Köy Enstitüleri,köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla, 1940 yılında Anadolu'nun 21 ayrı bölgesinde açılmıştır.
Cumhuriyetin bu ulvi projesinin amacı; köyden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı olarak yetiştikten sonra, tekrar köylerine dönerek geride kalan ve okuma fırsatı veya olanağı bulmamışları eğiterek ülkenin okuryazar düzeyini yukarı taşımasıydı. Köy Enstitüleri’nin o günkü eğitim yöntemi gününün en ileri eğitim yönteminden daha donanımlıydı
Köy Enstitüleri, Başbakan İsmet İnönü döneminde, Bakan Hasan Ali Yücel ve eğitimci İsmail Hakkı Tonguç'un büyük gayretleriyle kurulabilmişti. Toplam 17 bin mezun veren bu okullar, ne yazık ki "Gerici Güçler" ve "ABD'nin" baskısıyla 1954 yılında resmen kapatıldılar...
Köy Enstitüleri neden kapatıldı?
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, 1926 yılında “ Toplam 4 Köy Muallim Okulunu” açtıktan sonra, Saffet Arıkan’ın 1936 da önce, Eğitmen kursu, sonra Köy Muallim Mekteplerinin ihyası, bunlardan alınan iyi sonuçlar sonrasında, 3 yıllık deneme sonunda 17 Nisan 1940 MEB Hasan Ali Yücel döneminde 3803 sayılı kanunla . “Köy Enstitüsü” açılmıştır. 1941 de, 4274 sayılı yasa ile de, köylerde çalışacak sağlık memuru ve ebelerin bu okullarda yetiştirilmelerine karar verildi.
Köy Enstitüsünün açılmasını mecbur kılan, zamanın Türkiye’sinin sosyal yapısına göz atmak gerek. 1935 verilerine göre 16 milyon nüfusumuzun 12 milyonu köylerde yaşıyor. Bu kütle, ilkel bir şekilde tarımla uğraşıyor. Köy ve toprak ağaların emrinde, onlara bağımlı şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar. 40 bin köyün 35 000 inde okul ve öğretmen yok. 1 700 000 çocuktan sadece 300 000 i okula gidebiliyordu. Bunlardan sadece binde biri bir üst kademedeki okullara devam edebiliyordu. Geri kalan çocuklar ise ailelerine yardımcı oluyor, zamanla da okuduklarını unutuyorlardı.
Yüzdeye vurduğumuzda, erkeklerin % 76.7 si, kadınların % 91.8 zi okur yazar değildi. Mevcut öğretmenlerin %78 zi kentlerde çalışıyor. % 22 si de okulu olan 4-5 bin köyde çalışmaktadır. Şehirlere alışkın olan öğretmenler, uyum sağlayamama nedeniyle köylere gitmeyi düşünmezlerdi. Tıpki bugünkü gibi, doğuya gitmeyi arzulamayanlar gibi.. İlkel de olsa, üretim araçları ağaların elindeydi.. Köye, çiftliğe, mezraya herhangi bir doktor , hemşire, ebe gitmezdi. Hastalar, üfürükçülerin, nuskacıların, ermişler gözü ile bakılan kişilerin eline bırakılırlardı.
Ülkenin bu durumu, Atatürk ilke ve inkilaplarına, Cumhuriyete ve halk felsefesine uymuyordu. Çare arayan zamanın MEB Saffet Arıkan ve İsmail Tonguç’un uğraş ve 3 yıllık denemeleri sonunda Köy Enstitüleri kuruldu..
PEKİ NEDEN KAPATILDI
Köy Enstitüsü yasasının kabülü sırasında, bunun uzun ömürlu olmayacağı belliydi. TBMM nde 426 kayıtlı Milletvekili vardı. Oylama gününde, başta Celal Bayar, Adnan Menderes olmak üzere, sonradan Demokrat Partiyi kurup katılacak olan 148 Milletvekili meclise gelmediler. Yasa, gelenlerin oybirliği ile, 278 oyla kabul edildi.. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de, yasayı destekliyor ve “Kitap mermi gibidir” veciz ifadesiyle taraf olduğunu belirtiyordu.
Bazı güçler yasanın çıkmasını istemiyordu. Çıktıktan sonra da aleyhine propoganda yapmaya devam ettiler. Daha çocuk yaştaki Köy Enstitüleri boy hedefi olmaya başlanmıştı. Büyük toprak ağası, Eskişehir Milletvekili Abidin Fotuoğlu, bir konuşmasında , henüz mezun dahi vermeyen Köy Enstitüler için 1943 de, “Bunlar yetiştiklerinde bizim kafamızı keserler” söylemiştir. Yetiştiler ama kafa da kesmediler.
CHP “Çiftçiyi Topraklandırma” adlı yasa taslağını TBMM ne getirdiğinde, birçok Milletvekili istifa etti. Bunlar Demokrat Partiyi kurdular. Bilindiği gibi bunların çoğu, toprak ağası, köy ağası, şeyhler, dedeler olup söz sahibiydiler.
Tabiatıyla Köy Enstitüsüne karşı olacaklardı. Yetişen gençler, babalarına benzemiyor. Ağalık ve aşiret düzenine karşı baş kaldırıyorlar. Şeyh ve şıhların eteklerini öpmüyorlar. Ağaların önünde baş eğmiyorlar. Bilime önem veriyorlar. Ağalık sistemini ve köylünün fakirliğini sorguluyorlar. Hak hukuk aramaya başlıyorlar. Atatürk İlke ve İnkilaplarını, düşüncelerini en üst seviyede tutmaya başıyorlar. Bu gençlerin çoğalması, Birçok insanın menfaatlarına dokunacağı kaçınılmaz. Hatta CHP sinde kalanlar içinde de, Köy Enstitüsüne karşı homurdananlar gün geçtikçe çoğalmaya başladı. . Güçlerinin çok azalmasını, istifaların durdurulması lazımdı. . Bir gün, Kepirtepe Köy Enstitüsüne ziyarete giden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir kız öğrenciye, çantasında neyin olduğunu sorar. Kız çantayı açar, göstererek, “ Bir parça ekmek, bir parça köfte ve birde Dünya Klasiklerinden bir kitap “der. İnönü mutlu olur.
Etrafındakilere dönerek, “ Ne zaman Türkiye’de, erinden generaline, sade vatandaşından Cumhurbaşkanına kadar, herkes, ekmekle kitabı bir araya getirebilirse, gerçek kalkınma başlamıştır demektir “ diyen İnönü, yandaşlarının baskılarına dayanamayarak, Hasan Ali Yücel ve İsmail Tonguc’u görevden alarak, MEB na Reşat Şemsettin Sirer’i getirdi. Tonguç, önce Talim Terbiye kuruluna, sonra da bir okula öğretmen olarak atanır. Sirer, 1947 de, “tüm Köy Enstitülerinin kuruluş özelliklerinin ortadan kaldırıldığını, bu okulların sıradan bir köy okulu olduğunu “ söyleyerek, müfredat programını değiştirdiler. Böylece, erimekten korkan İnönü’nün sırtından da yük kalkmış oldu. İşte bu dönem, sağcılara yaranmak, CHP yi toparlamak için okullarda din dersleri ve İmam Hatip Okullarının açılması dönemidir.
1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti, 27 Ocak 1954 de 6234 nolu yasa , ile uygulamaya tamamen son verdi.
Köy Enstitülerinde toplam olarak 17342 öğretmen yetişmiştir. Bunların 1398 i bayan 15943 ü erkektir. Yine bu okullarda 7300 sağlık memuru, 8756 eğitmen yetişmiştir.
FACEBOOK HESABI:
"Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın."
Howard Gardner
(çoklu zeka kuramı)
Türkiye'de 1947-1950 yılları arasında öğretmenlik de yapmış olan Kirby, 1951-1954 arasında Türkiye'de Köy Enstitüleri'ni incelemiş, 1954-60 yıllarında da toplamış olduğu bilgiler, belgeler üzerinde çalışarak tezini tamamlamıştır. Bu arada, kendisinin Hakkı Tonguç ile de birkaç kez görüştüğü, mektuplaştığı kalan belgelerden anlaşılmaktadır. O günlerin ortamının etkisiyle olsa gerek, Tonguç başlangıçta ona pek güven duymamıştır. Bunu Sabahattin eyüboğlu'na yazdığı 25.4.1954 günkü mektubundan anlıyoruz: "... Amerikan Yardım Heyeti'ne rapor hazırlamaya memur...gibi geldi bana..."
Kirby 1962 yılında sonra Türkiye'ye yerleşmiş, İzmir dolaylarında bir tarım işletmesi kurmuş ve burayı çalıştırmış, daha sonra da Ankara'ya yerleşmiştir. Bundan sonra yaşamını İngilizce dersleri vererek sürdüren Kirby, 1950 yılında Ankara'da yaşamını yetirmiştir.
"Tezde varılmış sonuçlardan anlaşılacağı gibi bir eğitim hareketi olarak Köy Enstitüleri'nin toplumsal gelişim ve değişim sürecini hızlandırmaktaki etkinliğinin evrensel boyutlarını kavrayan, kendi deyimi ile "dünya ölçüsündeki değerini anlayan", bunu bilimsel yöntemlerle irdeleyip değerlendiren, bu alanda bugün bile aşılamamış en kapsamlı ve özgün araştırmayı yapan ilk eğitbilimsel sayın Fay Kirby'dir. Bu nedenle Köy Enstitüler kendisine teşekkür borçludur." Engin Tonguç
Türkiye'de Köy Enstitüleri - Fay Kirby
çev: Prof.Dr.Niyazi Berkes
BANU AVAR’I ŞAŞIRTAN GERÇEK
Sevgili arkadaşım, değerli dostum gazeteci-yazar Banu Avar, bilindiği gibi sadece Türkiye’nin en önemli aydınlarından biri değil, aynı zamanda dünyayı da en iyi tanıyan gazetecilerden biridir. Kendisi, Orta Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya dünyanın birçok ülkesini gezen çağdaş bir gezgindir… Banu Avar’ın gittiği ülkelerden biri de Venezuella’dır. Avar’ın Venezuella’da gördüğü bir tablo ise, “sahte solcularımızı” çok kızdıracak, hatta günlerce kara kara düşündürecek türdendir… Çünkü Banu Avar’ın gördükleri, Venezuella’nın antiemperyalist lideri H. Chavez’in de Atatürk’ten, Atatürk devrimlerinden etkilendiğini kanıtlamaktadır.
Şimdi Banu Avar’a kulak verelim: "Şehri göreceğimiz tepeye doğru tırmanırken, Kemal Atatürk tabelasını geçince şaşırdım ki, tepeye geldik. Genç kız rehber heyecanla ‘şu fabrikayı görüyor musun? yanında nikah salonu, şu sağlık ocağı, şu okul onun arkasındaki de bizim ev.’ ‘Eeee ,dememe kalmadı’ Rehber ‘Biz buna ATATÜRK modeli’ diyoruz’ diye yapıştırdı.” Venezuella’da bu gördükleri ve duydukları üzerine duygulanan Banu Avar: "Venezuella tepesinde tüylerim diken diken, gururum tavan yapmıştı..." diyerek anlatmıştır heyecanını…
Sinan Meydan / link
Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan ”Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendiriyordu. Senatör Haydar Tunçkanat’ın “İkili Antlaşmaların İç Yüzü” ve “Amerikan Emperyalizmi ve CIA” adlı kitabında açıkladığı üzere, 27 Aralık 1947'de imzalanan Eğitim Komisyonu’yla ilgili anlaşmanın 5. maddesi şöyleydi:
"Komisyon, dördü TC vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye’deki ABD diplomatik heyetin başı, (Amerikan Büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır.Komisyonda oyların eşit oluşması durumunda kesin oyu misyon şefi Amerikan büyük elçisi verecektir.” Komisyonun ABD vatandaşı olan dört üyesinden ikisinin elçilikteki CIA mensupları arasından seçileceğinden kuşku duymamak gerekir, böylece CIA, Milli Eğitim Bakanlığı’na rahatça sızma olanağı bulacak ve komisyon üyesi sıfatıyla öğrenci ve eğitim üyeleri arasında ajanlar devşirmekte hiçbir güçlükle karşılaşmayacaktır. Okul kitaplarına ve ders kitaplarına Amerikan propagandasının etkinliğini artırmak için malzeme hazırlayacaklardır.
O günden 2007' ye 58 yıldır, “Milli Eğitim”imizi ve daha pek çok bakanlığımızı Amerikalı uzmanlar yönlendiriyor. Bu durun, 2007'de de böyledir ve FULBRİGHT COMMİSSİON adı altında Türk Milli Eğitimini biçimlendiren kurulun başında 2007'de Amerikan Büyük elçisi oturmaktadır. (bu gün de o kadar taviz verdiğimize göre bu şartlar muhtemelen aynı şekilde, belki de daha da ağır şekilde devam etmektedir. Bundan daha ağır ne olacaksa?) İsmet İnönü, Amerikan Yarı-Sömürgesi Olduğunu Açıklıyor. Yalnızca Milli Eğitim’in değil, diğer pek çok bakanlıkların 1949'dan başlayarak Amerikalı uzmanlar güdümlendiğine ilişkin acı gerçek, Türkiye’yi Amerikan yarı- sömürgesi durumuna düşürerek Türk ulusunun anlına bu lekeyi süren İsmet İnönü tarafından, yıllar sonra,1963'de şöyle itiraf etmişti.
“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsini çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.
Bağımsızlık savaşından sonra Lozan’da asıl mücadele de bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa sınırlar zaten fiili durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda çözerdik. Bütün mücadele idaremize yapılmak istenen müdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların neden ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim neden inatla red ettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”
Türkiye’nin Şubat 1948'de 705 bin dolar olan döviz varlığını, Mayıs 1950'de eksi 12 milyon dolara; 1946'da 214 ton olan altın varlığını 1949 sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve döviz bulunmasına karşın Amerika’dan borç alarak ülkeyi Amerikan güdümüne sokan İsmet İnönü’nün bu yüz kızartıcı açıklamaları karşısında: “Madem bunları biliyordunuz, öyleyse niçin Amerika ile antlaşmalar yaparken Türkiye’ye Amerikalı uzmanlar dolmasına neden olacak maddelere imza attınız?” .. demek gerekiyor.
İsmet İnönü’nün bu sözleri, kendisinin Türkiye’yi içine düşürdüğü durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdiği gibi, onun bir Türkiye Cumhuriyeti kahramanı, Cumhurbaşkanı, Başbakanı olarak ne denli çaresiz olduğunu da ortaya koymaktaydı.
Cengiz ÖZAKINCI’nın “Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni- Osmanlı Tuzağı ”adlı kitabından alıntıdır
Güne Başlarken - 2 Mart 2012 / Mahiye MORGÜL
DERSANELER EĞİTİM ŞİRKETİ OLURSA :
Dersaneler yerine paralı sertifikalı kurs veren “okullar pazarı” kuruluyor. En ucuza çalışacak öğretmeni nerden bulacakları bile hazırdır; tayin edilmeyen binlerce genç öğretmen… Köle öğretmenlik sistemine geçiyoruz! Eğitim şirketleri piyasasına destek için şöyle düzenlemeler yapılıyor: Kurumlar vergisinden muafiyet. Bankalardan öğrenci başına eğitim kredisi (ABD modeli). En az masrafla en büyük kâr getiren iş olacak eğitim. Tam bir sömürü piyasası geliyor. Eğitim piyasası daha kurulmadan pastadan pay kavgası başladı bile. Tarikat-Cemaat çatışması diye bize gösterilenler, kamucu eğitimin bitirildiğini ustaca gözden uzak tutmak içindir. Biz de, “dersanelerden bıkmıştık” diye sevindiriliyoruz. Bu arada Liseler sinsice kapanıyor, üzerinde konuşan yok. "....Cemaat dershaneler yoluyla budanıyor.." söylemine dikkat!
Aklınızda olsun; dersanelerin EĞİTİM ŞİRKETLERİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ eşzamanlı getirilen Parçalı Piyasacı Eğitim Yasasının gereğidir. Piyasada Sertifikalı Kurslar olacak, kursları veren eğitim şirketleri sistemi geliyor. “Paran kadar eğitim” budur! YÖK de kapanıyor ki, artık merkezi sistem sınavlar ve doğal olarak sınava hazırlayan dersanelerin kaldırılması, Sınav Şirketleri Piyasasının kurulması var önlerinde. Hele bir kere Parçalı Eğitim Yasasını geçirsinler, daha neler geliyor arkasından!..
Dersanelerin kapanmasında bizi yanıltan söylemle geliyorlar, bu yolla Mesleki Yeterlilik Kurumu kendini gizleme fırsatı buluyor... MEB yerine ikame edilmiş olan piyasa üst kuruludur, internetten kuruluş yasasını okuyunuz lütfen. Küreselci sisteme göre “okullar pazarı” açılıyor; pazar paylaşım savaşıdır gördüğümüz. Küresel sermayenin alanı ele geçirmesi için önce yerli piyasanın iştahını kabartarak desteği sağlanıyor. Değişimin arkasındaki gücün Dünya Bankası ve Mesleki Yeterlik Kurumu olduğunu söylemek gazeteciliğin en zor yanıdır. Yasaya direnen kalemler var. Okullar pazarının kuruluşuna bu kadar yaklaşmışken gerçeği söyleyen kalemleri susturmak da işlerinin arasında olmalıdır.
Anımsatıyorum: Eski Talim Terbiyenin başı Ziya Selçuk ile Eser Karakaş 2007 de TV'de şunu demişlerdi: "Müfredat reformu eş zamanlı değişimleri gerektiriyor. Sistemi bloke eden sınav sistemi ve dersanecilik var." (bkz. "Eğitim Neden ve Nasıl Sektörleştiriliyor" Eğitim Küresel Piyasaya Teslim, sh.234, M.M.) O gün Ziya Selçuk, 4 yılda Anaokulunda nasıl İngilizce öğreteceklerini, İngilizce öğretmeni olmadan da İngilizce öğretebileceklerini söylüyordu. Bunu size, yasa geçtikten sonra karşılaşacağınız gündemden bir örnek diye verdim. Dışarıdan İngilizce konuşan dadılar getirilecek!
1200 tane DİB memurunun MEB Din Öğretimi Dairesine geçirilmesi de bu kapsamdadır. Çünkü, Ankara’da MEB çalışanları tarafından Meslek Dersleri verilen sertifikalı dersaneler açılmaya başladı bile. Sadece Din Öğretimi yapan eğitim şirketi kurabilmek için, "öğretmen statüsü almış olmak" gerekiyor olmalı... Hatırlatayım, dersanelerin yerini alacak 2 yıllık piyasa liselerinde sadece grup derslerinden sertifika verilecek, kültür dersleri olmayacak. Bildiğimiz liseler kapanıyor. Örneğin, Din Öğretimi sertifikası verilen okulda, Edebiyat, Coğrafya, Matematik, Fizik gibi bilim ve kültür dersleri olmayacak. O nedenle yeni sistem okullar BİLİM DIŞI okullar olacaktır.
Zaten 2005’den beri ders kitaplarında bilgi kalmamıştı, artık tümüyle bilimsiz çağa geçiyoruz. Bakanlıktan ders kitaplarının yeniden yazılacağı açıklandı, artık iyice boş sayfalara baktırılacak çocuklar. Herkes elindeki eski kendi okuduğu yılların ders kitaplarını sıkı sıkı korumaya alsın, lütfen torunlarımız için bunu yapalım. Kamucu eğitimimiz küresel piyasaya devredilirken, küresel çetenin önünde dinamitleyecekleri Türk Sınav Sistemi ve Dersanecilik var, çok gürültü çıkartacaklarını tahmin etmek zor değil. Öte yandan, her cemaatin kendi müridini yetiştirmek için iştahını kabartan yeni düzenleme, Parçalı Eğitim Yasası, yani Din Öğretiminin de parçalanarak piyasaya atılması BOP planının içindedir.
ABD Başkanı Bush’un 2001’de ilan ettiği “3.bin yılın Haçlı Seferi”nin Arap ülkelerinde adı Arap Baharı olan parçalama programının bizdeki şekli, eğitimde birliğin parçalanmasıdır. O nedenle Din Derslerinin kaldırılmasını, hatta kültür derslerini de beraber öğreten bugünkü İmam Hatip Liselerinin kapatılmasını istemek, ABD’nin haçlı projesine yarar, birliğimize zarar getirir. (Açıklama gereği duyuyorum; “haçlı” ifademiz tamamen onların dilidir, Türk Ortodoks-Hıristiyan kardeşlerimize asla sözümüz yoktur.)
Aydın olmak, din öğretiminde de birliği savunmayı gerektirir. CHP sözcülerinin buna özen göstermesi kendi tabanlarının ve yazar olarak benim de talebimdir.
MAHİYE MORGÜL - 26 MART 2012/kendi sitesi ve eski okul kitaplarımız
KİTAPLARI :
* Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma (2004-2010) /pdf
* Eğitim Küresel Piyasaya Teslim ; Eğitime 2005 SPAN Darbesi ; Bilim Dışı Ders Kitapları; Çocuklarda Algıda Azlık ; Sınavsız ve Diplomasız Fakülte ; Kamucu Eğitimden Bireyci Eğitime ; Bilimsel Eğitimden Parasal Eğitime ; Tarih Kitaplarına Yazılmayanlar
"Mahiye Morgül, Cumhuriyet'in en önemli adımlarından biri olan, Milli Eğitim ve Eğitim Birliğinin artık MİLLİ olmadığını ve küresel efendilerin emirleriyle şekkilllendiğini belgeleriyle okura sunuyor. Tüm öğrenci, öğretmen ve velilerin incelemesi farz olan bir kitaptır bu." Banu Avar
Kaan Turhan'ı da okuyun
AB"nin programlarının Türkiye tarafından üye olmadan benimsenmesi ve hızlı bir biçimde "AB"ye uyum süreci" doğrultulu bir düzenleme olarak kendini göstermesi düşündürücüdür. Düşündürücüdür, çünkü AB"ye üye olmadan Gümrük Birliği"ni kabul eden Türkiye"nin gümrüklerdeki çelişkisi iç ve dış pazarda Türkiye zararına işlediği gerçeği gözetildiğinde; eğitim gibi gençlik gibi birinci derecede yaşamsal öneme sahip konularda gümrüklerdeki çelişkiyi yaşamak, zararın ülke insanı üzerine yansımasını doğurur ki bu da Cumhuriyet"i omuzlarında taşıyacak ve onu yüceltecek Türk gençliğinin uzun dönemde yitirilmesi demektir."
"Evet, artık köy enstitüleri yok… Ancak, Büyük Yolgösterici’nin Halkçılık İlkesi kafamızda ve yüreğimizde sapsağlam duruyor. Onun gereğini bugün de yerine getirmek zorundayız; yani Atatürk’ün şu direktifini:
"Halka yaklaşmak, halkla kaynaşmak daha çok aydınlara düşen bir görevdir. Gençlerimiz ve aydınlarımız hangi hedeflere, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi zihinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirilebilir ve kabul edilebilir bir hale getirmelidir. Aydınlarımız, özellikle de öğretmenlerimiz her vesileden yararlanarak halka koşmalı, halk ile bir arada olmalıdır."
Köy Enstitüleri Kapatıldı Ama Halkçılık İlkemiz Sapasağlam Ayakta / Prof. Dr. Cihan DURA / link
"Halka yaklaşmak, halkla kaynaşmak daha çok aydınlara düşen bir görevdir. Gençlerimiz ve aydınlarımız hangi hedeflere, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi zihinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirilebilir ve kabul edilebilir bir hale getirmelidir. Aydınlarımız, özellikle de öğretmenlerimiz her vesileden yararlanarak halka koşmalı, halk ile bir arada olmalıdır."
Köy Enstitüleri Kapatıldı Ama Halkçılık İlkemiz Sapasağlam Ayakta / Prof. Dr. Cihan DURA / link
BİR YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜ, ORKESTRA ŞEFİ, GÜRER AYKAL
İLK MÜZİK DERSLERİNİ ÇİFTELER KÖY ENSTİTÜSÜ MÜZİK ÖĞRETMENİ OLAN BABASINDAN ALMIŞTIR.
GÜRER AYKAL, ESKİŞEHİR,ÇİFTELER 1942 DOĞUMLUDUR.
Eskişehir Mahmudiye’de doğdu. Müziğe babasının verdiği derslerle başlayan sanatçı, 1953 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girmiş, Necdet Remzi Atak’ın öğrencisi olarak keman bölümünü bitirdikten sonra kompozisyon bölümüne geçerek Adnan Saygun’un sınıfından mezun olmuştur. Şeflik öğrenimini yurtdışında yapan Aykal, 1969’da kompozisyon bölümünü bitirip orkestra yönetim uzmanlığı için devlet bursu ile İngiltere'ye gönderildi. Londra'da Gluldhall Müzik Okulu yüksek yöneticilik sınıfında ve Royal Academy’de; İtalya’da Academia Chiciana ve Roma’daki Santa Cecilia’da çalışmalarını tamamladı. Orkestra şefliği alanında tecrübelerinden yararlandığı isimler arasında George Hurst, Andre Prévin ve Franco Ferrara gibi ünlü şefler vardır. İngiltere’de Royal Academy’yi bitirdiğinde, bu diplomayı 21 yıl içinde almayı başaran ilk kişiydi[kaynak belirtilmeli]. Türkiye’de yasal olarak atanan ilk orkestra şefi oldu ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şef yardımcılığına atandı. Canta Cecilia Konservatuarı’ndan onur derecesiyle mezun olmuştur.
Sanatçı, 1973 yılında yurda dönmüş, kazandığı başarılarla “Devlet Sanatçısı” unvanıyla onurlandırılmıştır (1981). 1999’da kendi isteğiyle Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan ayrıldı, bu dönem Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nı kurdu. 2000–2004 yılları arasında Antalya Orkestrası’nı kurup geliştirdi. ABD’de toplam 16 yıl şeflik ve genel müzik direktörlüğü yapan Aykal, 1991–2003 yılları arasında El Paso Teksas Senfoni Orkestrası Daimi Şefliği’ni ve Genel Müzik Direktörlüğü’nü yürüttü ve ayrıca “Profesör Emeritus” unvanı aldı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın daimi şefi Gürer Aykal, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne (MSGSÜ) kadrolu profesör olarak atandı (2006). Aynı zamanda konservatuvarın 'Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Anasanat Dalı Başkanlığı' görevini de üstlenen Gürer Aykal, Borusan İstanbul Filarmoni'nin Daimi Şefliği görevini ve Genel Müzik Direktörlüğünü de yürütüyor. Aykal’ın eğitimci yönü, yurtiçi ve yurtdışında diğer üniversitelerdeki orkestra şefliği profesörlüğünü de kapsamaktadır. ABD’de Indiana (Bloomington) Üniversitesi, Teksas Tech ve UTEP Üniversiteleri’nde ileri orkestra şefliği dersleri veren Aykal halen Bilkent Üniversitesi’nde bu görevi sürdürmektedir.
KÖY ENSTİTÜLERI: Belgesel / tek part
ya da
Film
BENİM MANEVİ MİRASIM BİLİM VE AKILDIR
"Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım bilim ve akıldır....
Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada , asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkar etmek olur...
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."
Mustafa Kemal ATATÜRK