Translate

16 Ocak 2017 Pazartesi

KALEMiN NAMUSU



Aydını omurgasız (“nomossuz”) olan toplumların; karanlıktan aydınlığa çıkmasına, dik durmasına olanak yoktur!
Türkçe "Om" kökünden türeyen Omurga; parçaların kendisine bağlandığı birlik, bütünlük, uyum sağlayıcıdır.




KALEMİN NAMUSU
"Namus" Sözcüğünün Kökeni ve Anlamı: 

Dilimize ‘Namus’ olarak çevrilen ‘Nomos’ sözcüğünün kökenlerini araştırırken; İsa’dan yaklaşık 600 yıl önce yazıya geçirilen Musevi din kitabındaki kimi sözcüklerin, Türkçe’den İbranice’ye geçmiş olabileceğini gördüm. Arapların “Tevrat” dedikleri kitaba Museviler İbranice “Torah” (Okunuşu: Tora) derler. Bu sözcüğün, Türkçe “Töre” sözcüğüyle ses benzerliği yanısıra anlamdaş olması düşündürücüdür. İslam öncesi Türkler yüce dağları “Tanrı” sayarlarmış. Musa’nın Tanrı ile düz ovada değil de dağa çıkarak konuşması, eski çağlarda kalmış “Türk işi” bir davranıştır.


Musevi din adamları, daha önce yüzyıllarca sözlü olarak belleklerinde tuttukları “Tora”yı (Tevrat) ilk kez İ.Ö. 6. yüzyılda Babil’de yazıya geçirmişlerdir. Bu kitapta geçen “ki” edatının, Türkçe “ki” edatıyla sesdeş ve anlamdaş oluşu da, ayrıca düşündürücüdür. İskit Türkleri İ.Ö 1200’lerde ve daha sonra İ.Ö 600’lerde iki kez Asya içlerinden kalkıp Doğu Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’a doğru yayılmış; Musevilerin yaşamakta oldukları Filistin’i de kapsayan topraklarda egemenlik kurmuşlardır. O dönemlerde İskit Türklerinin egemenliği altında yaşayan ve bir bölümü daha sonra Babil’e göç eden Museviler; Türkçe “ki” edatını ve “Töre”yi, işte o dönemde dillerine katmış olabilirler.


İbranilerin “Tora”sı, Eski Yunanca’ya “Nomos” olarak çevrilmiştir. Eski Yunanca ‘Nomos’tan dilimize geçtiği öne sürülen ‘Namus’un kökenini araştırırken; İ.Ö.500’lerde Eski Mısır ve Anadolu Uygarlıkları’nın öğrencisi olan Eski Yunanlıların kökü Yunanca olmayan “Nom” sözcüğünü “os” ekiyle “Nomos” olarak dillerine kattıklarını ve “Nomos”u ı “töre”; ıı “aynı töreye bağlı olarak yaşayan topluluk”, “aynı törenin uygulandığı yöre” anlamlarında kullandıklarını saptadım.


‘Nomos’un kökü ‘Nom’dur. ‘Nom’un kökü ise, büyük olasılıkla, 5. yüzyılda Tibet Türk Budizmi’yle birlikte ortaya çıkan “Om Mani Padme Hum” mantrasının ilk sözünü oluşturan “Om”dur. ‘Om’un Sanskritçe’de ne anlama geldiği tam olarak saptanamamıştır. İlk sözü “Om” olan mantranın, bir kesim Türklerin Budizmi benimsemesiyle zamandaş olarak ortaya çıktığını saptayan araştırmacılar, nedense, “Om”un İslam öncesi dönem Türk dilinde tanrısal bir varlık adı olarak geçen “Omay”ın kökü “Om” ile bağlantılı olabileceği üzerinde durmamışlardır. Dahası, Türkçe “Om” kökünden türeyen Omurga; parçaların kendisine bağlandığı birlik, bütünlük, uyum sağlayıcıdır. 


“Om” benzeri diğer bir Eski Türkçe sözcük de “Yom”dur. Dede Korkut kitabında, “Yom vereyim Hân’ım; yerli Karadağlar’ın yıkılmasın; gölgelice kaba ağacın kesilmesin!” tümcesinde geçer.


Günümüzde unutulmaya yüz tutan “Yom” sözcüğü; Kars ili Kağızman ilçesinde halk ağzında “yöm” olarak kullanılmakta; “yömsüz adam”, “yömsüz itoğlit” gibi deyişlerde yaşamaktadır.


Eski Türkçe “Yom’dan türeyen “Yomuş” (Yumuş); “toplumun omurgasını oluşturan töreye uygun davranış” anlamına gelir. Eski Türkçe’de kimi Türk boyları söz başındaki “Y” sesini “N”ye dönüştürürler; örneğin “Yumurta” kimi boyların ağzında “Nımırtka” olur. Oğuz Türkçesinde “Yom” ve “Yomuş” sesleriyle dilegetirilen bu kavramların; söz başındaki “Y”leri “N”ye dönüştüren (örneğin “Yumurta”ya “Nımırtka” diyen) kimi Türk boylarının ağzında “Nom” ve “Nomuş” olacağı açıktır. Buna göre, Nom (Yom) > Nomos (Yomuş) > Namus sözcüklerinin, Eski Türkçe Omurga’nın kökü olan ‘Om’dan türediği söylenebilir.


İslam öncesi Bizans tüccarlarıyla ve Yunan diliyle yoğun ilişkide bulunan, çeşitli dilleri konuşan bir çok tüccarın değiş-tokuş odağı olan Mekke’de, Arap dilinde “Nom(os)”; “Neam” (Enam) olmuştur. Bu sözcük, Kur’an’da, Fatiha Suresi’nde; [“İhdina (...) sırat elleziyne enam te aleyhim”], Türkçesi [“Bizleri “Enam” [yani: “Nom(os)”; eski Türkçesi “Yom” > “Nom”; (uyum yasaları; töre; dirlik, düzenlik; uyum, geçimlilik, uygarlık) verdiklerinin yoluna kılavuzla”] anlamında geçmektedir. (Çeviri benim-C.Ö).


“Om”dan türeyen “Nom” (Oğuz Türkçesiyle: “Yom”); gerek Türklerin batıya göçleriyle, gerekse Büyük İskender örneğinde olduğu gibi, Eski Yunanca konuşan kitlelerin Asya derinliklerine uzanıp oralarda Bactria gibi yerleşimler oluşturmalarıyla; “İpek Yolu”, “Baharat Yolu”, “Yeşim Taşı’ yollarıyla; Arap ve İbrani tüccarların Asya topraklarında dolaşımlarıyla; Asya’dan çıkıp Ortadoğu, Anadolu, Kafkasya ve Balkanlarda konuşulan bütün dillere yayılmıştır. Eski Türkçe “Omurga”nın kökü “Om”dan türeyen “Nomos” > “Namus”; işte böyle, Hindu, Arap, İbrani, Yunan, Pers dillerine geçmiş; dinsel öğretilere girmiş; pek çok dilde çeşitli biçimler alarak dünyaya yayılmış; "uluslararası" olmuştur.


Namus [Om > Omurga > Yom > Nom > Nomos]: Başıbozukluğun, başına buyrukluğun, ilkesizliğin, uygunsuzluğun, tutarsızlığın, yasasızlığın karşıt anlamlısıdır. Namussuz [“Om”- suz > “Omurga”sız > “Yom”suz > “Nom”suz > “Nomos”suz"]: İlkesiz, töresiz, tüzesiz, kuralsız, uygunsuz, tutarsız, geçersiz, vs. demektir. Namussuz: “Om”suzdur, “Omurgasız”dır.



Her İş Alanının Kendi Namusu (Omurgası) Vardır:


Eskiden Anadolu'da Ahilik (Kardeşlik) örgütü Lonca'lar (işkolu örgütleri) varmış, ayakkabıcılık, dokumacılık, kuyumculuk, ağaç işçiliği, deri işçiliği gibi iş kollarında çalışanlar, yaptıkları işin “namus”unu (omurgasını) korurlarmış. Yaptıkları işin ‘namus’-una aykırı davranışları denetleyip önler; özürlü ürün verenleri kınayarak işkolu örgütünden atar; onlara karşı işkolundan uzaklaştırmaya dek varan bir takım yaptırımlar uygularlarmış. Bugün de, topluma karşı sorumluluk gerektiren tüm uğraş öbeklerinin kendilerine özgü birer "namus"ları (omurgaları) vardır. Basın dalında “Basın Erdem Yasası”, sağlık ve sağaltıcılık alanında Hipokrat Andı, bunlara örnektir.



Canalıcı soru şudur: 
Aydınların bir ‘namus’u (işkolu yasaları) var mıdır? Aydınların “iş”i nedir?


"Aydın" sözcüğünü, toplumsal iş bölümünde "düşünce üreticisi" olarak öbeklenen topluluk için kullanıyorum. Özellikle de düşünceyi salt düşünce olarak dile getiren, salt düşünce olarak topluma sunan kişileri aydın sözcüğü ile adlandırıyorum. Düşünce üreticileri, bir toplumsal öbek olarak, yaptıkları işin, yani ‘düşünce üretimi’nin ‘namus’unu (omurgasını) saptamışlar mıdır? Yaptıkları işte uymaları gereken kurallar yok mudur? İşi düşünce üretmek olan kişiler, ürettikleri düşüncenin doğru mu yoksa yanlış mı, geçerli mi yoksa geçersiz mi olduğunu umursamayabilirler mi? Üretilmiş bir düşüncenin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu ayırt etmeye yarayacak bir ölçütleri yok mu? Böyle bir ölçütleri var ise, niçin bu ölçütü “Aydın Namusu” (işkolu yasası) olarak topluma duyurmazlar? Niçin bu “namus”a bağlı bir işkolu örgütü kurmazlar? Niçin bu “namus”u (işkolunu ayakta tutan omurgayı) çiğneyenlere işkolu örgütü olarak yaptırım uygulamazlar? Bütün bunların olabilmesi için, öncelikle “Aydınlar Namusu”nun ne olduğunun saptanması gerekiyor. Benim “Aydınlar Namusu” olarak benimsenmesini önerdiğim “omurga” şudur: Aydınlar Namusu



"Doğru düşünmenin evrensel kuralları" vardır. İşleri düşünce üretmek olup, topluma doğru düşünceler sunmak ile yükümlü olan aydınlar, isteseler de istemeseler de bu kurallar ile tartılmak durumundadırlar. Bundan kaçınma özgürlükleri yoktur. Bir aydın, bir düşünce üreticisi olarak “Mantık” (Logic) yasalarına yakırı üretim yapıp, topluma doğru düşünce diye sunabilir mi? Böyle yaparsa ona aydın denebilir mi? Denemez. Peki, nedir “Mantık”?


Arapça kökenli “Mantık” sözcüğü, Eski Yunanca “Logic”in birebir Arapça çevirisidir. [Belki, Eski Yunan yazmalarını kendi dillerine çevirmeye başladıkları 700’lü yıllardan önce Arapça’da böyle bir sözcük yoktu.] Eski Yunanca “Logic”in kökü “Logos”, “söz”, “söylem” anlamındadır. Bunun Arapça çevirisi olan “Mantık” (Logic) da, Arapça “Nutuk” (Logos) tan gelir ve “Nutuk” da Arap dilinde “söz, söylev” anlamına gelir. Özetle, Eski Yunanca “logic” = Arapça “mantık” = Türkçe “söyleme, konuşma, dile getirme” yasalarıdır. Düşünce, salt düşünce olarak, öncelikle “söz”le dile getirildiği için, "doğru söz" = "doğru düşünce" sayılmıştır. Söz; düşünceyi taşıdığı, başkalarına aktardığı için; ve “düşünce”, “söz”e dönüşerek dışavurulduğu için; “söz” = “düşünce”; “düşünce” = “söz” sayılmıştır. Arapça ‘mantık’ın, ‘nutuk’, ‘nutuk’un, ‘natık’; ‘natık’ kökünün de ‘tık-tık’ yansıma sözcüğüyle ilgisi açık olduğu gibi; “mantık” anlamına gelen eski Yunanca “logic”in, “logos”, “logo-s”un “log” ve “log”un de ‘lak-lak’ yansıma sözcüğüyle ilgisi açıktır.


Türkçe’de "çok konuşma!" anlamında "lak-lak etme" denir; ve "lakırdı" buradan gelir. Türkçe “Lakırdı” sözcüğünün kökü olan “Lak” ile; Eski Yunanca “Logos”un kökü “Log”un ses ve anlam benzerliği de düşündürücüdür. Tıpkı, Eski Yunanca “barbar” sözcüğünün kökeni olan “vara vara” > “vır vır” yansıma sözcüğünün de; Yunanlının anlamadığı sözlerle “dır dır” eden (= anadili Yunanca olmayan yabancı) anlamına geldiği gibi.


Sözün özü: Arapça’dan dilimize geçen “Mantık”; Yunancası “Log(ic)”; Türkçe “Lak(ırdı)” ile anlamdaş bir sözcük olup; kavramsal düzeyde “Tutarlı Söylem” anlamına gelmektedir. Mantıksızlık ise; söylemde tutarsızlık, demektir.


Söz'ün düşünce ile doğrudan bağı nedeniyle, kendisi topluma doğru düşünceler sunmak ile yükümlü olan aydınlar, abuksabuk sözler (dolayısı ile abuk-sabuk düşünceler) üretemezler. Eğer üretirlerse, aydın olmaktan da çıkarlar.


"Aydınlar Namusu”nun birinci kuralı; “Mantıksal Doğruluk Yasası” eşdeyişle “Söylemde Tutarlılık İlkesi”dir. İkincisi ise, doğru bilgi vermektir. Bilgi, olgusaldır. Biliyorum, demek, beş duyumla algıladım, demektir. Bilmek sözcüğü, yaşantılamak, deneyimlemek ile ilişkilidir. Olgusaldır. Olguya ilişkindir. Uygulayımsaldır. Aydınlar topluma tutarsız sözler (dolayısıyla ipe sapa gelmez düşünceler) sunamayacakları gibi; beş duyuyla algılanan gerçek olgulara aykırı bilgiler de sunamazlar.


"Aydınlar Namusu"nun ikinci kuralı; “Olgusal Gerçeklik Yasası”dır. İşte bu iki değişmez ilke, "Aydınlar Namusu"nu oluşturmalıdır. Bir aydın, bağımsız özgür düşünce üreticisi olmaktan çıkıp bir takım çıkar odaklarının sözcüsü, çığırtkanı durumuna düşmeyi göze almadıkça, yaptığı işin, yani “düşünce üreticiliği”nin bu iki yasasını çiğneyemez. Öyleyse, aydın, ancak bu iki yasayı, “doğru düşünce üretmenin evrensel yasaları”nı çiğnemesi durumunda eleştirilebilir, kınanabilir, dahası kınanmalıdır.


“Namussuz (Omurgasız) Aydın”ı, “Namuslu Aydın”dan Ayırdetmenin yolu; “Eleştiri”dir. Eleştiri, ilkeleri saptanmış; yolu-yordamı, yöntemleri belli bir uğraştır. Başlıca iki tür eleştiri vardır.


1- Dış Tutarlılık Eleştirisi [Aşkın (Transcendent) Eleştiri]: Ortaya konulan düşünce ürününü, varolan (dış-somut) gerçeklere uygun düşüp düşmediği açısından sorgular. Düşünce ürününün somut gerçeğe aykırı yanları varsa, bunları ortaya koyar.


2- İç Tutarlılık Eleştirisi [İçkin (immanent) Eleştiri]: Ortaya konulan düşünce ürününü, onu üreten Aydın’ın savunduğu değerlere uygun düşüp düşmediği açısından sorgular. Düşünce ürününün içinde, onu üreten Aydın’ın kendi değerlerine aykırı yanlar varsa, bunları ortaya koyar. Aydın’ın ürününü, onun kendi değer yargılarıyla yargılar. "Diyalektik bir eleştiri olma niteliğini taşıyan biricik eleştiri, bu 'immanent' (içkin) eleştiri yöntemidir" (Bkz: Theodor W. Adorno—"Estetik Ve Politika"— s. 284) 


Max Horkheimer'ın "Akıl Tutulması" adlı kitabının önsözünde, Orhan Koçak'ın “İçkin (immanent) Eleştiri” yöntemi konusundaki açıklaması şöyledir: Frankfurt Okulu, sosyal bilimlere en ciddi katkılarından birini, eleştiri alanında içkin eleştiri kavramıyla yapmıştır. 'Eleştirel Teori', 'düşünceler' ile 'gerçek' arasındaki açıklığı ölçme çabasıdır. Kullandığı yöntem de içkin (=immanent) eleştiridir. İçkin eleştiri demek; "Varolan (ortaya konulmuş bulunan yapıt)ın karşısına, o yapıtın yazarının kendi kavramsal ilkelerinin iddialarıyla çıkmak, böylece ikisi arasındaki ilişkiyi (ya da çelişkiyi) eleştirmek ve aşmak" demektir. (s. 47, 48) - "Bir olguyu, kendi ilkesiyle eleştirmek"tir bu... (ya da birini kendi kullandığı silahla vurmak). K. Marks'ın "Ekonomi Politiğin Eleştirisi" kitabında kullandığı yöntem de bu içkin eleştiriden başkası değildir." (s. 48)


İç Tutarlılık Eleştirisi; ister laik olsun, ister dinsiz ya da Tanrıtanımaz olsun, ister herhangi bir dinin bağlısı olsun, hangi inanç öbeğinden olursa olsun, tüm aydınlara ve yapıtlarına uygulanabilir, çünkü evrensel olarak benimsenmiş bir yöntemdir. 'İç Tutarlılık Eleştirisi” Kur'an'a uygundur: “Siz başkalarına verdiğiniz öğüdü kendiniz yapmıyor musunuz?”- ”O söz Tanrı’dan gelmeseydi içinde çelişkiler bulunurdu” "İç Tutarlılık Eleştirisi" yöntemi İncil’e uygundur: "Siz başkalarını hangi ölçekle ölçerseniz, başkaları da sizi o ölçekle tartacaklar!" (Luka 6/38) "Siz başkalaını hangi değerle yargılarsanız, başkaları da sizi o değerle yargılayacak!” (Matta 7/1) "Başkalarının size nasıl davranmalarını istiyorsanız, siz de başkalarına öyle davranın!. (Matta 7/12)


“İç Tutarlılık Eleştirisi” Konfiçyüsçu inanca uygundur: “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına yapma”  “İç Tutarlılık Eleştirisi” Geleneklere, göreneklere uygundur: "Ne ekersen onu biçersin!”


Demek ki Aydın’ın düşünce ürünlerini onun kendi mantığıyla, kendi üslubuyla, kendi söylemiyle, kendi değer yargılarıyla tartmak; Aydın’da iç tutarlılık, düşünce ürününde iç tutarlık aramak demek olan 'İçkin Eleştiri' yöntemi gelenek, görenek alanında, başka bir deyişle ‘örf'te de geçerlidir. Eleştirmenler, ‘Aydın’ın ortaya koyduğu ‘düşünce ürünü’nü gerek ‘Dış Tutarlılık’ açısından, gerek ‘İç Tutarlılık’ açısından tartabilirler; bu iki yöntemden birini seçerek uygulayabilecekleri gibi, ikisini birden de kullanabilirler.


“Aydın Namusu” ve yazarlık alanında “Kalemin Namusu”; ancak düşünce ürünlerinin yöntembilimsel eleştiri süzgecinden geçirilmesi ve eleştiri sonuçlarının tüm topluma yayılmasıyla korunabilir. “Aydınlar Namusu” yaşama geçirilebilirse "düşünce üreticisi" Aydınlarımız üretirken daha sorumlu, "düşünce tüketicileri"miz bir düşünceyi alıp benimserken daha "ince eleyip sık dokuyucu" olabilirler umudundayım. Amaç, düşünsel üretim, düşünsel tüketim ilişkilerinde ortaya gerçek bir tartım değeri koyarak, “alıcı”nın da “üretici”nin de bu ortak değeri kullanmasını sağlamaktır.


Aydını omurgasız (“nomossuz”) olan toplumların; karanlıktan aydınlığa çıkmasına, dik durmasına olanak yoktur!




Cengiz Özakıncı
İlk kez 1 Ocak 1993 günlü ‘Kitap Gazetesi’nde “Nomossuz Aydınlar” başlığıyla yayımlanan bu yazımın üzerinden 18 yılı aşkın bir süre geçmiş bulunuyor. O gün doğan çocuklar, şimdi yüksek öğretim çağında. Geçen sürede ‘Nomos’suz Aydın’ların sayısı katlanarak çoğaldı. Düşünsel tutarsızlık hızla yayılıyor. Böyle bir ortamda, 18 yıl önce yayımlanan ‘Manifesto’mu güncelleyerek yeniden yayınlamaya karar verdim. Umarım yararlı olur.
Bütün Dünya Kasım 2011, PDF:















Yahudi ırkı yoktur. Samilerin (Araplarla kardeş olan !Yahudiler!) ve Türklerin Musevilik dinini seçmesiyle oluşan bir topluluktur. Hazarlar yani Aşkenazi Yahudileri Türk'tür. Hellenlerin İskit dedikleri Sakalar Asur tabletlerinde Ashguzai olarak geçer. 

Ashguzai - Aşguz- As ve Guz - As ve Oğuz'dur 

Albert Einstein'da bir Aşkenazi'dir. İsrail toprağı diye bir toprak yoktur, yani vadedilmiş toprakları yoktur. Tora dedikleri Tevrat MÖ.5.yy'da yazılmıştır ve Tora Türkçe Töre'den gelir.

Sıkıyorsa düşman bellediğiniz Türklerin atasını öldürün de görelim tarihin kaç bucak olduğunu! Dünyayı kaosa götürenlerin ne ırk, ne din, ne de milletle işi var, onların tek derdi Güç ve Egemenlik! Gerisi fasafiso... SBayraktar.



ilgili:











Turkish Genocide and not Armenian!






AN OVERALL ASSESSMENT OF MASSACRES BY ARMENIANS



The committees such as "Kara Hac / Black Cross", "Armenakan" and "Vatan Koruyuculari / Land Protectors " in Anatolia, " Hinchak " in Geneva, "Tasnak" in Tiblisi, were founded by the Armenians. Their targets were lands in the Eastern Anatolia and the union of the Ottoman Armenians.


The Armenian committees were provoked for this purpose, first they rioted in 1890 in Erzurum, afterwards they organized the Kumkapi demonstration, Kayseri, Yozgat, Corum and Merzifon events, Sasun revolt, Bab-i Ali / Sublime Porte demonstration, Zeytun and Van revolts, The raid of Osmanli Bankasi / Ottoman Bank, assassination trial to Sultan Abdülhamit, and Adana revolt in 1909. Due to the Armenian oppressions, 100 Turks in Zeytun in 1914, 3.000 Turks in Van events in 1915, and 20.000 Turks lost their lives 1914 — 1915, in Mus Events.


Armenians gave the greatest harm to the Turkish people, by the massacring them during the First World War. In this period, the Armenians spied for the Russians, they fled from their military service, by not obeying the mobilisation orders, and those Armenians who were taken under arms joining onto the Russian Army, with their arms, and they thus committed collectively the guilt of being “ treacherous to the land “. The Armenian bands that started to attack the Turkish Army and these bands have given great harm to the civilian people, as well. For example, the whole population of the Zeve village of the Van province massacred by the Armenian people without discriminating if they were women, children, or the old.




TURKISH MASSACRED IN CAVUSOGLU BARNYARD

Prof. Dr. Metin Ozbek, who was conducting observations in the region, tells the event as follows:

I brought some human skeletons found coincidentally during the construction of a house in Cavusoglu Samanligi, and taken to the laboratuary at Hacettepe University in order to examine it. As it is known, Anthropology enables the scientists to know the age and causes of death, sex, ailments, and some other facts by means of skeletons with the aid of advanced techniques and methods. Above all it is possible to determine the which race it belongs to through the examination of a skull. It was impossible to match the skulls with the bones of the body where, the remains of the skeletons we found. Thus, we counted the individual skeletons according to the amount of skulls and we numbered each.


In other words each individual skeleton had a different anthropological identity. We found out that there were five females and four males among the remains. The most prominent criterion that indicates the age of death is “symohysin pubiswhich” is a part of Pelvis. This part was preserved in seven of the individual skeletons we worked on. We demonstrated the age range of skeletons found in Cavusoglu Samanligi as follows.


1. Female (P6)........17-18 age
2. Male (P7)...........17-18 age
3. Female (P4)........18-19 age
4. Female (P3)........27-30 age
5. Male (P2)...........35-40 age
6. Female (P1)........39-44 age
7. Male(P5)............50 age (approximately)
8. Chid (D.1)..........15 age (approximately)


There was a striking common characteristics of the skeletons examined; there were injuries on the skulls which resulted from crushes with cutting tools. Accordingly, the common cause of death was subjection to severe torture.


I. Marks of Cuts on the Skulls:
Nr.1) Female: There are two clefts on the skull caused by sharp-edged instruments. One of them is on the right parietal and it is 42 mm. Long. The second one is also on the right parietal and it is 36 mm. long. Presumably her instant death resulted from the blows directed towards the head.


Nr.2) Female:  We identified the traces of four cuts on the skull. The first one is on the first parietal and it is 95 mm. long. The sharp edged instrument cut through the skull and reached the brain. The second cleft is on both parietals. The cutting tool-most probably an axe hit the Pemals on the head and split the skull open. Such an act is enough to cause instant death. The third stroke left a mark on the left parietal and is 12 mm. to the back of the first cleft. This scar is 48 mm. long and 19 mm wide and looks like a shuttle. The fourth trace is right at the back of the third and is in the same direction. Half of it is on the occipital bone.


Nr.3) Male: He is one of the group having the greatest number of clefts on the skull. The sharp edged tool hit its mark on the left ear and severed to mastoid totally. This blow slightly abraded the occipital bone as well. The second blow hit the left eye and left a deep mark on the frontal. The third mark which is 75 mm. long is on the left parietal. The sharp-edged instrument which entered the brain caused a long cleft between the left tuber parietal and sutura lamb doidalis. The power of the blow formed some other cracks in the same area. The fourth blow right on top of the head cut the sagittal suture. This cleft is 48 mm. long. The fifth blow is in horizontal plane and severed the right parietal in parts close to the sagittal suture. The instrument hit on the left zygomatic bone. In this area it cut the bone and some parts of the superior maxillary. This person was also burned in fires. 


Nr 4) Male:  There are marks of three blows directed towards the brain. The first one is a vertical cleft which is 37 mm long. The second horizontal one is along the parietal and frontal. It is 92 mm. long. The third blow was also on the left parietal and caused a cleft which is 49 mm long and 21 mm wide. The sharp-edged tool severed the tabule externa. These blows resulted in an instant death. Like the person, this one was also burned after death.


Nr.5) Female: We discovered four cutting marks on the skull. The first one on the frontal is 28 mm. long and not very deep. The second one is at the top part, along both sides of the parietal and it is 77 mm long. This cleft is deep enough to be the sign demonstrating her instant death. The third blow on the right ear was also fatal. It severed the mastoid totally and cut the inferior maxillary partly. The fourth mark is on the front part of the right upper jaw.


Nr.6) Male: An adult which has four clefts on the head. The first one on the left parietal is quite deep. It is 57 mm. long and 14 mm. wide. The cutting tool entered the brain as well. On the side of the sagittal suture there is a 23 mm long crevice. The second one is on the saggittal suture. It is 29 mm. long and 28 mm wide. This crevice is intersected by other two clefts. The horizontal one ise 43 mm. and the oblique one is 42 mm. The third cleft is also oblique. It is on the right parietal, a few mm. to the front of the parietal cavity. The foruth mark is made by a sharp pointed instrument. It is caused by a blow struck on the head close to the sagittal suture. The individual was probably tortured severely.


Nr.7) Male: There are signs of five hard blows. The first one is in the area of the left auditory canal. The sharp-edged instrument severed the mastoid totally. It even severed the zygomatic partly. There were two blows stuck on the left ear one after the other. They probably caused death right at that moment. The second mark is closer to the lambda suture on the right parietal. This cleft is partly on the horizontal plane and it is 41 mm long. The third crevice is between the two lambda suture on the occipital. It is 44 mm. long. The fourth one is quite deep and 48 mm. long. It is situated on the procenus occipital externa. The fifth crevice is right on the back of the skull. It is 53 mm. long.


Nr.8) Female: The skeleton belongs to a girl who died at about the age of fifteen. There are three cutting marks on the skull. The first crevice is deep and reaches the brain area. It is on the right parietal and 50 mm. long. The second one is situated in a vertical position and 20 mm. long The third one is right at the back part. This teenager was burnt in fire after being killed.


Nr.9) Female: She died at about the age 17 or 19. There are no signs of blows on the preserved bones of the skull. The main parts of the occipital were either broken or lost. It is impossible to state the reasons of death.



II. Identification of race through skeletons:


It is possible to identify race by measurement, index, and morphological observation of the skulls. However there are variations in each group of race. By means of Anthropometric techniques we examined the skeletons found in Cavusoglu Samanligi. We calculated the cephalic index which is the most prominent criteria in race studies. We took the measurement of the eight skulls. The indexes varied between 76 and 89. This result showed that four are mesocaphalic and the others are brachycephalic. We never came across with dolchocephalic group. In Anatolia Alpina race which includes both mesocephalic and brachycephalic ones, all the skeletons belonged to Alpine group to which Anatolian Turks belong. The skeleton of the female whose death age is between 17 and 19 does not belong to this group. It is in the east variation of the Dinaric race which is called Armenoid.
While evaluating the heights we used the regression equations of Trotter and Gleser. Where the three female skeletons are concerned, the results are 52.9 cm. 159.2 cm and 168.2 cm. The results related with the three men are 170.1, 172.4 and 173.5 cm.


Along with the skeltons, we also found one (shirt) button, a sharp-edged iron piece and a part of an upper jaw. According to Prof.Dr.Ilber Uzel from the Dept. of Dentistry at Gülhane Medicine Academy, the fragment of the upper total Prothesis belong to the right posterior. The prosthesis is rubber and the teeth are porcelain. Prostheses were used by the members of higher classes in 1900 s. Acatin traces (on the prosthesis) suggest the possibility of a Male owner. This type of porcelain was used between the years of 1915-1925 and produced by an American firm known as SSN. The epoch, there skeletons belong to is thus proved in this way as well.



III. Marks on the long bones:


Despite a large number of cutting marks on the skulls, there are very few cuts on the other bones of the skeletons. Virtually, this is because of the fact that in fatal attempts the most appropriate part of the body is the head since it is vulnerable.

1.There are three clefts on the diaphysis of the humerus of an adult. This depicts that signs of the adult was burned.

2.On the front side of the diaphysis of the right tibia of a women there is a deep cutting mark.

3.There is a deep cutting mark in the lower parts of the right tibia of a male.



IV. General Conclusion and Evaluation:


The skeletons which were coincidentally found in Cavusoglu Samanligi (Ercis) were examined thoroughly in terms of antrophological methods. It is concluded that these skeletons belong to mostly young people who were deliberately killed and some of them were burned. The skulls demonstrated that these skeletons belong to people from the Alpin race-type. Where Anatolia is concerned, they most probably belong to Turks. The scientific discoveries prove that these people were subjected to severe torture and killed brutally. These facts confirm the statements of the witnesses who live in the same area today. Thus the part of history related to Armenians has to be rewritten because the people who were massacred violently were not the Armenians but the Turks.


Prof. Dr. Metin ÖZBEK
Anthropologist




Photo was taken on April 25 th 1915



THE REPORT ON EXCAVATION OF THE MASS-GRAVES IN KARS - SUBATAN


One of the excavations of the mass-graves aiming to explore the events happened in Eastern Anatolia betweeen 1915 and 1918 has been done in Kars-Subatan. The opening of the mass-graves in Subatan village which is situated near Ani Örenyeri, on the boarders of Turkey-Russia, 28 kilometres in the east of Kars was carried out on Governor of Kars, S.Filtekin, the Mayor of Kars, Prof.Dr.Hursit Ertugrul, the president of Atatürk University, Prof.Dr.Ahmet Cakir, the dean of Science and Literature Faculty of the same university and Prof.Dr.Enver Konukcu, Prof.Dr.Azmi Süslü from Ankara University, Prof.Dr.Metin Özbek from Hacettepe University, Prof.Dr.Fahrettin Kirzioglu From Gazi University, Prof.Dr.Metin Tuncel from Istanbul University, Assoc.Prof.Dr.Abdüsselam Ulucam from 100.Yil University and Ali Ercan, the director of Kars museum.


The excavations in Subatan village which has about 20-30 houses of Moslem population today were carried out in accordance with the oral statements of 120 year old Fariz Öztürk and 95 year old Duraga Öztürk who witnessed the events. They were conducted in a 8x10 meter hole which was opened in the barn in Köseogullari district. The first works were started in A1 hole within the field divided into four separate 4-5 meter areas. The excavation which had been realized in a wide surface first was narrowed down to the inner crosspoint of A1 and B1 holes After having removed the 40 centimeter earth, the first skeletons were found. It was observed that most of these skeletons which were found with some personal belongings belong to children between the age groups of 0-1.


Another group of skeletons which was found in 80 centimeters depth in A1 hole displayed quite a shocking scene. These skeletons which were located in the north-south direction must belong to a mother and her daughter. The woman fell onto her right side and embraced the child with her left arm. The two stroke marks found on the head of the woman prove that they were killed with an axe or some other sharp instrument. The first stroke mark is not as deep as the second one. Both the woman and the child were buried in their clothes.


Another skeleton group was found in the south corner of A1 hole. Only a few of these could be analyzed. As these analyses show, bodies were thrown haphazardly. The rest of the findings were after of a belt, a pair of ear-rings, a number of colored beads of a small necklace; decayed wooden beams and were given to Kars Museum to be displayed in the newly opened Genocide Section for exhibition.


According to the oral statements of the witnesses, Fariz Öztürk and Duraga Öztürk whose statements are supported by the archive documents, the massacre committed by Armenians happened in the following way: The Tashnak-Armenian guerrillas who retreated from Kars and Sarikamis attacked Subatan village where Turkish, Armenian and Greek people lived together were captured wildly without feeling pity. According to the photographs in the archives and findings of the excavations, the women, children and old men who had been killed with axes and bayonets were left in the streets. The archive documents show that a total of 570 people were murdered in the village. After the withdrawal of Armenians, Turkish soldiers came to the district. The soldiers with the help of survivors collected the corpses, which were decayed and eaten by dogs, to an area and put them in a barn. Due to the hard conditions of that time and lack of time, the bodies were buried together. Some other mass-graves were formed by collapsing the roofs of barns. The archive documents and statements of witnesses show that in three separate mass-graves in Subatan, there are a numbers of martyrs buried. In the barn in Köseogullari district , more than 180, in Tiptip street more than 25 and in the barn which is located in the south of the village mosque more than 350 bodies are buried.



THE EXCAVATION OF VAN - ZEVE MASS-GRAVE
Armenian Massacres in Van - Interview with Witnesses


In the excavations that were started on April 4th 1990 in the cemetery for martyrs near Zeve which is in the vicinity of Citören Village that is located at 18 km. north-west of Van province, in accordance with oral statements of the eyewitness "Ibrahim Sargin" who witnessed the event, after removal of 30-40 cm thick earth, massacred human skeletons were found. It was observed that some of the skulls were broken, some were crushed and some were cracked and burnt. The most important findings of the excavations were poniard (khanjars) and daggers, a lot of cartridges, pieces of silk clothes, necklaces with bead of Sultan Reshad's monogram, amulets covered with wax, copper coins and glass buttons.


When these findings are combined with the statements of the eyewitness, the following information are obtained: The Armenian guerrillas who entered the district under Russian support in 1915 started attacking the villages, killing innocent Turkish and Moslem people. The Armenian guerillas brought into Zeve village about 2000-2500 people who were gathered by force from eight villages in the district and were put in houses and barns. They first tortured these people with piercing and cutting tools and then opened fire at them. Then, they set all houses on fire. Materials found in the excavation have been exhibited at " Massacre Section" in Van Museum.



THE EXCAVATION THE MASS-GRAVE IN ERZURUM-DUMLU-YESILYAYLA VILLAGE


The excavation of the mass-grave in Erzurum - Yesilyayla Village, to which even foreign press was attended, was carried out on October 7th 1988.

Arkeolog Doc. Dr. Cevat Basaran


Anxiety;"They where also human, they have the right to live.
In Yesilyayla massacre which we learned from the memories of "Kazim Karabekir Pasa", old men, women and children who were gathered by force were put in a barn and opened fire at them. The tobacco boxes with crescent and star, pages of Koran, cartridges, pieces of a half-burned wooden post, some long pigtails of hair, pieces of silk dress and small dress buttons were found in the field of excavation. Approximately up to 100 of skeletons were excavated from the mass-grave. Materials found in the excavation have been exhibited in Erzurum museum.



EXCAVATION OF THE MASS-GRAVE IN IGDIR - OBA VILLAGE


Prof. Dr. Enver Konukcu is the first person who discovered that there were mass-graves which belonged to the Turks massacred by the Armenians in Oba Village of Igdir. This information was supported by the documents of archive. On March 1st 1986, in the excavation of the mass-grave, findings verifying the historical documents were obtained and the massacre of "Tandir Dami" told by Sakine Aksu who was one of the living eyewitnesses became even clearer.


At the excavation, the first hole of 6x8 meters was started in the inner part of the northern door and a closed "iron lock" was found. The second hole was dug in the central part of the room and approximately 90 human skeletons were found under an earth layer of one meter thick.


The stone base (floor) in the south of the Tandir which was situated in the middle of the room must have belonged to the only wooden post which had supported the earth-covered roof and the burnt pieces of that column were also found.


By combining these findings with the statement of the eyewitness, it is realised that the " Tandir Dami" massacre occured as follows: most of the unarmed civil people from Oba Village were gathered by force and subjected to torture and then they had been laid as face down and locked them in the room, and opened fire at them. And then the Armenian guerrillas set the "Tandir Dami" on fire by pouring kerosene into the chimney and the earth roof collapsed after burning of the wooden column. During the excavation, melted iron pieces, burnt wooden pieces, pieces of glass, bullets and skeletons and pieces of clothes were found. Thick burnt layer and ash layer on the wall and floor of the house showed that other evidences and proofs had been disappeared with the fire.


Prof. Dr. Cevat BASARAN 
Archaeologist 
From Ermeni Sorunu link




Iğdır Ermeni Sempozyumu-Toplu Mezar Kazısı- Nahcivan Gezisi
DR. YAŞAR KALAFAT (link) veya (PDF)





Hundreds more mass graves remain to be excavated in Erzincan, Ardahan, Erzurum, Iğdır, Van, Muş, Bitlis, Doğubayezid, Kağızman and elsewhere. There is documentary evidence of further mass graves in Erivan, Gümrü, Serdarabad, Afltarak, Talin and the like. The Armenians, not only killed Turks, but many others who opposed them around Karakilise, Delican and Gümrü. As we enter the 21st century, spurious charges of genocide are still continuing. Intellectuals are certainly aware of the myths that have been built up around Armenian history. The Armenians have to stop regarding every church and its environs as a part of Armenia.

MASSACRES OF THE TURKS AND MASS GRAVES
İstanbul Üniversitesi-İTÜ







Atrocities committed by the Armenians
TURKiSH GENOCiDE










Satın Alınan Gazeteciler!..





Alman gazeteci Udo Ulfkotte 56 yaşında dün (14 Ocak 2017) bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Dünya çapında büyük ses getiren bir açıklaması olmuştu. Gizli servislerin kendi adı ile imzalayarak yazmasını istedikleri konuları önüne koyduklarını ve bütün dünyada ana akım gazeteciliğin böyle olduğunu açıklamıştı. Gazetecilerin satın alındıklarını ve asla özgür olmadıklarını söylemişti. Irak'ta kaldığı sürece kansere yakalandığı söylenen gazetecinin bu üçüncü ve son kalp krizi olduğu söyleniliyor! Arkasında büyük bir gerçeği haykırmış olan bir kariyer bırakarak.

Aktaran Serap Balaman.



"I’ve been a journalist for about 25 years, and I was educated to lie, to betray, and not to tell the truth to the public. But seeing right now within the last months how the German and American media tries to bring war to the people in Europe, to bring war to Russia — this is a point of no return and I’m going to stand up and say it is not right what I have done in the past, to manipulate people, to make propaganda against Russia, and it is not right what my colleagues do and have done in the past because they are bribed to betray the people, not only in Germany, all over Europe."



Basından- 2014:


Dr. Udo ULFKOTTE:  Dış ülkeler ile Almanya arasında büyük farklar var. Dış ülkelerden muazzam reaksiyonlar alıyoruz. Ama Almanya’daki reaksiyonlar tam tersi. Benim için deli diyorlar. Yahut bütün bunların yalan olduğu, uydurulmuş hikaye olduğu söyleniyor. Daha bugün bir İsviçreli Haber Magazinine uzun bir röportaj verdim. Aynı tepkiyi alınca… İşte bütün bunların yalan olduğu vs. Kendisine ”bakın ne yapalım şimdi biliyor musunuz? Kitabımda “Gizli” olarak belirtilen, dünya kamuoyunun görmediği bir fotoğraf ve bir kaç fotoğraf ve belge göstereyim size!” Bunu da yaptım. Ardından beni geri aradı ve: “Böyle birşey olamaz. Siz “gizli belgeler” olarak belirtilen fotoğraf ve dokümanlar üzerine bir kitap yazıyorsunuz ve bunun üzerine yalan, uydurulma hikâye deniyor!” dedi.

Bilmiyorum haberiniz var mı? Uzun bir süre önce, 1988 Temmuz’unda Türkiye’nin komşusu İran’daydım. Amerikalıların kontrolü altında ve Alman gazıyla İranlıların nasıl zehirlendiğini görüntüledim. Bunu da görüntülemem istendi; ama Almanya’da bunun hakkında yazmama izin verilmedi. Görüntüleri başka dergi ve gazetelere vermem de yasaklanmıştı.

Biliyorsunuz 1980’den Temmuz 1988’e kadar sürmüştü. Iraklıların Kürtlere Halepçe’de Mart 1988’de uyguladığı gazlı saldırı herkes tarafından bilinirken, Temmuz 1988 de Alman gazıyla İranlılara uygulanan gazlı saldırıdan kimsenin haberi olmamıştı.

Ve bakın Alman gazeteciler bile bu olaya yalan ve uydurma diyorsa benim bir Alman olarak bu sorumluluğu yüklenmem gerekiyordu. Nasıl oluyor da, bu Alman gazeteciler böyle davranabiliyor? Almanlar Yahudileri gazlarken kendilerini suçlu görmeleri gerekiyor, çünkü Yahudileri gazlamışlardı. Nasıl oluyor da, onlarca yıl sonra İranlılar gazlanıyor. Hiçbir Alman devlet başkanı Tahran’a gidip diz çökerek özür dilemez tabiî. Bu önemsiz bizim için, hem Amerikalıların kontrolü altında olmuş, sorun yok o zaman.

Ben bunu resimlerle belgeleyen ilk gazeteciyim. Hatta CIA bir internet sitesi üzerinden Irak’ın zehirli gazları hakkında belgeler yayınlıyor, bu linki dilerseniz size gönderebilirim. Orada başka meseleler ile birlikte 1988 Temmuz’unda Zübeyde Cephesinde, yani benim bulunduğum bölgede, zehirli gaz kullanıldı. Tabii Amerikalıların kontrolü altında ve Alman gazı olduğu yazılmıyor. Öyle ortaya koyuyorlar ki sanki Kötü Saddam bu olayı gerçekleştirdi.

Sonradan canavar ilan edildi. 1990 Ağustos ayından sonra… O zamanlar Saddam iyiydi ve biz Almanlar finans ve politik nedenlerle Saddam ne istiyorsa gönderiyorduk. Silahlar, örnek olarak silah yapımı için teknik donanımlar…

Dr. Udo ULFKOTTE:  Ve aniden Saddam Hüseyin kötüdür denildi. Aptalca olan Ağustos 1990’a kadar Alman halkı için iyi olan Saddam Hüseyin’in bir gecede televizyon izleyicilerine neden Kötü olduğunu anlatmak zorunda kalmaktı. Bu sebeple uydurma bir hikaye bile yazdılar. Bilmiyorum o dönemi yaş olarak hatırlıyor musunuz? O dönemler kuvöz kutularıyla ilgili bir hikaye uyduruldu. Amerikalı bir reklam ajansı -Ellen Norten- tarafından uydurulan bu hikayede, Saddam Hüseyin’in 02 Ağustos 1990’da Kuveyt’te girdiği zaman hastanelerdeki kuvözleri alabilmek için, bu kuvözlerin içinde bulunan bebekleri yerlere attırdığı ve öldürdüğü anlatılıyordu. Bu görüntülere ait fotoğraflar yayınlanmıştı. Ama bu fotoğraflarda aslında oyuncak bebekler bulunuyordu ve ketçapla süslenmişti.


UDO ULFKOTTE: ABD ÇIKARLARI İÇİN YAZAN, 
SATILMIŞ “TÜRK” GAZETECİLER VAR


Dr. Udo ULFKOTTE:  Mesela Türk gazetecilerin isimlerini Almanya’da bulunan Amerikan yanlısı Vakıf ve Organizasyonların senelik raporlarını takip ederek çıkarabilirsiniz. Mesela Atlantik Brücke, Esmunt Institut, German Marshall Fund… Bunların hepsini kitabımda da belirtiyorum zaten. Bunların senelik raporları yayınlanıyor. Bu senelik raporların içinde hangi gazetecilerin Amerika’ya davet edildiği ve finansal olarak desteklendiği görülebilir. Ve geçmişe yönelik olarak bu raporlar incelendiğinde, orada ne kadar Türk gazetecinin bu davetlere iştirak ettiği tespit edilebilir. Birde hangi bu vakıf ve organizasyonlar CIA’ye yakın, bakmamız lazım.

Mesela Atlantik Brücke CIA’ye cok yakın. Bu Vakıf “Vernon A. Walters Award” adli bir Ödülü veriyor. Yani “Vernon Walters Ödülü”. Bu Varnen Walters tanınmış bir CIA üst yöneticisiydi. CIA’ye yakın olanlar fazla da gizli yapmıyor bu işi. Eğer Türk gazetecilerinin isimlerine meselâ Atlantik Brücke Vakfının raporlarında rastlarsanız, Amerikalıların bu gazeteciler üzerinde baskı veya kazanma çalışmaları uyguladığını anlayabilirsiniz. Tabii hangilerinin satılmış olduğunu söyleyemem, bilmiyorum, ama sonuçta sadece Amerikan yanlısı yazmaya başlıyorlarsa, Türkiye’nin çıkarlarına değil de, Amerikalıların istediği gibi Amerikan Askerlerinin Türkiye’deki NATO Üs’lerinde bulunmasına yönelik haberler yayınlıyorlarsa satılmış olduklarını söyleyebilirim. Elbette Amerikalıların etkilediği birçok satılmış Türk gazetecisi vardır denilebilir. Bunlar Türkler için ve Türkiye için değil, sadece Amerikan çıkarları için, NATO bakış açısıyla, Amerikan silahlarının satın alınmasına yönelik sırf Amerikalıların istediği doğrultuda yazarlar.


ABD askerlerine yapılan protestolar ile ilgili:


Dr. Udo ULFKOTTE:  Evet, bu tip aksiyonlar sadece Türkiye’de olmuyor. Örneğin Almanya’nın Eifel bölgesinde ister dinci olsun, ister sağcı ya da solcu halkın çoğu Amerikan askerlerini ülkemizde istemiyor. Çünkü Eifel bölgesinde önceden beri, Alman Halkının rızası olmadığı halde, Amerikan Atom Silahları konuşlandırılmış durumda. Ama buna karşı bir protesto yürüyüşü veya politik bir faaliyet burada yasak. Hemen radikal olarak damgalanıyor insanlar. Aynen Türkiye’de olduğu gibi burada da düşünce özgürlüğü yok.

Önceleri tam bir Emperyalizm yanlisiydim ama bugün Anti-Emperyalist’im.... Emperyalist biri olarak, bu sekil büyütüldüm, eğitildim ve beyin yıkamasını yaşadım. Ve bu sistemin içine entegre edildim. Bu şekilde düşünmem için... artık tamamen NATO’ya ve emperyalizme karşıyım.

Rusya ile Avrupa Birliği arasındaki sürtüşme, Amerika’nın AB’yi sürekli kışkırtması… Ulfkotte cevabı çok net ve kestirmeden söyledi:

-Savaş istiyorlar… Resmen Savaş…



ek:
World Class Journalist Spills the Beans, Admits Mainstream Media is Completely Fake:(link) videolu
CIA hat seit 1975 Herzinfarkt-Pistole:(link)
CIA'nın Kalp Krizine yol açan Silahı: video ingilizce:




Satılmış Gazeteciler
Politikacılar, Gizli Servisler, Büyük Sermaye, Almanya'nın Kitle İletişim Araçlarını Nasıl Kullanıyor?




ilgili:

Alman medya grubu DW tepkiler üzerine özür diledi Almanya'nın önde gelen medya gruplarından Deutsche Welle Kayseri'deki hain saldırı üzerinden alçakça bir algı operasyonuna kalkışarak iç savaş çığırtkanlığı yapmıştı. DW, gelen tepkiler üzerine geri adım atarak özür diledi.  - 18.12.2016 /Haberiyakala


PKK terör örgütünün en büyük destekçilerinden Almanya'nın önde gelen medya gruplarından Deutsche Welle (DW) aşağılık bir algı operasyonuna kalkıştı. "Almanya'nın Sesi" olarak kabul edilen DW sebebi ve destekçilerinden biri oldukları Suriye'deki iç savaşın Türkiye'ye sıçradığını ileri sürecek kadar küstahlaştı.

İstanbul ve Kayseri'deki son terör saldırılarını bahane ederek internet sitesinde "Suriye savaşının yeni cephesi: Türkiye" ve "Suriye iç savaşı Türkiye'ye sıçradı" başlıklarıyla haberler yapan ve teröre hizmet etmekten başka hiçbir amacı olmayan bu haberleri sosyal medya üzerinden yayan DW'ye Türkiye'den çok sert tepkiler geldi.

YALANA SIĞINDILAR, Türkiye'den gelen haklı tepkiler üzerine Twitter hesabından açıklama DW, "Türkiye'yi karalamak için uydurma haber yaptıklarını" itiraf edercesine "haberlerinde uzmanların görüşlerine yer verdiklerini" yalanına sarılmaya çalıştı.



Yukarıdaki örnek ile "Medyanın nasıl "yalanla" halkı yönlendirdiğini, proveke ettiğini görüyoruz!..



* * *


Serap Balaman çevirisi…
10 Trilyon Dolar’a mal olan savaş
"Haber Tarihi 16 Mayıs 2016"


“15 Mart 2016 tarihinde neredeyse dünya savasına dönüşecek önemli bir bölgesel savaş olan Suriyedeki savaş altıncı yılına giriyor. Bu Riyad ve Ankara (ve onların müttefikleri) tarafından Suriye ve İrana karşı yeni bir saldırı başlatmak için seçilen tarih.

Birkaç gün içinde, hiç yoktan onlarca Arap uydu kanalları tarafindan İran’a karşı “ultra şahin” tarzı yayınlar ortaya çıkdı. Aynı zamanda, Suudi ve Batı Typhoon ve F-15 ler Türkiye’nin güneyindeki üsse konuşlandırıldı. (Sekiz NATO ve iki Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerini hatırlatıyor)

Bu arada NATO sürekli biçimde Rusya’ya karşı tavrını sertleştirirken, Doğu Avrupa’da dolaylı provokasyonlarını artırıyor.

Moskova’da, Kremlin ilk kez bir dünya savaşından söz etti ve ve Suriye’ye karadan herhangi bir müdahalenin çatışmayı uzatmakla eşdeğer olduğunu vurguladı. Dikkat ederseniz, ne zaman gerçek bir tehlike olsa, Putin medya dünyasından çekilir ve yerini Başbakan Dimitri Medvedev’e bırakır.

Yemen’de bir çok güçlü ABD, İngiliz, İsrail askeri ve lojistik desteğine rağmen saplanıp kalan Riyad (Saudi Arabistan) Rus ruleti oynamaya kalkışdı. Petrol savaşı Rusyayı dizlerinin üstune çökertmedi ve İran’in Suriye’ye askeri ve ekonomik desteğini askıya aldıramadı.

Suriye’de hükümet güçleri Rus uçakları tarafından desteklenerek Riyad ve Ankara tarafından silahlandırılip, finanse edilen isyancıların yerleşim bölgelerine yaklaşıyorlar. Bu, imparatorluğun propaganda makinesinin paniğini açıklıyor.. Suudiler, imparatorluğun savaşlarının büyük karşılıyıcıları. Şimdi Rusya, İran ve Suriye’ye karşı bir savaşta 10 trilyon dolardan daha fazla harcamaya hazırlar. “Özgür” bir dünyada, mali ve ekonomik kriz sırasında, bu milenyumun fırsatıdır.

Birlesik Arap Emirligi Yemen’in bir adası olan Socotra’yı nakit para karşılığı Centcom’a (ABD’nin Birleşik Savaş Birimleri’ne) sunmak için satın aldı. Riyad daha çok ilerliyecek…. Önümüzdeki günlerde garip gelişmeler göreceğiz ”

Çeviren: Serap Balaman
Cumhuriyet Postası / Haberin kaynağı



* * *


Serap Balaman Yazdı…
Suriye Türkmenleri…
"Haber Tarihi 17 Aralık 2015" - Cumhuriyetpostası


Hassas Oyunlar, Hassas Dengeler arasında gerçek durumu okuyabilmeliyiz.

2011 Mart ayında Egemen Batı güçlerinin Muhalif kuvvetler adı altında önceden hazırlayıp kışkırttıkları Özgür Suriye Ordusu , 80 ayrı milleten oluşan paralı asker kadrosu ile Suriye de ayaklanmalar başlatıp, sivil halkı öldürdüler…

Özgür Suriye Ordusu kendisine bayrak olarak Suriye’nin Fransız sömürge tarihlerinden kalan sömürge bayrağını sembol olarak kullandı. Siyah Beyaz Yeşil renklerde olup içinde üç tane kırmızı yıldız olan bu bayrak « Muhaliflerin » sembolü oldu.

Özgur Suriye Ordusu daha sonra El–Kaide ve El–Nusra gibi ülkeye akan diğer cihatcı savaşçı özel ordular ile işbirliği ile büyüdü.

İlk zamanlar PYD ve tüm Kürt güçler Özgur Suriye Ordusu ile birlikte çatışıyorlardı. Suriye Halkını öldürüp, Suriye Halk Ordusuna karşı Siyonist- Evangelist patronlarnın isteği doğrultusunda,. NATO/ Londra/ Vatikan /Washington ve Israil aksında savaşıyorlardı .

PYD ve diğer Kürt güçler ve de Özgur Suriye Ordusu daha sonra 2013 yılında taraf değiştirerek Suriye Halk Ordusu ile anlaşdılar ve bu defa eski dost olduklarına karşı savaştılar.

Suriye Türkmenleri de bu cihatcı savaşçılara dahil edilindi ve hatta Türk Hükümetinin desteği ile, Ana Yurt dışında, Ana Ülkeye bağlı masum kardeşlerimiz kandırılarak EL Kaide ve El Nusra nın kucağına atıldilar ve onlarla birlikte içinde yaşadıkları ülkenin yasal ordusuna karşı savaştılar. İhanet ettiler.

2011 yılından beri bu konuyu her tartışma ortamında dile getirmeme rağmen şimdiye dek ciddiye alınmadım.

Suriye Türkmenleri kardeşlerimiz El kaide ile çok iç içe geçtiler. Su son haftalarda Suriye Devletinin davetlisi olarak Rus Askeri güçleri Suriyede IŞİD a ve tüm Terörist güçlere karşı savaşdalar. Koalisyon ülkelerinin varlıkları ve hava saldırıları yasa dışı. İşgal güçleri durumundalar ve kendi besleyip büyüttükleri terör gruplarını koruyorlar. Operasyon yaparmış gibi yapıyorlar.

Ne Suriye Ne de Rus Askeri güçleri Özel olarak Türkmen kardeşlerimizi öldürmüyorlar. Terörist unsurlar ile iç içe geçmiş ve birlikte yaşayan elemanlar hava saldırısına uğruyorlar ve bu ne yazık ki Türkmen kardeşlerimiz. Acılari bizim acımız. Fakat bu güne kadar kimse bu olup bitene ses çıkartmamış ve seyirci kalırken şimdi mi herkesin aklına geldi Suriyede Türkmenler olduğu?

Bir anda herkes anında tepki veriyor. Yeni mi uyandık??? Nato/ Vatikan/ Israil/ABD/ Londra aksı Kürt enerji koridorunu kurmak için BOP planı çerçevesinde hareket ederken , Bizden istenen Suriyeye karşı savaşa girmemiz. Bundan iyi bahane olmaz.

Oysa ki Suriyeye karşı bu kanat ile birlikte hareket edersek, onların savaşını meşrulastırmış olup, kendi ellerimizle Kürt Koridoru, Barzanistan ve ileride olacak Büyük Israil’in kuruluşuna yardım etmiş olacağız ve karşımıza Suriye, Rusya Çin'i alarak.

Gerçekten istediğimiz bu mu ? Türkmenler konusunda ortalık yangın yerine dönüşürken soralım bakalım.. 2011 yılından beri Suriyeli Türkmen kardeşlerimizi çiğ insan ciğeri yiyen katil sürüsü ile işbirliği yapmalarından neden kurtarmadık? Neden şikayet etmedik?



SERAP BALAMAN
(başharflerimizin benzerliği yanıltmasın, yukarıdaki yazı ona aittir bana değil, Serap olayları net olarak değerlendirebilen çok değerli bir arkadaştır.)






ilgili:










ABD’DE ERMENİ ÖRGÜTLENMESİ





John Kerry (bugün için Obama yönetimin Dışişleri Bakanı), 2004 yılı Ağustos ayı sonlarında Ermeni Diasporası temsilcileri ile yaptığı görüşmede sözde Ermeni soykırımı konusu ile ilgili görüşlerini "Sizi temin ederim ki, soykırımın inkar edilmesine karşı mücadeleme sonuna kadar devam edeceğim. 2005 yılı Nisan ayında benim yönetimim soykırımın 90. yıldönümünü kabul edecek ve bu gibi cinayetlerin yeniden yaşanmaması için elimizden gelen her şeyi yapacaktır" şeklinde ifade etmiştir!..    




ABD’DE ERMENİ ÖRGÜTLENMESİ



         
Türkiye karşıtlığı politikasını toplumsal geleceklerinin önünde tutan Ermeni Diasporası Ermenistan Cumhuriyeti’nde yaşayan ırkdaşlarının, dağılmış Sovyetler Birliği’nin yıllık kişi başına düşen 500 Dolar civarındaki milli gelirle en fakir mensupları olmasına göz yummaktadır. Ermeni Diasporası  2005 yılında gerçekleştirilecek olan sözde soykırım törenleri için odaklanmış durumda. Bu sözde anma törenlerinin amacı, gürültülü ve tarihi saptırıcı şekilde,  haksızlıklarla dolu senaryolarla Amerikan ve dünya kamuoyunu düzenli ve ciddi paralar dökülerek yapılan çalışmalarla etkilemektir. Şu bir gerçek ki ,maalesef Ermeni Diasporası, ellerindeki parasal güç ,medya ve siyasal ilişkilerle bunu sağlamak açısından büyük ölçüde  başarılı olacaktır.

        
Ancak dünya ve Amerikan kamuoyunun ,meclislerinde sözde soykırımı kararları alırken düşünmesi gereken önemli bir olgu var.Acaba bize yaptıkları gibi, Osmanlı İmparatorluğu dört cephede savaşırken arkadan vurdukları silahsız Türk halkına, kadın ve çocuklarına uyguladıkları vahşetin aynısını , bugün Ermeniler   bir savaş durumunda, Amerika’da yabancı güçlerin de yardımıyla gerçekleştirseler ve  bağımsız bir Ermenistan kurma girişiminde bulunsalar Amerikan devleti buna izin verir miydi,nasıl davranırdı?


Batı ülkelerindeki lobicilik yanımızın zayıflığından faydalanan örgütlü Diaspora ,sözde soykırım ve Türkiye’den toprak talepleriyle boş bulduğu meydanlarda at koştururken,uzun yıllar soğuk savaşın en kritik dönemlerinde kader birliği etmiş olduğumuz Amerikan yönetimi de işine geldiği  zaman Ermenilerin geçmişte yaptıklarını ucuz siyasal nedenlerden dolayı unutup görmezden gelebiliyor.



Ermeni Örgütlenmesi ve Siyasal Lobicilik

         
Azerbaycan’ın bir bölümünü işgal eden ve Türkiye üzerinde oyunlar oynayıp, toprak talebinde bulunma gafletinde bulunan Ermeniler, ABD’de ciddi örgütlenme sağlamışlar ve giderek  daha da güçlenmektedirler. Bu gücü arkalarına alan Ermeni kuruluşlarının yılda 300 milyon dolar harcayarak 25.000’ in üzerinde, Türklük aleyhinde film, makale, kitap, haber yayınlattığı ve bütün çabalarının Türk düşmanlığına odaklanmış olduğu biliniyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinde örgütlenmiş olan ve  en güçlü örgütlendikleri ve ülkemiz aleyhine girişimleri finanse ettirdikleri ABD’de,Yunanlı’ların aksine Amerikan  siyasetine doğrudan katılmamış olan Ermeniler, ellerindeki büyük parasal güç ve oy potansiyeli ile Amerika’nın en güçlü üç lobisinden birine sahiptirler. Bu lobi vasıtasıyla ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi’nde çok etkin ve planlı şekilde yaptıkları çalışmalarla, Amerikan Senatör ve Temsilciler Meclisi üyelerini yanlış bilgilerle yönlendirip ayrıca, şantaja varan uygulamalarla etki altına almak istemektedirler.

           
Esasen şu anda Demokrat Parti Başkan adayı John Kerry’nin de etki altına alındığı, bizzat Kerry’nin kendi söylemlerinden anlaşılmaktadır. Pasadena Star-News haber ajansına göre ,  diğer adaylara kıyasla, hem Türkiye'ye yönelik hem de "sözde soykırım" konusunda daha radikal görüşlere sahip olan  Kerry seçildiği takdirde Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Ermenilere “sözde soykırım “yaptığını resmen dile getirecektir. Kerry, 2004 yılı Ağustos ayı sonlarında Ermeni Diasporası temsilcileri ile yaptığı görüşmede sözde Ermeni soykırımı konusu ile ilgili görüşlerini "Sizi temin ederim ki, soykırımın inkar edilmesine karşı mücadeleme sonuna kadar devam edeceğim. 2005 yılı Nisan ayında benim yönetimim soykırımın 90. yıldönümünü kabul edecek ve bu gibi cinayetlerin yeniden yaşanmaması için elimizden gelen her şeyi yapacaktır" şeklinde ifade etmiştir.      




Sistematik Karalama Kampanyaları    


          
Yine siyasal alanda ABD’deki Ermeni örgütleri arasında en güçlülerinden olan ANCA (Amerikan Ermeni Milli Komitesi)’nin önderliğinde yürütülen çok kapsamlı bir kampanyayla, “Sözde Soykırım Tasarısı”nın gündeme alınıp kabul görmesi için hazırlanan Radanovich-Schiff-Pallone önergesinin tek tek bütün eyalet milletvekilleri tarafından desteklenmesi için ülke çapında kampanya yürütülmektedir. Ayrıca Ermeni kökenli seçmenlerden,  gelecek seçimlerde desteklenmeleri söz konusu olabilecek Kongre üyelerinin saptanmasında sözde Ermeni davası için yaptıkları çalışmalara göre not vermeleri istenmektedir.

         
Bu bağlamda ANCA’nın faaliyetleri çerçevesinde, Kongre’nin ve Başkan Bush’un “sözde soykırımının” tanınması için karar alması, Dağlık-Karabağ’ın Azerbaycan’dan ayrılması ve bağımsız Dağlık-Karabağ’ın ABD tarafından, tanınıp Azerbaycan’ın bu konuda doğrudan görüşmelere başlama kararı alınması, Azerbaycan’a verilen yardımla ilgili 907 sayılı kararın Kongre kararına bağlanması, Ermenistan’a olan ABD yardımının arttırılması ve yıllık en az 125 milyon dolar düzeyinde olması, ABD-Ermenistan ilişkilerinin çeşitli ekonomik ve sosyal içerikli yasalarla geliştirilmesi, Türkiye’ye satılacak silahların ve teknoloji transferlerinin kongre tarafından ciddi biçimde araştırılıp, kısıtlanması, Dağlık-Karabağ’a her yıl en az 10 milyon dolar doğrudan yardımın sağlanmasının garanti altına alınması, Ankara’daki ABD elçiliğinin, Türkiye’deki Ermeni Cemaatinin haklarının korunmasında yıllık raporlarla gözlemlerde bulunup, Kongre’ye bilgi vermesinin sağlanması gibi konularda Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin Ermeni çıkarlarına sahip çıkmaları teşvik edilmekte ve baskıya dönük planlı çalışmalar yapılmaktadır.

         
Bu konularda duyarlı olmayan Kongre üyelerine, aldıkları karne notlarının düşüklüğü nedeniyle seçimlerde, sözde Ermeni davasına verdikleri hizmet göz önünde tutularak oy alamayacakları iletilmekte ve baskı uygulanmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının da geçmişte uzun süre sürüncemede kalması yine Ermenistan’ın örgütlediği, ABD’deki Ermeni sivil toplum kuruluşlarının olumsuz ve düşmanca çalışmalarına bağlanabilir.



ABD’de Etkin Olan Ermeni Kuruluşları


         
Amerika’da halen toplumsal düzeyde her alanda örgütlenmiş Ermeni kuruluşlarından belli başlıları şunlardır:


-      AGBU (The Armenian General Benevolent Union-Genel Ermeni Yardımlaşma Birliği):Bu birlik Ermeniler’in bulunduğu bütün ülkelerde örgütlenmiştir. Yıllık bütçesi 30 milyon dolar civarındadır. ABD’nin tüm önemli şehirlerinde şubeleri vardır. Ermeni kimliğinin korunması ve geliştirilmesini hedefler. İlk, Orta, Haftasonu okulları ile Ermenistan-Amerikan Üniversitesi’nin sahibidir. Uluslararası burslar verir. AGB, AIS News, Ararat gibi dergiler çıkarır. Çeşitli kültür merkezleri ve ticarethanelerin de sahibidir. Bunun yanı sıra;
-      Armenia Fund USA (Amerikan Ermeni Fonu)
-      American-Armenia Society (Amerikan-Ermeni  Derneği)
-      Armenian Assemby of America (Amerika Ermeni Meclisi)
-      Armenian Bar Association (Ermeni Barosu)
-      Armenian Church Youth Organization of America (ACYOA) (Ermeni Kilisesi Gençlik Örgütü)
-      Armenian Engineers and Scientists of America (Amerikan Ermeni Mühendisleri ve Bilim Adamları)
-      AMIC-Armenian Medical Int.Committee (Ermeni Uluslararası Tıp Komitesi)
-      Armenian Relief Society (Ermeni Yardım Derneği)
-      Armenian Scholarship Society (Ermeni Burs Derneği)

gibi ABD’nin birçok şehrinde şubeleri bulunan sivil toplum örgütleri bulunur.



Politik kuruluş olarak;

-      Armenian Youth Federation (Eastern USA) (Doğu ABD Ermeni Gençlik Örgütü)
-      Armenian Youth Federation (Western USA) gibi etkin örgütler de  mevcuttur.



Basın Yayın ve Medya kuruluşları olarak;

Armenian Reporter (haftalık gazete)
Armenian Sentinel (haber bülteni)
Armenian Weekly (haftalık gazete)
Asbarez (Günlük gazete)
Hairenik Weekly (haftalık gazete) 
Massis Weekly  (haftalık gazete)
Armenian Forum    (dergi)
Usanogh (Aylık öğrencilere dönük dergi)
Window (Ermeni Kilisesi’ni dergisi) 
Ardzagang Armenian TV (Ermeni Televizyonu)
Horizon Armenian TV  (Ermeni Televizyonu) mevcuttur.

              


Yine çok güçlü olan ve gücünü Amerikan akademik, kültürel ve medya çevrelerinde kullanan;


-      Armenian Student Association (ASA)
-      UCLA-Armenian Student Association (Los Angeles)
-      Boston University Student Association
-      Berkley (UC) Student Association
-      Armenian Student Association University of Southern California
-      Armenian Student Association -Wisconsin
-      Armenian Students Cultural Association -Michigan
-      Armenian Students Association-MIT
-      Association at California State University-Los Angeles
-      Stanford University Armenian  Student Association


gibi ve önemli Amerikan üniversitelerinde örgütlenmiş Ermeni Öğrenci Dernekleri vardır.




Örgütlü ve Sistemli Türk Düşmanlığı


          
Bütün bu iyi örgütlenmiş Ermeni kuruluşları her fırsatta Türkiye düşmanlığı yaparak, Türkiye’yi karalamaya odaklanmıştır.Türk düşmanlığını bir yaşam biçimi haline getirmiş olan Ermeniler , Ermenistan’ın şu an içinde bulunduğu duruma çare bulacaklarına, ısrarla Türkiye ile uğraşmaktadırlar. Ermenistan, dağılan Sovyetler Birliğinden ortaya çıkan devletler arasında halkı halen en fakir  ülke konumunda iken, Kuzey Amerika!daki Ermeni Diasporası , Türk düşmanlığı yolunda ölesiye bir gayret ve kinle, film , kitap,gazete , tv haberleri için yaptığı yüz milyonlarca dolarlık harcamayı Ermenistan’daki sefalet içinde yaşayan halkına yardım olarak göndermek yerine hala bu gerçek dışı  karalamalarla uğraşmaktadır. Aynı ciddi ve büyük yanlışlığı  Türkiye’ye karşı girişilmesini destekledikleri ve dersini kesin bir şekilde aldıkları, Ermeni teröründe de yapmışlardır.




Gasp Edilen Azeri Toprakları

         
Ermenistan yıllardır Azerbaycan topraklarının bir bölümünü işgal altında tutmakta ve binlerce Azerbaycanlı kardeşimizin mağdur duruma düşmesine neden olmaktadır.Tüm bu gerçekler Batı tarafından göz ardı edilerek Türkiye’den Ermenistan’la iyi komşuluk ilişkileri kurması istenmektedir.     

Oysa ki, toprak bütünlüğümüzü tanımayan, sözde soykırım iddialarıyla ülkemizi ve milletimizi haksız ve ahlak dışı bir şekilde kötüleyen, Türk düşmanlığını profesyonel ve teröristçe bir uğraş haline getiren Ermeniler, Azeri soydaşlarımızın topraklarının %20’isini işgal altında tutarken , Türkistan bölgesine ulaşım konusunda da  ülkemizin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadırlar. Bunlara rağmen sınır anlaşmasını bile imzalamayan Ermenistan ile işbirliği için Türkiye’den her türlü özveride bulunmasının  istenmesi kabul edilir bir durum değildir.



Ermeni Etkinliğinin Geleceği ve Önlemler


Küresel gücü bütünüyle  kontrol altına almaya çalışan ABD politikasının Rum-Ermeni lobileriyle işbirliği, ABD dış politikasının bu lobilerin çıkar  amaçlarına dönük etkiler altına girme olasılığını söz konusu edebilir. Bunun sonucunda gelecekte Türk - ABD ilişkilerinde ciddi gerginlikler oluşması olasıdır.


Bu bağlamda, Kuzey Amerika’daki mevcut ve kısıtlı olanaklarına rağmen özverili ve başarılı mücadeleler sergileyen Türk dernek ve federasyonlarının  ve Türkiye’nin ABD’deki temsilciliklerinin bu güne kadar göstermiş oldukları çalışmaların daha ötesinde bir gayret ve örgütlenme  içinde olmaları ve  stratejiler üretmeleri gereği bir kez daha ortaya çıkmaktadır.




Ali KÜLEBİ, 2011
2004-2009 TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanı





ilgili:

"İstediğiniz kadar çağırın gerçekleri ortaya çıkarmak için, gelmezler GELMEZLER, 
çünkü tüm kirli çamaşırları ortaya çıkacaktır."
"The irony is that its hypocrite defenders are killing truth!"

"Cemiyeti Akvam Genel Sekreterleri, Ermenilerin düşmanla bir olup Türklerle savaştıklarını ve vukuu bulan katliamların devlet tarafından değil, fakat çeteler tarafından yapılmış olduğunu resmen ve kesin olarak teyit etmişlerdir."  - 1920 (Birleşmiş Milletler)
Ali Külebi ve Şükrü Server Aya (video)


Türkler Ermenilere Soykırım Uyguladı Mı?
Ermeni Mezalimine Uğruyanlarla Yapılan Röportajlar Neden Gizleniyor?
Tehcir BM Sözleşmelerine Göre Soykırım Sayılır Mı?
Kim Kimden Özür Dilemeli?
Hakkari ve Van'da Neler Oluyor?
Vatandaş Devletten Neler Bekliyor?
Saygı Öztürk "Ermeni Sorunu" (video)

Türker Ertürk'ün Şükrü Server Aya ve Ermeni Sorunu ile ilgili makalesi: