Translate

9 Eylül 2014 Salı

ANADOLU'DA YUNAN ZULMÜ VE KURTULUŞU - 3


Kanlıbahçe Şehitler Anıtından



Osmanlı Devleti, kurulusundan itibaren idaresi altında bulunan milletleri âdil ve hosgörülü bir biçimde yönetmis, devletin tebaası olan bütün unsurlar, saglanan bu genis hürriyet ortamından yararlanmıslardır. Osmanlı tebaasının önemli bir kısmını olusturan gayri müslimler içinde yer alan Rumlara da diger bütün milletlere oldugu gibi her türlü hürriyet, mülkiyet güvenligi, egitim ve dil serbestisi, ekonomik refah saglanmıstır; ırkî ve dinî hürriyetlerini barıs ve güven içinde koruma fırsatı verilmistir. Rumlar yüzyıllar boyunca hiçbir sıkıntı ile karsılasmadan yasamıslar, hattâ kendilerine Osmanlı tebaası olan Ortodoks Hristiyanlar içinde imtiyazlı bir statü de tanınmıstır.

XIX. yüzyılın sonlarına dogru, birçok tarihî olaylar ve dünyadaki gelismelerden dolayı eski gücünü kaybeden Osmanlı Devleti’nin bu durumunu istismar ederek, kendilerine menfaat temin etmeye çalısan dönemin büyük devletleri maksatlarına ulasabilmek için türlü yollar denemeye baslamıslardır.


“Düvel-i Muazzama” diye anılan bu devletler, Osmanlı Devleti aleyhine takip ettikleri politikalarında Yunan unsurunu da devreye sokmuslar ve bu toplumu XX. yüzyılın ilk çeyregine kadar kendi amaçları dogrultusunda kullanmayı basarmıslardır. Mart 1821’de, Fenerli bir Rum olan Aleksandr psilanti, Eflâk-Bogdan’da ilk Yunan ayaklanmasını baslatmıs, fakat muvaffak olamamıstır. Aynı yıl Aleksandr psilanti’nin kardesi Dimitri psilanti de Mora syanı’nı baslatmıstır. 1827 yılında Osmanlı Devleti’nin Yunan ayaklanmasına son darbeyi indirmeye hazırlandıgı sırada İngiltere, Rusya ve Fransa donanması Navarin’de Osmanlı donanmasını imha ederek (20 Ekim 1827) Yunanlılar için çok müsait bir ortam hazırlamıslardır.


1828-1829 Türk-Rus harbinden sonra meydana gelen gelismelerin sonucunda ngiltere, Fransa ve Rusya’nın baskıları ile Osmanlı Devleti 1830 yılında, Yunanistan’ın bagımsızlıgını kabul etmek zorunda kalmıstır.


Yunanistan, bagımsızlıgını Avrupa’nın büyük devletlerinin destegi ile sagladıgı gibi, kurulus yıllarından itibaren baslayarak izledigi Osmanlı aleyhindeki yayılmacı politikasını da bu büyük devletlerin koruyuculugunda sürdürmüstür. 


Nitekim, (Doğu Roma) Bizans İmparatorlugu’nun Osmanlı sınırları içinde kalan eski topraklarını yeni Yunanistan’a kazandırmayı hedefleyen bu politikanın (Megali dea) sonucunda, Türkler ve çesitli Balkan milletlerinin Yunan hegemonyası altına alınmaları hedeflenmistir. Hattâ Balkan Slavlarının dahi Helen kültürü içinde eritilmeleri tasarlanmıstır.


Yunanistan, 1830’dan 1922’ye kadar geçen sürede Teselya, Makedonya, Güney Epir, Rodos ve Girit’i çesitli siyasî manevralarla gerçeklestirdigi isgaller sonucu ele geçirirken, buralarda yasayan Türkler de çesitli baskı ve zulümler sonucunda yerlerinden yurtlarından atılmıslardır.


Yunanlılar çok milletli topraklar üzerinde tek milletli bir devlet olusturabilmek için, Türk-Müslüman nüfusunu, hattâ buralarda yasayan Müslüman olmayan diger milletlere her türlü zulmü ve baskıyı insafsızca ve sistemli bir sekilde uygulayarak, onları yok etmeye ve öz vatanlarından zorla koparıp atmaya çalısmıslardır.


Devlet Arsivleri Genel Müdürlügü’nce hazırlanan bu eser sayesinde, Yunanistan’ın Batı Trakya Türkleri üzerindeki zulüm ve baskıları ile Ege denizindeki yayılmacı politikasının geçmisteki temellerini daha iyi anlamak, Türkiye ile Yunanistan arasında halâ problem teskil etmekte olan konuların Yunan kaynaklı çıkıs sebeplerinin gözler önüne serilmesini saglamak mümkün olacaktır.


Bu eserin hazırlanmasında emegi geçen Basbakanlık Devlet Arsivleri Genel Müdürlügü Osmanlı Arsivi Daire Baskanlıgı personeline tesekkür ediyor ve eserin ilgililere yardımcı ve yararlı olmasını diliyorum.


Ali Naci TUNCER

Basbakanlık Müstesar V.,1995





Türkler’i, özellikle Osmanlı asırlarında, ulastıkları kültür ve medeniyetin yaratıcı ve terkipçi suuru ile tarih sahnesine çıkaran ve bu olusu vücûda getiren sırlar nelerdir?


İste bu tılsımı bulmak, geçmis adına ne kadar önemli ise , hâl ve gelecek namına da o kadar ehemmiyetli ve lüzumludur. O kadar lüzumludur ki, bu tılsımlı sifre çözülmedikçe, Türklügün istikbalini açacak anahtarı bulmak mümkün degildir.


Suna milletçe inanmak yerinde olur ki, devrini tamamlamıs ve geçmisin hâfızasına terkedilmis bu tarihî hâdiseler, vakti geçmis, vazifesi tamamlanmıs olaylar olarak görülmemelidir. Bunlar, belki de gelecegin temellerini teskil ettigi için, toplum olarak, büyük bir uyanıklık ve suûrla üzerinde durmamız gereken gerçeklerdir. Unutulmamalıdır ki, istikbalin kulagına söylenecek bir çift söz, vadesi tamamlanmıs gibi görünen bu tarih hazinesinin derinliklerinde saklıdır.


Osmanlı Türklügü, tarihin bu dört bin yıllık çok eski kavmine yeni bir iklim, yeni bir cografya ve yeni bir medeniyet ufku açarak, Türk’ün kaderine ihtisamlı bir gelecek saglamak suretiyle, bütün dünyanın dikkatini, birçok defalar da endise ve korkusunu üstünde toplayan bir fâtih millet, bir medeniyet yaratıcısı olmustur.


Millet olarak, bilmeye ve görmeye siddetle muhtaç oldugumuz gerçeklerin çehresine ayna tutup, hakikatlerin muhasebesini yapmamız kaçınılmazdır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı İmparatorluklarının dünya tarihindeki yerlerini tâyin ederken, yalnızca siyasî ve askerî seyirlerini tespit edip, medenî, manevî, içtimaî çarklarının dönüsünü ve dünya medeniyeti tarihine getirdikleri nizâm, üslûp ve ahengin mâhiyet ve ehemmiyetini belirtmezsek, Türk tarihi, bir siyaset ve askerlik med ve cezrinden ibaret kalır.


Osmanlı Devleti, askerî rejim esasına göre kurulmus olmasına ragmen, İmparatorluk tarihini, kılıçların ve süngülerin dünya cografyası üstünde çizdigi genis hudutlarda degil; Türk dehâ ve medeniyetinin, yeryüzü medeniyetleri üzerinde kurdugu mantıklı, âdil, müsamahakâr ve manevî saltanatı içinde bulmak mümkündür. Osmanlı asırlarının tarihî tekâmülü içinde ilerlerken, bu mucizeli olusun yükselis sebeplerini, yalnız politikanın ve orduların ardı sıra degil, idarî, hukukî, iktisadî, vicdanî, dinî, içtimaî, bediî ve kültürel yönleriyle arastırmak icap eder.


*


Osmanlı Devleti üç kıtaya yayılmıs cografyası, çesitli ırk, din, dil, örf ve âdetlere sahip toplulukları bünyesinde barındırması; bu çok zengin ve renkli kültür yapısı içinde altı asırdan fazla hükümrân olması ile dünya tarihinde kurulmus ve tarihin seyrine müessir olmus büyük devletler arasında çok önemli ve müstesna bir yer isgal eder.


Devletin kurucusu Osman Gazi ve ondan sonra gelenler, yukarıda ifade etmeye çalıstıgımız nizâm, üslûp ve terbiyenin tedrisinden geçtiklerinden, hep âdil, müsamahakâr ve hakkaniyete dayalı bir idare tarzı uygulamıslardır. Bu sebeple, çesitli din ve ırktan topluluklar Osmanlının adaletli idaresini benimsemislerdir. Anadolu’da dogmus Osmanlı Beyligi’nden cihansümûl bir devletin ortaya çıkması bu sayede mümkün olabilmistir.


Osmanlı Devleti, kendine has müesseseleriyle asırlara tasarruf eden mükemmel bir idare sekli ortaya koymus, fethettigi toprakların üzerinde yasayan halka eski mülklerinde oturma ve yasama hakkını tanımıs, onlara hiçbir sekilde sosyal, dinî ve kültürel baskı yapmamıstır. Bu toplulukların zorla Müslümanlastırılması veya Türklestirilmesi yoluna gidilmemistir.


Osmanlı Devleti bünyesinde huzurlu yasayan gayri müslimler, bu sistem içinde ırkî ve dinî kimliklerini korumakla kalmamıs, çok yaygın bir sekilde ugrastıkları ve ellerinde tuttukları ticaret sayesinde, üstelik Müslümanlara nazaran daha rahat bir hayat sürmüslerdir. Müslüman Türk askere giderken, ödedikleri askerlikten muafiyet vergisine (bedel-i askeriye) karsılık, askerlik yapmayan gayri müslim unsurlar ticarî hayatın bütün dallarında söz sahibi olmuslardır.


*


Tarih boyunca Osmanlı asırları incelendiginde, her dönemde Osmanlının âdil ve müsfik idaresini görmek mümkündür. Türk devlet gelenegi öteden beri dürüst ve âdil bir çizgi takip etmistir. Türkler, patronajları altındaki topluluklara, azınlıklara karsı insaflı, dürüst ve müsfik davranmıs ve asla müstemlekecilik politikası takip etmemislerdir. Türk- slâm devlet geleneginin en önemli unsurlarından biri olan hosgörü sayesinde, Osmanlı Devleti, tarihte hiçbir devlete nasip olmayacak bir sekilde, halklarını barıs ve refah içerisinde bir arada yasatmıstır. Siyaset geregi, endoktrinasyon, yani sosyallestirme metod ve usullerine basvurmadan, azınlıkları asimile etmeden bunu asırlarca sürdürmüstür.


Türk her devirde, her zaman, her gittigi yerde kurtarıcı olmus; adalet dagıtıcı, medeniyet kurucu ve hürriyet getirici bir rol üstlenmistir. Türk arsivleri bunun canlı sâhididir.


*


Rumların, Osmanlı Devleti içerisinde, diger gayri müslim topluluklara nazaran daha özel bir durumları vardır.


Bilindigi gibi, IV. Haçlı Seferi’nden (1204) sonra, Ege’de üstünlügün Bizans İ mparatorlugu’ndan, Venedik Devleti’ne geçmesiyle birlikte, Katolik Venediklilerin dinî konulardaki hosgörüsüzlükleri ve iktisadî alandaki sert tutum ve davranısları karsısında zor durumda kalan Ortodoks Rumlar, daha sonraları buralara hakim olmaya baslayan dürüst ve âdil Osmanlı yönetimini tercih etmekte tereddüt etmemislerdir.


Fatih Sultan Mehmed zamanından baslayarak Venedikle girisilen savaslarda, Akdeniz’deki Venedik deniz üstünlügü sona erdirilmis, Dogu Akdeniz’de Ceneviz ve Venedik’ten bosalan yerin öncelikle Osmanlı Rumlarınca doldurulması yoluna gidilmistir. Osmanlı yönetimi, Rumları ticarete tesvik eden tedbirler almayı dahi ihmâl etmemistir. Ege adalarından az vergi toplanması bunun en açık örnegidir.


Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethini müteakip burada yasayan Rumlara kendi patriklerini seçme hakkını tanıyarak dinî ve özel hukuk alanına ait meselelerin çözümünü, Rum Ortodoks Kilisesi’ne imtiyaz olarak bahsetmistir. Ayrıca, divân tercümanlıgı, Eflâk-Bogdan beylikleri gibi önemli görevler de çogu kere Rumlara verilmistir.


Yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti bünyesinde imtiyazlı durumlarını koruyup önemli mevkiler elde eden Rumlar, ele geçirdikleri ilk fırsatta, kendilerini masa olarak kullanan Avrupalı büyük devletlerin de yardımlarıyla, Osmanlıya karsı ihanet ve isyana kalkısmıslardır. Rumlar arasında bu tür ayrılıkçı fikirlerin gelismesinde, Avrupalı büyük devletler önemli rol oynamıslardır.


Rumlar, Fransız htilâli’nin ortaya çıkardıgı milliyetçilik düsüncesi ile, Napolyon’un Yedi Ada’yı isgalinden sonra tanısmıslardır. Yedi Ada’nın, 1800-1807 tarihleri arasında Rusya’nın güvencesi altında bagımsız bir devlet statüsü kazanmasından sonra da milliyetçilik düsüncesi Rusların gayretleri ile Rumlar arasında iyice yayılmıstır.


Nitekim Rusya, 1812’de Bükres Antlasması’yla muhtariyet kazandırdıgı Sırbistan’dan sonra Rumları da ayaklandıracak uygun bir ortam bekliyordu.


Bu dönemde kurulan ihtilâlci gizli cemiyetlerden Filiki Eterya’nın etkili çalısmaları ile Rumlar arasında Osmanlı Devleti’ne karsı isyan plânları yapılmaya baslanmıstı. Diger taraftan, Avrupa kamuoyunda eski Yunan’ın Avrupa medeniyetine besiklik ettigi görüsü yaygınlasmıs, Avrupalı aydınlar eski Yunan kültürü ile daha fazla ilgilenmeye baslamıslardır. Bu ilgi, Yunan hayranlıgına dönüsmüs ve Avrupa kamuoyunun Rumların gelecekleriyle ilgilenmeleri zeminini hazırlamıstır.


Rum isyanını, dolayısıyla Rum isteklerini “Sark Meselesi”nin bir parçası olarak degerlendirmek gerekir.


Bilindigi gibi “Sark Meselesi”nin özünü, Türklerin Avrupa ve Anadolu’dan çıkarılması düsüncesi teskil etmektedir. Siyasî tarih terminolojisinde yer almıs olan “Sark Meselesi” tâbiri, Osmanlı Devleti’nin Batılı devletler tarafından parçalanmaya çalısılmasını ifade etmektedir.


Bilinmelidir ki, Rum meselesinin kaynagında, tıpkı Ermeni meselesinde oldugu gibi, “Sark Meselesi” diye adlandırılan milletlerarası bir strateji yatmaktadır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti bünyesindeki azınlıkların ayrılıkçı maksatlar dogrultusunda kıskırtılması ve isyânların tesviki tesebbüsleri de “Sark Meselesi” içinde degerlendirilmelidir.


“Düvel-i Muazzama” denilen bu büyük Avrupa devletleri arasında Avrupa veya dünya hâkimiyeti konularında çogu zaman bir rekabet oldugu için, “Sark Meselesi” konusundaki görüs açıları da bu rekabetten etkilenmekteydi. Bu sebeple, bu devletlerin “Sark Meselesi” hakkındaki politikaları, zaman içinde degisiklikler göstermistir.


XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’ne karsı Avusturya ile çesitli ittifaklar içine giren Rusya, Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve sıcak denizlere inmek gayesini güdüyordu. Rusya’nın güneye inmesini çıkarlarına uygun bulmayan ngiltere ise Osmanlı Devleti’nin güçsüz olmasını, fakat varlıgını sürdürmesini kendi menfaatleri açısından uygun görüyordu.


1821 yılında Mora’da meydana gelen Yunan ayaklanmasına kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlügünü koruma politikasını sürdüren ngiltere, bu olaylardan sonra politika degistirerek, isyancı Rumları desteklemeye baslamıstır. Çünkü İngiltere’nin Yunan meselesine seyirci kalması, Rusya’nın Yunanistan üzerinde nüfuz sahibi olması ve Akdeniz’e rahatça inmesi anlamına geliyordu. Bu bölgede söz sahibi olmak isteyen İngiltere’nin, insiyatifi tamamen Ruslara kaptırmamak için Yunanlılara destek olması ve daha aktif davranması gerekmistir.


Balkanlara yönelik yayılmacı bir politika takip eden Avusturya ve Rusya ise, XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumlar arasında bagımsızlık düsüncesini pratige geçirerek, aktif hale getirmeye gayret sarfetmislerdir.


Ruslar, 1768-1774 Osmanlı-Rus Savasında, Osmanlı Devleti’ni içten vurmak ve parçalamak maksadıyla Balkanlarda ve Mora’daki Ortodoks halkı isyana tesvik etmislerdi. Ayrıca, Çariçe Katerina’nın Ortodoks Slavlar ve Rumları Osmanlı idaresinden kurtaracak “Grek Projesi” ile de, Bizansı yeniden diriltmek istemislerdir.


Tepedelenli Ali Pasa ile İstanbul arasındaki anlasmazlıgı fırsat bilen Rumlar, 1821’de ayaklanmıslar, bu isyan tesebbüsü Osmanlı Devleti tarafından Mısır Valisi Mehmed Ali Pasa’nın da yardımıyla bastırılmıstır. Mehmed Ali Pasa gibi güçlü bir komutan ve idarecinin, Akdeniz’in kilit bölgesinde bulunmasından rahatsızlık duyan İngiltere, Fransa ve Rusya devletleri gönderdikleri ortak donanma ile Navarin Limanı’nda bekleyen Osmanlı donanmasını, hiçbir savas durumu yokken, beklenmedik bir baskın sonucu tamamen yakmıslardır. Bu baskın, Osmanlı Devleti açısından çok agır kayıp ve zararlara sebep olmustur.


Navarin felâketinden sonra, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik baskılarını ve tehditlerini artırması, Osmanlı Devleti’nin bu ülkeye savas açmasına sebep olmustur. 1828’de yapılan Osmanlı Rus Savası sonucunda, Osmanlı orduları doguda ve batıda yenilgiler almıs; bu savasın sonunda 1829’da imzalanan Edirne Antlasması ile Osmanlı Devleti Yunanistan’ın bagımsızlıgını tanımak zorunda kalmıstır.


Rumlar, Yunan devletinin kurulmasından sonra da “Megali İ dea”nın gerçeklesmesini dıs politika hedefleri olarak belirlemislerdir.


Yunanlıların geçmiste yasamıs oldukları iddia edilen toprakları ele geçirip, baskent stanbul olmak üzere, eski Bizans’ı diriltmek seklinde hayal ettikleri “Megali İdea”, Rumları yayılmacı bir politikaya sevk etmistir.


Yunanistan’ın “Megali İdea”yı uygulaması bölgedeki dengeleri alt üst edebilirdi. Hattâ büyük devletlerden birisini yanına aldıgı takdirde, bu devletin nüfuz alanını digerlerinin aleyhine genisletmesi, sadece yeni ele geçen bölgeyi etkilemekle kalmayıp, Avrupa’daki kuvvet dengelerini de bozabilirdi. Bu sebeple; İ ngiltere, Fransa ve Rusya, degisen milletlerarası sartlarda Yunanistan’ı bir piyon gibi kullanmıslar, fakat kontrolsüz bırakmamıslardır.


Ancak, “Megali İdea” politikası dogrultusunda Yunanistan’ın gerek Müslüman Türk halkına, gerekse Balkanların diger gayri müslim topluluklarına uyguladıgı baskı ve mezâlime ve isledigi bu insanlık suçuna, batılı dostları da seyirci ve hattâ ortak olmuslardır.


İ lk Rum isyanından itibaren, Mora, Attika, Teselya, Girit ve diger Ege adalarından, Rum nüfusunun çok üzerinde bir Türk nüfusu yerinden yurdundan atılmıstır.


Kıyımlar, göçler ve nüfus mübadelesi olmasaydı, bugün Yunanistan’da Yunan nüfusundan daha fazla Türk nüfusu bulunacaktı.


Nitekim, Türklerin bu bölgelerden plânlı ve sistemli bir sekilde çıkarılması ve mezâlime maruz bırakılması ile Rumlar için yeni bir “Hayat sahası” meydana getirilmek istenmistir.


Yunanistan, Türklerin nüfusu hakkında rakam vermemektedir. Ancak, 1923 yılında Lozan Antlasması’nın imzalandıgı tarihte Türklerin nüfusu 130 bin idi. Yıllık nüfus artısının % 2.8 oldugu esas alınırsa, bugün Yunanistan’daki nüfusun 500 bin olması gerekmektedir. Aradaki 350 bin fark, Yunan asimilasyonu sonucu yurt dısına çıkan ve geri dönmesine izin verilmeyenlerle, arazisi çesitli sebeplerle ellerinden alınarak iç bölgelere göçe zorlanan ve buralarda is bulma vaadi ve çesitli baskılarla Yunanlastırılmak istenenlerdir.


1953 yılında Batı Trakya arazisinin % 84’ü Türk azınlıga ait iken, istimlâkler, Osmanlı tapularının kabul edilmemesi ve benzeri yollarla bu oran bugün % 20-30’a düsürülmüstür.


Batı Trakya’nın 27 Mayıs 1919’da Neuilly Antlasması ile Yunanistan’a verilmesinden bu yana, Yunanistan’ın Türkler üzerindeki baskı ve asimilasyonu, 76 seneden beri her an biraz daha siddetle artarak devam etmektedir. Yunanistan’da yasayan Müslüman Türk’ün maruz bırakıldıgı baskı, mezâlim ve haksızlıkları su sekilde sıralamak mümkündür:


– Türk Türk’e mal satamaz, birbirlerinden mülk edinemezler.


– Türk’ün malına (1), Rum’un malına (5) oranında deger biçilerek, Türk’ün elindeki gayri menkûlü ne pahasına olursa olsun alınmak istenir.


– Türk çocugunun ögrenimi her vesile ile kısıtlanır.


– Müslüman Türk vakıflarına, vakıf mallarına ve mülklerine el konulur.


– Yunanlılara sınırsız kredi verilerek, Türk mülklerinin satın alınması saglanır.


– Türk gençlerinin sportif ve kültürel faaliyetlere katılmaları engellenir.


– Yunan ordusuna zorla askere alınan Türk çocukları, Türklük gururunu rencide edici hareketlere muhatap edilirler.


– Türklerin davullu zurnalı dügün yapmalarına imkân tanınmaz. Yani, örf ve âdetlerini serbestçe yasamalarına fırsat verilmez.


– Küçük yastaki Müslüman Türk çocuklarının, Hristiyanlastırılmak maksadıyla köylerde açılan kreslere gönderilmeleri konusunda ailelerine baskı yapılır.


– Diger taraftan, Müslüman Türk, Pomak ve Çingeneler dısında kalan halkların, Hristiyan dininin Ortodoks mezhebine baglı olmaları ve kilisenin destegi ile birlesmeleri kısmen saglanmıs ise de, halen Sırp, Makedon, Bulgar, Arnavut ve Girit kökenliler bagımsızlıkları için gizli faaliyet göstermekte olup; geçmiste oldugu gibi, bu unsurlara bugün de çesitli baskı ve haksızlıklar yapılmaktadır.


Kısacası, Yunanistan’da Türk olarak yasamak, Türkçe konusmak yasaktır. Türk düsmanlıgını kendilerine düstur olarak kabul etmis zalim Yunan idaresi altında yasamak bahtsızlıgına ugramıs olan ‘Evlâd-ı Fâtihan’ soydaslarımız, bagımsızlıklarını koruyamamıs olmakla beraber, millî kültürlerini ve varlıklarını her türlü baskıya ragmen korumayı basarmıslardır.



Buna karsılık Türkiye, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlasması ile azınlık statüsünü onaylayarak, Rumlara, Türk vatandaslarının sahip oldugu ferdî hak ve hürriyetlerin tamamını kullandırmıstır.


Rum asıllı vatandaslarımız, bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüksek güvencesi altında olup, her türlü hukukî haklarını serbestçe kullanmaktadırlar. Eskiden oldugu gibi, ülkenin varlıklı vatandasları olup, her meslegi serbest bir sekilde yapabilmektedirler. Kendi inançlarına göre, kiliselerinde ibadetlerini yapmakta, kendi okullarında kendi dilleri ile egitim görmekte, kendi dillerinden yayınlar yapmakta, sosyal ve kültürel faaliyetlerini sürdürmektedirler.


Özetle, Rum vatandaslar, Türk vatandaslarının sahip oldukları bütün haklardan esit sekilde yararlanmaktadırlar.


*


Bilinmelidir ki, Türk’ün tarih boyunca, gerek Balkanlarda gerekse Anadolu’da maruz kaldıgı Yunan mezâlimini görmezlikten gelmek, hakkın ve adaletin bütününü öldürür.


Türk milleti olarak, kan dâvâsı gütmek, intikam almak gibi hareketlere basvurmak, inancımıza da, tarihî seref ve asâletimize de yarasmaz; ancak hakikatleri ortaya koymak, unutulmamalıdır ki, millî, insanî ve aynı zamanda bir ilmî vazife ve mükellefiyettir.


Devlet Arsivleri Genel Müdürlügü’nce yayınlanan, “Arsiv Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi” adlı çalısmada, “Megali dea”yı gerçeklestirebilmek için hareket eden Rumların Balkanlar’da ve Anadolu’da plânlı olarak Ulah, Bulgar, Makedon, Sırp ve Müslüman Türk nüfusunu yok etme çalısmaları, yaptıkları mezâlim belgeleriyle ortaya konulmaktadır.


Eser, "Balkanlar'da Yunan Mezâlimi" ve "Anadolu'da Yunan Mezâlimi" olmak üzere, iki cilt olarak hazırlanmıstır.


Bu eserin birinci cildinde, 1853-1925 tarihleri arasındaki olaylara ait 133 belge yer almıstır. Bu belgelerin, Rumların, Müslüman Türklerden baska, kendileriyle aynı dinden olan Balkanların diger etnik unsurlarına karsı yürüttügü baskı, haksızlık ve mezâlimleri de ortaya koyması dikkat çekicidir.


Eser üç ana bölümden meydana gelmektedir:


Birinci bölümde, Yunan mezâliminin hangi sartlarda gerçeklestigini ortaya koyan ve Türk-Yunan münasebetlerinin tarihçesinden bahseden “Giris” kısmı yer almaktadır.


İ kinci bölümde, “Belgelerin özet ve transkripsiyonları”, yer, sahıs ve müessese adlarına ait “ İndeks” ve “Giris” kısmı için faydalanılan kaynakların verildigi “Bibliyografya” bölümleri bulunmaktadır.


Belgeler kendi içerisinde “Gayri Müslimlere Yapılan Mezâlim” ve “Müslümanlara Yapılan Mezâlim” baslıkları altında iki kısma ayrılmıstır.


Bu bölümde, önce belgelere, kronolojik sıraya uygun olarak belge sıra numarası ve belgenin muhtevasını ifade eden bir baslık, daha sonra da köseli parantez içinde italik yazı ile belgelerin özeti verilmistir.


Özetin altında belgenin tarihi bulunmaktadır. Daha sonra, belgelerin transkripsiyonuna yer verilmistir. Orijinal metindeki harf ve hece düsüklükleri köseli parantez içinde gösterilmistir.


Belgelerin sıralanısında oldugu gibi, aynı belgenin içindeki vesikaların sıralanısında da kronolojik sıra gözetilmis olup, transkripsiyon ve fotokopiler de bu sıraya göre dizilmistir.


Üçüncü bölümde ise, belgelerin fotokopileri bulunmaktadır. Bu bölümdeki belge numaraları ile ikinci bölümde yer alan belge numaraları birbirinin aynıdır. Her iki bölümde de belge numarası ve özet baslıkları aynı tarzda verilmistir. Belge fotokopisinin hemen altında, belgenin kimligi olarak vasıflandırılabilecek referanslar yer almaktadır. Bu referanslar, belgenin Basbakanlık Devlet Arsivleri Genel Müdürlügü Osmanlı Arsivi’nde hangi fonda bulundugunu, dosya ve gömlek numaralarını göstermektedir. Çok sayfalı belgelerde, referans en son sayfanın alt kısmında verilmistir.


Eserin ikinci cildini teskil eden "Anadolu'da Yunan Mezâlimi" adlı çalısma da, en kısa zamanda ilim çevrelerinin dikkat ve yararlanmasına sunulacaktır.


*


Takdir edilecegi üzere, tarihin gerçek bilgileri ilk elden orijinal kaynaklara, yani arsiv belgelerine dayanır. Belgesiz tarih yazılamaz ve olayların gerçek yönleri gün ısıgına çıkarılmaz.


Arsiv belgeleri olmadan ve bilinmeden, varsayımlarla tarih yazmak, belirli bir devir hakkında hüküm vermek, bir devri veya olayları degerlendirmek, tarih biliminin gerektigi tarafsızlıga ve ilmî objektiflige sıgmaz.


Konusunda büyük bir boslugu dolduracak olan bu arsiv belgelerinin nesre hazırlanmasında emegi geçen Basbakanlık Devlet Arsivleri Genel Müdürlügü Osmanlı Arsivi Daire Baskanlıgı personelini tebrik ediyorum.


Bu vesileyle çalısmalarımızda her türlü tesvik ve destegi bizlerden esirgemeyen Basbakanlık Müstesar V. Sayın Ali Naci TUNCER’e ve Müstesar Yardımcıları Sayın Kadir GÜNAY ve Sayın Oguz TEZMEN’e tesekkürlerimizi sunmayı görev biliyorum. Eserin, tarihî hakikatlerin ilmin ısıgında aydınlanmasına yardımcı ve ilgililere çalısmalarında yararlı olması en samimi dilegimizdir.


6 Haziran 1995

İsmet BİNARK
Devlet Arsivleri Genel Müdürü





*ARŞiV BELGELERiNE GÖRE 
BALKANLAR’DA VE ANADOLU’DA YUNAN MEZÂLiMi: 1

1.PDF:        2.LİNK:       3.LİNK:




*ARŞiV BELGELERiNE GÖRE 
BALKANLAR’DA VE ANADOLU’DA YUNAN MEZÂLiMi: 2

1.PDF:      2.LİNK:      3.LİNK:




*ARŞiV BELGELERiNE GÖRE 
BALKANLAR’DA VE ANADOLU’DA YUNAN MEZÂLiMi: 3

1.PDF:       2.LİNK:      3.LİNK:




.....................................






The Ottoman State has ruled since its early establishment the peoples under its administration with justice and tolerance and all the people under the administration of the state have profitted from this extensive freedom.

As has been so for all the non-muslims, who constituted an important part of the Ottoman citizens, the Greeks also profitted from the freedom, security of property, liberty in education and language, and economic prosperity; and were given the opportunity to protect their racial and religious freedom in peace and security.


The Greeks have lived for many centuries without facing any trouble, moreover they have been appointed a privileged status among the Orthodox Christians which were Ottoman citizens. Towards the end of the XIX th century the Ottoman State lost its former power due to many historical events and the developments in the world.


The big states of the period took advantage of this situation for their own interest. They tried many ways to reach their goal. These states which were called the “Big Powers” included the Greeks in their policies carried out on the disadvantage of the Ottoman State and succeeded to use this people in accordance with their objectives until the first 25 years of the XX th century.


In March 1821, Aleksandr Ipsilanti who was a Greek Phanariot, started the first Greek rebellion in Walachia- Moldavia but has not been successful. In the same year Dimitri Ipsilanti, the brother of Aleksandr Ipsilanti, started the Mora rebellion. In 1827 when the Ottoman State was preparing for the last strike in the Greek rebellion, the navy of England, Russia and France destroyed (20 October 1827) the Ottoman navy in Navarin by which they prepared very suitable conditions for the Greeks.


As a result of the developments after the Ottoman - Russo War between 1828-1829 the Ottoman State had to accept in 1830 the independence of Greece with the oppression of England, France and

Russia.

Greece gained its independence with the support of the big European states and in the same way continued its spreading policy against the Ottomans since its establishment under the guardianship of the big states. As a result of this policy (Megali Idea) desiring to have new Greece gain the former territory of the Byzantine Empire which was left within the borders of the Ottoman State, they aimed to gather the Turks and the various Balkan people under the Greek hegemony.


Moreover, it was planned to assimilate the Balkan Slavs within the Helenic culture.


In the period between 1830 and 1922 Greece got hold of Teselia, Macedonia, South Epir, Rhodos and Crete after various political manoeuvres; the Turks who lived here were banished from their homeland as a result of various oppressions and violences. In order to establish a state consisting of one people on a territory where many peoples had been living the Greeks applied cruelly and systematically all kind of violence and oppression to the Turkish-Muslim population and also to the other non-Muslim peoples living here by which they tried to annihilate them and have them escape from their homeland.


With this work prepared by the General Directorate of the State Archives it will be possible to understand better the historical basis of the spreading policy of Greece in the Aegean Sea and the violence and oppression applied to the Eastern Thracian Turks; and to reveal that the occurrence of problems between Turkey and Greece relating to certain subjects are caused by the Greeks.


I would like to thank the personnel of the Prime Ministry General Directorate of the State Archives Directorate of Ottoman Archives who spent effort in the preparation of this work and hope that it will be helpful and useful to those who are interested in this subject.


Ali Naci TUNCER

Prime Ministry Acting Undersecretary,1995




What are the secrets that put the Turks on the stage of history with the creative and compounding conscience in the culture and civilization they reached, especially during the Ottoman centuries, and the secrets that made this possible?


To find this spell is not only important for the past but it is also important and necessary for the present and the future. It is necessary because as long as the code for this spell is not deciphered it will not be possible to find the key to the future of the Turks.


As a nation we should not consider these historical events which have completed their age and are left to the memory of history as past events which have completed their function. These are facts which we as a nation should be consider with great attention and conscience because they may constitute the basis of the future.


One should not forget that the couple of words to be whispered in the ears of the future is hidden in the deepness of the treasury of history.


The Ottoman Turkish entity has been a creator of a civilization and a conquering nation attracting attention and many times the anxiety and fear of the whole world by creating a new season, a new geography and a horizon of a new civilization to this very old nation having a past of four thousand years, with which a magnificent future has been provided for the fate of the Turks.


It is inevitable for our nation to mirror the truth, which we dreadly need to know and to understand, and to appraise the real facts. Turkish history would be no more, than political and military tides if when determining the place in history of the Seljuks and the Ottoman Empire only political and military developments would be stated without mentioning the civil, moral and social developments and the character and importance of the organization, style and harmony brought to the world civilization.


Although the Ottoman State was established according to principles of military regimes its history has not been written with the wide borders on the world geography determined with swords and bayonets; instead it is possible to find the reasonable, just, tolerant and moral sultanate established by Turkish intelligence and civilization on the world.


The reasons for the magic rise during the progress of Ottoman centuries should not be sought only in the policies and military forces, it should also be sought from the administrative, legal, economic, moral, religious, social, esthetic and cultural points of views.


*


The Ottoman State occupies a very important and special place among the big states which have been established during the world history and which have been influential on the direction of history because it has dominated three continents covering peoples of various races, religions, languages, traditions and customs and in this wealthy and colourful cultural structure it has ruled for more than six centuries.


Osman Gazi, the founder of this state, and his successors have all applied the administration based on justice, tolerance and equity because they were grown up with the discipline, style and education which has been tried to be explained above. For this reason the peoples with various religions and races accepted the just administration of the Ottomans. This made it possible for an Ottoman province in Anatolia to become a worldwide state.


The Ottoman State has with its peculiar organizations established an excellent method of administration which has lasted for many centuries, has given the people living on its territory the right to live on their land and has not applied any social, religious or cultural pressure. These people were not forced to become Muslim or Turkish.


The non-muslims living in peace in the Ottoman State did not only protect their racial and religious identity they also lived conveniently in comparison with the muslims because they were extensively occupied with trade which was under their dominance. While the muslim Turks had to render military service, non-muslims did not in return for a tax of military exemption (bedel-i askeriye) which eased them to become prominent in all branches of trade.


*


When examining the whole history of the Ottoman centuries one can observe in every period the just and tender administration of the Ottomans. The Turkish state tradition has always been fair and equal.


The Turks have been reasonable, fair, and tender towards the peoples under their patronage and have never applied colonization policies. Tolerance, which is an important factor in Turkish-Islam state tradition, made the peoples in the Ottoman State live together in peace and prosperity which has not been achieved by any state throughout history. The Ottoman State has continued this for many centuries without, according to their policy, using methods or ways of indoctrination or in other words socialization and without assimilating the minorities as the big states did.


In every period, wherever Turks have gone, they have rescued people, provided justice, established civilizations and brought freedom. The Turkish archives are the living evidence of this.


*


The Greeks had a more special place in the Ottoman State in comparison with the other non-muslim peoples. As it is known, after the IV th Crusade (1204), the dominance of the Aegean region moved from the Byzantine Empire to the Venetian State. Hereupon the Orthodox Greeks confronted many difficulties due to the religious intolerance and the severe attitude and behaviour of the Catholic Venetians. So they did not hesitate to prefer the just and fair Ottoman administration which later dominated this region.


Wars with Venetia, starting during the period of Sultan Mehmet the Conqueror, gave an end to the Venetian naval superiority in the Mediterranean and the places in the East of the Mediterranean left by the Genioses and the Venetians were first filled with the settlement of the Ottoman Greeks. The Ottoman administration did not even neglect to take measures encouraging the Greeks to be occupied with trade. The most obvious example of this is the fact that in the Aegean islands a small amount of tax was collected.


After the conquest of İstanbul Sultan Mehmed the Conqueror gave the Greeks who lived here the right to choose their own patriarchs and the Greek Orthodox Church had the privilege to solve problems relating to their religious and private legal matters.


Besides, the Greeks were many times appointed to important posts such as the post of Imperial translator or governor of the province called Walachia-Moldavia.


Although the Greeks had privileges and were appointed to important posts in the Ottoman State during many centuries they rebelled and betrayed the Ottomans at the first opportunity with the support of the European big states that used them as tools. The European big states have played an important role in the development of such discriminating ideas among the Greeks.


The Greeks met with the idea of nationalism put forward with the French Revolution when Napoleon occupied the Ionic Islands. Between 1800-1807 the Ionic Islands gained the status of being an independent state under the security of Russia after which the idea of nationalism deeply spread among the Greeks by the efforts of the Russians.


Nevertheless, Russia first had Serbia gain its autonomy with the Bucharest Agreement in 1812 and waited for the suitable conditions to have the Greeks rebel. The influential activities of a secret revolutionary organization called Filiki Eterya established in this period started to make plans for rebellion among the Greeks against the Ottoman State.


On the other hand, the European public opinion extensively believed that ancient Greece was the cradle of European civilization and European intellectuals started to be more interested with the culture of ancient Greece. This interest changed to admiration for Greece and prepared the European public opinion to show interest in the future of the Greeks.


The Greek rebellion, thus the Greek demands should be dealt with as a part of the “Oriental Question”. As it is known, the essence of the “Oriental Question” is the idea to move the Turks out of Europe and Anatolia. The term “Oriental Question”, which takes place in the terminology of political history, means the efforts of the Western states to break down the Ottoman State. It should be known that the source of the Greek matter is an international strategy called the “Oriental Question” just like it was with the Armenian question.


That is why the provocations of the minorities in the Ottoman State for discriminating purposes and the efforts to encourage the rebellions should be evaluated within the “Oriental Question”. The big European states called the “Great Powers” usually were in competition concerning the dominance of Europe or the world. So their opinions about the “Oriental Question” were under the influence of this competition. Consequently the policies of these states concerning the “Oriental Question” have changed from time to time.


Since the XVIII th century Russia had various alliances with Austria against the Ottoman State with the aim to break down the Ottoman State and to reach warm waters. England considered Russia’s move to the south unagreeble with its own interests and wanted for its own benefit the Ottoman State to weaken but to continue its existence.


England continued its policy to protect the territorial unity of the Ottoman State until the Greek upheaval in Mora in 1821. After these events it changed its policy and started to support the rebelling Greeks because if England would ignore the Greek question Russia could be influential on Greece

and thus be able to move easily to the Mediterranean. England that wanted to be dominant in this region had to support the Greeks and to be more actively so not to leave the initiative only to Greece. Austria and Russia followed a spreading policy in the Balkans and starting from the XVIII th century they put into practice the idea of independence among the Greeks and spent effort to activate this.

The Russians had encouraged during the Ottoman-Russo War between 1768-1774 the Orthodox people in Mora and the Balkans to rebel so to strike the Ottoman State internally and to break it down. Besides, they wanted to revive the Byzantine Empire with the “Greek Project” of Czarina Katerina so to save the Orthodox Slavs and Greeks from the Ottoman administration.


The Greeks taking advantage of the disputes between Tepedelenli Ali Pasha and stanbul upheaveled in 1821; this rebellion attempt was suppressed by the Ottoman State with help of the Governor of Egypt Mehmed Ali Pasha. England, France and Russia were irritated of the presence of Mehmed Ali Pasha, being a powerful commander and administrator, at an important position in the Mediterranean and sent an corporate navy to the Navarin Harbour to organize a unexpended attack to the Ottoman Navy although there was no state of war and burnt the whole naval force.


This attack had caused considerable losses and damages regarding the Ottoman State. Following the Navarin disaster, Russia increasingly oppressed and threatened the Ottoman State.


After the Ottoman-Russo War in 1828 the Ottoman armies were defeated in the east and the west and at the end of this war the Ottoman State had to recognize the independence of Greece with the Edirne Agreement signed in 1829.


After the establishment of Greece the Greeks continued their foreign policy objectives to realize the “Megali Idea”. “Megali Idea” is imagined as the revival of the old Byzantine Empire with stanbul as the capital city by recapturing the territory claimed to be inhabited by the Greeks in the past. This imagination has directed the Greeks to follow their spreading police.


If Greece would apply its “Megali Idea” the stabilities in this region would be upside down. Moreover, if Greece would be supported by one of the big states, this state would expand its area of power on the disadvantage of the other states. This situation would not only influence the captured region but it would also disturb the balance of powers in Europe. Consequently England, France and Russia used Greece for their interests under changing international conditions, but never left Greece out of control.


Nevertheless, the western friends of Greece have not reacted to, instead corporated with the human crimes, the violences and cruelties applied by the Greeks according to the policy of “Megali Idea” to both the Muslim Turks and to the other non-muslim peoples in the Balkans.


Starting from the first Greek rebellion a number of population much higher than that of the Greek population have been banished from Mora, Attika, Teselia, Crete, and other Aegean islands. If there had not occurred any genocide, migration or exchange of population the number of Turkish population would be much higher than that of the Greeks in Greece today.


The planned and systematic banishment of the Turks from these regions and the violences and cruelties the Turks have been subject to are carried out to establish a new “Area of Life” for the Greeks. Greece does not give any number about the Turkish population.


However, when the Lausanne Agreement was signed in 1923 the population of the Turks was 130 thousand. If one accepts a yearly increase of 2.8%, the population should be around 500 thousand. The difference of 350 thousand between these two numbers is because of those Turks who went abroad due to the assimilation and were not permitted to come back, or who were forced to migrate because their land were taken from them for various reasons or who became Greek by various oppressions or with the promise to be employed.


In 1953, 84% of the land in Western Thrace belonged to the Turkish minority, however this percentage had decreased to 20-30% today due to legal expropriation, the refusal of Ottoman land deeds and other similar reasons.


Since Western Thrace has been appointed to Greece with the Neuilly Agreement signed on 27 May 1919 the pressure on and assimilation of the Turks in Greece has increasingly been continuing for 76 years.


It is possible to list the pressure, violence and injustices which the Muslim Turks suffer in Greece as follows:


– Turks cannot sell goods to Turks, they cannot buy property from eachother.


– Property of the Greeks is five times more valuable than that of the Turks, so the property of the Turks are tried to be taken over for whatever price.


– Education of Turkish children is limited in every way.


– Pious foundations, their goods and their real estates are seized.


– The Greeks are given unlimited credit to ease the purchase of Turkish property.


– The Turkish youth is prevented from attending sportive and cultural activities.


– Turkish young people who are forced to render military service in the Greek army, are faced with behaviour dishonouring Turkish proud.


– Turks are not allowed to perform traditional weddings. They cannot freely live according to their traditions and customs.


– Families are forced to send little Muslim Turkish children to the kindergartens established in the villages with the aim to Christianise them.


– On the other hand, although it has partially been provided that the peoples except the Muslim Turks, Pomaks and Gypsies were attached to the Orthodox sect and were joined with the support of the church, still some people of Serbian, Macedonian, Bulgarian, Albanian and Cretian source were secretly carrying out activities for their independence; as it has been in the past these people have been facing various oppressions and injustices.


To sum up, in Greece it is forbidden to live as a Turk or to speak Turkish. Our descendants of a family that came in with the conquest are unlucky to live under the tyrannic Greek administration which has accepted it as a rule to hate the Turks; still they have succeeded to protect in spite of all the oppressions their national culture and existence although they have not been able to protect their independence.


*


On the other hand, the Treaty of Lausanne signed on 24 July 1923, Turkey accepted the status of minorities and gave the Greeks all the individual rights and freedom equal to the Turks.


Our citizens of Greek origin are under the high security of the state and they are free to use all their legal rights. As it has been in the past, they are the wealthy citizens of the country and are occupied in every profession. The Greek citizens are praying in churches according to their own beliefs, are educated in their own schools and language, are preparing publications in their own language, and are continuing their social and cultural activities. To sum up, Greek citizens are equally benefitting from all the rights given to the Turks.


*


It should be known that ignoring the Greek cruelties to which the Turks, both in the Balkans and in Anatolia, have been subject to throughout history will kill the entity of right and justice.


Our religious belief, our historical honour and our nobility refrain the Turkish people to have blood feuds, to murder and to take revenge; however revealing the truth is a national, human and scientific duty and responsibility.


This work, which is called “Greek Violences and Cruelties in the Balkans and Anatolia According to Archives” published by the General Directorate of the State Archives puts forward on the basis of records the cruelties and the planned annihilation attempts applied by the Greeks to the Wallachian, Bulgarian, Macedonian, Serbian and Muslim Turkish population in the Balkans and Anatolia in order to realize the “Megali Idea”.This work consist of two volumes as "Greek Violences an Cruelties in the Balkans" and "Greck Violences and Cruelties in Anatolia".


The first volume of this work includes 133 records relating to events between 1853-1925. It is interesting that these records reveal the oppression, injustice and cruelties of the Greeks applied not only to the Muslim Turks but also to the other ethnic entities in the Balkans who are of the same religion.


This work consists of three main chapters:

The first chapter is the “Introduction” part which explains the history of the Turkish-Greek relations and reveals the conditions in which the Greek cruelties occurred.

The second chapter consists of the “Transcriptions and summaries of the records”, the “Index” listing the names of the places, persons and organizations and the “Bibliography” giving the utilized sources in the “Introduction” part.


The records are divided among themselves under the headings called “Cruelties and Violences Applied to the Non-Muslims” and “Cruelties and Violences Applied to the Muslims”.


In this chapter, the records are first given a record number according to their chronological order and a summary heading explaining the content of the record. Next the summaries are given within square parantheses printed in italic. Under the summary the date of the record can be found. Following this, the transcriptions of the records take place. Letter and syllable droppings in the original text are shown in square parantheses.


As it has been in the order of the records, records consisting of more than one page have also been organized chronological; transcriptions and photocopies are in the same order, too.


In the third chapter, there are the photocopies of the records. The record numbers in this part and those in the second chapter are the same. The record number and the summary headings are given according to the same method. Right under the photocopies of the records there are references which may be, in a way, identified as the identity of the record. These references show the fond and the file number of the record in the Prime Ministry General Directorate of the State Archives Directorate of Ottoman Archives. In the case of records consisting of more than one page the reference is given at the bottom of the last page.


The second volume of this work called "Greek Violences and Cruelties in Anatolia" willbe presented as soon possible to the attention and use of cireles of ..............?......


As it will be appreciated, true information about history depends on first - hand sources or archival records. Without archives history cannot be written and the real aspects of the events cannot be made known. It does not suit to the objectivity required by history and science to write histories, to decide on a certain period and to evaluate a period or events based on hypotheses without using and knowing archives.


I congratulate the personnel of the General Directorate of the State Archives Directorate of Ottoman Archives who have spent effort to prepare these archival records for publication which will fill in a big gap in this field. On this occasion, I would like to thank the Prime Ministry Acting Undersecretary Ali Naci TUNCER and the Deputy Undersecretaries Kadir GÜNAY and Oguz TEZMEN who supported and encouraged us in our activities.


We wish that this work will be helpful in revealing the historical truth in the light of science and will be useful in the work of those interested.


6 June 1995

İsmet BİNARK
General Director of the State Archives



................



İstanbul'un fethi tamamlandıktan sonra Ayasofya'ya giren Fatih Sultan Mehmet, Patrik ve papazlar da dahil oldugu halde, kadın ve çocuk bütün halk kesiminden insanları burada toplanmıs ve aglar halde gördü. İçeride sükûnet saglandıktan sonra Fatih, Patrige korkmamasını ve ayaga kalkmasını emrederek söyle dedi: 


"Ben Sultan Mehmet; sana ve arkadaslarına ve bütün halka söylüyorum ki bugünden itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız". Daha sonra kumandanlarına dönerek "Askerlerin halka hiç bir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacagını" bildirmistir. 


Diger bir fermanla da savas sebebi ile İstanbul'dan kaçmıs olanların geri dönerek is ve güçleriyle mesgul olmalarını ve bunların haklarının garanti altında tutuldugunu beyan etmistir. İstanbul'un fethinin ilk gününde, fethi gerçeklestiren büyük padisâh tarafından sergilenen bu hosgörülü tutum daha sonraki dönemlerde de aynen devam etmis, Ortodoks kilisesinin Bizans İmparatorlugu zamanındaki bütün hakları tanınmak suretiyle Rumlar, hiç bir zaman benimsemedikleri, Katolik Garp Kilisesi'ninin nüfuz ve hâkimiyeti altına düsmekten kurtarılmıs, böylelikle kiliselerin bagımsızlıgı emniyet altına alınmıstır. Fatih Sultan Mehmet, Gennadios'u Patrik olarak tayin etmis, aynı zamanda İstanbul'da oturan Katolik Cenevizliler ve Galata ahâlisine de bir fermanla kilise ve inançlarının teminat altında oldugunu bildirmistir.


Aynı imtiyazlar Ermeni ve Yahudi cemaatlerine de tanınmıstır. Ortodokslara verilen dinî imtiyazlar söyle sıralanabilir:

1- Ortodoksları kimse rahatsız etmeyecektir.
2- Gennadios ve ona baglı piskoposlar her türlü vergi ve resimden muaf olarak yasayacaklardır.
3- Kiliseler cami olmayacaktır.
4- Evlenme, bosanma ve her türlü dinî ibadetler serbestçe yerine getirilecektir.
5- Paskalya yortusu tam bir özgürlük içinde kutlanacak ve üç bayram gecesi Fener'in kapıları açık kalacaktır.
6- Piskopos ve metropolitler yargı ayrıcalıklarına sahip olacaklardır.

Bütün bunlara karsılık Gennadios da yeni hükümdarı tanıdıgını ve ona uyruk oldugunu ilan etmistir.


O zamana kadar sadece ruhânî lider olan patrik, simdi padisâhın koruyuculugunda, kendi dinî toplulugunun birçok dünyevî islerinin de tartısılmaz yöneticisi olmustu. Ortodoksların evlenme, bosanma, miras gibi özel hukuk meseleleri ve Ortodokslar arasındaki her türlü anlasmazlıklar da ya patrik veya yetki verdigi papazlar tarafından çözümlenecekti.


Rum Ortodoks patrigi, dinî yetkilerine, yargı ve egitim ile alâkalı yetkileri katmıs olmakla kalmıyor, aynı zamanda Osmanlı Devleti içindeki Rumlardan hariç, çok daha genis bir kitle üzerinde otorite sahibi kılınıyordu. Çünkü Osmanlı Devleti içindeki Ortodokslar sadece Rumlardan ibaret degildi; Sırplar, Romenler, Bulgarlar, bazı Arnavut ve Araplar da Ortodoks mezhebine dahildiler. Bu durum XVIII. yüzyıl sonlarına kadar sürmüstür. Fransız ihtilalini takip eden dönemde Avrupa'nın her

tarafına yayılan "milliyetçilik" fikri Osmanlı Devleti bünyesinde bulunan toplumları da etkilemistir. Bu akımın bir neticesi olarak Rum kontrolünde bulunan Ortodoks kilisesinin statüsüne, Rumlar dısındaki Ortodoks unsurlar tarafından itiraz edilmeye baslanmıstır.

Fener Patrikhanesi, sahip oldugu geleneksel yetki ve imtiyazları, zaman zaman keyfilige ve Rum olmayan unsurları sindirmeye kadar götürmüstür. Rumlar, patrikhane içindeki nüfuzları sayesinde Bulgaristan'daki bütün dinî makamları ele geçirdikleri gibi, o bölgenin ticaretinde de önemli bir hâkimiyet kurmuslardı. Bütün amaçları Bulgaristan'ı Rumlastırmaktı. İstanbul patrigi, 1800 tarihlerinde metropolitlere gönderdigi bir tamimle Bulgar kilise mekteplerinin kapatılmasını, kiliselerde yalnız Yunanca yazılmıs din kitaplarının okunmasını, mekteplerde Yunanca kitapların kullanılmasını emretmistir. Nitekim Rum Papazı Hilaryan, Tırnova Katedrali'nin mihrabı arkasında buldugu eski Bulgar patriklerine ait kütüphaneyi merasimle yaktırmıstır. Patrikhanenin Bulgarlar üzerindeki baskısı, Sultan Abdülaziz'in Bulgarların 1870'de ayrı bir kilise kurmalarına müsaade etmesine kadar devam etmistir.


Osmanlı Devleti'nin azınlıklara tanıdıgı serbestlik çerçevesinde onlara kendi dillerinde egitim yapma hakkının verilmesinden yararlanan Rumlar da kendi kiliselerini kurmuslar ve kendi egitim-ögretim kurumlarını açmıslardır. Bu kurumlar dinî niteligi agır basan bir egitim düzenini benimsemisler, dolayısıyla da kiliselere baglı kurumlar halinde teskilatlanmıslardır, zamanla da örgün egitim-ögretim kurumu haline getirilmislerdir. Bir süre bu sekilde devam ettikten sonra Osmanlı Devleti'nin parçalanması yönünde planlar tatbik eden batılı devletlerin güdümüne girmeye baslayan bu "egitim" kurumları buna baglı olarak da ilgili devletlerin siyasî amaçları dogrultusunda Osmanlı Devleti aleyhine olan her türlü faaliyette yerlerini almıslardır.


İstanbul'dan baska İzmir, Bükres, Sakız, Ayvalık gibi yerlerde Rum tüccarları tarafından açılan okullarda, dinî konulardan çok Yunan klasikleri, matematik ve doga bilimleri okutulmaya baslanmıstı. Çogu batı üniversitelerinde egitim görmüs ögretmenlerin görev aldıgı bu okulların mezunlarına, Rum tüccarların sagladıkları burslarla batı üniversitelerinin kapıları da açılıyordu.


Dördüncü Haçlı seferiyle birlikte Ege'de üstünlük, Bizans İmparatorlugu'ndan Venedik Devleti'ne geçmis, yerli Rumlar iktisadî yönden, Katolik Venediklilerce ezilmis ve sömürülmüslerdir. Bu sartlar hüküm sürerken bölgede hâkimiyet kurmaya baslayan Osmanlılar, Rumlar için kurtarıcı olarak kabul edilmis, Rumların çagrısı üzerine Venedik'in elinde bulunan birçok Ege adası Türkler tarafından fethedilmistir.


Osmanlı Devleti, takip ettigi askerî ve ekonomik politika çerçevesinde Dogu Akdeniz'deki Ceneviz ve Venedik tüccarlarının elinde olan deniz ticaretine son vermis, bunlardan bosalan yerin öncelikle Osmanlı tebeasından olan Rumlar tarafından doldurulmasının yolunu açmıstır. Böylece Osmanlı yönetimi, Rumları askerlikten muaf tutarak daha çok ticaret islerine yöneltmistir. Hatta Ege adalarında öteki bölgelere göre vergi oranı daha düsük tutulmus; böylelikle Rumlar ticarete tesvik edilmistir. Yunan dostu yazarların ileri gelenlerinden biri olan ngiliz tarihçisi Profesör Dakin: "Halk Türk yönetimini Venedik yönetimine yeg tutuyordu, vergiler daha hafif, yönetim daha yumusaktı ve Müslümanlar, Roma Katolikleri'nden daha hosgörülüydü" demektedir.


Rum tüccarlar, daha XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin iç ve dıs ticaretinde Ermeni ve Yahudi tüccarlarla rekabete baslamıslardı. 1700'lü yıllara gelindiginde Rum tüccarlar, Venedik, Trieste, Napoli ve Marsilya gibi ticaret merkezlerinde de koloniler kurmuslardı. Bu arada 1779'da, Rum tüccarları, gemilerine Rus bayragı çekme ve Rus konsoloslarının koruyuculugundan yararlanma ayrıcalıgını da saglamıslardı. Bu durum Rusya'nın bayragı altında Karadeniz'de ticarî faaliyetlerde bulunan Rumların elindeki ticaret filosunun hızla büyümesini saglamıstır.


Fransız İhtilal savasları da Rum ticareti için yeni imkânlar olusturdu. Napolyon'un Mısır seferi üzerine Osmanlı-ingiliz isbirligiyle Fransızlar dogu Akdeniz'den atıldılar. Daha önce Venediklilerin bu bölgeden uzaklastırılmaları sırasında oldugu gibi bu kez de Fransız tüccarlarının dogu Akdeniz'de bıraktıgı boslugu kısmen Rumlar doldurdu. 1821 yılında Rum ticaret filosunun 600 gemiye, yıllık ticaret hacminin de 150.000 tona ulastıgı bilinmektedir. Osmanlı Devleti'nin kendilerine sagladıgı bu imtiyazlar ve muafiyetler sayesinde zenginlesen Rumlar, dısarıdan gelen destek ve tahriklerle devletine karsı ilk isyanı baslatan unsur olmustur.



Yunan İsyanı ve Yunanistan Devleti'nin Kurulması


Yeniçagın baslarına kadar Avrupa'da bir Yunan problemi yoktu. Ortaya çıkan "Rönesans ve Hümanizm" hareketleriyle Avrupalı aydınlar Yunan kültürü hakkında arastırmalar yapmak için birimler olusturarak düsünce alanında Yunan sempatizanlıgı baslatmıslardır. Edebiyat alanında eski Yunan klasikleri tekrar tercüme edilerek yazılmıs; bu gelismeler Osmanlı Devleti tebeası olan Rumlar arasında da geçmislerine karsı özlem ve hayranlık uyandırmıstır. 


Osmanlı Devleti'ni içerden parçalayıp çökertmek için planlar hazırlayan Avrupalı devletler "Yunancılık" fikrinin uyandırılması ile istismar edilebilecek, kendi menfaatları dogrultusunda kullanılabilecek bir unsuru yakalamıs bulunuyorlardı. Bunun için de Yunanlılar arasında milliyetçilik ile bagımsızlık düsüncesini yaymaya gayret sarfetmislerdir.


1768-1774 Osmanlı-Rus savası esnasında Rusya, Balkanlarda ve Mora'daki Ortodoks halkı isyana tesvik etmistir. 1770 yılında Rus filosu Mora sahillerine gelerek Koron'u muhasara altına almıstır. 


Rusya'nın Akdeniz harekâtı kumandanı Aleksi Orlof'un planına göre; Çanakkale Bogazı'nın Osmanlı donanmasının çıkmasını engellemek için kapatılmasından ve Akdeniz'deki bazı mühim adalara sahip olunmasından sonra Mora'dan itibaren Selanik'e kadar isyan baslayacaktı. Rus kıskırtmaları sonucunda ayaklanmalar 1770 Mart'ında baslamıs, önceden yapılan hazırlıklar sebebiyle derhal genislemis, bu arada Müslümanlara karsı katliamlar yapılmıstır.


Osmanlı-Rus savası sonunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlasması'na göre Ruslar, Osmanlı sehir ve kasabalarında münasip görecekleri yerlerde konsolosluklar açabilecekler, Galata'da bir kilise insa edecekler ve Ortodoks halka mahsus olacak olan bu kilise Rus elçilerinin himayesinde bulunacaktı. Küçük Kaynarca Antlasması ile Rusya, Ortodoks tebeayı himaye bahanesiyle, Osmanlı Devleti'nin içislerine karısmak imkânını elde etmistir.


Bu arada Çariçe Katerina ise "Grek Projesi"ni ortaya atmıstır. Çariçe'nin bu projesine göre, Slavlar ve Rumlar Osmanlı yönetiminden kurtarılacaklar ve Bizans diriltilerek Katerina'nın oglu Konstantin tarafından yönetilecekti. Ancak, Rum Ortodoks dünyasında yankı ve kök bulan asıl düsünce, Fransız ihtilaliyle birlikte Avrupayı saran milliyetçilik düsüncesidir.


Fransız İhtilalinin ortaya çıkardıgı "İnsan Hakları Beyannâmesi" ile Napolyon'un Yedi Ada'ya yerlestikten sonra burada yasayan Rumlar arasında yaptıgı milliyetçilik telkinleri Rumların Osmanlı Devleti'ne karsı ayaklanmaları için çok büyük tesir yapmıstır. 1805'ten sonra bu bölgede Fransızların yerini alan Rusların çalısmaları ile Rum ayrılıkçılıgı fikri iyice yayılmıstır.


Bu arada İstanbul'da yasayan Fenerli Rumlar da Montesquieu, Racine, Voltaire gibi Fransız yazar ve düsünürlerinden tercümeler yapmakta, gençlerini Avrupa üniversitelerine göndermekte, oralardaki fikir hareketleri ve bilim adamlarıyla temas halinde bulunmaktaydılar. Yunanistan ve Avrupadaki Rumlar arasında da yeni akımlardan esinlenecek eserler veren Kazmas, Rigas, Korais gibi yazar, sair ve fikir adamları ortaya çıkmıstır. Gelisen bu ortamda, Rum Ortodoks dünyası kökenlerini Klasik Yunan'da arıyordu. Rumlar, simdi köklerini Bizans'tan ve Roma'dan daha gerilere, Helenistik dönemlere uzatarak kendilerine güven duygusu kazanıyorlardı.


Rumlar arasında, isyan ve ihtilal için gerekli zeminin olusturulmasında, bu maksatla kurulan cemiyetlerin faaliyetleri büyük bir önem teskil etmektedir. İ htilalci, gizli cemiyetler arasında en etkilisi olan "Filiki Eterya" 1814 yılının sonlarında Odessa'da kuruldu. 


"Dostlar Cemiyeti" anlamına gelen Filiki Eterya, batı Avrupa'daki gizli mason cemiyetlerinin kurulus ve isleyis usullerini benimsemisti. Filiki Eterya, kurulurken bir önder arayısı içindeydi. Örgüt tarafından ilk düsünülen kisi, 1815'den beri Nesselrode ile birlikte Rus Dısisleri Bakanlıgı'nı yürüten "Kapodistrias" idi. Ancak Kapodistrias bu görevi kabul etmeyince, örgütün liderligine, "Aleksandr İpsilanti" getirildi. İpsilanti, çok eski Fenerli bir ailenin mensubuydu.


Filiki Eterya'nın ilk amacı, Rumları Osmanlı yönetimine karsı ayaklandırmak, bu arada mümkün olursa diger Balkanlı Hıristiyan topluluklarını da bu isyana karıstırmaktı. Örgüt, malî problemlerini çözümlemek amacıyla bünyesine öncelikle büyük tüccar ve armatörleri kaydetmis, ayrıca halk üzerinde daha etkili propaganda yapabilmek için papazları kullanmıstır. Bu örgüt zamanla güçlendikçe gayesini daha belirgin ve açık bir sekilde propaganda etmeye basladı. Filiki Eterya, ilk asamada Mora'da bir Yunan devleti kurmayı, sonra da Orta Yunanistan, Batı Trakya, Selanik, Ege adaları, On İki Ada, Kıbrıs ve Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katmayı, nihayet İstanbul'u ele geçirerek Bizans'ı yeniden kurmayı hedefliyordu.


Bölücü ve ayrılıkçı Rum aydınları ile Avrupalı aydınların çalısmaları ve Filiki Eterya'nın faaliyetleri sonucu Rumlar arasında Osmanlı Devleti'ne karsı isyan düsüncesi dogmus ve gelistirilmisti.


1788'den beri Yanya Valiligi'nde bulunan Tepedelenli Ali Pasa bölgedeki ayrılıkçı Rum faaliyetleri için engel teskil ediyordu. Tepedelenli Ali Pasa zamanında yürütülen etkili istihbarat çalısmaları sayesinde Rumların yaptıkları bölücü faaliyetler hakkında günü gününe haber alınıyor ve gerekli tedbirler vakit geçirmeksizin uygulanıyordu. 


Bölücü Rum hareketlerinin Tepedelenli Ali Pasa ve adamları tarafından engellenmeye baslanması bu durumdan çok rahatsız olan saraya yakın Rumları harekete geçirmis ve Tepedelenli Ali Pasa aleyhinde yalan ve iftira kampanyası baslatılmıstır. Bu kampanyayı yürütenlerin basında Rum isbirlikçisi olan Padisâhın Mühürdârı Hâlet Efendi ile stanbul Fener Patrigi bulunmaktaydı.


Tepedelenli Ali Pasa'nın, iftiralar sonucunda görevden alınması üzerine baslattıgı isyan, 1820-1822 yılları arasında sürmüs, devlet ile vali arasında meydana gelen bu çatısma en çok bölücü Rumların isine yaramıs, bölgede asayis ortadan kalkmıs, büyük bir istikrarsızlık ve kargasa ortamı belirmis, bu durumdan isitifade eden Rum çeteleri ilk siddet hareketlerine baslamıslardı.




İçindekiler
I. BÖLÜM

I- Osmanlı İdâresinde Rumlar
1- Din ve Egitim Hürriyeti
2- Ticaret Hürriyeti
II- Yunan İsyanı ve Yunanistan Devleti'nin Kurulması
1- Milliyetçilik Akımının Rumlar Arasında Yayılması
2- Filiki Eterya'nın Kurulması ve Faaliyetleri
3- Tepedelenli Ali Pasa'nın İsyanı
4- Rum İsyanının Baslaması ve Gelismesi
a- Eflak-Bugdan İsyanı
b- Mora İsyanı
5- Dıs müdâhaleler ve Yunanistan Devleti'nin Kurulması
III- Megali İdea veya Helen Emperyalizmi
1- Girit Meselesi
a- Girit İsyanları (1821-1877)
b- Girit'te 1877'den Sonraki Durum
2-Yunanistan ile Sınır Anlasmazlıgı
3- 1897 Türk-Yunan Savası
a- Savası Hazırlayan Olaylar
b- Savasın Safhaları
c- İstanbul Konferansı ve Barıs Antlasması
4- Girit'i Yunanistan'a Baglama Girisimleri
5- Gudi Darbesi ve Elefterios Venizelos'un İktidara Gelmesi
IV- Balkan Savasları
1- Balkan Devletleri Arasında Birlik Kurulması
2- Birinci Balkan Savası (1912-1913)
3- Londra Antlasması (30 Mayıs 1913)
4- İkinci Balkan Savası (1913)
5- Avrupa Devletlerinin Ege Adaları Üzerine Planları
V- Birinci Dünya Savası ve Yunanistan'ın Savasa Katılması
1- Paris Barıs Konferansı ve İzmir'in Yunanlılar Tarafından İstilası
2- Batı Anadolu'nun Yunanlılar Tarafından İstilası ve Sevr Antlasması
3- Birinci İnönü Muharebesi ve Londra Konferansı (21 Subat-12 Mart 1921)
4- İkinci İnönü Muharebesi
5- Sakarya Meydan Muharebesi
6- Büyük Taarruz
VI-Genel Degerlendirme
1- Gayr-i Müslimlere Yönelik Saldırılar
2- Türklere Yönelik Saldırılar



II. BÖLÜM
BELGELERİN ÖZET VE TRANSKRİPSİYONU

A- GAYR-İ MÜSLİMLERE YAPILAN MEZÂLİM
1 Rumların Akhisar'daki Protestanlara Baskı Yaptıkları
2 Yunan Askerlerinin Palama Köyünden Bir Kisiyi Öldürüp Dört Kisiyi Yaraladıkları
3 Korfu'da Bir Kız Çocugunun Hamursuz Bayramı'nda Katledilmesi Sebebiyle Yahudilerin, Yunanlıların Saldırılarından Kurtulmak İçin İstanbul ve İskenderiye Gibi Yerlere Göç Ettikleri
4 Kesriye Rum Metrepolidi ile Emrindeki Silahlı Rumların İki Bulgar Kilisesini Cebren İsgal Ettikleri
5 Bulgarların Rum Kilisesine Girmeleri İçin Rum Eskıyâlarının Biri Bulgar Papazı Olmak Üzere İki Kisiyi Katledip Bulgar Ahaliye Baskı Yaptıkları
6 Kesriye'de Rum Eskıyâsının Bes Bulgarı Öldürdükleri
7 Selanik'in Davud-ı Bâlâ Köyünü Basan Rum Çetesinin İki Bulgarı Agır Sekilde Yaraladıkları
8 Rum Eskıyâ Çetelerinin Yunan Hükûmeti'nce Silahlandırılıp Korundugu ve Rum Köylülerin Çetelere Yardım Ettikleri
9 Yunan Zabiti Dimitri Vasendi'nin Etrafına Topladıgı Eskıyâ ile Rumeli Vilâyetlerinde Karısıklık Çıkartmak İçin Hazırlıklar Yaptıgı
10 Ulah-Rum Gerginliginden Dolayı Ulahların Daha Fazla Osmanlı Askeri Talep Ettikleri
11 Rum Eskıyâsının Florina'nın Srebreno Köyüne Saldırarak Katliâm Yaptıkları
12 Yunan Eskıyâsının Karaferye'nin Barayniçe Çiftligi'ne Saldırarak On Üç Kisiyi Katlettikleri
13 Karaferye Civarındaki Ulahlara Karsı Rum Eskıyâsının Saldırılarda Bulundukları
14 Kesriye Bölgesinde Çetelerin Halka Yaptıkları Saldırıların Engellenmesi İçin Seyyar Müfreze Kurulması
15 Rum Eskıyâ Çetesinin Bir Papazı Yaralayıp Bir Bulgar Kilisesindeki Bulgarca Kitapları Yaktıkları
16 Rum Eskıyâ Çetesinin Karaferye'nin Bançesne Çiftligi'ni Basarak İki Kisiyi Katlettikleri
17 Görice'de Rum Eskıyâsının Palaskulübeleri Köyünü Basarak Ulah Kilisesindeki Kitapları Yaktıkları ve Ulahça Ayin Yapılmaması Konusunda Halkı Tehdit Ettikleri
18 Gevgili'ye Baglı Moin Köyünden Dört Bulgarın Rum Eskıyâsı Tarafından Kesilerek Katledildigi
19 Rum İken Bulgarlıgı Seçen Bir Kisinin Rum Eskıyâlarınca Öldürülüp Bir Kisinin de Yaralandıgı
20 Patrikhanenin Emriyle Görice Rum Metrepolidinin Nüfus Sayımında Ulah ve Arnavudların Rum Olarak Yazılmamaları Halinde Afaroz Edileceklerini Belirttigi
21 Yunan Eskıyâ Çetelerinin Ulahlara Yaptıkları Tehdit ve Tecâvüzler
22 Rum Eskıyâ Çetesinin Armancıka'da Bulgar Kilisesine Saldırarak Kitap ve Evrakı Yaktıkları
23 Aydos Köyüne Giren Rum Eskıyâ Çetesinin Sekiz Ev ve Bir Dükkanı Yakıp, Bir Bulgarı Öldürdügü
24 Manastır'da Ulahlara Ait Mabedin İnsasını Durdurmak Maksadıyla Rum Eskıyâlarının Ulah Halka Taarruz Ettigi
25 Yunan Eskıyâsının Ulahlara Yönelik Saldırılarına Ait Liste
26 Florina'nın Nolyan-ı Bâlâ Köyünde Bir Dügün Evine Saldıran Rum Eskıyâsının Evi Atese Verip Çogu Kadın ve Çocuk On Üç Kisiyi Katledip Altı Kisiyi Yaraladıkları
27 Rum Çetelerinin Grebene'nin Avrala Köyünde Ulahlara Ait Evleri Atese Verdikleri 
28 Yunan Çetelerinin Rumeli'deki Bulgar ve Ulahlara Karsı Yaptıkları Saldırıların Son Günlerde Arttıgı
29 Rum Eskıyâsının Bulgarlara, Rum Patrikhanesi'ne İntisab Etmeleri İçin Baskı Yaptıkları 
30 On Bes Kisilik Bir Rum Çetesinin Grebene'nin Perul Köyünde İki Ulahın Evini Yaktıkları 
31 Dört Bulgarı Öldürüp İkisini de Yaralayan Rum Eskıyâsının Yakalanarak Tutuklandıgı 
32 Horpeste'nin Ezereç Köyüne Gelen Yunan Eskıyâsının Yaktıgı Samanlıklarda Bir Kisinin Öldügü 
33 Rum ve Ulahlar Arasındaki Gerginlige Metrepolidin Sebeb Oldugu ve İdaresindeki Manastır Rum Hastanesi'nde Rum Eskıyâsının Tedavi Edildigi 
34 Kurusova Rum Cemaatinden Altı Kisinin Ulahlara Saldırdıgı 
35 Karaferye'de Ayamarin Çiftligi'ni Basan Rum Eskıyâsının Bir Bulgarı Öldürerek Kaçtıkları
36 Halkı Bulgar Olan Urla Köyüne Saldıran Rum Eskıyâ Çetesinin İki Bulgarı Katlettigi
37 Karaferye'ye Tabi Bulgar Köylerinde Rum Eskıyâ Çetelerinin Katliâm Yaptıkları 
38 Poleste Köyünden Üç Kisinin Rum Eskıyâsı Tarafından Öldürüldügü.
39 Yenice'de Dört Bulgar ile Üç Ulahın Rum Eskıyâsı Tarafından Katledildikleri
40 Bir Rum Çetesini İhbar Ettiginden Dolayı Gevgili'de Ulah Bekçinin Rum Papazı ve Yandasları Tarafından Agır Sekilde Dövüldügü
41 Selanik'in Yaylacı Çiftligi'nin Rum Eskıyâsı Tarafından Basılarak Bir Evin Bombalandıgı ve ki Kisinin Yaralandıgı
42 Rum Eskıyâsının Kaymakçalan'da Üç Bulgar Çobanı Katlettikleri
43 Rum Komitelerinin Manastır'a Baglı Köylerden On Dört Bulgarı Öldürmek İstedikleri
44 Ulahlarla Meskûn Patocin Köyünde On Hane ile Yavoriyan Çiftligi'nin Rum Eskıyâsınca Yakıldıgı
45 Yunan Çetelerinin, Halkı Bulgar Olan Horpeste'nin Ezereç Köyünü Basarak Ahalisini Zorla Rumlastırmak Maksadıyla Katliâm Yaptıkları 
46 Drama Rum Metrepolidinin Arnavudları Kullanarak Bulgarları Yaralatıp Öldürttügü 
47 Manastır'a Baglı Köylerde Rumların Ulahlara Karsı Saldırılarda Bulundukları
48 Dolan Köyünden Dört Ulahın Rumlar Tarafından Öldürüldügü
49 Katrin, Karaferye ve Grebene Kazalarına Tabi Köylerde Ulahlara Yunan Eskıyâsı Tarafından Tecâvüzlerde Bulunuldugu
50 Katrin'de Rum Eskıyâsının Duvarlara Bildiri Asarak Ulahça Konusmanın Yasaklandıgı Yolunda Tehditte Bulundukları
51 Yunanlı Yorgala Atanas'ın Ulah Kostantin Veled-i Dimitri'yi Yaraladıgı
52 Bulgar Mihalos'un Menlik Rum Metrepolidinin Tesvikiyle Öldürüldügü
53 Bulgarlık ddiasında Bulunarak Bulgarca Ayin Yapmak steyen Egridere Köyü Ahalisinden Angel Nikola'nın Rum Eskıyâsı Tarafından Öldürüldügü 
54 Kavala'da Bir Bulgarı Öldürüp Bir Bulgarı Yaralayan Üç Rum'un Yunan Konsoloslugu'nda Saklandıgı
55 Bir Rum Çetesinin steveniye Köyünde Komitenin Sırlarını Açıkladıklarından Süphelendikleri Altı Rumu Öldürdükleri
56 Görice'nin Kilisora Nahiyesindeki Ulahların Rum Eskıyâsının Mezâlim ve Baskısına Maruz Kaldıkları
57 Florina'da Bulgar Kalenik-ı Bâlâ Köyüne Gelen Rum Eskıyâ Çetesinin Üç Haneyi Yakıp Bir Çocugu Öldürdükleri ve Bir Kadını da Yaraladıkları
58 Siroz, Zihne ve Demirhisar Kazalarında Millî Husûmetleri Dolayısıyla Rum ve Bulgarların Birbirlerine Karsı Saldırılarda Bulundukları
59 Bir Rum Çetesinin Osteme Köyünde Eksarhhâne'ye Mensup Dört Kisiyi Katledip Üç Kisiyi de Yaraladıkları 
60 Selanik Yunan Konsolosunun Emrinde Hareket Eden Bir Rum Çetesinin Çesitli Cinayetler İsledigi ve Cebren Para Topladıgı.
61 Katrin Kasabası Meclis-i İdâre'sinin Ulah Azası Naki'nin Rumlugu Kabul İçin Tehdid Edildigi
62 Kesriye'de Rum Eskıyâsı Tarafından Üç Bulgar Kadının Öldürülüp İki Tanesinin de Yaralandıgı 
63 Rum Eskıyâsının Bazı Bulgarları Rumlastırmaya Çalıstıkları 
64 Rum Eskıyâsının Yaktıgı Hanelerin Yeniden Yaptırılması 
65 Garancı Köyünde Katliâm Yaparak Firar Eden Rum Çetesinin Takibine Devam Edildigi 
66 Rum Eskıyâsının Nasliç'te İki Bulgarı Katlettikleri 
67 Iraklı Çiftligi'ne Hücum Eden Rum Eskıyâsının Bir Bekçiyi Öldürüp Dört Bulgarı da Yaraladıkları 
68 Rum Eskıyâsının Bof Karyesinden Bes Bulgarı Katlettikleri 
69 Bir Rum Çetesinin Bulgarlarla Meskun Aydos Karyesine Hücum Ederek Altı Kisiyi Öldürüp Üç Kisiyi Yaraladıkları
70 Kesriyeli İki Bulgarın Rum Eskıyâsı Tarafından Katledildigi 
71 Ustrumca'da Rum Eskıyâsı Aleyhinde İhbarda Bulunan Bir Rum'un Öldürüldügü 
72 Manastır'ın Dragos Karyesinde Yakılarak İmha Edilen Sahıslarla İlgili Tahkikat 
73 Selanik'te Rum Komitesinin Emellerine Karsı Gelen Rum Atnas Nikola'nın Öldürüldügü 
74 Zihne'nin Karlıkova Köyünde Bes Bulgar Çobanın Rum Çetesi Tarafından Katledildigi ve Cesetlerinin Parçalandıgı
75 Negrita Nahiyesi Müdürü Mina Zograf Efendi'nin Evine Rum Eskıyâsı Tarafından Silahlı Saldırıda Bulunuldugu
76 Bulgar Köyü Olan Ribarça'ya Saldıran Rum Eskıyânın Otuz Kisiyi Katletdikleri 
77 Yunanlıların Bir Ulah Tüccara Zulüm Yaptıkları
78 Rum Çetelerinin Karacaabat'ın Pojan ve Tresine Köylerini Basarak On Yedi Bulgarı Öldürüp Okul ve Evlerini Yaktıkları
79 Rumların, Bulgar Ahaliyi Rum Patrikhanesi'ne Baglama Gayretleri 
80 Laken Karyesinde Kosta Yani'yi Döven Rum Papazının Ogullarının Cezalandırıldıgı 
81 Manastır'ın Dihova Karyesinde Rum Eskıyânın İki Bulgarı Öldürdügü 
82 Egrikapı'da Rum ve Bulgarların Müsterek Kullandıkları Mezarlıga Rumlar Tarafından Bulgar Cenazelerinin Defnedilmesinin Engellendigi 
83 İhtida Eden Rum Kadın ve Kızlarına, Fener Rum Patrikhanesi Tarafından Akıl Hastanelerine Kapatılarak İskence ve Mezâlim Yaptırıldıgı 
84 Rumların Bulgar Okullarını Kapatıp Bir Bulgar Okulunu Yaktıkları ve Bulgar Kiliselerini de Kapatmak İstedikleri

B- MÜSLÜMANLARA YAPILAN MEZÂLİM
85 Yunan Askerlerinin Hudut Boyunca Eskıyâya Yardım Ettikleri ve Arka Çıktıkları 
86 Yunan Eskıyâsının Yenisehir'deki İki Çiftlikten Bes-Altı Yüz Kadar Koyun Gaspettikleri 
87 Harkir Adası'na Gelen Eskıyânın İki Kisiyi Öldürüp Üç Kisiyi de Yaraladıkları 
88 Yunan Eskıyâsı İçin Yunanistan'daki Hıristiyanlardan Yardım Toplandıgı ve Yunan Kralının On İki Bin Eskıyâyı Techiz Edip Silahlandırdıgı 
89 Tırhala, Yenisehir ve Golos'taki Müslümanlara Yapılan Saldırıların Önlenmesi çin Yunan Hariciye Nazırı Nezdinde Yeniden Tesebbüste Bulunulması 
90 Tırhala'da Hırıstiyan Ahali ve Askerler Tarafından Müslümanlara Baskı Yapıldıgı ve Yeni Tamir Edilen Caminin Tahrip Edildigi 
91 Yunanistan'da Bulunan Müslümanların Can ve Mallarının Tehlikede Oldugu 
92 Yenisehir ve Girit'te Müslümanların Can ve Mallarının Tehlikede Oldugu 
93 Girit'te Müslümanların Can ve Mallarının Tehlikede Oldugu ve Binden Fazla Müslümanın Katledildigi 
94 Yenisehir'de Müslümanların Çesitli Bahanelerle Tutuklandıkları ve Göçe Zorlandıkları 
95 Yenisehir ve Kardice'de Müslümanların Baskı Altında Tutularak Göç Ettirilmeye Çalısıldıgı 
96 Girit'te Hıristiyanlar Tarafından Müslümanlara Mezâlim Yapıldıgı ve Girit'in sgalinden Önce Müslümanlara Güvence Veren Devletlerin Buna Seyirci Kaldıkları 
97 Kandiye'de Hünkâr Camisi'nin Bahçesine Merkezî Hükûmet Tarafından Kanun ve Hukuka Aykırı Olarak Müze nsaatı Yapılmakta Oldugu 
98 Hasat Mevsiminde Yunanistan'a Giden Amelelerin Dönüste Yunan Askerleri Tarafından Tahkir Edildigi ve Bir Kısmının Yaralandıgı 
99 Parga'ya Gitmekte Olan Kaptan Saban'a Ait Kayıgın Yunan Askerlerince Çevrildigi ve Yolcuların Esyalarının Gaspedildigi 
100 Kıbrıs'ta Rumların Komiteler Kurarak Müslümanlara Karsı Saldırılarda Bulundukları ve Yunan Emellerini Gerçeklestirmek stedikleri
101 Yunanlılar'ın Müslümanları Göç Ettirmeye Yönelik Zulüm ve Yıldırma Hareketleri 
102 Selanik ile Civar Kazalarda Rum Muhacirlerin Müslümanların Mal ve Emlâklerine El Koydukları ve Yunan Askerlerinin Kadınlara Tecâvüz Ettikleri 
103 Drama'nın Karagöz Köyünde Müslüman Halkın Yunan Askerlerince Dövüldügü 
104 Yunan Askerlerinin Drama'da Bazı Köylere Girerek Halka Zulüm ve Kadınlara Tecâvüz Ettikleri 
105 Yunanistan'ın Türk Yerlesim Birimlerine Rumları İskân Ettirdikleri ve Camileri Tahrip Ederek Türkleri Hıristiyanlıgı Kabule Zorladıkları
106 Yunanlıların sgal Ettigi Topraklarda Yasayan Müslümanlara Yaptıkları Mezâlim ve Asimilasyonun Önlenmesi
107 Yunanlıların Makedonya ve Batı Trakya'da Müslüman Halka Zulmettikleri
108 Drama ve Havalisindeki Müslüman Ahaliye Zulmedilip Kadınlara Tecâvüz Edildigi 
109 Sisam'da Yunan Askerleriyle Komitecilerin Osmanlı Sahillerine Saldırma Hazırlıkları Yaptıgı 
110 Siroz'daki slam Mekteplerinin Rumların Egitimine Tahsis Edildigi
111 Selanik Civarındaki Müslüman Köylerde Halkın Göçe Zorlandıgı ve Müslümanların Evlerine Zorla, Kafkasya'dan Gelen Rum Göçmenlerin Yerlestirildigi 
112 Kavala Civarında Önce Bulgarlar, Daha Sonra da Rumlar Tarafından Bazı Cami, Mescid ve Mezarlıkların Tahrip Edildigi
113 Yunan Hükûmeti'nin Hıristiyan Halkı Silahlandırıp Müslüman Halkın İdaresinde Olması Gereken Mektep, Medrese ve Vakıfhaneleri Zorla İsgal Ettigi 
114 Makedonya'da İktidar Partisine Oy Veren Müslümanlara Rumlar Tarafından Eziyet Edildigi 
115 Vodine'de Müslümanların Mukaddes Yerleriyle Can, Mal ve Irzlarına Taarruz Edilmesine Yunan Hükûmeti'nin Kayıtsız Kaldıgı 
116 Vodine ve Selanik'te Bazı Camilerin Rumlar Tarafından sgal ve Tahrip Edildigi 
117 Hanya'da Yunanlılar Tarafından Cami ve Mekteplere Saldırılar Yapıldıgı 
118 Kavala, Drama, Sarısaban ve Praviste Kazalarındaki Müslüman Ahalinin Göçe Zorlandıkları 
119 Hanya'daki Sultan İbrahim Camisi'nin Kiliseye Çevrildigi 
120 Zihne'deki Müslümanların Drama'ya Nakl ve Tehcir Edilerek Mal ve Esyalarının Yagmalandıgı 
121 Batı Trakya'daki Müslümanlara Yunanlılar Tarafından Yapılan Zulüm ve Baskının Gün Geçtikçe Artmakta Oldugu 
122 Yunanlıların Trakya'da Müslüman Halka Yaptıkları Baskının Giderek Arttıgı 
123 Yunanlılar'ın Trakya'yı İsgal İçin Yaptıkları Mezâlim ve Propaganda Faaliyetleri 
124 Yunanlıların Gümülcine Civarında Yaptıkları Askerî Faaliyetler ve Baskılar.
125 Yunanlıların Ermenileri Zorla Askere Aldıkları, Dogu ve Batı Trakya'yı İsgale Hazırlandıkları ve Çorlu'da Katliâm Yaptıkları 
126 Yunanlıların Trakya'daki Müslümanlara Göç Etmeleri İçin Baskı ve Zulüm Yaptıkları 
127 Yunanlılar'ın Trakya'daki Halka Zorla Miting Yaptırdıkları ve Hazırladıkları Belgeleri İmzalattıkları
128 Yunanlıların Trakya'da Camileri Basarak Tahrip Ettikleri, Halka İ skence Yaptıkları ve Sebepsiz Yere Müslümanları Tutukladıkları
129 Yunanlıların Trakya'da Yaptıkları Gasb ve Mezâlimle İlgili Cetvel
130 Batı Trakya'da Müslümanların Çesitli Suçlar İsnadıyla Cezalandırıldıkları
131 Yunan Hükûmeti Tarafından Yunanistan'daki Türklere Karsı Rum Çetelerinin Silahlandırıldıgı 
132 Batı Trakya'daki Rum ve Ermeni Çetelerin Müslüman Halkı Göçe Zorladıkları 
133 Mentese Milletvekili Esat İleri'nin Batı Trakya'daki Müslümanlara Yapılan Zulmün Önlenmesi Hakkındaki Önergesi 
İNDEKS 
BİBLİYOGRAFYA 



___________________







kitap:
DEVLET MERKEZİNE GÖNDERİLEN RAPORLARA GÖRE YUNAN ZULMÜ
Batı Anadolu'da Yunan Mezalimi - Zekeriya Türkmen.