Translate

25 Mayıs 2014 Pazar

MİLLİ BAĞIMSIZLIĞIMIZI ÇİĞNİYORLAR!





Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Okmeydanı’nda, yazık ki, kelimenin tam manasıysa “kim vurduya” giden Uğur Kurt’un katline neden olan olayları değerlendirirken “Polislerimizi diri diri yakmak isteyenlere karşı da mücadelemizi elbette vereceğiz... Onlarla mücadele edenlerle, biz de elimizden geldiği kadar mücadele etmeliyiz.” dedi.

Alâ...

***

Tarih: 27 Mart 2014...

Seçime “üç” kala...

Yer: Silopi, Şırnak...

PKK’lılar yol kestiler...

Kimlik kontrolü yaptılar...

Durdurmak istedikleri araçlardan biri, ilçe emniyet müdürlüğü bekçisi Nurettin Bal ve iki polis memurunu     taşıyordu.

PKK’lı teröristler araca Molotof kokteyli attılar...

Polisler dışarı çıkamasınlar diye otomobilin kapılarını tuttular...

Bal ve Aydemir araçtan hafif yanıklarla kurtulmayı başardılar...

Ama o;

Zeynep Özçelik...

33 yaşında gencecik bir     kadın...

Gencecik bir anne...

Ayaklarıyla arabanın camlarını kırmaya çalıştı... Kırıp da kendini dışarı atana kadar cayır cayır yandı.

Kendini sağa sola atarken, etraftakiler sadece baktı...

Dicle Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldığında vücudunun yüzde 49’u yanmıştı. Derhal Ankara’ya, GATA’ya     yollandı.

Bilinci yarı açık halde bindiği ambulans uçakta kendinden geçene kadar 3 yaşındaki kızı Elif’in adını sayıkladı.

Aylarca komada kaldı; gözlerini -daha birkaç gün önce- açtığında, ağzından ilk çıkan yine Elif’in adıydı.

***

Sayın Arınç, önceki günkü açıklamanıza, sergilediğiniz kararlı duruşa (!) güvenerek soruyorum:

Polis bacınızı diri diri yakan PKK’lı teröristlerle nasıl mücadele ettiniz?

Ettiniz mi?

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde asan, kesen, yakan, yıkan teröristleri derdest ettiniz mi? TOMA’nızı, tazyikli suyunuzu, biber gazınızı, plastik merminizi, kurşunlarınızı kuşanıp da Zeynep polisin imdadına yetiştiniz mi?

Haydi diyelim  “Okmeydanı terörü”nün , “iktidar zulmünü” perdelemek için ihale edilmiş “taşeron örgüt işi” olduğuna, halkı “ölümüne” tahrik edip, zalimleri  “mağdur” katına taşımayı amaçladığına uyanamadık;  “maskeliler”e karşı yanınızda yer aldık, aslında     “aynı safta” olduğunuzu     anlamadık...

İyi de, Zeynep’in hayatına, onun bedeninde devlete kast edenler ellerini kollarını sallaya sallaya yol kesmeye devam ederken hâlâ Silopi’de, nasıl inanalım “terörle mücadele” ettiğinize?
Körleştik de; o kadar da değil be!


Peppeekolik terörist!

Gördünüz değil mi Uğur Kurt’un fotoğraflarını;

“Ucube” bir “yaratık”mış gibi sanki  “Aleviiiii”, “Aleviiiii” diye gözünüze sokma çabalarına karşın,  eş zamanlı olarak “Aleviliği”, “Alevileri” terörize etmek için üstünü başını parçalayanlara rağmen nasıl da kavradı her birimizin bir tarafını...

Fenerbahçelileri... Babaları... Yeni evlileri... Karısına aşkla bakan kocaları... Asgari     ücretle geçim derdinkileri mütevazi aileleri... Taşeron işçileri... 

Beni “yakalayan” bebek odasının kapısına astıkları “Peppee” resmiydi.

Elim vicdanımda, sordum kendi kendime:
Peppeekolik bir terörist olabilir mi?

Evladını, iktidarın yasaklarına rağmen 23 Nisan kutlayan, Cumhuriyet Bayramı kutlayan, “İzmir’in dağlarında çiçekler açar...” söyleyen Peppee’yle büyütür mü     bir vatan-millet düşmanı?

O çekirdek aile resminin arkasındaki     bu minicik detay bile yeter oyunu bozmaya;

İstediğiniz kadar “yasa dışı”         konumlandırmaya çalışın, bu topraklarda     700 yıldır yasa dışı yaşıyor zaten Aleviler...     Yok sayılıyorlar... Dışlanıyorlar... Kuşaktan kuşağa, zifiri karanlıkta yazılmış bağnaz hikayelerin “öcüleri” gibi aktarılıyorlar... 

Sürülüyorlar...  Ve buna rağmen tuzağa düşmüyorlar; siyasi iktidarlara kızıp “Cumhuriyet”i yakmıyorlar...

“Atatürk”ün yanındalar hâlâ; sapasağlam duruyorlar...

Dün olduğu gibi bugün de sırf bu nedenle; milletin “bölünme”ye karşı direncinin nirengi noktası oldukları için “marjinal”leştirilmek     isteniyorlar...

Onlar şerbetli bu fitneye, yine boyun eğmezler; yeter ki toplumun Alevi olmayan     kesimleri “siz” demesin “biz” diye Türklüğe can verenlere!


Hafta sonu keyfi!
Cumartesi sabahı... CNN Türk’te gazeteci Hakan Çelik’in program açılış anonsu...
Duygusal bir ses tonuyla, Soma’daki katliam ve Okmeydanı’ndaki cinayetler karşısında yaşadığı acıyı anlatıyor... Ekranda ise “hafta sonu keyfi” yazıyor...     

Tamam programın adı da, milletin     yasının üzerine     basmak zorunda mısınız Allah aşkına... Lafınız başka, işiniz başka... 


Yazarınız “beşik”ten bildiriyor
Bunca gerilime, hiddete, şiddete, baskıya dayanamadı tabii     “fay hattı” kırıldı! 

O kırılmanın “çatırtı”sının en şiddetli hissedildiği yerlerden birindeydim dün;     yanımda küçücük     bir çocuk...     Çok sallandık...     Allah beterinden korusun ama     çok sarsıldık...     Ağladı tabii.  Birbirleriyle helalleşen, son dualarını eden, çatıdan     yağan kiremitlere     aldırmadan     kendilerini sokağa atan halkımızın ortasında sakinleştirmek kolay olmadı... “Paniğe kapılmış grup” psikolojisine sıkıştık... İnsanlar -yine- merdivenlerde birbirlerini ezerek kurtulabileceklerine     inanmışlardı;     dehşete kapıldık... Olası bir doğal afette; göçükten değil ama bu cehaletin öldürücü etkisinden     korkarım!

 Çok şükür, -şimdilik- atlattık... Minareler yıkıldı, çatılar çöktü, duvarlar patladı ama Valimiz “bir şeyimiz yok” diyordu televizyonda; rahatladık! 

Hepimize     geçmiş olsun... 

Can derdine düşüp, yazılarda sürçi lisan     ettiysem affola...


Selcan Taşçı
25 Mayıs 2014
Yeniçağ



Köln'de protesto




...



21.Y.Y.ın Ölüm Arenası: ORTADOĞU
Roma imparatoru Vespasion 50 bin kişilik, 
80 kapılı devasa bir yapı olan Colosseum’u inşa ettirdi. Vespasion’un oğlu Titus Colosseum’u M.S 80 yılında tamamladı. Oturma düzeni toplumsal sınıflara göre ayarlanmıştı. 
Önler soylular için, en arkalar da köleler için ayrılmıştı. 
Ancak köleler, gösteriler başlamadan önce soyluların yerlerine 
bir süre oturarak taşları ısıtırdı!

100 gün ve gece süren açılış oyunlarında 5 bin hayvan ve 
yüzlerce insan kurban edildi.



Beyaz adamın yeni arenası, yani Colosseum’u Ortadoğudur.


Zahide Uçar yazısı için



....



2011 Türkiye İç Savaş Raporu

Terörizm uzmanı Sefa Yürükel, 2003'te Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde gizli bir raporu okuduğunu söylüyor. Rapora göre Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlanıyor. Hatta rapor sanki bugünleri anlatıyor. 2003 yılının Şubat ayı sonu.

Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde terörizm uzmanı Prof.Dr. Toje Bjorge'nin odası. Aynı zamanda Danimarka vatandaşı, Norveç'te yaşayan Sefa M. Yürükel, daha öce araştırmacı olarak görev yaptığı enstitü'den rutin ziyaretlerinden birinde. Prof. Bjorge'nin masasında 35 sayfalık bir rapor Yürükel'in dikkatini çekiyor.

Raporun başlığı "2011 Türkiye İç Savaşı". Yürükel şoke oluyor.

Raporu eline aldığında 35 sayfayı dikkatle okuyor. Sanki daha o yıllarda bugünler tarif edilmiş! Ortada müthiş bir iç savaş senaryosu dolaşıyor! Bu esrarengiz raporun kimler tarafından, nasıl ve ne zaman yazıldığı meçhul. Çünkü raporun kopyasını alamıyor bile. Ama raporun tam anlamıyla bir gizli servis elinden çıktığı anlaşılıyor. "Türkiye için iç savaş senaryosunu yazdılar, şimdi de yönetiyorlar.

-Raporu ne zaman gördünüz?

-Bu raporu 2003 yılının Şubat ayı sonunda Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde gördüm. 2 defa okudum.

-Sizin elinize nasıl geçti?

-Ben daha önce Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde araştırmacı olarak çalıştım. Doğal olarak arada bir uğruyorum oraya.

-Peki, orada nerede okudunuz bu raporu? Kimdeydi rapor?

-Orada terörizm konusunda araştırmalar yapan Prof.Dr.Toje Bjorge'nin odasında okudum. 35 sayfalık bir rapordu.

-Kapağında ne yazıyordu raporun?

-"2011/Türkiye İç Savaş" başlığını taşıyordu. Amerikan İngilizcesi ile yazılmış olup, akademik-istihbaratçı bir kimse tarafından yazıldığı belli oluyordu. Ben rutin akademik araştırmacı olduğum için her akademisyen araştırmacı gibi bunu rahatlıkla anlayabilirim. Daha sonra aklımda kalanları not ettim.

-Bir isim yazıyor muydu?

-Hiçbir isim yazmıyordu.

-Gizli servis tarafından yazılmış bir rapor olabilir mi?

-Her tarafına baktım raporun bulamadım açıkçası bir isim, ibare.

Yalnız şu var çok ciddi bir araştırma yapıldığı ve araştırmanın da çok iyi biçimde teorikleştirildiğini gördüm. Bunu normal bir akademisyenin yazmadığı belliydi. Türkiye' de eli kolu olan kimselerin yazdığını anladım. Belki bir ekip araştırmayı yaptı ama tek elden yazıldığı anlaşılıyordu.

-Sözünü ettiğiniz profesör size bu raporu ne diye verdi?

-Bana "Bu aralar ne araştırması yapıyorsun? " diye sordu.

Ben normalde soykırım üzerine çalışırım. Profesöre, "terörizmle uğraşıyorum" dedim. Biraz fikir alışverişinde bulunduk. Masasında bazı notlar, yazılar vardı. Bakabilir miyim dedim. İstediğini okuyabilirsin dedi. Onların arasından çıktı bu rapor. Bazılarını kopya etmeme müsaade etti. Ama o raporu vermedi. Bunun anlamı şu, Rapor sadece belli yerlerde dolaşıyor. Norveç Uluslar Arası İlişkiler Enstitüsü Norveç devletinindir. Resmi bir kimliği vardır. Buradan diplomatlar çıkartılır. Bütün Norveç'in diplomatları üst düzey yöneticileri bu merkezden elenir. Çok önemli bir yerdir.

-Prof.Toje Bjorge önemli bir isim mi?

-Norveç açısından önemlidir. Fakat ona bu raporu direkt vermemiş olabilirler. -Uzmanlık alanı nedir onun?

-Terörizm ve ırkçılık.

-Neden 2011 yılı planlanıyor sizce?

-AB'nin dayattığı kurallar meselesi var. Irak'a müdahale belki daha önceden planlanmıştı, bu zaten doğru, bölgede büyük bir değişiklik yaratılacağı, mesela Büyük Ortadoğu Projesi kapsamı var, bölgede haritanın değişmesi söz konusu. Buna Türkiye de dâhil bütün bu dayatmalarıyla Türkiye'nin buna 2011 yılına kadar dayanabileceğini, ondan sonra da taviz vererek gücünü yitireceğini planlıyorlar.

Bugünlerde yaşanan gerginlik ve çatışma ortamının yoğunlaştırılması planı var. Batılılar tarafından öngörülen senaryo şu anlama geliyor:

Batılılar bu işin senaryosunu hazırlamakla kalmamışlar, aynı zamanda Kuzey Irak'ta ve Batı Avrupa'daki PKK büroları müsamaha görüyor. Burada bir koruma var ve onları da terörist olarak görmüyor.

-Peki, bu raporun hazırlanma tarihi hakkında bir bilginiz var mı?

-Ben 2003 yılında okudum çok önce de hazırlanmış olabilir rapor. Çok önce hazırlanıp bugünleri gösteren bir senaryodur bu rapor.

-Bu rapor Türkiye'de bir iç savaş çıkarmak maksadıyla mı yazılmış peki?

-Hayır, ama rapor Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlandığının tescili özelliği taşıyor. Batılılar genellikle böyle senaryolar hazırlarlar, ondan sonar da arkasına güç koyup harekete geçirirler. Irak' ta olduğu gibi mesela. Bu raporu yazanlar PKK'yı harekete geçiren güçler demek abartılı olmaz. Aynı güçlerdir yani.

-Adres nereye çıkıyor?

-Batılı ülkelerdir. Esas hedef sadece Türkiye değil, İran ve Asya'dır. Direkt CIA diyemem ama bu rapor ABD'ye çok uyuyor.

Batının kendi arasında bu konuda bir uzlaşı var anlaşılan. Bu çok net görülüyor.

-Türkiye'de iç savaş çıkartılarak ne amaçlanıyor?

-Türkiye Batı'ya göre çok büyük bir ülke. AB yetkililerinin demeçlerinde de var bu. Türkiye'yi küçültmek istiyorlar. ABD' ye direnemeyecek bir Türkiye olmalı ve haritası değiştirilmeli. Amaç, Kürdistan kurularak Türk devletinin zayıflatılması ve boyun eğdirilmesi. Bu da kendilerinin hassas olarak tanımladıkları, karışık bölgelerdeki etnik çatışmalar çıkartılarak yapılacak. Çünkü bu dünyanın en tehlikeli işidir. Raporda şu da geçiyor, Türkiye' de herkes kendi etnik kökenine göre yolunu seçebilir.

Mesela ordu ve polis içindeki Kürtler de Türkler de yolunu seçebilir deniliyor, büyük bir çatışmada. Bu Yugoslavya'da olmuştur.

O bakımdan Türk devletinin böyle bir çatışmayı önleyemeyeceği vurgulanıyor. Raporda hazırlanan bu senaryo, geçmiş yıllarda Türkiye'de uygulananın aynısı. Bu kadar net senaryo yazılamaz.


Bunun anlamı;
BU SENARYOYU HAZIRLAYANLAR BUNU UYGULAYANLARDIR.

"TÜRKİYE'NİN ESKİ HUDUTLARI KALMAYABİLİR, HARİTASI DEĞİŞEBİLİR"


Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde Sefa Yürükel'in okuduğu raporda 5 bölüm bulunuyor. Her bölümde teorik yaklaşımlar ve senaryolar, iyi rafine edilmiş istihbarat bilgileri yer alıyor.
Sefa Yürükel , "Bizzat yerel işbirlikçiler veya casuslar tarafından verilen bilgilere atıf yapılıyordu" yorumunu yapıyor.

1.Bölüm: 
Türkiye'nin jeopolitiği ve uluslar arası siyasi coğrafyasına yer veriliyor. Yürükel, "Burada daha çok teorik yaklaşımlar vardı. Bu Türkiye'nin daha çok dışarıya dönük yönünü açıklıyordu" diyor.

2.Bölüm: 
Türkiye'nin siyasi, sosyal, tarihi, dini, mezhepsel, etnik ve kültürel yapısı üzerine özet halinde ampirik datalarla güçlendirilen rakamların yer aldığı bir bölüm. Bu bölümde özellikle Kürtler-Türkler demografisi ifadeleri altları çizilerek yer alıyor.

Yürükel, raporun bu bölümünde yer alanları şöyle anlatıyor;

Şehir, şehir hatta bazı kasabalar (Kızıltepe, Pazarcık,..vs) gibi yerlerin adı geçiyor ve demografisine örnek olarak yer veriliyordu. Burada esas değinilen karışık oturulan bölgeler biçimindeydi.
Yani Türkiye'nin çatışmaya dönük raporu yazan tarafından etnik demografisi çıkarılmıştı. Buradaki verilerden de hissedildiği gibi Türkiye içerisinden birileri (işbirlikçiler, casuslar, ...vs.) bu raporun yazılması amacıyla çatışma hedefine yönelik olarak çok rafine sayılabilecek hassas ve ayrıntılı bilgi vermiş ve toplamıştı.

3.Bölüm: 
Rapor'da "hassas bölgeler" diye bir tabir geçiyor. Rapor da ifade edilen Türk ve Kürt etnik kökenden insanların, iç içe ya da sınır bölgeleri olarak Malatya, Erzurum, Maraş, Gaziantep' in bulunduğu yerlerin gelir dağılımı ve siyasi yapısı, ayrılıkçılığa veya devlete karşı çıkışı ya da devlet safında ayrılıkçılığa karşı çıkışa meyilleri ve güç oranında değişken olabilecek durumlar hipotetik olarak ele alınıyor.

4.Bölüm: 
Devletin ve PKK'nın Güneydoğu Anadolu'daki halk içerisinde etkisi ve bölgedeki stratejik konumu ele alınıyor. Yürükel bu bölümle ilgili de şunları kaydediyor :

-"Raporda sanki burada ikili bir iktidar söz konusu havası veriyordu. PKK' nın harekete geçebileceği NGO ve siyasi bağlantılı güçlerin hassas bölgelerde kontrollü bir çatışmayı yaratıp yaratmayacağı veya Kaosa yol açıp açmayacağı konusunda sorular soruluyordu. Aynı zamanda devletin bu bölgelerde önemli ölçüde zayıf olduğu sadece askeri ve polis gücü ve aşiret gücü olarak varlığını sürdürdüğü fazla bir kitle tabanına sahip olmadığına vurgu yapılıyordu. Yani rapor PKK'yı etnik çatışmaları istediği anda çıkartıp istediği anda da durdurabilecek ve tek muhatap olabilecek bir güç olarak ele alıyordu."

Bu bölümde ayrıca hassas bölgeler dışında Metropol ve turizm bölgelerinde de önemli ölçüde karışık demografik yapının varlığı üzerinde duruluyor ve burada "ayrılıkçı milliyetçiliğin ve ona bağlı toplumun" değişken ve çarpışabilecek ideolojik ve siyasi tutumları fiziki bir çatışma ortamı hazırlayabileceği üzerinde duruluyor. Süreç 1987 olarak başlatılıyor ve 2011 yılına kadar burada düşük ya da yüksek yoğunlukta çatışmaya varabilecek bir hareketlenme olacağının altı çiziliyor. Yürükel bir noktanın daha altını çiziyor:

"Burada benim dikkatimi çeken bir şey çok kesin ifadeler kullanılması idi. Sanki raporu yazan çatışmanın yani iç savaşın olacağından eminmiş gibiydi."

5.Bölüm: 
Türkiye'nin iç savaşa doğru sürüklendiği ve sonuçları üzerinde duruluyor. BM, AB, NATO, Batılı ve bölge devletlerinin tutumları üzerinde değerlendirmeler yapılıyor.
Yürükel' in notu şöyle;

"Burada, Batı'nın çok kan akıtılan bölgelere askeri, siyasi ve insani müdahele edebilme olasılığı üzerinde duruyordu. İç savaş terimi kullanılıyor ve bölgede bu iç savaşın yayılma ihtimali dolaylı yardım veya doğrudan katılma şekliyle göz önünde bulunduruluyordu.

Sonuçları üzerinde duruluyordu. Bu bölümde raporun toparlanması yapılıyor. Türkiye'nin esas mevcut yapısının, Kürt ve Türk demografisi şeklinde ele alınmasının icap ettiğini, 2011'e kadar doğabilecek fiziki çatışma ortamının neler getirip neler gotüreceği, bölgesel ve uluslar arası boyutunun üzerinde duruluyor. Türkiye' nin artık eski hudutlarının kalmayabileceği ve haritanın değişebileceği ve Batı'nın buna karşı çıkmasının söz konusu olmadığı ifadeleri kullanılıyordu.


Yayınlandığı yerler: Eylül 2005 Tempo ve Haftalık Dergileri

Önemli Not: Herkese bu dergilerin birer kopyasını bulmalarını ve scan yaparak tüm internet ağlarına göndermelerini tavsiye ederim. Çünkü orada konu ile ilgili bazı Eksperlerin yorumları vardı. Bu e-maili bilgi akışı için tüm ağlara ulaştırmanızı rica ediyorum.

Saygılarımla

Sefa M. Yürükel,
Antropog & Etnograf
Soykırımlar ve Terörizm Araştırmacısı
Lahey Türklere Soykırımları Araştırmalar Vakfı Başkanı (TGRF)



Diğer makalesi:
Haydi Türkiye Milli Birleşik Cephesi’ni Kuralım!
Bir olalım, İri olalım, Diri Olalım Türkiye’yi Kurtaralım!
Ne Mutlu Türküm Diyene!

Sefa M.YÜRÜKEL, 14 Aralık 2012 link




........



Bugün "ahval ve şerâit", 19 Mayıs 1919'dan daha elim ve vahimdir. Düşman silah ve cephanesiz ülkemizi işgal etmek için, her türlü aracı kullanmaktadır.

Karşımızda İngiliz, Anzak, Yeni Zelandalı, Fransız, İtalyan, Yunan yoktur. Artık ne Wilson Prensipleri ne de İngiliz Muhipleri Cemiyetlerine ihtiyaç kalmamıştır.

Görünürde Hınçak, Taşnak, Makabi, Lions, Etnik-i Eterya, Teali İslâm,Mavri Mira ve Kürt Teali gibi dernekler de yoktur.

Onların yerini Sn. Sefa M.Yürükel'in bizlerle paylaştığı 2011 Türkiye İç Savaş Raporu'unda öngörüldüğü gibi NGO'laştırılmış üyeleri, yöneticileri Türk olan ve dışarıdan nemalanan STK'lar, 1. Paylaşım Savaşı'ndaki ayrılıkçı derneklerin görevini bilerek veya bilmeyerek üstlenmişlerdir.

Sendikaların büyük bir çoğunluğu ele geçirilmiş durumdadır. Siyasi partilerin genel başkanları dış güçler tarafından seçilmekte veya işbirliğine rıza göstermediği takdirde, çeşitli oyunlarla al aşağı edilmektedir.

Çünkü Türkiye küresel çeteleri yöneten sekiz ailenin 
en büyük hedefidir.

* Rockefeller
*Goldman Sach
*Lehman Brother
*Kahn Loebs... 
Bu dört aile Amerika'da yaşamaktadır.

*Rohtschild
*Warburg
*Lazard
*Moses.... 
Bu dört aile ise Avrupa'da yaşamaktadır.


Dünya'daki ekonomi ve banka politikasını bu sekiz aileden oluşan küresel çeteler yönetmekte ve yönlendirmektedir. Ancak en önemli ve en büyük bankalar Rockefeller ve Rohtschild ailerinin elindedir.

Şimdi bana şu soruyu sorabilirsiniz, yazdıklarının Cumhuriyet'in 88. yılıyla ne ilgisi var? Yazının ilerleyen bölümlerinde, yarı sömürge ve emperyal projelerin merkezi haline getirilen Türkiye'nin, bu küresel çetelerin talimatlarına göre yönetildiğini saptayarak, bu bağ kendiliğinden kurulacaktır.

1921 yılında Amerika'da bir düşünce kuruluşu CFR -Dış İlişkiler Konseyi ( Council of Foreign Relations) kurulmuş, küresel çetelerin dünya hükümranlığı için göreve başlamıştır. Bu kuruluş, dünyaya egemen olmak isteyen ABD hegemonyasının sivil örgütüdür. Ulus devlet düşmanıdır, kurulmak istenen Yeni Dünya düzeninin, bir dünya gladyo örgütüdür. CIA'nın bile başaramadığı örgütlenmeleri başaracak para gücüne sahiptir ve yayılmacı siyaseti ile de her ülkede görevlendirecek etki ajanlarını bulmakta zorluk çekmemektedir.

Bu kuruluşun onursal başkanı ise şu bizim meşhur Rockefeller ailesidir. Bu kuruluş Yahudi küresel çete baronlarının emrindedir. Dünyadaki devlet sayısını en az 1000'e ulaştırmayı öngören bu küresel çete, başka ülkelerdeki kendilerinin emir talimatlarına uygun olarak çalışacak siyasetçileri de bulur, sınavdan geçirir ve iktidara getirir.

Türkiye'de ise CFR'nin isim babalığını yaptığı bir iktidardadır. AKP, Kurucular Kurulu'nun CFR'nin memorandumunu tüzük olarak kabul ettiği ise bir gerçektir.

Bu parti 3 Kasım 2002'den beri iktidardadır. İktidar partisinin Genel Başkan'ı 59. Hükümet'ten bu yana Başbakanlık görevini de yürütmektedir.

Bu görevin yanı sıra, BOP, Dinler Arası Diyalog ve Küresel Terörizmle Savaş Kuruluşu'nun da eşbaşkanlığını da görev olarak kabul etmiştir. Özellikle dünyanın en büyük teröristi ABD ile, birlikte terörle mücadelede birlikte hareket etmesi son derece düşündürücüdür.

Bu politikalar çerçevesinde Erdoğan tüm siyasi erki kendinde toplamış, bütün devlet kuruluşları Başbakan'ın emri ve denetimi altına girmiştir. Aslında Bakanlar Kurulu tek bir kişiden müteşekkildir.

Bunun yanı sıra Türk Silahlı Kuvvetleri bir suç mekanizması gibi gösterilerek aşağılanmış, PKK ile savaş alanı daraltılarak, yetkisi kısıtlanmış ve ordu bu terör örgütünü "yenemeyen, yok edemeyen, halkına yönelik katliam planları hazırlayan bir örgüt olarak gösterilmiştir.

Hal böyle iken bizlerin, Cumhuriyet'in kuruluşunun 88. yıl dönümünü gönül rahatlığı ile kutlamamız mümkün müdür Gazi Paşam?

Peki, çare nedir?

Çare hamasi nutuklar atıp, duygusal yazılar yazıp, şiirler okuyup, tören meydanında arz-ı endam etmek midir?

Elbet de değildir...

Bugün Türkiye'de ölçülemeyecek büyüklükte bir deprem olmuştur. Van depremi bahane edilerek tüm Türkiye'de Cumhuriyet Bayramı törenlerinin yapılması bir Başbakanlık Genelgesi ile yasaklanmış ve bu YASAK, Resmi Gazete'de yayımlanarak, yürürlüğe girmiştir. Genelge tün valiliklere de gönderilmiştir.

Depremin şiddeti çok büyüktür. Mustafa Kemal'in Türk milleti birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Cumhuriyet'in kuruluşunun 88. Yıl dönümü kutlanamayacaktır, yasaktır.

Ancak Mustafa Kemal 10. Yıl Nutku'nda; " Bu bayram onurlu bir halkın milli birlik ve beraberliğinin ürünüdür." demektedir.

Şimdi milli şuraların tam toplanma vaktidir. Tıpkı senin yaptığın gibi Gazi Paşam... Senin yaptığın gibi...

İşte Amasya Bildirgesi! Nasıl seslenmiştin Türk milletine;

"Vatanın tamamı, ülkenin ve milletin istiklâli tehlikededir. 
Ülkenin ve milletin istiklâlini gene milletin 
azim ve kararı kurtaracaktır."

"Ya İstiklâl- Ya Ölüm!"


Ve Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Sivas'tan 62 delegenin katıldığı, Mustafa Kemal'in Başkanlık ettiği ilk Milli Şura..

Bu Şura'nın en önemli kararı vatanın bölünmez bütünlüğü ve manda ve himayenin kabul edilemeyeceğidir..

Sivas Kongresi... 4 Eylül 1919... Bu Şura'da ise milli güçleri birleştirerek, milli güçleri idare edebilecek bir teşkilatlanma süreci gerçekleşmiştir. Anadolu'da gücünü halktan alan siyasi ve milli örgütlenme tüm vatan sathında, "Ya İstiklâl- Ya Ölüm" şiarının önderliğinde bir bağımsızlık ihtilaline dönüşmüştür.

Küresel çetelerin işgali ve Eşbaşkan'ın yöneterek yönettiği Türkiye'de, eğer onurumuz olan Cumhuriyet'in kuruluş yıl dönümünde de törenler yapmamız engellenmişse, milli şuraların toplanma zamanı değil midir Gazi Paşam?

Gücünü mutlaka halktan alan, milli örgütlenme derhal gerçekleştirilmeli ve tüm vatan sathında teşkilatlanmalıdır. Çünkü vatanın istiklâli, Cumhuriyet'in bekâsı tehlikededir.

Yaptırılmayan Cumhuriyet Bayramı tören ve resmi geçitleri Türk milleti için yeniden dirilişin, aralarındaki her türlü etnik, siyasi, dinsel ve mezhepsel farklılıkları öteleyen bütün milli güçler için 29 Ekim 2011 bir milâdı olmalıdır Gazi Paşam.

Tüm "cenahlar" bir araya gelmelidir.

Artık açıkça görülmüştür. Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet, delalet ve hatta hıyanet içindedirler.

Bu "ahval ve şerâit içinde" dahi Anadolu son yurdumuz, Cumhuriyet onurumuz, Mustafa Kemal önderimiz, Atatürk ilke ve devrimleri yol göstericimiz, tam bağımsız Türkiye andımızdır.

İçinde bulunduğumuz durum ne olursa, olsun andımıza sadık kalacağımıza ve ülkemizin üzerindeki küresel saldırıyı durdurup, Milli Türk Devrim'ini yeniden inşa edip, tam bağımsız Türkiye bayrağını göndere yeniden çekeceğimize yemin ederiz Gazi Paşam. Yemin ederiz.

Mustafa Kemal'in Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Cumhuriyet'imizin 88. yıl dönümü Türk ulusuna kutlu olsun.

Figen ÖZEN, 28 Ekim 2011







BÜYÜK RESME BAKINCA ANLIYORSUN !








“SESSİZ, 
DURGUN 
BAŞI EĞİK KALMAYINIZ 
UYANINIZ 
MİLLİ BAĞIMSIZLIĞIMIZI ÇİĞNİYORLAR 
HAKLARINIZI SAVUNMAK İÇİN BİRLEŞİNİZ 
DÜŞMANIN KARŞISINA DİKİLİNİZ. 
SESİNİZİ DUYURUNUZ, 
BÜTÜN DÜNYAYA; 
“BEN TÜRKÜM 
BAĞIMSIZLIK BANA 
ATALARIMDAN MİRAS KALDI, 
ONU SANA VERMEM” 
DİYE HAYKIRINIZ 


GAZİ MUSTAFA KEMAL 
Mayıs 1919 Havza



SOMA-MADENCİLİK-KÖLELİK-CİNAYET






"SENSÖR GAZI ALGILAYIP ELEKTRİK SİSTEMİNİ KAPATTI"

"Patlamadan 24 saat önce metan gazı çok arttı. Sensör gazı algılayıp elektrik sistemini kapattı. Ancak galeriyi havalandırıp üretime devam ettiler Isı inanılmaz artmıştı.

"MADENDE SICAKLIK 10 GÜN ARTMIŞTI"

Madendeki sıcaklık patlamadan 10 gün önce artmaya başlamıştı. Galerilerde inanılmaz derecede ısı vardı. Zor nefes almaya başlamıştık. Kömürün içten içe yandığını tahmin ediyorduk. Durumu herkes biliyor, kimse önlem almıyordu. Bir olay yaşanacağından korkuyordum. Bu kaçınılmazdı.

"GAZ DAĞILINCA ÜRETİME DEVAM ETTİLER"

Patlamadan bir gün önce o galeride metan gazı aşırı yükseldi, sensör gazı algıladı, elektrik sistemi kendi kendini kapattı. Ancak galeriye çift fan koyup hava giri şi sağladılar. Gaz dağılınca da üretime devam ettiler. Çünkü oradan çok kömür çıkarılıyordu. Ama galeride sıcaklık hiç düşmedi.

"8 SAATTE 5 DAKİKA MOLA VERİYORLARDI"

Sürekli kömür istedikleri için 8 saat boyunca 5 dakika mola yapmadan çalışıyordu. Yemek yememize bile 10 dakika müsaade ediliyordu. Sürekli üretim yapmamızı istiyorlardı.

"4 YILDIR MADENDE EĞİTİM, TATBİKAT YAPILMADI"

Eğitim, tatbikat hiç yok 4 yıldır madendeyim. Bu süre zarfında hiçbir şekilde eğitim almadım, tatbikat görmedim, denetleme yapan müfettişe de rastlamadım.

"VERDİKLERİ MASKELERİN ÜRETİM YILI 1950"

Verdikleri hayat kurtarıcı maske hiçbir şekilde bakıma girmedi. Sadece dış yüzeyini çamurundan arındırıp temizleyip bize iade ediyorlardı. Üretim yılı 1950. Bu sıcaklıkla ilk kez karşılaştım."


Vatan Gazetesi 20 Mayıs 2014

....


HANİ MADENLERDE ÇOCUK İŞÇİ ÇALIŞMIYORDU? 


TÜRKİYE Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Soma kazasıyla beraber gündeme gelen madenlerdeki çocuk işçiliği araştırdı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine dayanılarak yapılan araştırmaya göre, kömür ve linyit madenlerinde çalışanların yüzde 4.2’si çocuk. Sadece kömür ve linyit madenlerinde 2 bin 76 çocuk çalışan var. 

Bu çocuklar 15-19 yaşında. Madendeki çocuk işçilerin yüzde 85.5’lik bölümü kayıtdışı, ellerine geçen aylık gelir de sadece 226 lira. TÜİK’in 2012 yılı hane halkı işgücü anketinin alt detaylarına inerek çalışmayı gerçekleştiren TEPAV Analisti Güneş Aşık, “Hane halkı işgücü anketinde 15 yaşın altındaki çocuklar görülmüyor. Bu nedenle söz konusuu istatistikler yalnızca 15 yaşından büyüklerin durumunu göstermektedir” notunu düştü. Araştırmada “madenlerin çocuk çalışanlarıyla” ilgili olarak ortaya çıkan rakamlar şöyle oldu:


YÜZDE 14.5’İ KAYITLI

Verilere göre, kömür ve linyit çıkaran işçilerin 164’ü 15 yaşında, 334’ü 16 yaşında, 274’ü 17 yaşında, 916’sı 18 yaşında ve
388’i 19 yaşında. Bir başka acı gerçek ise kömür ve linyit çıkarılmasında çalışan 18 yaşın altındakilerin yalnızca yüzde 14.5’i kayıtlı istihdam ediliyor. TÜİK’in mikro veri setine göre, çocuk çalışanların aylık ortalama net geliri ise sadece 226 lira. 18 yaş ve üstündeki çalışanların çalışma süresi 51 saat olarak görünürken, 18 yaşın altındakilerin çalışma saati süresi 32 saat. Bu da günde 6 saatten fazlaya tekabül ediyor.

SEKTÖRDE SAYI 5 BİN

Madencilik sektörü sadece kömür ve linyit çıkarılması işlerinden ibaret değil. Söz konusu sektörde ham petrol ve doğalgaz çıkarımı, metal cevherleri madenciliği, diğer madencilik ve taş ocakçılığı ile madenciliği destekleyen hizmet faaliyetleri de bulunuyor. Tüm bu sektörlerin toplamı çerçevesinde madencilik sektörüne bakıldığında ise, 113 bin çalışanı olan sektörde 15-19 yaş arasında çalışanların sayısı 5 bin 308 olarak görülüyor. Tüm madencilik sektöründe çalışanların 361’i 15 yaşında, 519’u 16 yaşında, 508’i 17 yaşında, 2 bin 949’u 18 yaşında ve 971’i 19 yaşında. 18 yaş altındaki çalışanların kayıtdışılık oranı madencilik sektörü itibariyle yüzde 47.1. 18 yaş üstündekilerde ise bu oran yüzde 12.3. Madencilik sektörü itibariyle 18 yaş altında çalışanların aylık geliri net 467 TL iken; 18 yaş üstündekilerin geliri 1172 TL.

ÇOCUK ÇALIŞAN SAYISI 1.3 MİLYON

TÜİK’in 2012 tarihli hane halkı işgücü istatistikleri, Türkiye’de çalışanların yüzde 5.39’unun 15-19 yaş arasında olduğunu gösteriyor. Yani 24.8 milyonluk toplam istihdam rakamının 1.3 milyonu 15-19 yaş arasında. Bu rakamın 149 binini 15 yaşındaki çocuk çalışanlar oluşturuyor. Yine istatistiklere göre 18 yaş altındaki çocukların yalnızca yüzde 17’sinin sosyal güvencesi var.

Yasalar ne diyor?

ÇOCUK işçilerin çalıştırılmasına ilişkin hukuki çerçeve, 14 yaşını doldurmuş çocukların okullarını aksatmaması koşuluyla güvenli iş ortamında hafif işlerde çalıştırılmasına izin vermekle birlikte, çok açık bir biçimde maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi alanlarda çalıştırılmasını yasaklıyor.

Toplam çocuk işçi sayısı* Madende çalışan çocuk işçi sayısı*

15 Yaş 149 bin 164
16 Yaş 216 bin 334
17 Yaş 288 bin 274
18 Yaş 340 bin 916
19 Yaş 345 bin 388
Toplam 1.34 milyon 2.076

Kaynak: TUİK, 2012 Hane Halkı İşgücü Anketleri
* Yaklaşık Rakamlar


YÜZDE 85’İ KAYITDIŞI

Çocuk işçiler Madende çalışan çocuk işçiler

Kayıtdışı Çalıştırılma Oranı 83% 85,50%
Haftada Çalışılan Ortalama Saat 47 saat 32 saat
Aylık ortalama net kazanç 410 TL 226 TL


Kaynak: TUİK, 2012 Hane Halkı İşgücü Anketleri





Soma’da Cinayet Gibi Maden Kazası
Zahide Uçar yazısı için:



Madenci Konuşuyor
Halk Arenası - Kınık



ÜLKEDEKİ YABANCI SERMAYE ve TÜRKİYE’DE ÇIKARILAN ÖNEMLİ MADENLER
VE ATATÜRK'ÜN MİLLİ EKONOMİ İÇİN DÜŞÜNDÜKLERİ YAPTIKLARI
KAAN TURHAN




KADER DEĞİL, İHMAL!
ECEL DEĞİL, CİNAYET!
DEVLET DEĞİL, HÜKÜMET!









19 Mayıs 2014 Pazartesi

19 MAYIS...DÜŞÜNÜYORUM



1. Halk ile yönetim arasındaki bağlar sarsılmıştır. 
Ülke genel bir anarşiye sürüklenmektedir.

2. Mülk idare tam bir aciz içindedir. 
Zabıta kuvveti zayıf ve yetersizdir. 
Memurlar, rüşvet, yolsuzluk, vurgunculuk yapmaktadırlar.

3. Yargı işlememektedir.

4. Ekonomi çökmektedir.

5. Saltanat çürümektedir, bir gün hep birden 
çökmesi ihtimali vardır.

6. Almanların I.Dünya Savaşı'nın kazanması imkansızdır.

7. Ordumuz, sefil ve perişan durumdadır.

8. Alman komutan Falkenhayn, Alman çıkarlarını korumaktadır.


Mustafa Kemal.
20 Eylül 1917




DÜŞÜNÜYORUM, ÖYLEYSE VURUN!..

Makedonya Kralı Filipos, oğlu İskender'in ne akıllı bir kişi olacağını ilk ne zaman sezmiş?

Bir at varmış, öylesine azılıymış ki kimse sırtına binemiyormuş. Hayvan, bütün binicilerini üstünden atıp benzetmiş; kiminin kafasını, kiminin çenesini, kiminin
kolunu, kiminin bacağını kırmış. Hani şu Amerikan filmlerinde rodeo denilen zanaatın ustalarını izliyoruz ya; onlara benzer ne kadar Makedonya kovboyu varsa azgın atı bir kez deneyip derslerini almışlar; toprağı öpmüşler.

İskender, atla binicilerini izlerken görmüş ki, hayvan gölgesinden ürktüğü için azıyor. Bunun üzerine atın sırtına atlayıp güneşe doğru sürmüş.

Arkaya düşen gölgeyi görmediğinden ürkmemiş beygir, durulmuş, İskender'in buyruğuna girmiş; herkes bu işe şaşıp kalmış.

Kral Filipos düşünmüş:
-Benim ne akıllı bir oğlum var, demiş, ünlü bilgeleri öğretmen olarak görevlendirip kendisine iyi bir eğitim vereyim.

O çağın en ünlü bilgesi Aristoteles olduğundan Kral Filipos'un emriyle İskender'i yetiştirmeye çalışmış. İskender büyük yeteneklerini geliştirmiş; ama "cihangirlik" tutkularına saplanmış; dünyayı avcunun içine almaya çalışmış; ordusunu ardına takmış, gidebildiğince gitmiş; önüne kim çıkarsa ezmiş geçmiş.

---

Çoğu zaman yalnız at değil insanoğlu da kendi gölgesinden korkup azgınlaşır.

Böyle durumlarda en iyisi sanırım yüzünü güneşe karşı dönmektir. Çünkü kendi gölgesinden korkan adam, güneşe, bir başka deyişle aydınlığa, (daha başka bir deyişle gerçeğe) sırtını dönen kimsedir.

Ürküp azgınlaşması da bundandır.

---

Aristoteles'in İskender'i olgun bir insan olarak yetiştirebildiği kanısında değilim.

Büyük İskender yaman bir savaşçı, ünlü bir "cihangir" olabilir. Lisenin ilk sınıf edebiyat kitabında Aristoteles ile İskender'e ilişkin söylenceleri okumuştuk.
Anımsadığıma göre savaş meydanında yatan ölüler arasında dolaşan İskender, hocasına sorar:

-Aristo bu nedir?
Bilge yanıt verir:
-Zafer veya hiç!..

Okul kitaplarında Cengiz Han'dan Atilla'ya, İskender'den Sezar'a değin nice "cihangir"in neden ordularının başına geçip yer yuvarlağını ele geçirmeye çalıştıkları anlatılmaz, ama insan okuldan ayrıldıktan sonra merak edip kendisine sorabilir:

-Bu adamlar, niçin koskoca ordularla ülkeden ülkeye dolaşıp dünyayı ele geçirmeye çabalamışlar?

Bu sorunun yanıtını kurcaladıkça kişioğlu bilinçlenir; her bir savaşın ardında hangi nedenin yattığını öğrenip anlar; savaşçılığın iyi bir şey olmadığını algılar; ama iş işten geçmiş olur.

---

Eflatun demiş ki:
-Ancak krallar filozof ya da filozoflar kral olursa devletler mutlu olabilir.

Günümüz koşullarında pek akıllıca sayılmasa da insanı düşünmeye yönelten bir yanı vardır bu sözün; çünkü devlet yönetiminde düşüncenin, fikrin, mantığın ağır basmasını istiyor Eflatun.

Oysa tarih boyunca devlet yönetimlerinde mantığın pek az payı olmuştur.

Descartes'ın ünlü özdeyişini anımsayın:
-Düşünüyorum, öyleyse varım.

Bu özdeyiş çoğu yerde şöyle anlaşılmış:
-Düşünüyorum, öyleyse vurun.

Çağımızda fikir özgürlüğüne karşı çıkanlar da böyle davranmıyorlar mı?


İlhan Selçuk

...

"Bir gün Fransız Büyükelçisi Şarl dö Şambrön , Atatürk'e, Büyük İskender'in doğduğu yerin yakınlarında doğduğunu hatırlatınca Atatürk ona şu yanıtı vermiştir.

Benzeyiş orada durur.
İskender dünyayı fethetti, ben etmedim.
O bu fetihleri yaparak kendi yurdunu unuttu,
ben hiç bir vakit kendiminkini unutmayacağım."



PAROLA NUH
Sinan Meydan



















































































İstiklal Harbi Gazetesi 1969-1970 yıllarında gazeteci Ömer Sami Coşar (1919-1984) tarafından Kurtuluş Savaşını belgelemek üzere hazırlanarak Yeni İstanbul gazetesine ek olarak dağıtılmış, ansiklopedik bir gazete ekidir.

İstiklal Harbi Gazetesi Kurtuluş Savaşının başlangıç dönemi olan 15 Mayıs-18 Ekim 1919 tarihleri arasındaki olayları bir günlük gazete formatında aktarmak amacıyla 1969-1970 yılları arasında 131 sayı olarak hazırlandı. Günlük bir gazete görünümünde olmasına ve üzerine atılan tarihler 1919 yılına ait olmakla birlikte, baş sayfasının sol üst köşesinde Yeni İstanbul Yayını ibaresi yer almakta olup, aslında 1969-1970 yıllarında hazırlanmış olan tarihsel ve ansiklopedik bir yayın niteliğindedir.

1980 yılında Milliyet gazetesine ek olarak tekrar yayınlanmıştır. 2006 yılında ise İzmir Karşıyaka belediyesi tarafından tekrar 5000 adet bastırılarak ücretsiz olarak dağıtılmıştır.




Parola Vatan, İşareti Namus

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE