Translate

4 Haziran 2016 Cumartesi

Türkler, artık geçmişinizle yüzleşin diyenlere cevap






Prof.Ataöv, Ermeni lobisinin iddialarını ve Alman Meclisi'nin aldığı kararı 18 maddede çürüttü. İşte Ataöv'ün o yazısı.




Birtakım yabancı ülkelerin meclisleri kabul ettikleri yasalar ya da kararlar ve açıkladıkları bildirilerle bize "Ey Türkler, artık geçmişinizle yüzleşin!" iletilerinin altını çiziyorlar. Bunlar sözde "yüzleşme yürekliliğini" gösterebilmemiz için bize bir anlamda yardımcı olacaklarını da ekliyorlar. Yanıtımız: Peki, yüzleşelim! Ancak, önce bunun ne demek olduğunu biz de bilelim, onlar da öğrensin. Şöyle ki:


l. 
Önce, geçmişle yüzleşmek bir tarih sorunudur. Geride kalmış olayları aydınlatacak belgelerin kapsamlı, eksiksiz, doğru, yansız ve dengeli biçimde ortaya konması gerekir. Bu uğraş bilimin görevidir. Geçmişte ne olduğunu belirlemenin ilk koşulu siyasilerin kararlarını bir yana itmektir. Bilimsel gerçek yalnız bir görüşü yayma amacıyla yürütülen bir kampanyanın malzemesi yapılamaz. Bilimin görevi ortaya geçmişte ne olduysa onu yan tutmadan yansıtan, kanıt değerinde belgelere dayalı ve doğruluktan ayrılmayan bir kütük çıkarmaktır. Yöntemi genel olarak bilimsel araştırmalarda, özel olarak da tarihte kullanılan belgeci yaklaşımdır.


2. 
İncelenen konu, anlaşmazlığa taraf olanlardan biri ya da birkaçı için bir kin ve öç kaynağı olamaz. Hele egemen olmaya özenen görüşün doğruluğunu sorgulayan ikinci görüşlerin eşit olarak dinlenmediği, savunulamadığı, dikkate alınmadığı, hatta yasak olduğu, üstelik sözü edildiğinde para, tutukluluk ve hapis cezalarının geçerli sayıldığı kurullarda, ortamlarda ve ülkelerde siyasal amaçlar için kullanılamaz. Yabancı meclislerin özgür araştırma kapılarını sımsıkı kapayıp yalnız tek bir yorumu geçerli sayması, skandal ölçüsünde bir saptırmadır. Bir tarih yorumu iç siyaset yapısının kendine özgü koşullarında iyi örgütlenmiş varlıklı baskı kümelerinin desteğine kavuşmak, bu yoldan oy toplamak ve maaşa ek olarak birçok yönden yüksek gelirli temsil mesleğini sürdürme tasarısına tutsak edilemez. Böylelerinin bildiri, karar ya da yasaklarının "son söz" olacağı asla kabul edilemez.


3. 
Dünyanın uzak bir köşesinde, yüz yıl önce yer almış olaylar başka bir ülkedeki günümüz iç iktidar savaşımında yerel baskı örgütlerinin buyruğunda yorumlanamayacağı gibi, ulusal düzeyde siyasetin ya da uluslararası güç dengesinde bir çıkar arayışının da aracı olamaz. Her ülkenin dışa karşı ulusal ve başka ulus-devletler topluluğu içinde kendine bir yer arayışı olacaktır. Ancak, başka ulusların tarihi herhangi bir ulusun dış dünya önünde topluca konumunun bir malzemesi durumuna sokulamaz. Tarihi incelemede, başka bir deyişle geçmişle yüzleşmede "sebep-sonuç" ilişkisinden, yani bilimsellikten, iyi niyetten ve onun parçası olan yansızlıktan vazgeçilemez.


4. 
Bir tarih olayını ele almaya çalışanlar, kimi ulusları ya da halkları önyargılı bir biçimde "iyi" ya da "kötü" diye ikiye ayıramazlar. Tarih dersi vermeye kalkanlar, aynı düzeye yerleştirdikleri, hem Tanrıya hem şeytana inanan Zerdüştlükten doğma mezhepler örneği ayrı ayrı toplumları bıçakla keser gibi ikiye bölüp birine iyi, ötekine kötü işlem uygulayamaz. Değişen yorumlara göre iyi ya da kötü kişiler ve yöneticiler vardır, ama iyi ya da kötü ulus ve halk ayrımı yapılamaz. Yoksa o tavrın kaynağı ancak ırkçılık olur. Tarihçilik özelliklerini taşımayan kimi Batı meclislerinin savcı edasıyla ortaya atılmaları ancak ırkçılıkla tanımlanabilir. Siyaset pazarından gelen bu kişilerin davranışı kökeni Haçlı Seferlerinde olan "Müthiş Türk" simgesini canlandırıp günümüze oturtma ve bunun armağanını cebe indirme çabasıdır. Ne var ki, böylesine çıkarcı oyun insanlığın uzun birikimine de ters düşer.


5. 
Bilimin kendinde tüm belgeleri inceleme, öne sürme ve gerçek olanları sahtelerinden ayırma gereği vardır. Özellikle "Ermeni sorunu" nda Osmanlı belgelerini yok saymak değil, tam karşıtı, onlara özel önem vermek gerekir. Eğer konu Osmanlı devletinin 1915 yılı ve dolaylarında ya da herhangi bir zamanda Ermenilere ilişkin siyasetinin ne olduğunu saptamaksa, bunun yanıtı önce ilk elden kanıtlar olan Osmanlı belgeliklerindedir. Başka devlet belgelerine de karşılaştırma amacıyla kuşkusuz bakılabilir. Ancak, gerçekte Osmanlı resmi tavrını belirleyecek olan ilk elden belgeler orada bulunur. Diyelim, Britanya'nın Waterloo Savaşı'ndan önce Napolyon' a ilişkin siyasetinin ne olduğunu belgelere dayalı olarak anlamak için ilk önce (Alman ya da Japon değil) Britanya arşivine bakmanın kaçınılmaz olması gibi, Ermenilere ilişkin Osmanlı siyasetinin anahtarları da Osmanlı tarih hazinesindedir. Üstelik, birbiriyle bağlantılı bu belgeler ülkemizde taranmış, birçoğu yayımlanmış, filme alınmış ve dünyanın önemli kütüphaneleriyle araştırma merkezlerine yıllar önce armağan edilmiştir.


6. 
Ancak, bunlardan yararlanmak için Türkçe ve Osmanlıca bilmek gerekir. Ayrıca, kimileri bugünkü dile, hatta yaygın yabancı dillerden İngilizceye bile çevrilmiştir. Bunlara "ne olacak, Türk belgeleri!" deyip bakmayanlar, bu tarih konusunu incelemeye yetkili değillerdir. Tarihçilerin son birkaç kuşaktır yaptıkları Osmanlıca, Arapça ve Farsça öğrenip eski Batılı yazarların yanlışlarını düzeltmek, önyargılarını açıklamak ve boşlukları doldurmaktı. Günümüz yabancı siyasetçileri şimdi eskinin dengesiz sunumlarına yeniden özeniyorlar. Özellikle, Osmanlı belgeleri soykırımın varlığını kanıtlamıyor, ama başka gerçekleri ortaya çıkarıyor ve yabancıların beğenisini bu nedenden ötürü kazanamıyorlarsa, önyargılı bu tavrın bilimsel değerlendirmede yeri yoktur. Türkçe ve Osmanlıca öğrenip uzun yıllar Doğu araştırmalarında deneyim kazandıktan sonra, buyursunlar, 200.000 dosyalık Babıâli Evrak Odası'na girsinler, 224 ciltlik Meclis-i Vükelâ Mazbataları'na, 117 ciltlik Tezakir-i Seniye ve 46 ciltlik İradat-ı Seniye dosyalarına, ardından Harbiye, Dahiliye ve Maliye sicillerine baksınlar, Mesail-i Mühimme yazanaklarını ve Gayrimüslim cemaatlere ait defterleri ve daha birçok şeyi incelesinler, il salnamelerine de insinler, ancak ondan sonra ahkâm kesmeye aday olsunlar. Amerikalı hiç İngilizce bilmeyen ve hiçbir Amerikan belgesine elini sürmeden ABD'yi anlatmaya koyulan birinin değerlendirmesini baş tacı ediyor mu? Gerçek şu ki, Osmanlı yönetiminin soykırım tasarladığını ve uyguladığını gösteren tek bir güvenilir belge yoktur.


7. 
İleri sürülen sorun "soykırım"ın varlığı ya da yokluğu ise -ki odur- kimi Ermeni ya da kimi Türk ve Müslüman ailelerinin başlarına gelenler (acılı olmakla birlikte) bu çerçevenin dışında kalır. Ancak, sorun kişisel boyutta da ele alınabilir. Ama konu o zaman soykırım incelemesinin dışına çıkar. Kişisel boyutta kalsa bile, Türklere yapılanların da eksiksiz incelenip gereği gibi değerlendirilmesi gerekir. Doğu Anadolu yalnız kurşunlanarak ve süngülenerek değil, görülmemiş yöntemlerle boğazlanmış çeşitli Müslüman kümelerini örten çok sayıda toplu gömütlüklerle doludur. Bu gömütlükler tanıklar huzurunda birer birer açılıyor. Kaldı ki, yabancı tarihçilerin, giderek kimi Ermeni yayınlarında da bu gerçeklere göndermeler vardır. Birtakım yabancı siyasetçiler bunlardan habersizseler derslerini iyi çalışmadıkları anlaşılır. Ama biliyor ve susuyorlarsa, aktörelerinden kuşku duyulur.


8. 
Tarih olaylarının sunumunda zaman zaman sahte "belgeler" in öne sürüldüğüne rastlanıyor. Bu konuda Ermeni tarafı bu yanıltmacı olanağa çok ve sürekli olarak başvurmuştur. Seçtikleri örnekler sıradan kişiyi hemen kazanacak nitelikte, yani duygusallığı ağır basan düzmecelik türündendir.

Örneğin, Vasili Vereşçagin adlı bir Rus ressamının 1871′de yaptığı yağlıboya (üstelik oldukça iyi bilinen) ve kurukafalardan oluşmuş tepeyi gösteren bir tablo "barbar Türklerin 1915′te öldürdükleri Ermenilerin kafataslarından oluşup Anadolu'yu kaplayan tepeler" diye sunulmuş, bu düzmece Almanca, Fransızça, Farsça, İspanyolca ya da Bulgarca yazılmış çeşitli kitapların kapağında, yazı içlerinde ve kartpostallarda yer almıştır. Gene örneğin, Mustafa Kemal Atatürk' ün göreceli olarak az bilinen bir fotoğrafının altına ve ayaklarının dibine (aslındaki dört köpek yavrusu silinerek) basit bir foto-kurguyla bir (sözde Ermeni) çocuk cesedi yerleştirilmiştir.

Araştırma yapma ya da kitap okuma alışkanlıkları ve vakitleri olmayan yabancılar bu çarpıcı örneklerle hemen etkilenmekte ve "Ermeni sorunu" nun özünü kavradıklarını sanarak Türkleri bir sözcükle "barbarlık" la suçlamaktadırlar. Türk tarafı bu konuda dünya kamuoyunun önüne bir tek düzmece bile sürmemiştir.
Gene Ermeni tarafının "Ararat" ya da "Musa Dağı'nda Kırk Gün" benzeri çok sayıda filmin ardında aynı yanıltma amacı vardır ve uzun araştırmalar yapmak yerine göze hitap ettiği için kısa süre içinde yandaş kazanmaktadır.


9. 
Bir suç söz konusuysa ve suçu işleyen(ler) saptanmış ve yaşıyorsa, kınama ve cezalandırma söz konusu olabilir. Ancak, suçlama ve ceza yalnız bir taraf için uygulanamaz.
Sanıklar ve suçlular tarih ve yargı önünde eşittirler, kişilerden kimileri belirli topluluk, halk, ulus ya da devletten diye ayrıcalıklı durumda olamazlar. Yalnız Osmanlı belgelerinde değil, üçüncü taraf yayınlarında, hatta Ermeni ordularının eski komutanlarının anı kitaplarında ve savaş tarihini inceleyen Ermeni yazarlarının kitaplarında Ermenilerin neden olduğu kıyımların kanıtları bulunmaktadır.

Yurtdışındaki günümüz Ermenilerinin çerçeve dışına çıkardıkları şu önemli gerçekler var: Silahlı ayaklanmalar, Müslüman kıyımları, Osmanlının savaş düşmanı Çarlık Rusyası, İngiliz, Fransız ve Yunanlılarla işbirliği, Türklere karşı savaşlar, 1914-18 arasında bir düzine savaşa katılmaları, salgın hastalıkların neden olduğu ölümler ve yerleri değiştirilenlerden büyük çoğunluğunun yeni yerlerine varmaları, tehcirin kalkmasıyla birçoğunun eski yerlerine dönmeleri ve bunlardan kimilerinin geniş kıyım yaptıkları gerçeği. Amerikalı Protestan ve Fransız Katolik din yayıcılarına göre, İsa'nın sevgili kulları olan bu kişiler yakıp yıkma, öldürme ve tecavüz gibi bol acımasızlık örnekleri verdiler mi? Evet! Ermeni yayınları (örneğin bugün"Agos" gazetesi) bunlara gereği gibi yer veriyor mu? Hayır! Ermenilerin suçlu olanları hiçbir yargı yerinde bu yaptıklarının hesabını verdiler mi? Hiçbir yerde!


10. 
Bununla bağlantılı olarak, suç kanıtlanmışsa, onun sorumlusu ortaklaşa olarak tüm halk ya da ulus değildir. Bir suç belirli bir ırktan, etnik kökenden, dinden ya da dilden olanların tümünü kapsamaz. Suç ve ceza yalnız suçu işleyen kişi için geçerlidir. Yakın tarihlerde (2003′te) yayımlanan ( "Birinci Dünya Savaşı Sözlüğü" başlıklı) önemli İngiliz kitabında bile (Britanya belgelerine dayalı olarak) "Türkler daha seferberlik hazırlıkları içindeyken Ermeniler doğuda Ermeni olmayan 120.000 kişiyi boğazladılar, Van'ı ele geçirip devletten ayırdılar, Rus ordularının koruması altında orada bağımsızlıklarını açıkladılar ve 50.000 kişi daha öldürdüler" diye yazmasına (s. 34-35) karşın, savaş sonunda hiçbir Ermeni yargılanmamış, yalnız Türkler ceza yemiştir. Bu uygulama "yenginlerin adaletini" simgeler ve yenilenin hakkını işgalci durumundaki güçlü devletin buyurganlığına bırakır. 1918′den sonra Türklere yapılan buydu. Oysa, bu durumda, hak güçlünün olur; sözde hukuk yenginden yana çıkar.


11. 
Suç ve ceza, olayla ilgili olmayan yeni kuşakları da içine alamaz. Öyle olursa, kimi ulusların yurttaşlarının, başkalarından farklı olarak, toptan ve istisnasız biçimde, sanki bir günahla doğmakta oldukları onaylanmış olur. Böyle bir yaklaşım metafizik, doğaötesi ve akıldışı bir yorumu geri getirmek anlamına gelir. Ne Türklerin, ne Ermenilerin ve ne de başka bir ulusun bir suç yüküyle dünyaya geldikleri saçma düşüncesi kabul edilemez.


12. 
Bununla bağlantılı olarak, suçlama ve cezalandırma geriye, diyelim, yüz yıla ya da yüzlerce yıl geriye götürülemez. Tarih incelenir, olaylar saptanır ve değerlendirmeler yapılır. Yalnız tek bir olayda, üstelik tek bir yan suçlanarak hesap sormak gibi bir yaklaşım seçicilikten de öte bir önyargı örneğidir. Geçmiş olayların tümü içinde birini, aradan geçen uzun süreyi de dikkate almayarak başkalarından ayıklayıp öne çıkarmak, tarih yönteminin onaylamayacağı bir yanlıştır. En başlara gidersek, hele sırasıyla İspanya, Hollanda, Britanya, Fransa, Rusya, Almanya, Amerika ve Japonya'nın büyüme dönemleri yanlış aktarılan efsanelerle doludur. Gerçek olan ise, acımasızlık, kan dökümü, kıyım, eşkıyalık, hırsızlık, gaddarlık, yabanıllık ve sömürü tarihidir.


13. 
Bu yanlışlar art arda yapılarak konunun siyasal atışmaya dönüştürülmesi beklenen açıklık yerine karmaşa getirir. Eğer tarihte olanları kimi yabancı devletlerin meclisler gibi iktidar kurumları karara bağlayacaksa, o zaman Amerika, Fransa, İsviçre ve Almanya gibi ülkeler açıkça "gerçek bakanlığı" adıyla bakanlıklar da kursunlar. Bugün yaptıkları da adını koymadan aşağı yukarı budur. Bizler de tüm gerçekleri o merkezden öğrenelim(!). Batı dünyası hızla böylesine yalın bir buyurganlığa doğru yol alıyor. Ekonomiyi ondan soruyor, onların kültür kasırgasına hedef oluyoruz. Şimdi de sıra geri kalanını da onlardan öğrenmekte mi? Tarihsel gerçek araştırması bu yoldan kurban edilemez.


14. 
Ayrıca, biliyoruz ki, Türkiye'yi sınamak, onu sanık sandalyesine oturtup gene bir daha yargılamak isteyen yabancıların kendi geçmişleri yoğun, görülmemiş ve uzun sömürü tarihi, hatta ondan da öte, insan haklarını yüzyıllarca çiğneme tarihidir. Asya'da, Afrika'da ve bugün Amerika denen Yeni Dünya'da hem uzak hem de yakın geçmişte uluslararası hukuku ve insancıllığı görülmemiş biçimde ayaklar altına alıp koca anakaraların çeşitli ve milyonlarca halklarına kıymış ve türlü acılar çektirmiş olanlar Türkiye'nin karşısına yargıç ya da savcı gibi çıkamazlar. Amerika, Asya, Afrika ve Avustralya tarihleri Kızılderililere, siyahlara, Çinlilere, Filipinlilere, Magriplilere, Çingenelere, İnuitlere, Güney Afrikalılara, Orta ve Güney Amerikalılara, Avustralya yerlilerine ve Balkanlar'dan Kafkasya'ya Türklere ve öteki Müslümanlara yapılanlar eksiksiz anlatılmadıkça yazılamaz. Yüzyılları kapsayan bu gaddarlıkların yeni halkaları çevremizde bile bugün de sürüyor.


15. 
Kaldı ki, kimi Batılı ülkeler kazandıkları savaşlardan sonra mahkemeler de kurmuş, başkalarının tartışmalı ilişkilerinde kendi çıkarlarına uyan yanı desteklemişlerdir. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan Nürnberg ve Tokyo mahkemelerinde savcılar ve yargıçlar kazananlardan, suçlananlar da yeniklerdendi. Oysa, örneğin, Nazi Alman savaş uçaklarının Londra'yı bombalaması gibi Müttefik hava kuvvetleri de Alman sivil yerleşim bölgelerinde taş üstünde taş bırakmamışlardı ve ilk iki atom bombası da Hiroşima ve Nagazaki'de sivillerin başlarında patlamıştı. Tokyo Mahkemesi'nin kuruluş belgesine göre, mahkemenin kararını yenik Japonya'daki Amerikan işgal güçleri komutanı tek başına değiştirebilirdi. Daha sonra, Yugoslavya'da, Sierra Leone'de, Kamboçya'da ve benzeri yerlerde farklı ölçüler kullanıldı. Ayrı ayrı örneklerdeki uygulamalar da değişik olamaz. Değerlendirmelerde çifte ölçülere bağlı kalınamaz. Doğruyu bulmak için yapılan bilimsel araştırmada ve son değerlendirmede hangi yöntemlere başvurulması gerekiyorsa, anlaşmazlıkların aydınlığa kavuşmasında da aynı yöntem kullanılır. Tarih araştırmasında da, bilimin her dalında olması gerektiği gibi, siyaset dışında bağımsız değerlendirme vazgeçilmez koşuldur.


16. 
Hele yabancı bir siyasal iktidar ya da onun parçası, birtakım dış merkezler, onların bilgi yoksulluğu önyargılarıyla yarışan kurulları ve geleceklerini güçlü baskı örgütlerinin acımasına bağlamış görünen siyaset kişileri ulusların tümünü ilgilendiren anlaşmazlık konularını bir pazarlık konusu yapamazlar. Tarih anlaşmazlığa taraf olanlardan birinin günümüzdeki çıkarlarına hizmet edecek biçimde değiştirilemez. Hele "Ermeni sorunu" gibi bir konu Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılması için önde gelen önkoşullardan biri gibi açıkça ya da gizli olarak ileri sürülemez.


17. 
Yalnız Türkiye ya da herhangi bir devlet tek başına "günah keçisi" gibi seçilemez. Geçmişle ve tarihle yüzleşme gerekiyorsa, bu, tüm ülkeler için uygulanabilir olmalıdır. Sayıları iki yüze yaklaşan tüm dünya devletlerinin eksiksiz her biri kendi tarihiyle yüzleşecek olursa, biz de aynını yapalım. Yabancılara ve onlar gibi düşünen kimi yurttaşlarımıza söylemek isteriz ki, aynı süreçten tümümüz geçelim. O zaman, bizi suçlamaya kalkanlar ilk önce kaçan devletler olacaklar. Daha da öte, böyle bir yüzleşmeye hiçbiri yanaşmayacak. Örneğin, ABD yeni kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne katılmamış, kendi asker ve sivil görevlilerinin başkalarınca hiçbir biçimde yargılanamayacağını duyurmuş, bunun için özel yasalar geçirmiştir. “Savaşı kazananın ya da güçlü olanın kendi tarihiyle yüzleşmesi gerekmez" diye bir şey olamaz.


18. 
Kendi çıkarları için Türkiye'yi suçlama yolunu seçen hiçbir yabancı devlet böyle bir sınamayı göze alamayacaksa da, buna razı olduklarını bir an için düşünsek bile, Amerika, Fransa, Almanya ya da her hangi bir başkası geçmişinin ipoteği altına sonsuza değin konamaz. Böylesine bir sınamaya herkesle birlikte bizim de razı olduğumuzu bir an için düşünelim. O zaman, Türklerin geçmişi, en beyaz çıkan bir kaçının içinde yer alacaktır.


Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
03 Haziran 2016 - Yeniçağ












I. Dünya savaşında müttefikimiz olan Almanya Ermenilerin 1915’te Osmanlı Devleti tarafından, yani Türkler tarafından soykırıma tabi tutulduğunu dün parlamentolarında kabul ettiler. Bu konuda söylenecek çok şey var. Ama kısaca şunları söyleyim: 

* Alman konsolosları tarihte Anadolu’daydı. Bir katliam yapılıyorsa neden müdahale etmediler? 
* Katliam yapılmışsa katliama uğrayanlar nereye gömüldü? Şimdi göstersinler açalım. 
* Alman belgelerine baktığımızda bir kısım Kürtlerin Ermenileri öldürdükleri ve bunları Osmanlı ordusunun engellediği ve katliamdan kurtardığı yazmaktadır. Dolayısıyla devletin bunu yapmadığı ve yaptırmadığı ortaya çıkmaktadır.
* Bu durumda nasıl soykırım yapıldı diyeceksiniz? 
* O tarihlerde Alman papaz Lepsius Alman belgelerini tahrif ederek Ermenilerin katliama uğradıklarını ispata çalışmış mıdır? Bu kişinin Mavi Kitap yazarı Toynbee ile bağlantısı var mıdır? 
* Soykırım tabiri bile 1938’den sonra ve Almanların Yahudilere karşı yaptıkları soykırım ile ortaya çıkmasına rağmen geçmişe nasıl bağlanabilmektedir? 
* O zaman Haçlı seferlerinin de bir soykırım olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. 
* Cemiyeti Akvam adına Kasım 1922’de Ermeni nüfusunu araştıran İngiltere ve ABD’nin Türk topraklarında ve diğer ülkelerde yaşayan Osmanlı Ermenilerinin nüfusunu 1 milyon 200 bin olarak vermelerine rağmen (Osmanlı nüfus sayımında 1914’te 1 milyon 294 bin) nasıl soykırım yapılmıştır? 
* Fransa için ölenlerle Doğu’da savaşta ölenler ne olacak? 

Bütün bunlara karşılık, herhalde kendine soykırımı daha önce yapan bir yandaş aramaktadır. Göz göre göre gelen bu harekete rağmen Hükümet ne ile meşguldü? Başkanlıkla herhalde.



Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu
04 Haizran 2016 - İlkkurşun









"They" are accusing the Turks and Turkey about the events in 1915...
But Malta Tribunals was ended in 1921... 
There was no evidence of so-called Armenian genocide and the Case was Closed!
On the contrary...many evidence of "Turkish Genocide"...








Presentations made by Professor Justin McCarthy, Professor and Historian at the University of Louisville, Kentucky, and Mr. Bruce Fein, a US lawyer specializing in constitutional and international law, who served as an advisor to the former US President Ronald Reagan... CTC Press Conference - Canadian Parliament 26-Feb-15 video




Prof. Justin McCarthy's speech at the Federal Parliament in Canberra - Part1  /  Part2













What did Germany in his Past, besides WW2




Like many modern historians, Förster from the museum in Cologne considers the Herero Rebellion the first genocide of the 20th century. “It was clearly a command to eliminate people belonging to a specific ethnic group and only because they were part of this ethnic group,” Förster said.



Namibia on Sunday marked the 100th anniversary (2004) of the Herero Rebellion, remembering one of the darkest chapters of Germany’s colonial past in what was once German Southwest Africa.

On January 11, 1904, Herero tribal leader Samuel Maharero called for his people to rise up and fight against their German colonial rulers in the southwestern part of Africa that would one day become modern Namibia.

Angered by encroaching German settlers, the dividing of their land by new railroads and the decimation of their herds of cattle, the Herero violently heeded that call and killed 100 German civilians and 13 soldiers in just a few days. However, those deaths would eventually elicit a response from the Germans that many Herero consider tantamount to genocide.

Completely unprepared for the unrest, Governor General Theodor Leutwein was unable to keep the insurrection from quickly spreading throughout the entire colony and after an unsuccessful six-month bush war the government in Berlin ordered 14,000 German soldiers to the region to put down the rebellion. Heading the force was Lieutenant General Lothar von Trotha, a man who already had a infamous reputation from other conflicts.

“You can say the whole thing became more brutal at that point,” Larissa Förster, a Namibia expert at the Museum for Ethnology in Cologne, told Deutsche Welle.

No quarter from von Trotha

After a decisive battle for the Germans on August 12, 1904 near the Waterberg, the surviving Herero fled into the Omaheke desert. What happened next still continues to haunt many Herero today. Confronted with the very real possibility of dying in the desert, many hoped to surrender to the Germans and head back to their lands. But on October 2, von Trotha ordered all Herero, armed or unarmed and including women and children, to be shot if they attempted to return.

Although the German Kaiser Wilhelm II and Reichskanzler von Bülow supposedly disagreed with this decision, they apparently also did little to stop von Trotha, who was now determined to exterminate the Herero, from carrying it out.

Those Herero that were not killed where eventually put in camps that many Namibians now compare to Nazi concentration camps. Forced labor, disease and malnutrition took their toll. By 1908, when the camps were emptied, an estimated 50 to 80 percent of the entire Herero population had died.

Like many modern historians, Förster from the museum in Cologne considers the Herero Rebellion the first genocide of the 20th century. “It was clearly a command to eliminate people belonging to a specific ethnic group and only because they were part of this ethnic group,” Förster said.

The Herero never completely recovered from the conflict and of the around 100,000 that today live in Namibia many live in poverty or work on the farms of white landowners.

In 2001, tribal leaders tried to sue Germany for compensation in U.S. courts, but the claim for $4 billion (€3.12 billion) never went very far. They also want reparations from Deutsche Bank, which allegedly profited from the forced labor in the camps.

“The war was a gruesome thing. Much blood flowed and there were many victims on both the German side and the side of the Herero. The German soldiers and settlers stole my land and my dignity and they killed my people. Something like that can never be forgotten,” Tjerimo Veseevete, a 75 year-old Herero man who lives not far from the Waterberg near Otumborombonga, told Deutsche Welle.

Germany has expressed its regret over the matter and professes it has a special responsibility is ensuring the future of Namibia, but has so far stopped short of an official apology. And since Berlin is Namibia’s single largest source of foreign aid, it also sees no need for specific financial compensation to the Herero.

The Namibian government, which is dominated by the Ovambo people, has shown little interest in backing the Herero claims. The German ambassador and a few regional officials attended the small ceremony marking the rebellion on Sunday in the Namibian capital Windhuk, but no government representatives took part.

Peter Wozny,
Deutsche Welle, 11.01.2004




Germany has offered its first formal apology for the colonial-era massacre of some 65,000 members of the Herero tribe by German troops in Namibia.

German minister Heidemarie Wieczorek-Zeul told a commemorative ceremony that the brutal crushing of the Herero uprising 100 years ago was genocide.

But the German government has ruled out compensation for victims' descendants.

A group of Herero has filed a case against Germany in the United States demanding $4bn in compensation.

"We Germans accept our historic and moral responsibility," Ms Wieczorek-Zeul, Germany's Development Aid Minister, told a crowd of some 1,000 at the ceremony in Okokarara.

"Germany has learnt the bitter lessons of the past."

But after the minister's speech, the crowd repeated calls for an apology.

"Everything I said in my speech was an apology for crimes committed under German colonial rule," she replied.

The Herero rebelled in 1904 against German soldiers and settlers who were colonising south-west Africa.

In response, the German military commander, General Lothar von Trotha, ordered the Herero people to leave Namibia or be killed.

Herero were massacred with machine guns, their wells poisoned and then driven into the desert to die.

Ms Wieczorek-Zeul repeated that there would be no compensation, but she promised continued economic aid for Namibia which currently amounts to $14m a year.

Germany argues that international laws to protect civilians were not in force at the time of the conflict.

Herero chief Kuaima Riruako said the apology was appreciated but added: "We still have the right to take the German government to court."

However, correspondents say the lawsuit filed in the US three years ago against the German government and two German companies is seen as having a limited chance of success. 

BBC,14.08.2004