Translate

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Örnek bir Yurtsever: Nuri Demirağ




"İsteriz ki beyleri ülkemizde çok ve çok milyonerler, milyardeler olsun ! O namuslu, çalışkan ve zengin insanlar başlı başına, bu ülkede bankalar, şimendiferler, fabrikalar, şirketler vb. sanayiyi kursunlar ! Bizi yabancının sermayesine muhtaç bırakmasınlar."



Mustafa Kemal Atatürk, 17 Ocak 1923 tarihinde İzmit'teki "tarihsel basın toplantısı"nda bu sözlerle açıkladığı düşünü ilerideki yıllarda gerçekleştiren "Namuslu, çalışkan ve zengin insanlar"dan biri de Nuri Demirağ olmuştu.


1886 Yılında bir Anadolu kasabasında doğan, üç yaşında babasını yitiren, beş yaşında okula ve okurken, zorunluluk nedeniyle, bir yandan da çalışmaya başlayan Nuri Demirağ, okulu bitirdiği 17 yaşında Ziraat Bankası'na memur oldu. Demirağ “halk yararına” ilk işini, bu görevi sırasında yaptı. 


Ülkedeki kıtlık nedeniyle halk açlıktan kırılırken, depolarda çürümeye yüz tutan tonlarca buğdayı satışa çıkardı, halkın açlığına çare oluşturdu. Bu büyük bir başarıydı ama, yine de hakkında kapsamlı bir soruşturma açıldı. Oysa buğdayın depolarda çürümesine, halkın da açlıktan ölmesine göz yumsaydı, hiçbir yetkili onu sorumlu tutmayacak ve hakkında soruşturma açılmasına karar vermeyecekti. 


Nuri Demirağ bu “tehlikeyi” göze aldı ama bu davranışı nedeniyle soruşturma sonunda değil suçlu bulunmak, tam tersi, takdir bile edildi.


Maliye Bakanlığı'nın sınavını kazanıp, yeni görevine başlayacağı İstanbul’a gitmek üzere kentten ayrılacağı gün tüm halkın ağlayarak kendisini yolcu etmeye geldiğini görünce, o da ağlayarak ayrıldı onlardan.


İstanbul'daki görevinde, yine halkın çıkarı doğrultusunda çalışmasını sürdürdü. Onun engelleme çabaları olmasaydı, Taksim Kışlası ve Talimhane, göz göre göre Fransızlar'a verilecekti.


Hasköy Mal Müdürlüğü'ne getirildikten sonra Maliye Mekteb-i alisi'nde gece derslerine katılarak yüksek öğrenimini yaptı. Yeni görevi sırasında üst makamların işgalcilere gösterdiği ayrıcalığa dayanamadı ve ....


"Ulusal onuru ve şerefi üçbuçuk ayaktakımının ayakları altında çiğnenen bir hükümete memurluk edemem" diyerek devlet görevinden istifa etti.


O güne değin biriktirdiği tüm parasıyla iş yaşamına girmeye karar verdi ve o yıllarda yabancıların tekelinde olan sigara kağıdı işine girdi, ilk Türk sigara kağıdını üretti. 


Bu, yalnızca ekonomik açıdan değil, siyasal açıdan da büyük bir cesaret isteyen girişimdi. Bununla yetinmedi, ürettiği ürüne "Türk Zaferi" adını verdi. İşyerine astığı "satış peşin, fiyat kesin, pazarlık yok" levhasındaki ilkesini ödün vermeden uygulayarak, ticarette kendine özgü bir yöntem oluşturdu.


Müdafaa-i Hukuk hareketine katıldı. Anadolu'ya yardım gönderdi. Dışalım ve dışsatım işlerine başladı. 40 yaşına bastığı gün yazdırdığı bağış belgesinde bağış kararını şöyle açıkladı:


"Var olan ve yaşamımın sonuna kadar çalışmamdan elde edilecek olan kişisel servetimden, aile ve evlatlarımın orta halde geçimlerine yetecek ve yavrularımın yüksek öğrenim masraflarını sağlayacak tutar çıkarıldıktan sonra, yaşarken yapmaya başarılı olamayacağım yararlı kuruluşlar meydana getirmek ve sürdürmek koşuluyla kişisel servetimi bağışladım."


Cumhuriyet'in ilanından sonra bir Fransız şirketi, üstlendiği demiryolu yapımı işinden çekilmişti. Nuri Demirağ, ülkesindeki demiryolu girişiminin amacına ulaştırılmadan bırakılmasına çok üzülmüştü. Demiryolu yapımı demenin, geri kalmış bölgelerde yeni ekonomik geçim kaynaklarının yaratılması demek olduğunu biliyordu.


Bu konuda bir proje yaptı ve yaşama geçirdi. bir yandan kadınları ve köylüleri el sanatlarını geliştirmeye yönlendirirken, bir yandan da kardeşiyle birlikte demiryolu yapımı işine girdi. Samsun - Erzurum, Fevzipaşa - Diyarbakır, Afyon - Dinar, Sivas - Erzurum demiryolu ağı ile kentlerin birbirine bağlanmasını sağladı. Özellikle işlerin zorlaştığı tünel engebeli arazi çalışmalarında işçilerle birlikte omuz omuza çalıştı. Bu çalışmalar ile değil, devlete kazandırdığı para ve güç ile övünüyordu.


Nuri Demirağ yaptığı demiryolu hatlarının hizmete açılışından önce kendine özgü bir “denetim yöntemi” bir çeşit “sağlamlık garantisi yöntemi” uyguluyordu. Açılışta tren, hat üzerindeki bir köprüye geldiğinde durduruluyor, başta Nuri Demirağ olmak üzere, o köprüyü yapan mühendis ve işçiler birlikte köprünün altına iniyorlar ve tren köprüden öteki tarafa geçinceye kadar, köprünün altında bekliyorlardı.


Atatürk, Mühürdarzade olarak tanınan iki kardeşe bu hizmetleri nedeniyle Demirağ soyadını verdi.


Merhum yazar Memet Fuat'ın annesi Piraye ile evlenen Nâzım Hikmet cezaevinden çıktıktan sonra kiralık ev arıyordu. O günleri Hasan İzzettin Dinamo, Nâzım Hikmet'in ağzından şu olayı aktarıyor:


"Yaşama koşullarımız çok dardı. Ayrıca evlerinde oturduğumuz mülk sahipleri de bizi patlayacak bir bomba gibi gördüğünden sık sık kapı dışarı edilmek tehlikesiyle karşılaşıyorduk. Bir gün kendimize göre alçakgönüllüce bir ev ararken gazetede bir ilan gördük. Bu Anadolu'yu demir ağlarla örmeye çalışan çok zengin müteahhitlerden Nuri Demirağ'ın apartmanında bir çekme katın ilanıydı.


Gündüzün matbaada pek çok düzeltme işim olduğundan ancak akşama doğru başımda ünlü yağlı kasketim, üstümde kirlice iş elbisemle Nuri Demirağ'ın yazıhanesine uğradım... Demirağ bir yandan kılık kıyafetime bir yandan da düzgün konuşmama, aydın kişilere özgü yüz çizgilerime bakıyor, tereddütler geçiriyordu. Nereden usuna geldiyse birdenbire adımı sordu 'Nâzım Hikmet' dedim.


Sen misin bunu söyleyen? Koca Demirağ birdenbire yerinden fırlayarak üstüme atıldı. 'Vay sen ha Nâzım Hikmet ha? Neden deminden beri söylemezsin de beni tereddütler içinde bırakırsın? Baksana şu raflara eksiksiz bütün kitapların orda. Ben senin Türkiye'de en iyi okuyucularından, beğenenlerinden biriyim' diyerek durmadan elimi sıkıyor, sıcak bir dostlukla sallıyordu.


'İstediğin ev olsun, Nâzım'cığım. O daireyi bu andan başlayarak sana ayırıyorum. Para pul istemem. Verirsen darılırım. İsteğince otur? Sıcak su da vardır' dedi."


Nuri Demirağ, yıllar sonra yersiz yuvasız kalan Neyzen Tevfik'e de sahip çıktı. Alkol en çok kızdığı ve karşı çıktığı alışkanlıkların başında olmasına karşın “içki düşkünü” Neyzen'e para gönderiyordu. Neyzen son yıllarını onun verdiği evde geçirdi ve o evde öldü. Filozof Rıza Tevfik ve Neyzen Tevfik'i sık sık evinde konuk eder, yemek yer, onlarla görüş alışverişinde bulunurdu.


Atatürk'ün "ülkeyi demirağlarla örmek" düşünü yaşama geçiren Nuri Demirağ, onun "gelecek Göklerdedir" işaretini verdiği yolda da büyük adımlar attı.


O yıllarda hava gücünü artırmak için illerde paralar toplanıyor, alınıp orduya armağan edilen uçaklara o ilin adı veriliyordu.  Zengin işadamlarından da para isteniyordu.


Vehbi Koç 5 bin Lira verirken, Abdurrahman Demirağ üç uçak parası 120 bin Lira verdi.


Nuri Demirağ ise " Siz ne diyorsunuz? Benden ulus için bir şey istiyorsanız en mükemmelini istemelisiniz. Madem ki bir ulus uçaksız yaşayamaz, öyleyse bu yaşama aracını başkalarının bağışından beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya adayım" diyerek kollarını sıvadı.

Düşüncesini şöyle anlatıyor: "Avrupa'dan Amerika'dan lisanslar alıp uçak yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise büyük bir sır, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Bununla birlikte kopyacılık sürdürülürse modası geçmiş şeylerle boş yere zaman geçirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika'nın son sistem uçaklarına karşılık yepyeni bir Türk tipi yaratılmalıdır."


Bir yandan uçak fabrikası, bir yandan da uçuş okulu kurdu. Bir yandan uçak üretiyor, diğer yandan da o uçakları uçuracak pilot yetiştiriyordu.


Pilot okulunun öğrencileri arasında, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğulları Erdal ve Ömer İnönü yanısıra, Nuri Demirağ’ın kendi oğlu da yer alıyordu. Uçaklarının güvenilir sağlamlıkta olduğunu ve okulundan mezun pilotların başarılı bir biçimde yetiştirildiklerini kanıtlamak için, yine kendine özgü bir “garanti yöntemi” uyguluyordu. 

Kendi fabrikasında yapılan uçağa önce kendi biniyor, pilot koltuğuna da, kendi pilot okulundan mezun olan oğlunu oturtuyor ve… Kendi yaptığı uçağı, kendi okulunda yetiştirdiği kendi oğluna kullandırarak, göklere yükseliyordu. 

Birgün, bir talihsizlik oldu. İyi bir mühendis olan yardımcısı Selahattin Alan üretilen uçaklardan birini deneme uçuşu için, Eskişehir İnönü Havaalanı'na, uçuş ve alan deneyimi az olmasına karşın bizzat kendi götürmek istedi. Eskişehir'de uçak, alana hayvanların girmemesi için kazılan çukura takıldı ve pilot da yaşamını yitirdi.

Bu fırsatçılar için beklenen an oldu. Bağımsız denetçilerin verdiği olumlu raporlara karşın Türk Hava Kurumu sipariş ettiği 65 uçağı almaktan vazgeçti. İş yargıya yansıdı ancak siyasi baskıların etkisiyle mahkeme olumsuz karar verdi. Nuri Demirağ amacını şöyle dile getiriyordu:

"Ben burada uçağın bir ölüm beşiği olmadığını kanıtlamaya çalışıyorum. Uçak bugün gördüğünüz ulaşım araçlarının en cana yakınıdır. Burada 16.000 uçuş yapıldı. Ve bugüne kadar bir kimsenin bile burnu kanamadı. 16.000 değil 16 milyon uçuş bile olsa kimsenin burnu kanamayacaktır. Bütün isteğim Türk gençliğinin kanatlanmasını görmektir. Bu yolda bütün kişisel servetimi adamış bulunuyorum. Gerekirse sırtımdaki gömleği bile bu amaç uğruna satmaya hazırım."


THK, Fransa'dan kullanımdan kaldırılan Henrio uçaklarını satın aldı. Gelen uçaklar kısa bir süre sonra hurdaya atıldı. Nuri Demirağ, 10 milyonluk zararı sineye çekti. Çok geçmeden üzerinde fabrika ve uçuş etüt merkezi olan Yeşilköy'deki arazisi yok fiyata kamulaştırıldı. 


İsmet İnönü'ye birer yıl arayla iki mektup yazdı. Yanıt alamadığı mektuplarda şunları sıraladı:



“(...) Bir yıldan beri süren (İkinci Dünya) savaşların hiçbirinde süngü süngüye savaşıldığı duyulmamıştır. Vatanın savunması için düşmanların silahlarından daha üstün daha bol araçla ve Türk dehâsının ürünü olan yeni yeni buluşlarımızla gerektiğinde dünyaya karşı koymaktan asla çekinmeyen kahraman Türk askerleri donatmak, devleti yönetenlere ve başında bulunanlara aittir. Atalarımız birkaç yüz yıl önce kaleler, hisarlar ve surlar içinde ve dışında savaşlar kazandılar, ülkeler ele geçirdiler diye biz de geçmişe mi geri dönelim? Yerimizde mi sayalım? Düşmanlarımızı alt etmek için onları en modern ve yeni icat silahlarımızla karşılamalıyız."



Daha sonra kentleşme, köy-kent projeleri geliştirdi. Ülkenin yer altı kaynaklarının, petrolün kullanımı için planlar hazırladı.



İlk Türk uçağı yanında ilk Türk yapımı paraşüt üretimini de gerçekleştiren Nuri Demirağ yılmadı, yeni projelere yöneldi. Divriği'de başlayacak kentleşme, köy-kent projeleri geliştirdi. Ülkenin yer altı kaynaklarının, madenlerin petrolün kullanımı için planlar hazırladı. Maden ve sanayi kentleri tasarılarını yaptı. Bu yapılar içinde spor tesisi, havaalanı, yunak, kooperatif, okul, revir gibi çağdaş kent planlamasında yer alan her türlü tesis vardı.



1931 yılında Asya'yı Avrupa ile birleştirmeyi düşündü. 4 yıl süren bir etüt çalışması sonucu Amerika'nın en büyük çelik fabrikası ile de görüşerek bugün bile sahip olmadığımız, içinden demiryolunun da geçeceği bir köprü yapmak istedi. Salih Bozok bu projeyi Atatürk'e götürdü. Atatürk projeyi çok beğendi ve hükümete gönderdi.


Ankara'da Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya "Olmaz bu iş" diyerek kesip attı. "Kentin güzelliğini bozar" diye projeyi geri çevirdi. Nuri Demirağ görüşmeden ayrılırken "Bu iş olacaktır. İstanbul buna muhtaçtır. Ben yapamazsam evladıma bırakırım" dedi.


Bakanın makamından çıkarken ona bir de "tehdit" de bulundu:


" Oğluma vasiyet edeceğim. Bu köprüyü yaptıktan sonra üzerine, 'Bu köprüden Ali Çetinkaya geçemez' yazılı bir levha astıracağım..."


Nuri Demirağ 1934 yılında bu kez çimento işine el attı. Yabancıların elinde olan çimento üretim ve satışında büyük bir vurgun vardı. Oturup çalışmalar yaptı. 33 Lira'ya satılan çimentoyu 13 Lira'ya satmaya söz verdi. Ancak çimento fabrikasını yapmasına izin verilmedi. Keban Barajı'nı gündeme getirdiğinde onun o gün için değil 50 yıl sonrasını düşünerek planlar yapan ileri görüşü anlaşılmamıştı.


Yönetenlerin, bürokrat ve aristokratların engelleriyle her türlü atılımı durdurulan Nuri Demirağ bir ilki daha gerçekleştirdi. Türkiye'de çok partili yaşamın kapılarını açtı. İnancı şuydu:


"Ekonomik ve sanayi alanında kalkınmamış uluslar, siyasi bütünlüklerini de sağlayamazlar". 


Bu nedenle partisinin adını Milli Kalkınma Partisi koydu. 38 maddelik parti tüzüğü bugün bile önemini koruyor. İşte tüzükten seçmeler:


"Çeşitli görüşlere bürünerek soysuz bir ruh hali taşıyanlar, sözü ile işi arasında çelişki bulunanlar, ilkelerimize aykırı ve ülkenin zararına yabancılar çıkarına hizmet edenler, halk arasında kötü ad ve ünle tanınanlar, memurluk görevlerini kötüye kullananlar, benzer durumda olup katılmak ve yol göstermek yoluyla çıkar sağlamak zannı altında bulunanlar partiye alınmazlar. (...) 


Öğrencilerin yetenekleri göz önünde bulundurularak her gencin eğitimine yeteneklerine göre yön verilecektir. Eğitimde uzmanlık ortaokuldan sonra başlayacak ve lise kısmına ilişkin gerekli bilgiler meslek dersleri ile birlikte okutulacaktır. (...) 


Meslek okulları açılacaktır. Öğretmen kitlesine hak ettikleri en yüksek yer sağlanacak, aynı zamanda öğretmen kitlesi maddi refah bakımından geçim derdi düşüncelerinden kurtarılacaktır. Devlet örgütü taklitler üzerine kurulmayıp gerçek gereksinimlere göre kurulacak, adama göre iş değil, işe göre adam ilkesi izlenerek devlet genel kadrosu islah edilecektir. Bürokrasi kaldırılarak halkın işi çabuk görülecek, işleri geciktiren ve karıştıranlar yetkin değilse sınıf ve rütbesi indirilecek ya da işine son verilecektir. Kasıtlı, bilerek yapılmışsa şiddetle cezalandırılacaktır. (...) 


Paramıza değer kazandırmak yoluyla bolluk ve ucuzluk sağlamaya çalışacağız."


Ekonomik alandaki atılımları engellenen Nuri Demirağ siyasal yaşamda da dürüstlüğü ve ilkelerinden ödün vermezliği ile esen rüzgarlara karşı durdu. Radyo kurmak istedi. İlk özel radyoyu kurmasına izin verilmedi. Basında sesini duyuramayınca 100.000 gazete basacak bir tesis kurmak istedi. Bu da engellendi.


1954 yılı seçimlerinde DP listesinden meclise girdi. Ancak gelişmeleri beğenmeyince parti içinde ve TBMM de ağır eleştirileri ilk o başlattı.


Uzun engelli bir koşu gibi geçen yaşam savaşımında yorgun düştü. 1957 yılında bayrağı yarının gençlerine uzatarak aramızda ayrıldı.


Birçok değerli vatansever gibi Nuri Demirağ da, uğrunda ömrünü verdiği halkının büyük bir bölümü tarafından, ölümünden onlarca yıl sonra keşfedildi ve ...Hala da devam ediyor keşfedilmeye...


Belki şu anda da olduğu gibi....



Bütün Dünya
Yazı İşleri Bölümü, Ekim 2012


















O Ölmedi !..

Tanrı ölmez, O dilerse görünür bir müddet,
Kaybolunca O’nu kalbinde bulur her millet.
Biliyormuş kaderin cilvesini evvelce,
Bütün ecrâm-ı semâ yasla büründü o gece.
Yaklaşan bir acı önce güneşi korkuttu,
Ay tutuldu diyemem gökyüzü mâtem tuttu.
Ata geçtin ebedin mevki-i müstahkemine
Bir direktif veriyor arza, beşer âlemine!
Bize ilhâm ile isâl ediyor her haberi,
Ki O’nun kudret-i külliye, emirber neferi.
Bağladı dâr-ı fenânın ebede telsizini,
Güdelim açtığı yollardan mübârek izini.
Atatürk’ ün beşere sunduğu peymânı budur:
Atatürk’ e inananlar er olur, sulhu korur!



Neyzen Tevfik
Beyoğlu,1938
Atatürk'ün vefatı üzerine yazdığı şiir