununla birlikte Babıâli’ye, Arnavut askerinin hazır ulûfeye alışık olduğundan iş görmediği, Türk paşaları yanında hizmet etmedikleri, Arnavut paşaların da devlete bir hayrı olmadığının ve Mora isyanının bastırılması için ayağı çarıklı valilere ihtiyaç olduğu yönünde şikâyetler gitmekteydi (BOA. 636/31344-B, HAT)

Ağustos 1824’te, Eğriboz ve Misolinki bölgelerinde Rumlarla olan çatışmalar çok şiddetli geçti. Ordunun yarısı sıtma hastalığına yakalandığından ve yeni asker beklendiğinden, Salye yolunu ellerinde tutan asilere karşı başarı sağlanamadı. 

Bununla birlikte Osmanlı kuvvetleri, para ve malzeme sıkıntısı çekmekteydi. Bu durumda yavaş hareket edilmekte ve müdahale gecikmekteydi. Askerlerin zamanında yetişememesi üzerine asiler güçlerini iyice arttırdı (BOA. 906/39723-B, HAT)

Böylece 1825 yılı başlarında, Rumların saldırılarının yoğunlaştığı ve Mora’nın merkezi Tropoliçe’de zor anların yaşandığı dönemde bütün ümitler İbrahim Paşa’ya ve Mısır donanmasına bağlandı (BOA. 926/4024-A, HAT)

İbrahim Paşa, önemli başarılar elde etti. İbrahim Paşa kuvvetlerinin Mora’daki başarıları ve asi Rumların yenilgileri Avrupa diplomasisini de harekete geçirdi. Rum asileri yatıştırmak için Osmanlı Devleti’ne açıklamalarda bulunmak üzere biri Rus, diğeri Fransız iki subay Bükreş’e gitti (BOA. 1140/45339, HAT). 

Böylece Rum ayaklanması 1825 yılından itibaren uluslar arası bir nitelik kazandı (Armaoğlu: 174). Avrupalı devletlerin işlerine karışmasından hoşlanmayan Osmanlı Devleti, Rum isyanını durdurmak için denizden beslenen eşkıyanın önü kesilmesini yeterli buluyordu. Bu nedenle İbrahim Paşa denizden Çamlıca’yı ele geçirirken, karadan da Atina’nın ele geçirilmesi gerekmekteydi (BOA. 942/40665-B, HAT). 

Bu plan doğrultusunda İbrahim Paşa, Koron’da Rumların isyanını bastırdı. Mora’ya yönelen İbrahim Paşa, Navarin’i kuşattı. Bu haber, Rumlar arasında büyük bir heyecan yarattı. Çamados adında bir Rum kaptan, Navarin’i kurtarmak için süvarisi bulunduğu hafif donanmayla harekete geçti. Navarin önünde bulunan Sefakya adacığını ele geçirdi. 

Fakat Süleyman Paşa ve topçu bölüğü bu adacığı topa tutarak barınılamayacak hale getirdi. Böylece Çamados çekilmek zorunda kaldı. Navarin Mısır askeri tarafından ele geçirildi. Fakat bu sırada Mısırlıların çok sayıda gemisi de battı. 18 Mayıs tarihinde Navarin halkı teslim olmak zorunda kaldı. İbrahim Paşa, Kolokotrones’in kumandası altındaki Rum çetelerini dağıttı ve Kalamata ile Tropoliçe’yi ele geçirdi. Böylece İbrahim Paşa, Nopli hariç bütün Mora Yarımadası’na egemen oldu (Driault: 191,192).

1827 yılında, Osmanlı-Mısır donanması isyanı tam yatıştırmak üzereyken Avrupalı Devletlerin işe karışması isyanı yeni bir döneme girdirdi. Mehmet Ali Paşa’nın Mora seferi, İngiltere’nin hoşuna gitmiyordu. Mora ve Girit valiliği kendisine verilen Mehmet Ali Paşa’nın Doğu Akdeniz’de yerleşmesi İngilizlerin çıkarlarına uygun değildi ve bu durum İngilizleri korkutuyordu. İngiltere ve Rusya, İbrahim Paşa’nın sözde zulümlerine son vermek amacıyla St. Petersburg’da görüşmelere başladı. Görüşmeler sonunda 4 Nisan 1827 tarihinde St. Petersburg Protokolü imzalandı. Buna göre Yunanistan, Osmanlı Devletine vergiyle bağlı muhtar bir devlet haline gelecek ve bütün Türkler Yunanistan’dan çıkartılacaktı. 

Bu Protokol, bağımsız bir Yunanistan’ın kurulması yönünde atılan ilk adımdı. Protokol, Avusturya, Prusya ve Fransa’ya da bildirildi. Avusturya ve ardından Prusya Protokolü reddetti. Fransa ise, 1815 yılında kendisine karşı kurulmuş olan Kutsal Birliği parçalamak niyetinde olduğundan Protokole katılmayı düşündüğünü bildirdi. 

Böylece İngiltere, Rusya ve Fransa arasında Londra’da görüşmeler başladı. Üç devlet arasında 6 Temmuz 1827 tarihinde Londra Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmada, Osmanlı Devleti, St. Petersburg Antlaşması’nı kabul ettiği takdirde, asilerle Babıâli arasında bir mütareke yapılacağı ve Yunanistan devletinin kurulacağı; kabul etmediği takdirde ise, Protokolü imzalayan üç devletin asilere yardım etmekten başka, Osmanlı hükümetini yola getirmek için onu baskı altında bulunduracakları yazmaktaydı (Karal: 116,117). 

Osmanlı Devleti, Londra Antlaşması hükümlerini iç işlerine karışma olarak gördüğünden antlaşmayı reddetti. Bunun üzerine İngiltere, Rusya ve Fransa, Mora’yı abluka altına alarak Navarin’i kuşattı. Üç devlet, İbrahim Paşa’ya bir ateşkes teklif etti. Fakat İbrahim Paşa, İngiliz amirali Cardington ve müttefikler tarafından yapılan ateşkes teklifini, Padişah’tan emir almadıkça kabul edemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine üç ülkenin amiralleri, İbrahim Paşa’ya bir ültimatom göndererek, Türk ve Mısır donanmalarıyla askerlerin Yunanistan’dan çıkmalarını istedi. 

Fakat ültimatom kabul edilmedi (Karal: 118). Mısır donanmasının Navarin Limanı’na ulaşmasından bir süre sonra Fransızların ve İngilizlerin 22 savaş gemisi de Navarin’e gitti (BOA. 1050/43278-B, HAT)

İngilizler Osmanlı donanmasının hareket alanlarını kısıtlamaya başladı. Bunun üzerine Mora Valisi İbrahim Paşa ve kuvvetlerinin Çamlıca-Suluca tarafına donanmayla gitmesi emredildi. 

Fakat Navarin önünde 28 savaş gemisi bulunduğundan ve onlarla savaşmak gerekebileceğinden donanma hareket edemedi (BOA. 849/38071, HAT)

Ayrıca Navarin önündeki 28 parça İngiliz savaş gemisi, eğer Osmanlı-Mısır donanması hareket edecek olursa bunu engelleyeceklerini bildirmişti. İbrahim Paşa da, Babıâli’ye, Osmanlı donanmasının bunlarla savaşa girecek kadar güçlü olmadığını bildirdi (BOA. 849/38071-C, HAT)

Amiral Cadrington kumandasındaki İngiliz gemileri, Amiral Rigny kumandasındaki Fransız gemileri ve kendilerine daha sonra katılan Amiral Heyden kumandasındaki Rus donanması 25 Eylül tarihinde İbrahim Paşa’yla bir mütareke yaptı. 

Buna göre, Osmanlı Donanması Navarin’de kalacaktı. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları Zanta ve Milo adalarına çekilecekti (Gökbilgin: 134)

Mart 1828 tarihinde Mora Valisi İbrahim Paşa’dan Mısır valisine gönderilen bir tezkirede, Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin Navarin ve civarında deniz yoluyla gıda yardımı gönderilmesini engelledikleri belirtilmektedir (BOA. 1087/44248-C, HAT). Bunun üzerine Osmanlı donanması Çamlıca Adası’na doğru hareket etti. 

Fakat Osmanlı- Mısır donanmasının bir savaşa gücü yoktu. Temmuz 1828 tarihinde, Osmanlı Donanması, Mısır ve Tunus gemilerinin kaptanlarının ortak kararıyla imzalanıp gönderilen dilekçe bunun en açık kanıtlarındandır. Bu dilekçede, Navarin Limanı İngiliz gemileriyle kuşatıldığından bunun dışına çıkarak savaşa katılmaya donanmanın gücünün olmadığı belirtilmiştir (BOA. 849/38071-D, HAT)

İngiliz, Fransız ve Rus müttefik gemileri Mora’da harekâtın kesin bir şekilde durdurulması için Amiral Rigny’in emriyle Osmanlı-Mısır donanması yaktı. Böylece Mısır gemileriyle birlikte 57 gemi ve 6.000 denizci kaybedildi (Gökbilgin: 134)

Navarin olayından sonra Mehmet Ali Paşa Mora’daki Mısır kuvvetlerini geri çekmeye karar verdi. Fakat bunu yapamadı. İngiltere, Fransa ve Rusya 19 Temmuz 1829 tarihinde, Londra’da kabul ettikleri bir protokolle Fransa’nın Mora’ya bir kuvvet çıkarmasına karar verdi. Böylece çaresiz kalan Mısır kuvvetleri ve İbrahim Paşa, 3 Ağustos 1829 tarihinde, Fransa’yla bir antlaşma yaparak geri çekilmek zorunda kaldı (Armaoğlu: 185). 


IV. SONUÇ 

1821 yılında Rumların Mora Yarımadası’nda başlattıkları isyan, Yunan Devleti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. İsyanın başlamasında, özellikle Rusya etkin rol oynamıştır. Avrupalı Devletler, kendi çıkarları doğrultusunda Antik Yunan’a 
duydukları ilginin de etkisiyle Rumlara her türlü maddi ve manevi yardımda bulunmuştur. 

Osmanlı Devleti ilk başlarda isyanı ciddiye almasa da isyanın diğer adalara sıçraması üzerine Mısır donanmasından yardım istemiş ve isyanın direncini kırmayı başarmıştır. 

Fakat isyana Avrupalı Devletlerin el atması ve konunun ulusalar arası bir boyut kazanmasıyla dengeler değişmiş ve isyan Osmanlı Devleti’nin aleyhinde ilerlemiştir. Binlerce Müslüman Türk hatta Ortodoks olmayan Hıristiyan ve Musevi’nin ölmesiyle sonuçlanan Mora isyanının başarısı, sadece Sakız ve Girit adalarında yaşayan Rumları cesaretlendirmemiş, Balkanlar’da yaşayan diğer milletlere de örnek olmuştur. Rumların amacı, eşitliksiz, adaletsizlik ya da ekonomik zorlukları giderecek önlemlerin alınması değildi. 

Zira öyle olsaydı kendi mezhepleri ve dinleri dışındaki insanları öldürmezler, toplu katliamlar yapmazlardı. Rumlar, kendi millet ve mezhepleri dışındaki herkesi ya öldürmüş, ya göçe zorlamış ya da evlerini yakmıştı. Bu da isyanın etnik bir karakter taşıdığını göstermektedir. 

19. Yüzyıl başında Sırplar, birçok kez ayaklanmalarına ve bazı haklar elde etmelerine rağmen bağımsız bir devlet kurmayı başaramamıştır. Oysaki Avrupa devletleri ve kamuoyunu arkalarına alan Rumlar, ilk kez bir isyan sonucunda ulusal bir devlet kurmayı başarmıştır. Mora, Yunan Devleti’nin kurulduğu yerdir. 

Bu nedenle isyanın başladığı gün hâlâ ulusal bağımsızlık günü olarak kutlanmaktadır. 



1821 MORA İSYANI - Serap TOPRAK


...



HATIRLA !!!


"1821 Nisan tarihine kadar Mora Yarımadası’nda yaşayan 50.000 kadar Müslüman’dan bir teki bile kalmamıştır. Müslüman Türkler ya kaçmış ya da Rumlar tarafından öldürülmüştür. İngiliz yazar St. Clair, bu konuda şunları yazmıştır:

“Yunanistan’ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve dünyanın haberi olmadan yok edildiler” (Sonyel, 1988: 111)

Ortodoks Rumlar sadece Müslüman Türkleri değil, diğer milletlerden olanları da öldürüyordu. 

5 Ekim 1821 tarihinde, 35. 0000 Türk ve Arnavut, Musevi ve diğer milletlerin yaşadığı Tropoliçe’de de 10.000 kişi katledildi. Ocak 1822 tarihinde Akrokorint kentinde 1.500’den fazla Müslüman öldürüldü. Böylece Rum ayaklanması, 1822 yılı yazına kadar Türk, Rum, Musevi, Arnavut ve diğer milletlerden olmak üzere 50.000 kişinin ölümüne neden oldu (Sonyel: 113- 115)



VE BÜTÜN AVRUPA BU KATLİAMA SESSİZ KALARAK İZLEMEKLE YETİNDİ. "


....




KİTAP:
Balkanlarda İlk Dram, Unuttuğumuz Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan - Ali Fuat Örenç

Mora’da Yunan Zulmü

1821′de Rumların Mora ve civarında, adalarda isyanlarına dair çok etkileyici bir kitap okuyorum bu günlerde. Doç. Dr. Ali Fuat Örenç hocanın “Balkanlarda İlk Dram, Unuttuğumuz Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan” adlı kitabını okurken kan dondurucu sahnelerle karşılaştım.

Kısaca Rum isyanını özetlersek; 1821′den 1830′a kadar Rumlar özellikle kilise önderliğinde Mora’da isyana başladılar. İsyan Rumların yaşadığı bölgelerin çoğuna sıçradı. İsyanı bastırmak için Osmanlı kara ordusu ve donanması kullandı, ancak istenilen başarı sağlanamadı. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim paşa vasıtasıyla eğitimli “Cihadiye” birliklerinden yararlanıldı. Mısır askerlerinin isyanı bastırmak için devreye girmesiyle Osmanlı birçok bölgede isyancıları ele geçirdi ve kuşatma altındaki Müslüman ahaliyi kurtardı. Ancak Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın bölgede güçlenmesini istemeyen Avrupa, bunu bahane ederek isyanı Avrupa sorunu haline getirdiler.

İsyana Avrupalı birçok devlet el altından silah ve erzak desteği verirken, kendi subaylarıyla da isyanı teknik anlamda destekliyordu. İsyanda 100 binlerce Müslüman’ın kadın, çocuk demeden ve hiçbir vicdan azabı duyulmadan katledilmesi Avrupa tarafından görülmek istenen bir durum değildi. 

Onlara göre 400 yıl esir hayatı yaşamış bir milletin Müslümanlara kininin doğal bir tezahürüydü. Nasıl bir esaret ki, hem bölgede toprakla ve ticaretle meşgul olabiliyorlar, kiliseleri olabiliyor ve içlerinden birçoğu sarayda önemli görevlere gelebiliyor, sormak lazım.

Müslümanların, kana susamış ve vahşi Rum isyancılar tarafından katledilmesini betimleyen satırları kitaptan okumalısınız. Bütün bu vahşeti: kadınların ırzına geçilmesini, çocukların anne-babalarının gözü önünde öldürülmesini, teslim olan binlerce Müslüman Türk’ün saatler içinde vahşice öldürülmesini okurken neler hissedilebilir!

Avrupa kamuoyu bütün bu vahşete kendince bir kılıf bulmuş. Ya da vahşeti betimleyen bazı tanıkların kitaplarını yok etmek için çabalamışlar. Ancak bugün birçok Avrupalının tanıklığıyla biliyoruz ki, Rum isyanı sırasında 100 binlerce Müslüman Türk ahali hunharca öldürülmüş, kafataslarından piramitler yağılmıştır.

Yunanistan’ın bugün içine düştüğü duruma zaten acımıyordum. Kitabı okuduktan “bin beter olsunlar” diyesim geldi. Zulümle âbâd olunmaz. Devletleri kanla kuruldu. Bugün hepsinin ataları bu vahşette öyle ya da böyle rol almışlardır. Eğer çok kötü duruma düşerlerse onlara yardım edecek Avrupa ve Amerika gibi “kandaş ve kindar” hamileri var tabii. Ama Kıbrıs’ı, Ege adalarını ve Mora’yı satın alabiliriz, hiç de fena olmaz.

İçimdeki sadece kızgınlık değil. Tarihin yanlış anlaşılmasına, hatta hiç bilinmeyip Rumları dost görmeye uğraşanların ahmaklığına kederleniyorum. 

Ermeni soykırımı laflarını üreten Avrupalı ve Amerikalı zihinler, Mora Türklerini neden unutturuyorlar acaba!



"SÜRGÜN VE ÖLÜM YUNANİSTAN" BELGESELİ: 



..........



Balkanlarda, Türkler birbirinden farklı iki devrede etkili olmuşlardır. Birinci devrenin kahramanları orta Asya’dan hareketle Karadeniz’in kuzeyinden geçip Tuna boyuna ve Balkanlara gelen  Türkler ikinci devrenin kahramanları ise Anadolu Türkleri’dir.

Balkanlara ilk gelen Türkler Hun’lardır (M.S. 375) - (ek bilgi: İskitlerdir ve de öncesi olabilir!). Ardından Avarlar, Bulgarlar, Kumanlar ve Peçenekler 4.asırdan 8.asra kadar aralıksız olarak Orta Avrupa’ya ve Balkanlara yerleşerek Türk kültürünün yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Bulgar Türkleri zamanla slavlaşmış Peçeneklerin de bir kısmı (doğu romaya sığınanlar) hristiyanlaşmıştı. Balkanlara gelen son  Türk kavim Kumanlar da, zamanla hristiyanlığı kabul ettiler. 

Anadolu Türklerinin Balkanlar’da ilk yerleşmesi, 1264 yılında Selçuklulardan İzzeddin Keykavus’un Bizans’a kaçıp sığınması olayıyla ilgilidir. Bizans imparatoru ona ve askerine yerleşmesi için Dobruca ilini tahsis etti. Bunun üzerine Anadolu’dan kendisine taraftar olan bir göçebe Türk grubu Saru Saltuk Dede ile beraber Dobruca’ya geçtiler.

Dobruca Türklerin bir kısmı Bulgarların saldırıları üzerine (1307-1311) Anadolu'ya geri geldi,kalanları ise hristiyanlaştılar . Bundan sonra Batı Anadolu’yu fetheden Aydın, Saruhan ve Karesi beyliklerinin, Ege denizini geçerek Balkanlara yaptıkları akınlar gelir.


Aydınoğlu Gazi Umur 1332’de Bizans’ın müttefiki olarak Balkanlar’da faaliyetlerde bulundu. Ne var ki Latinlerin Ege kıyılarındaki faaliyetleri, Aydınoğullarının Rumeli’deki faaliyetlerini engelledi ve yerlerini Osmanlı beylerinin almalarına fırsat verdi. Karadeniz’in kuzeyinden gelen Türkler’e oranla Anadolu’dan gelen müslüman Türkler kendi dil ve kültürlerini saklamayı başarmışlardır . Prof. Halil İnalcık ve Prof. İbrahim Kafesoğlu’nun araştırmalarına göre 13.asır içinde Balkan yarımadasına büyük oranda Türkler yerleşmişlerdi.



.............



Osmanlı belgeseli Yunanistan'ı kızdırdı

Yunanlıların Osmanlı'ya isyanını anlatan belgesel '1821', komşuyu karıştırdı. Reyting rekoru kıran dizide Yunan resmi tarihi yerle bir edildi. Siyasetçiler, tarihçiler ve özellikle kilise, Sky TV’de 8 bölümde yayımlanan ve Yunan ihtilalindeki bir sürü ‘mito’yu çürüten belgesel dizi ‘1821’e ateş püskürdü. Yunanlı, İngiliz, Hollandalı ve Türk (Prof. Fikret Adanır) tarihçilerin yer aldığı ‘1821’de, Yunanlıların 4 asır boyunca Osmanlı egemenliği dönemindeki yaşamı ile ilgili ‘resmi tarih’e taban tabana zıt bir tablo çizildi. Okullarda da okutulan ‘resmi tarih’ Yunanlıların ‘esaret altında büyük baskılara ve Osmanlı’nın barbarlıklarına maruz kalarak yaşadıklarından’ bahsederken, dizide şunlar belirtildi:

- Özellikle 15 ve 16. yüzyılda Yunanlılar çok zenginleşti.

- Dinlerine, okullarına kimse dokunmadı. Yunanlı çocukların mağaralardaki ‘krifo sholio’da (gizli okul) eğitildikleri yalandır.

- Fatih Sultan Mehmet, Bizans hayranıydı.
- Osmanlı’yı tek ilgilendiren şey vergilerin toplanmasıydı.
- Türk ile Yunanlılar birlikte yaşıyor, evlilikler yapıyordu.
- Türklerin olumlu hiçbir şey yapmayan barbar bir halk olduğu iddiası gerçek dışıdır.
- Yunanlılar geleneklerini değiştirmişlerdi. Yemeklerini iskemlede değil, yerde yiyorlardı. Kadınlar örtülüydü. Batılı giyinenler, Batılı davrananlar hiç sevilmiyordu.

- Osmanlı sayesinde, Yunanlı çiftçiler Hıristiyan çiftlik ağalarının sömürüsünden kurtuldu.

İhtilal nasıl başladı?

‘Resmi tarihte’ ihtilalin başlatılması ‘haklı bir davanın ilk kıvılcımı’ olarak gösterilirken, ihtilale katılanlar ‘dağlara çıkan ve özgürlük ateşi ile tutuşan kahramanlar’ diye tanıtılıyor. Belgeselde bu iddialar çürütüldü:

Peloponez’de (Mora Yarımadası) ilk tepkiler Osmanlı’nın vergileri arttırmasıyla başladı. Yunanlılar fakirleşti. Vergi ödememek için ovaları terk ederek Osmanlı devletinin zor ulaşabileceği dağlık bölgelere yerleşti.

Dağlık kesimde yaşam zordu. Çünkü ‘kleftes’ler (Yunanlı çapulcular) insanlara rahat nefes aldırmıyordu.

Korku içindeki Yunanlıların imdadına Osmanlı yetişti. Osmanlılar ve Yunanlılar birlikte ‘kleftes’leri yakalayıp öldürdü.

İlk isyanı kışkırtan, 1770’te Mani şehrine gelen Rus çariçesinin adamları Orlof kardeşlerdi. Yunanlıların büyük bölümü Orloflara kulak asmadı. Bu isyan teşebbüsünde binlerce Yunanlı öldü, 20 bini de esir alınıp köle olarak satıldı.

‘Ayıptır be!’

Reyting rekoru kıran ‘1821’ , Yunan parlamentosuna konu oldu. Aşırı milliyetçi Laos partisi milletvekilleri, belgeselin yalanlarla dolu olduğunu iddia ederek, Yunan devlet TV’sinin (ERT) derhal yeni belgesel çekmesini istedi. Selanik metropoliti Anthimos ise “Utandım, ayıptır be” dedi. Dizinin sponsorluğunu ise başkanını hükümetin atadığı National Bank Of Greece’in (NBG) üstlenmesi de tepkilere yol açtı.

‘Patrikhane ihtilali lanetlemişti’

Yunan resmi tarihi Osmanlı’nın Yunanistan’da önemli bir kültür mirası bırakmadığı şeklindedir. Dizide bu iddia da çürütülerek, 1832’de kurulan Yunan devletinin Osmanlı’yı hatırlatan hemen her şeyi yok ettiği vurgulandı.

Fener Patrikhanesi’nin Yunan ihtilalindeki rolü hakkında ise dizide “Patrik 5. Grigorios ihtilali lanetledi ve İpsilantis’i aforoz etti. Grigorios aynı zamanda ‘Padişahın iktidarı Tanrı’nın emridir. Buna karşı çıkan dinimize karşı çıkar’ dedi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Patrikhane adeta ‘Hıristiyanların bakanlığı’ gibi hareket ediyordu. Büyük imtiyazları vardı” denildi.

‘Yunanistan’da Türkleştirme yaşanmadı’

‘Resmi’ Yunan tarihinde Osmanlı döneminde Yunanlıların ölüm tehdidi ile İslamlaştırıldıkları iddia edilirken, belgesel dizide aksi görüş savunuldu; “İsteyen din değiştiriyordu. Bunun başlıca nedeni de ekonomik idi. Bazı Hıristiyanlar, Müslümanların sahip oldukları ekonomik imtiyazlara sahip olabilmek için din değiştirdi” denildi.

Mora’da büyük katliamlar oldu

Dizide Yunan ihtilalinin, 1789 Fransız ihtilalinden etkilendiği ve eski Yunan medeniyeti hayranı Batılılarca desteklenerek başlatıldığı anlatıldı.

- Peloponez’de (Mora) isyan için bölgedeki Osmanlı askerlerinin Ali Paşa isyanını bastırmak için Yanya’ya gitmelerinden yararlanıldı.

- Papazlar “İnançsız Müslümanları yok edin” vaazı verdi.
- Asırlarca iç içe yaşayan Yunanlılar, silahsız Türklere saldırdı. Birkaç günde 20 bin Türk öldürüldü.
- Tripoliça’da büyük katliamlar işlendi. Kuşatmada Türkler yiyecekleri bitince, köpekleri ve hatta birbirlerini yemek zorunda kaldı. Kale zapt edilince 2 bin kadın ve çocuk kayalıklardan atıldı.
- Peloponez’de nüfusun yüzde 10’u Türk idi. Onca asır burada Türkler birbirleri ile Türkçe değil Yunanca konuşuyordu. Geriye canlı tek bir Türk bile kalmadı.

- Tripoliça’ya saldırı, ihtilalin sivil lideri Rus çarının koruması Aleksandros İpsilantis’in kardeşi Dimitris ile askeri lider Theodoros Kolokotronis’in ganimet paylaşımı için anlaşınca gerçekleşti. İhtilalde çıkar her zaman büyük rol oynadı. Asker parayla toplatıldı. 1 aylık askerliğe 1 dönüm toprak veriliyordu.

RADİKAL-2011

________________



Mora Yarımadası, bugünkü Yunanistan'ın güneyinde, ülkenin bir kısmını oluşturan, Avrupa kıtasına bağlı olan ve Ege Denizi'nde bulunan yarımadadır (1893'ten beridir teknik olarak ada). Adanın ismi Batı dilleri ve Yunanca'da Peloponnesos 'tur. 1893'te yarımada Corinth Kanalı ile anakaradan ayrılmıştır yani insan eliyle adaya dönüştürülmüştür. Mora Yarımadası Fatih Sultan Mehmet zamanında fethedilmiştir.






VE 
YUNAN 
VARLIĞINI 
OSMANLI TÜRKLERİNE 
BORÇLUDUR.