Aslında embesil nesil yetiştirmek istiyordum. Kafiyeliydi de üstelik. Embesil nesil. Ama kaptırdık o işi artık, değilmiş nasip.
Küçüklüğümden beri var bu bende. Nesil yetiştirme arzusu yani. “Mania” halinde. Manyak nesil yetiştirmek istiyorum işte. Manyakça demem lazım aslında. Ama bozuldu Türkçe. Olsun, bozulsun, iki anlamlıymış gibi oluyor böyle. Hem yetiştireceğim nesillerin manyak olmasını istediğim, hem de bunu manyakça, manyak gibi istediğim anlaşılabilir.
Hem de fodul. Neydi tam olarak o laf? Hem kel, hem fodul, hem de…
Neydi yahu, videosu vardı bunun, şimdi hatırladım. Gugıllayalım bakalım. Duruyormuş işte hâlâ, hemen paylaşalım: http://www.youtube.com/watch?v=8lxQPlybJMA
İzlediniz değil mi? İşte böyle yetiştirmek istiyorum ben de. Böyle derken, bunun dediği gibi de oluyor, aynı bunun gibi de oluyor. Esnek, elastik, lastikli bir dil bu Türkçe. Şahane. Hem öyle hem böyle, hem de ebleh.
Evet, bu işler böyle. Yetiştirince bir dalda üç kuruş olacak hem de. Üç taşla beş kuş muydu yoksa? Aman, her neyse, dünya globelleşti, anlayana sivrisinek davul çalar. Burada asıl mesele, elemanları iyi yetiştirmeye bakar. Bunun için de kültür şart. İmdada din kültürü ve ahlak bilgisi yetişebilir.
Yetiştirebilir. Yetiştirilebilir. Hepsi olabilir.
Baktığınızda, zaten “kültür”ün tanımında, kökeninde, fıtratında var bu “yetiştirme” işi. “Ekin” demeye çalışmıştı bir zamanlar öztürkçeci birileri. (Kaldı mı hâlâ öyle garip dil erleri, kaldıysa temizlemeli!?)
Ekip ekip yetiştiriyorsunuz işte, tarımsal mahsul gibi. Ekip ekip derken, ekipler, gruplar, kitleler halinde de olabilir, ekerek, ekim, dikim vb. şeyler yaparak da olabilir. Çok elastik. Ve global. Baktınız ekerek olmadı, esinti formunda bile olabilir. Form var, formatlamak yok ama. Rüzgâr ekiyorsunuz fırtına biçiyorsunuz mesela.
Yok, o olmadı, hurafe ekiyorsunuz ebleh biçiyorsunuz. Olabilir.
Sağcılık ekiyorsunuz yine ebleh. Gayet iyi.
Muhafazakârlık ekin, garantili ebleh.
Neydi şarkı, tektaşımı kendim aldım, üç kuşumu kendim vurdum.
Bir kuşu esirgemezseniz üç kaz mı gelecekti yoksa?
Her neyse, yetiştirirken, tohum kalitesiydi, yetiştirici değneğiydi, sürülmüş topraktı, saha ve zeminin elverişliliği falan fıstık hepsi bir güzel ayarlanmalı. Ama kâfi değil. Bunun gübresini de iyi vermek gerekli.
Sadaka kültürü olabilir mesela. Ekonomik gübre.
Korku, nefret, ayrımcılık, önyargı...
Sosyal ve kültürel gübreler bunlar. Çok var.
Ayrımcılık erkeğin kadına fevkalade üstünlüğü şeklinde de olabilir (farklı bir cinsel eğilim olursa, o zaten kafadan yerin dibine batırılabilir) sünni / hanefi / türk üçlüsüyle diğerlerinin alayı arasında da. Bu hassas noktalarda, gübresini bol koyarsanız gürbüz nesiller yetişir.
Üstüne bir de toprak bereketliyse yan mahsuller de verir. Hatta bu iş, GDO’ya, Genetiği Değiştirilmiş Organizma’ya kadar gider. Sağın büyük üstatlarından Sayın Mengele bu işin piridir. Nitekim organizmada gerekli kafatası ölçülerini, uygun göz renklerini vb. temin ettiği yetiştirme pratikleri, bu sahada tüm dünyaya emsal teşkil etmiştir.
Neyse, devir o devir değildir.
Hijyen ırk yetiştirme işleri geride kalırken; şimdi yetiştirme süreçlerinde yeni formüller, yeni tarifler, tarifeler belirmiştir.
Misal, gelecek nesilleri garanti altına almak için muayyen miktarda cinci hoca, üfürük ve muska; geceleri yatmadan önce dunganga dunganga, sabah kalkınca günlük fal ilavesi ile birlikte uzun süre verilebilir.
Tabii daha ilmî olması açısından, yetiştirilecek beher genç dimağa, her allahın günü üç ölçek korku, beş ölçek itaat, sekiz ölçek tevekkül ve sınırsız sayıda dogma yerleştirdikten sonra, gayet elastik görünümlü skolastik felsefenizle eser miktarda mistisizm ve postmodernizm ilave edebilirsiniz. Garantilidir.
İyi yetiştirilirse eleman, “din elden gidiyor” provokasyonu her zaman iyi iş yapar. İcabında, içindekilerle birlikte otel yakmaya kadar götürür.
Baktınız daha mülayim bir arkadaş, öyle ateşle barutla işi yok; bu durumda televizyon ve özellikle diziler, iyi yetiştiricilerdir. Tabii belli dönemlerde, belli şekillerde haya duyguları, güncel ve tarihi olguları, global vurguları vb. açılardan içeriklerine müdahale etmek gerekebilir.
TV’nin yanında bir hayli marjinal kalsa da edebiyat, musiki falan da bilhassa buluğ çağı tabir edilen o meş’um safhada önemlidir, ihmal edilmemelidir. Mesela şiir dediniz mi, mehmet akif, necip fazıl, sezai bey yahut hocaefendi… hemen bilinmelidir. Evet, sonuncusu da şair, ne belledinizdi?
Yetiştirmeden sorumlu kurumların üst düzey sorumlularından, örneğin Gençlik ve Spor Bakanı’ndan daha mı iyi bileceksiniz ki: Bakan Fethullah Gülen'in şiirini bilmeyen öğrencileri azarladı!
Tabii daha bu veletler buluğa muluğa ermeden önce, milli ve benzeri eğitimlerini tümüyle diyanete bağlayıp evrim türünden tüm zındık teorilerini de yukarıya havale ederseniz, kuşkusuz hızlı ve pratik birçok netice elde edebilir, ağacı yaşken eğip şiir ihtiyacını da hepten ortadan kaldırabilirsiniz. Siz bilirsiniz.
Sen yetiştirmek istiyorsun ama bunun hazır yetişmişi de var zaten, oradan da kullanabilirsin mi diyorsunuz?
O başka, bu başka. Onlar getiriyor zaten tüm bu torna tezgâh kültürünü aşka. Amma da vizyonsuzmuşsunuz ha!
Eleştirel akıl mı, yaratıcı hayal gücü mü, özgürlük ve eşitlik idealleri mi, hayallerin hayattaki karşılıkları, bir olanaklar toplamı olan insan yavrusunun potansiyellerinin gelişmesi, hayata geçirilebilmesi mi?
Ne diyorsunuz, el insaf yahu!
İsyankâr mı olsun yani, ver afyonu!
Başını mı kaldırdı, ver değneği!
Yoksulluktan sokağa mı düştü, ver tineri… oldu bitti.
Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesil mi?
Yetişir gari…
ALİ MERT - SOL HABER 9 Şubat.2012
....
'Başarılı öğrencileri imam hatiplere yönlendirin'
AKP, yoksul çocukların okullarını sıfırladı
Saygı Öztürk- sözcü
______________________