"Savaş kaybeden devletlere, güçlü devletler diz çöktürüp, ülkelerini nasıl yöneteceklerini, ilkelerinin ne olacağını belirleyen anayasalar hazırlatmışlar. Peki şimdi ne oluyor? Türkiye savaş mı kaybetti? Niye bize yabancılar sürekli bir yeni anayasa dikte etmeye çalışıyorlar?"
Emekli Büyükelçi ve CHP eski Milletvekili Onur ÖYMEN, Yeni Anayasayı Türkiye'den yabancıların istediğine dikkat çekerek, dünyada savaşı kaybedenlerin anayasalarını savaşı kazananlar tarafından dikte ettirildiğine dikkat çekti ve dünyadan örnekler vererek Türkiye'deki Yeni Anayasa talebinin kaynağını anlattı.
Dış politikanın en önemli konusu nedir?” diye soracak olursanız, “Anayasa” konusudur. “Dış politika ile anayasanın ne alakası var?” diyeceksiniz.
Büyük devletler başka ülkeleri etkilemek istedikleri zaman önce Anayasalarını değiştirtmek isterler. Mesele burdan kaynaklanıyor. Kendi Anayasalarını değiştirmezler.
Amerikan Anayasası 230 yıldan beri değişmemiştir; 30 kere değişiklik yapılmıştır çeşitli maddelerinde ama Anayasa değişmemiştir. Belçika Anayasası, 1831’den beri değişmemiştir. Ama başka ülkelerin anayasalarını değiştirmek için özel bir çaba harcarlar.
Örneği var mı? Var. 2. Dünya Savaşı bitmiş; Japonya ve Almanya mağlup devletler. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk yaptıkları iş bu ülkelere anayasa dayatmak. Önce Japonlara diyorlar ki size bir anayasa hazırlatacağız, “Yok” diyor Japonlar, “Biz hazırlarız, İmparator, Başbakan, Hükümet, Meiji Anayasası var bizde 19. Yüzyıldan kalma, onu biraz güncelleştireceğiz, bizim anayasamız o olacak.” “Katiyyen olmaz” diyor Amerikalı Komutan, “Biz yazacağız sizin Anayasanızı.” Kendi hukukçu subaylarına anayasa yazdırıyor, bugün yürürlükte olan Japon Anayasası, Mc Arthur’un hukukçu subayları tarafından yazılmıştır ve hala yürürlükte.
Bir tek Japonya’da mı? Bir tek maddesini değiştiremediler. “Savaş açmasını ya da herhangi bir şekilde savaşa girmesini” yasaklayan madde var Japon Anayasası’nda. Diyorlar ki “Hiç değilse, saldırıya uğrarsak savunma gücümüzü kullanma hakkımız olsun.” Bir maddesini değiştirmek istediler, değiştiremediler. Bugün hala Japonya, Mc Arthur’un hazırladığı Anayasa ile idare ediliyor. Bir tek Japonya olsa, diyeceğiz ki istisna; öyle değil.
Peki Alman Anayasası nasıl hazırlanmış?
1946 yılında, gene Amerikalı hukukçuların yönetiminde Bavyera bölgesi için temel yasa hazırlıyorlar; ondan sonra 1948 yılında galip devletler Londra’da bir toplantı yapıp birkaç komisyon kuruyorlar; bu komisyonların görevi, Alman Anayasası’nı hazırlamak. Alman Anayasa’sını hazırlamakla görevli komisyonlarda bir tane Alman yok. Hazırlıyorlar anayasayı, Başbakan Adenauer’e götürüyorlar; “Biz bunu kesinlikle kabul edemeyiz, bu felaket” diyor, “Biz 1919 tarihli Weimarr Anayasası’na uygun bir anayasa hazırlayacaktık. Böyle bir şeyi kabul edemeyiz.” Ama 3-5 kelimesini değiştirerek kabul etmek zorunda kalıyor.
Bugün yürürlükte olan Alman Anayasası, Londra’da bir tek Almanın iştiraki olmaksızın hazırlanan bir anayasa.
Peki bu örnekler, Türkiye’yi neden ilgilendiriyor? Ne alakası var Türkiye ile?
Bu iki devlet savaş kaybetmiş. Savaş kaybeden devletlere, güçlü devletler diz çöktürüp, ülkelerini nasıl yöneteceklerini, ilkelerinin ne olacağını belirleyen anayasalar hazırlatmışlar. Peki şimdi ne oluyor? Türkiye savaş mı kaybetti? Niye bize yabancılar sürekli bir yeni anayasa dikte etmeye çalışıyorlar?
“Türkiye yeni anayasa hazırlasın” lafı yabancılardan çıktı. Bunun kamuoyu pek farkında değil çünkü medyada o kadar başarıyla “algı yönetimi” işini beceriyorlar ki, neyin ne olduğunu insanların takip etmesi, anlaması gerçekten imkansız hale geldi.
“Yeni Anayasa gerekli”, “Yeni anayasa lazımdır” diye kalıplar öne sürüyorlar.
Nerden çıktı bu? Niye gerekliymiş yeni anayasa?
Amerikan Anayasası değişmedi de bu kadar yıl, niye Türk Anayasası değişsin, bunu soran yok. Bu ihtiyaç nerden kaynaklanıyor, bunu soran yok. Amerikan Anayasası kabul edildiğinde, Amerika’da hala kölelik düzeni vardı. Ondan sonra ne gelişmeler olmuş, 65 yıl sürmüş kölelik, sonra kölelik kalkmış, sonra iç savaş olmuş, 2 tane dünya savaşı olmuş, Amerika’da çok şey değişmiş, eyaletlerin sayısı artmış vs. vs... Bunların hiçbiri bir anayasa değişikliği için yeterli sebep değil.
Ama Türkiye’ye gelince, “Türkiye yeni anayasa yapsın, kim söylüyor? Amerikalılar söylüyor? Ne zaman söylüyor? İşte işin ilginç tarafı budur. Bugünkü iç politika, dış politika, güvenlik politikası, bunlarla doğrudan doğruya bağlıdır anayasa dayatmaları.
Raporlarında “Türkiye yepyeni bir anayasa hazırlasın ve Türk kelimesi geçmesin” diyorlar ve bu konular gündemimize giriyor. Meselenin kökenine bakacaksınız. Kim başlatıyor?
Türkiye’de “yeni anayasa” lafını yabancılar başlatıyor.
Peki niçin yepyeni bir anayasa istiyorlar, bunun cevabını da yabancıların raporlarında, kitaplarında okuyoruz. Açık konuşalım, Türkiye’nin sıkıntıları açık konuşmamaktan kaynaklanıyor.
Yabancılar Atatürk Cumhuriyeti’nden, Kemalizm’den rahatsızlar.
Graham Fuller “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı bir kitap yazdı. Artık Türkiye Cumhuriyeti zamanını tamamlamıştır, artık onu bir tarafa bırakın ve bugünkü iktidarın politikaları çerçevesinde Türkiye yeni bir anayasa hazırlasın, yeni bir rejim içine girsin.
Atatürk’ten niye rahatsızlar, mesele burda başlıyor.
Atatürk’ten yabancılar da rahatsız, içerde de bazı çevreler rahatsız Kemalizmden. Wikileaks belşgelerini okursanız, o tarihte CHP’den bahsederken, “CHP, Kemalist,laik, milliyetçi” kötü sıfatlar, kendi hükümetine bizi eleştirmek için Ankara’daki Büyükelçi CHP’yi böyle tarif ediyor. Onlara göre Kemalist olmak büyük bir günah. Niye?
Çünkü Kemalizmin özünde, dış politikasının da özünde tam bağımsızlık yatıyor. Cumhuriyetin dış politikasının özünde tam bağımsızlık var. Yabancıların tahammül edemediği bu, çünkü istiyorlar ki hassas bölgelerde bulunan devletler, onlar ne istiyorsa onu yapsın, yabancılar ne istiyorsa onu yapsın, farklı bir politikası olmasın, kendi menfaati farklı yönde de olsa, büyük devletler ne diyorsa onu yapsın. Ama Atatürk Türkiye’si buna uygun değil. Atatürk’ün ilkeleri buna uygun değil.
Cumhuriyet döneminde görüyoruz, Türkiye daima kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa, onu yapmış. Hatay’da Fransa’ya boyun eğimiş mi? Türkiye kendi politikasını, kendi çıkarlarını savunmuş ve başarılı olmuş. Daha sonraki yıllarda Ecevit, dış baskılara boyun eğerek Kıbrıs’a çıkartma yapmaktan vazgeçti mi, geçmedi. Kardak’a çıkartma yapmaktan vazgeçtik mi, geçmedik. İşte bu rahatsız ediyor. En sonunda 1 Mart tezkeresinde Amerika’nın Türkiye üzerinden Irak’a bir cephe açma girişimine TBMM bu girişimi reddetti. Amerikalılar hükümetin verdiği söze güvenmişler, Türkiye sahillerine, İskenderun’a gemilerini göndermişler; sonra Meclis bir karar alıyor reddediyor, bunlar palas pandras gidiyorlar. Amerikan tarihinde böyle bir örnek yok.
Türkiye’de en kötü dönemde bile milli çıkarları koruma refleksi var.
Ulusal politikalarla Türkiye’nin çıkarlarını koruma refleksi var idi. 1 Mart 2003’te 99 AKP’li kendi hükümetinin önerisinin aleyhine veya çekimser kalarak bizim gibi oy verdi ve o sayede biz bu tezkereyi reddettik. Türk Amerikan ilişkilerinde, bu tezkereden sonra büyük bir bunalım çıktı. Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’e soruyorlar gazeteciler nedir bu iş diye, önce askerleri suçluyor, diyor ki sorumluluk askerlerdedir çünkü askerler siyasetçilere liderlik yapamadılar. Askerin siz siyasete karışmasını mı istiyorsunuz, karışmamasını mı? Karışmıyor, niye karışmadın? Karışıyor, niye karışıyorsun?
Mesele şu, ister karışsın, ister karışmasın, sonunda bizim istediğimiz olsun. “Türkler diyecek ki” diyor, “Amerika için iyi olan neyse bizim için de iyi olan odur diyecekler ve bizim her dediğimizi yapacaklar.” diyor. Düşünebiliyor musunuz dış politika ne hale gelmiş? Bunu söyleme cesaretine sahip, Atatürk’ün döneminde böyle bir şey söyleme cesaretine sahip insan çıkabilir miydi? İsmet İnönü zamanında çıkabilir miydi? Ecevit zamanında çıkabilir miydi? Şimdi çıkıyor. Demirel zamanında bile çıkamadı. Kıbrıs harekatından sonra Demirel Başbakan oluyor, Demirel zamanında Amerikan Kongresi 1975 yılında Türkiye’ye silah ambargosu uygulama kararı alıyor. Demirel Amerika’ya tebligatta bulundu, 3 gün içinde Türkiye’deki bütün askeri üsleri ve tesisleri terk edeceksiniz dedi. Amerikalılar şaşkınlık içinde kaldı, hiç beklemiyorlardı böyle bir tepki. Üç gün içinde bütün Amerikan askerlerinin hepsi çıktı gitti Türkiye’den. Amerika o sırada Sovyetler Birliği’nden sağladığı istihbaratının yüzde 60’ını kaybetti bir günde. Türkler böyle insanlar.
O zaman ne yapacaksınız? Madem ki bu Türkler, en olmadık zamanlarda ulusal çıkarlarını koruma konusunda bu kadar duyarlılar, o zaman ne yapacaksınız? Türkiye’nin yapısını değiştireceksiniz.
Türkiye’nin dokusunu değiştireceksiniz. Bunun çaresi ne? Bunun çaresi Anayasayı değiştirmek. Anayasayı, yani devletin yapısını, dokusunu değiştirmek. Eğer anayasalar böyle sık sık değiştirilebiliyorsa, siz niye kendi anayasanızı değiştirmiyorsunuz? Ne zaman başka ülkelere baskı yaptınız da anayasalarını değiştirttiniz. İşte biraz önce anlattım.
Savaşı kazanmış, savaştan sonra anayasasını değiştirmeye zorluyor mağlup ülkeyi. Sanki Türkiye savaş kaybetti, bize dışardan anayasa dayatıyorlar. İşin özü bu.
Hiç kimse Türkiye’de mantıki bir şekilde, niçin bizim yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğumuzu söyleyemiyor. Çünkü böyle bir ihtiyaç yok.
Birincisi hukuken mümkün değil. Anayasamızda bir hüküm var, diyor ki hiç kimse Anayasadan almadığı bir yetkiyi kullanamaz.
Peki Anayasa size, mevcut anayasayı ortadan kaldırıp yepyeni bir anayasa yapma yetkisi veiryor mu, vermiyor. Anayasa’da, Meclise yeni bir anayasa yapma yetkisi veren bir hüküm var mı? Yok. 175. Maddede verilen yetki, madde değişikliği yetkisidir. Bu yetkiyi de defalarca Türkiye kullandı.
1982 Anayasası, darbe döneminde hazırlanmıştır ama kaç defa değişti, sadece AKP hükümeti zamanında 45 kere anayasa değişikliği yapıldı. Sadece bir yılda, 2010 yılında 25 madde değiştirildi. 1987’den beri yapılan anayasa değişiklikleri, 1980 darbesinin izlerini sildi. Mesela 1987’de eski siyasilerin, siyaset yapma yasağı kaldırıldı, 1993’de radyodan devlet tekeli kaldırıldı, 1995’de askeri müdahalenin meşruluğunu savunan cümleler anayasadan çıkarıldı.
Daha pek çok değişiklik yapıldı; 1990’da örneğin Devlet Güvenlik Mahkemeleri’den askeri hakimler çıkarıldı, Milli Güvenlik Komitesi’ndeki düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemeyeceği kuralı kaldırıldı.
Hepsini saymaya gerek yok ama şunu bilmek lazım ki bu Anayasa’da çok önemli değişiklikler yapıldı. Demek ki anayasa değiştirilebiliyor; ancak anayasa ortadan kaldırılıp yepyeni bir anayasa yapılamıyor. Şimdi bize bunu dikte etmek istiyorlar.
Niye? Yabancılar bunu istiyor da onun için.
Efendim, yabancılara haksızlık mı yapıyoruz acaba, onlar niye karışsınlar Türkiye’nin içişlerine, diye düşünen olabilir. İşte daha dün Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi’nin konuşmasına bakın, en olmayacak şeyler bunlar, Büyükelçi açıkça ne diyor, defalarca söylediler bunu Amerikalılar ve Avrupalılar, Türkiye yeniden PKK’yla müzakereye otursun, açılım süreci tekrar başlasın.
Bu sizin işiniz mi? Yani Türkiye terörle nasıl başedecek, bunu Amerika mı bize dikte edecek, Avrupa mı bize söyleyecek? Görüşüp görüşmeyeceğimiz, bizim karar verceğimiz bir konu ama size dışardan sürekli olarak bunu dayatıyorlar.
Alman Dışişleri Bakanı Walter Steinmeier, bir demeç verdi 3 gün önce, diyor ki “Açılım sürecinin tekrar başlamaması Türkiye için ölümcül sonuçlar doğurur.” Lafa bakın, “ölümcül sonuçlar doğurur”, nasıl baskı yapıyorlar.
Yine Amerikan sivil toplum örgütleri o kadar yoğun bir şekilde, üst üste yayın yapıyorlar ki, açılım süreci tekrar başlasın diye. Onların istediği gibi yeni anayasa yapmazsak, onların istediği gibi teröristlerle masaya oturmazsak, biz bitermişiz.
Size bunları söylüyorlar, bunları yazıyorlar, üst üste defalarca yazıyorlar. Bunlara karşı Türkiye’den ses çıkaran var mı? Televizyonlar bu gibi düşünceleri yayınlamamak üzere programlandılar. Anayasa ile ilgili televizyon programına 5 kişi katılıyor, 5’i de yeni anayasa taraftarı, böyle şey olur mu? Bir kişi bu söylediklerimizi söyleyebiliyor mu? Bunları söyleyebilecek insanları davet etmeye cesaretleri var mı?
Basın özgürlüğünün hepimiz mücadelesini veriyoruz; iktidarın basın üzerine yaptığı baskılara karşı hepimiz omuz omuza vermiş bir şekilde mücadele ediyoruz. Peki basının kendi kendini sansürlemesine ne diyeceğiz? Şu veya bu etki altında basın şu anda fiilen kendini sansürlüyor.
Türkiye bu hale geldi. İşin akademik yönünü, bilimsel yönünü tartışıyoruz. Biraz da işin özünü tartışmak lazım.
İşin özü şu; Türkiye’nin elini kolunu bağlamak istiyorlar, bunun çaresi anayasayı değiştirmek. Türkiye’nin yapısını, dokusunu değiştirmek istiyorlar.
Size diyorlar ki; “Gidin PKK’yla masaya oturun.” Siz onlara şunu söyleyebiliyor musunuz; “Siz, Amerika olarak, ya da Avrupa olarak, kendinize yönelik teröristlerle hiç masaya oturdunuz mu? Siz oturuyor musunuz?”
Amerikan Başkanı Bush, 2008 yılında, İsrail’e gidiyor Meclis’te, Knesset’de konuşma yapıyor; “Bazıları bize teröristlerle görüşmemizi tavsiye ediyor; bu çılgınca bir düşüncedir, hiçbir zaman yapmadık ve yapmayacağız, teröristlerle görüşmeyiz.”” diyor. Ondan bir süre sonra Türkiye, İmralı’ya görüşmeye başlıyor, Amerikan hükümeti sözcüsü “Türkiye’nin bu kararını alkışlıyoruz” diyor. Şimdi biz bunu nasıl anlayacağız? Nasıl yorumlayacağız?
Dostluksa dostluk, ittifak ilişkisi ise ittifak ilişkisi...
Ama bir yerde de karşılıklı saygıyı kaybetmeyelim. Bizim gözümüzün içine baka baka siz, hangi konuda neyi nasıl yapmamızın uygun olacağını bize dayatmaya çalışırsanız, biz iki defa düşünürüz. Bir tek anayasa konusunda olsa, öyle değil; Kıbrıs konusunda Türkiye hangi politikayı izleyecek, onlar bize söylüyor, onu yapıun, bunu yapın, asker çekin, şu tavizi verin, bu tavizi verin.
Ermenistan ile ilişikilerimizi nasıl halledeceğiz, Cenevre’de gizli görüşmeler, orada yabancıların dayatmasıyla Ermenilerin her istediğini kabul ediyorsunuz; imzalanan protokollerde Türkiye’nin taleplerinden bir tanesi yok. Protokollerin imzalanması fotoğrafına bakıyorsunuz; iki tarafın Dışişleri Bakanları, arkanızda Amerika’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin Dışişleri Bakanları... Nasıl oluyor bu işler? Siz mi bize dayatıyorsunuz nasıl anlaşma imzalayacağımızı; sonunda bir çıkıyor ki anlaşma, tutar tarafı yok. Biz Meclis’te büyük bir tepki gösterdik, Azerbaycan da tepki gösterdi; Meclise onaylatamadılar, hala onaylatamıyorlar çünkü tutar tarafı yok. Böyle bir sonuç niçin çıktı çünkü yabancıların dayatmasıyla yaptınız. Her konuda onlar bize söyleyecek ne yapacağımızı...
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine döndük. Her istediğini yaptırıyor yabancılar, o noktaya geliyoruz.
Yabancılar size bütün konularda çözüm öneriyorlarsa, bunun nasıl bir gerekçesi olabilir? Türkiye’nin hangi meseleyi nasıl çözmesi bizim menfaatimize hizmet edecek, onu düşünerek, ona göre çözümler öneriyorlar.
Mesela şimsi size diyorlar ki, PKK’yla masaya oturun.
İspanya’ya dediniz mi bunu, demediniz; İspanya masaya oturuyor mu, oturmuyor. PKK’yla masaya oturunca ne konuşacağız, bizim kendi istediği gibi anayasa yapmamızı istiyor, ulus devleti istemiyorlar, yabancılarla aynı kelimelerle konuşuyorlar, ‘Türk’ kelimesi istemiyorlar, özerklik istiyoruz diyorlar, o bölge bizim yönetimimizde olacak diyorlar. Peki bunu bilmiyorlar mı yabancılar, masada bunları talep edeceklerini herkes duydu, bunu bile bile bize niye masaya oturmayı dayatıyorsunuz.
Çünkü terör örgütünün size masada dayatmak istediği şeyler, bu ülkelerin Türkiye’ye yüzyıldan beri dayatmak istediği Kürt politikasıyla örtüşüyor. Sevr’de bunlar yazmıyor muydu? Size demiyorlar mıydı ayrı bir Kürt devleti kurulsun, Ermeni devleti kurulsun.
Peki, Lozan olmuş, dünyada bu kadar değişiklik olmuş, büyük devletler vazgeçmiş olabilirler mi o zamanki isteklerinden? Büyük devletlerin geri vitesi yoktur. Büyük devletler, şartlar zorlarsa bir süre için ara verirler ama şartlar uygun olunca gene aynı taleplerini tekrarlarlar çünkü bu talepleri, onların stratejik menfaatinin gereği, Türkiye’ye eziyet olsun, kötülük yapalım diye değil, menfaatleri onu gerektiriyor.
Açın İngiliz arşivlerini, orda diyor ki, “Türkiye’yle Irak’taki petrol bölgeleri arasında bir tampon Kürt devleti kurulsun ki Türkiye günün birinde o petrol bölgelerini ele geçirmeye kalkışmasın.” Yani Kürtleri çok seviyorlar, Türkleri sevmiyorlar, böyle basit şeylere kapılmayın. Menfaati o bölgede Kürt devleti kurulmasını gerektiriyor. Bu şartlar geçmişteydi diye düşünebilirsiniz ama öyle değil. Barzani 2014 yılında BBC’ye demeç verdi; “Biz yakında referandum yapacağız ve bağımsızlığımızı ilan edeceğiz.” dedi. Ertesi günü İsrail Başbakanı Netenyahu bir demeç veriyor; “Kürtler bağımsızlığını ilan ederse, bizler onu tanırız.”
Barzani Amerika’ya gitti, Amerikan başkan yardımcısı Biden’la görüşüyor, “Biz bağımsız bir Kürt devleti kuracağız.” diyor. Biden, “Merak etmeyin, acele etmeyin ama size şunu söyleyeyim, sizin ve benim ömür süremizin içinde bağımsız Kürdistan’ın kurulumunu göreceğiz.” Bu ne demek? Irak’ın toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmayı göze almışlar.
Geçen ay İsrail Adalet Bakanı bir konuşma yaptı diyor ki “Türkiye ile Irak arasında bağımsız bir Kürt devleti kurulmalıdır ve biz de İsrail olarak bunu destekleyeceğiz.” Bir kere daha söylüyor, acaba duymayan anlamayan varsa Ankara’da diye bir kere daha söylüyor. Şimdi siz bütün bunları bileceksiniz ama kimse bunları dile getirmeyecek, hükümete kimse bu konuda soru sormayacak, bu konular kamuoyunda tartışılmayacak, siz sadece gelişmeleri güncel olaylar olarak gazetelerden televizyonlardan izleyeceksiniz. İşin esasını kimse kamuoyuna anlatmayacak, anlatacak olanlara da fırsat vermeyeceksiniz.
Türkiye böyle bir durumda. Türkiye her konuda veren taraf. Bütün bunlar nerden kaynaklanıyor?
Türkiye’nin güçsüz bir ülke olmasından, zayıf bir ülke olmasından kaynaklanmıyor. Bu sıkıntılar, Türkiye’nin gücünden kaynaklanıyor. Ne yazık ki bu gücü kullanma bilgisine, birikimine, cesaretine sahip siyasi kadrolara sahip değiliz. Sıkıntımız burdan kaynaklanıyor, Şunu düşünün, 1. Dünya Savaşı olmuş, biz mağlup devletiz, Almanya, Japonya gibi, onların başına gelenleri düşünün, Versay anlaşmasını, Japonlara yapılanları düşünün; fakat Lozan’da öyle bir anlaşma imzalıyoruz ki, Lozan Anlaşmasında Türkiye galip devletlerle eşit duruma getiriliyor. Bunun bir örneği yok. Savaşı kaybeden bir tarafın, savaşı kazananlarla eşit duruma getirildiğinin başka bir örneği yok, 1. Dünya Savaşından sonra da yok, 2. Dünya Savaşından sonra da yok. Bunu biz başarmışız.
Sonra ne olmuş? İmparatorluklar dağılmış. Yalnız Osmanlı İmparatorluğu değil, İngiliz, Fransız, Avusturya-Macaristan imparatorlukları dağılmış. Dağılan imparatoruluklar içide, Rusya’yı bir tarafa bırakıyoruz, o da parçalandı kendi içinde, dağılan imparatorluklar içinde Avrupa’da bugün toprağı en geniş ülke Türkiye. Nüfus açısından da Almanya birleşmese en kalabalık ülke Türkiye olacaktı, Almanya birleşti, 2. ülke biziz; tahammül edemiyorlar. Bana Avura Birliği’nin çok üst düzey bir yetkilisi söyledi; “Biz insan hakları, Kıbrıs filan diyoruz, kulak asmayın; esas mesele biz sizin rekabet gücünüzden çekiniyoruz, korkuyoruz.”
Bakın gümrük birliği diyoruz, gümrük birliği diye birşey yok aslında, sadece sanayi ürünlerinde gümrük birliği var çünkü sanayi ürünlerinde Avrupa’nın rekabet gücü daha yüksek; hizmetler sektöründe var mı, yok, kabul etmediler çünkü biz daha güçlüyüz; tarımda var mı gümrük birliği yok çünkü biz daha güçlüyüz. Bizim güçlü olduğumuz yerlerde gümrük birliğini kabul etmiyorlar, sadece bizim zayıf olduğumuz yerlerde kabul ediyorlar.
İnsan hakları konusunun iki boyutu var; birincisi gerçekten samimi olarak Türkiye’deki insan hakları konusundaki eksiklikleri, yanlışlıkları eleştiren yabancılar, saygı gösteririz bunları biz de eleştiriyoruz, başka ülkeleri de eleştiririz.
İnsan hakları iç mesele sayılamaz uluslararası anlaşmalara göre ama bir şartla insan haklarını eleştirirken, insan haklarını başka siyasi amaçlar için kullanmayacaksınız. Şimdi Amerika ne diyor; “Gazetecilere büyük baskı yaptınız, basın özgürlüğü, insan hakları, vs.” Obama demeç veriyor; buna bir şartla saygı duyarız eğer siz geçmişte Türkiye’de basın özgürlüğüne saygı gösterdiyseniz; gazetecilere yapılan baskıları eleştirdiyseniz bunu söylemeye hakkınız var, eleştirdiniz mi?
Ergenekon davası başladı, o sırada ben Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Parlamento komisyonu başkan yardımcısıyım; daha birinci iddianame çıkmamış, bir karar tasarısı kabul ettiler, şu yazıyor; “Ergenekon , devlet içine sızmış bir çetedir, devlet bunları bulup çıkarmalıdır ve hepsini cezalandırmalıdır.” Daha iddianame yok ortada. Ben dedim ki; “Böyle bir şeyi nasıl söylersiniz, biz bilmiyoruz, daha iddianame yok ortada, nasıl söylersiniz?” İşte Türkiye raportörü Hollandalı diyor ki “Biz herşeyi başından beri biliyorduk.” Buyurun...
O sırada İlhan Selçuk içeri atılmış, hiçbir şey söylemiyorlar, insan hakları böyle; umurlarında değil çünkü insan hakları alanında kendilerine yakın birilerinin başına bir şey gelirse seslerini çıkarıyorlar, tepki gösteriyorlar; İlhan Selçuk için birşey demiyorlar ama hakkında dava açılan kendi yakınları olunca karar tasarısı üzerine karar tasarısı; yayın üzerine yayın.
Bu insan hakları konusunda iki yüzlü bir yaklaşım ve çifte standarttır. Eğer gerçekten insan haklarını destekliyorlarsa biz onlarla beraberiz ama insan haklarını başka amaçlarla kullanıyorlarsa buna saygı duymayız. Çifte standart uygulamayacaksınız.
Bakın Türk hükümeti Ergenekon’un bir komplo olduğunu söyledi, Avrupa Birliği çıkıp ta bizim o sırada yayınladığımız bildiri yanlıştı, haksızdı, dedi mi, demedi. Amerikan wikileaks belgelerine bakın Ergenekon için neler yazyor. Şimdi siz bize bunları söylüyorsunuz, o zaman niye söylemediniz?
Diplomasi bir savaştır, silahsız bir savaştır, Diplomasi bir mücadele sanatıdır. Size yapılan haksızlıklara karşı mücadele edeceksiniz. Atatürk’ün başarısının özünde Türkiye’ye yapılan haksızlıklara karşı direnmesi ve mücadele etmesi yatıyor.
Atatürkçülükten uzaklaştığımız her gün, biz bu mücadele azmizimizi, ruhumuzu kaybediyoruz.
Onun için bu mücadele azmimizi yeniden kazanmamız lazım.
Ne yapmalıyız sorusunun cevabı:
Cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönmemiz lazım.
Onur ÖYMEN
9 Nisan 2016 tarihli Eğitim İş 3 no'lu şube tarafından düzenlenen “Hükümetin Dış Politikası ve Yeni Anayasa Tuzağı” panel konuşması: