Translate

2 Ekim 2013 Çarşamba

SOKRATES MANTIĞI









Sokrates'in Yetiştiği Devir


Eski Yunanlılar zamanında Yunanistan'da ve Yunanistan'ın dışında bütün Helen kavmini içine alan bir millet siyasal birliği yoktu. Birbirlerinden ayrı, bağımsız birçok Yunan devletleri vardı. Bu devletler, bir şehirle onun etrafındaki köylerden meydana gelen, aşağı yukarı bugünkü iller büyüklüğünde siyasal birliklerdi. Eski Yunanlıların polis dediği, bizim bugün şehir devleti dediğimiz bu devletlerin MÖ.beşinci yüzyılda en kuvvetlisi Atina devleti idi. Bu devlet gerek ekonomi, gerek siyaset, 
gerekse kültür hayatı bakımından bütün Yunan devletlerinin en önemlisi olmuştu.


Böyle olmakla beraber, bu devlet bilhassa (Sparta ile yaptığı) Peloponnesos savaşlarından sonra, birçok sarsıntılara uğramıştı. Atina şehrinde şiddetli bir sınıf ve parti çatışması devam ediyordu. Zaten Atina, daha doğrusu bütün Yunan devletleri, hiç değilse iki yüzyıldan beri zengin-fakir çatışmalarına, parti kavgalarına sahne oluyor ve sık sık hükümet değişikliklerine uğruyordu.


bu çatışmaların ve hükümet değişmelerinin temelinde sekizinci ve yedinci yüzyıllardan itibaren Yunanlıların hayatında meydana gelen birçok önemli olaylar vardır. Yunanistan yarım adasına kuzeyden gelerek yerleşen Yunanlılar kabileler halinde yaşıyorlardı; klan başlarının seçtiği ve basileus denen başkanlar tarafından idare ediliyorlardı. Bu devirde hayat pek basit ve iptidai idi; hatta ticaret, sanayi, para, mülkiyet, yazı gibi şeyler bile bilinmiyordu. Herkes her şeyden aynı ölçüde faydalanabiliyordu. Bu devrin insanlara sağladığı eşitlik ve adaleti, 
onu bir daha elde edemeyecek şekilde kaybettikleri devirlerde, 
mesela MÖ.dördüncü asırda Aristo'nun zamanında bile birçok kimseler imrenerek özlüyorlardı.


Fakat Yunanlılar başka kavimlerle temas ettikçe onlardan birçok yeni şeyler öğrendikçe, nüfusları, ekonomik vasıtaları ve bilgileri arttıkça bu ilkel eşitlik hayatı da kalkmaya başladı. Her Yunan devletinde nüfus hür vatandaşlarla hiçbir siyasi hakkı olmayan kölelere, yerli vatandaşlarla vatandaş sayılmayan yabancılara, büyük toprak sahibi zenginlerle küçük toprak sahibi veya topraksız köylülere, fakir oldukları kadar hakir sayılan zanaatkarlara ve işçilere bölünüyordu. Bu bölünüş derinleştiği ve kesinleştiği ölçüde Yunan şehirlerinde siyaset kavgaları genişliyor; hükümetin idaresini eline alan azınlık toprak zenginlerinin kurdukları oligarkhia idaresine karşı fakir çoğunluk ayaklanıyor, bazen bir önderin başkanlığı altında kurulan ve eski Yunanlıların tyrannosluk dediği kanunsuz fakat çok defa fakirlerin lehine çalışan hükümetler kuruluyor, bazen aristokrat zenginlerin sonradan görme ticaret zenginleriyle veya başka bir Yunan devletinin aristokrat ve zenginleriyle el birliği ederek çıkardıkları isyanlar ve savaşlarda kan dökülüyor, hatta oligarkhia taraftarları ile 
demokrasi taraftarları arasında birbirlerini toptan öldürmek gibi korkunç cinayetler işleniyordu.


Eski kabile hayatının bütünlüğünün kalmadığı böyle bir devirde insanların hayatını düzenleyen gelenekler de birer birer yıkılıyordu. Her geleneğin aynı zamanda bir ahlak, bir din, bir halk kuramı sağladığı eski "altın çağ" yerine şimdi her zümrenin ve hatta belki de her ferdin kendi kendine doğru, iyi ve faydalı olanın ne olabileceğini araştırmaya başladığı bir kaynaşma devri gelmişti. Yunan devlet adamlarının olduğu kadar düşünürlerinin karşılaştığı ve çözmeye çalıştığı dava, "azınlığın zenginleştiği, çoğunluğun fakirleştiği bir dünyada cemiyetin ve devletin nimetlerini 
herkese aynı derecede paylaştırmak nasıl mümkün olabilir?" sorusuna çıkar bir yol bulmaktı.


Geleneklere dayanan her toplumsal hayatın sarsılması daima fikir alanında da yeniliklere, araştırmalara yol açar. Yunanlılar arasında fikir hayatının ve bilimsel düşünüşün doğuşuna ilk şahit olan yerler batı Anadolu kıyılarındaki Yunan şehirleri olmuştur. Buralarda yaşayan düşünürleri asıl ilgilendiren mesele, tabiatın özünün ne olduğu meselesiydi. Acaba gördüğümüz madde aleminin bütün çeşitlikleri altında değişmeyen bir dayanak bir "Physis" var mıdır? Varsa bunun mahiyeti nedir? Bu gibi sorulara ne gibi cevaplar verildiğini anlatmak bizim konumuz dışındadır. Fakat, bilhassa Atina MÖ.beşinci yüzyıldan itibaren insan ve cemiyet hayatı hakkında da aşağı yukarı aynı şeyler sorulmaya başlanmıştı.


Kabile düzeni içinde insanlar bu düzeni sağlayan geleneklerin nedenliğini sormayı hatırlarına bile getirmezlerdi. Nasıl çıktığını kimsenin bilmediği, tanrıların koyduğuna inanılan eski adetler içinde herkes doğar, büyür ve ölürdü. Bu gelenek veya kanunların tanrısal ve değişmez kuramlar olduğundan kimsenin şüphesi yoktu. İnsan kafası ile düşünülmüş, insan eliyle yürütülen kanunlar yoktu. Herkes, içinde doğup yaşadığı kendi cemiyetinin usullerinin mutlak, değişmez en iyi ve en doğru olduğuna inanıyordu.


İşte MÖ.beşinci yüzyılda bu çeşit düşünüş artık yıkılmış bulunuyordu. Yunanlıların kendi eski gelenekleri değişiyordu. Yeni usuller, kuramlar, kanunlar konuyor, yeni bilgiler öğreniliyor, başka kavimlerin yaşayış tarzları, kanunları tanınıyor ve gayet tabi olarak sosyal hayat alanında görülen bu kadar çeşitliliklerin altında yere, zamana göre değişmeyen 
bir takım temeller olup olmadığı sorusu akla gelmeye başlıyordu.


Yunan dünyasında fikir hayatının bu sıralarda en çok gelişmiş bulunduğu yer olan Atina'da bu çeşit problemleri ilk ortaya atanlar sofistler olmuştur. Sofistler memleket memleket dolaşan, her yerde başka bir adete veya kanuna rastlayan, çoğu Atina'nın yerli vatandaşı olmayan kimselerdi. Bunlar bilgisi, görgüsü zengin ve çeşitli insanları kendi çevresinde, kendi memleketinin, hayatında gördüğü her şeyi olduğu gibi kabul eden, onları biricik gerçekler sana kimselere çok garip ve şaşırtıcı gelen, hatta birçoklarının kızdıran aşırı fikirleri vardı. Bunlar kah dil, kah din, kah kanun, kah ahlak meselelerini ele alırlar; bunların hepsinin sonradan konma, insan uydurması kuramlar olduğunu, gerçek tabiatta bunların bulunmadığını, hiç değilse bulunup bulunmadığını bilmediğimizi veya bilemeyeceğimizi öğretiyorlardı.


Sofistlerin böyle şimdiye kadar insanların zihnin yormamış olan çatallı problemleri kurcalamaları, gelenekleri olduğu gibi yaşatmak isteyen kimseleri tabii kızdırıyordu. Buna rağmen, insanların cemiyet hayatında hiçbir şeyin değişmeyeceğine herkesi inandırmak artık imkansızdı. Zaman ve yer şartları değişmeyi bir zorunluluk haline getirmiştir. Fakat insan zihni sadece bu gerçeği anlamakla kalmaz. Çünkü her şey değişiyorsa, hiçbir şey olduğu gibi kalmayacaksa insanların düzenli bir cemiyet hayatı yaşaması nasıl mümkün olur? düzenli bir cemiyet hayatının mümkün olabilmesi için herkesin üzerinde birleştiği, anlaştığı ve gerçek olarak kabul edeceği birtakım ölçüler olması lazım değil midir? İşte Sokrates'in cevap bulmaya çalıştığı problem bu idi.


Sokrates'in Savunması / Platon
Prof.Dr.Niyazi Berkes










''SOKRATES YÖNTEMİ''; 'Evet, evet'...


İnsanlarla konuşurken, söze farklı görüşte olduğunuz konuları tartışarak başlamayın. Fikir birliğinde olduğunuz noktaları vurgulayarak başlayın ve bir süre bunları vurgulamayı sürdürün.Aynı amaç için çabaladığınızı ; amaçta değil, yöntemde farklı olduğunuzu belirtin.


Başlangıçta karşınızdaki kişinin “Evet.evet!” demesini sağlayın. “Hayır” yanıtı almaktan olabildiğince kaçının. Profesör Harry Overstreet’e göre “hayır” yanıtı aşılması çok zor bir handikaptır. Bir kez “Hayır!” dediğinizde kişiliğiniz ve onurunuz bu yanıtı değiştirmenize engeller. Daha sonra “hayır” yanıtı vermenizin yanlış olduğunu hissetseniz bile o değeri gururunuzu düşünmek zorunda kalırsınız, ağızdan çıkan söze sadık kalınmalıdır. Bu nedenle bir insanın sözlerine olumlu yanıt vererek başlaması çok önemlidir.


Yetenekli bir konuşmacı başlangıçta pek çok “evet” yanıtı almayı başarır. Bu durum psikolojik açıdan dinleyicileri olumlu yönde etkiler. Bunu bir bilardo topunun hareketine benzetebiliriz. Topun bir kez yönlendirildiği yönden sapması için belirli bir güç gerekir. Ters yöne gitmesini sağlamak içinse çok daha fazla güç sarf etmeye ihtiyaç vardır.

Buradaki psikolojik şema son derece açık. Eğer bu insan “hayır” diyorsa ve gerçekten bunu kastediyorsa, sadece beş harflik bir kelime sarf etmekten çok daha fazlasını yapıyor demektir. Tüm organizma bezler, kaslar, sinirler bir karşı çıkma eyleminde işbirliği yapmaktadır. Kısaca tüm nöromasküler sistem olumlu bir yanıtı engellemek için savunmaya geçmiş demektir. Oysa ki bir insan “evet” dediğinde bu tür bir karşı çıkma eylemine gerek kalmaz. Organizma ileri dönüktür, durumu kabullenmiştir, dışa açıktır. Bu nedenle ne kadar çok “evet” yanıtı alırsak o kadar ilgi çekmiş oluruz.


Eğer herhangi bir öğrenci, bir çocuk, bir müşteri, karı ve kocadan biri “hayır!” diyecek olursa onların fikirlerini olumlu yönde değiştirmek için Hazreti Süleyman aklı ve sabrı gerekir. 


“Evet! Evet!” yöntemi New York’taki bir bankada çalışan James Eberson’un kaybetmekte oldukları bir müşteriyi geri kazanmasını sağlamıştır.


“Bu adama bir hesap açtırmak için gelmişti,” diye anlatıyor Bay Eberson. “Ona doldurması için her zamanki standart formu uzattım. Bazı soruları gönlünce yanıtladı, ama bazı soruları yanıtlamayı kesinlikle reddetti. Eğer insan ilişkileri konusundaki derslere katılmamış olsaydım, bu müstakbel yatırımcıya bankanın istediği bilgileri vermeyi reddediyorsa bizim de ona hesap açmayı reddedeceğimizi söylerdim. Geçmiş yıllarda bu şekilde davranmış olduğum için suçlu olduğumu utanarak kabul etmeliyim. Doğal olarak bu tarz bir ültimatom beni rahatlatıyordu. Ona kimin patron olduğunu, bankanın kural ve yöntemlerine karşı çıkılamayacağını göstermiş oluyordum. Hiç kuşkusuz bu tür bir davranış müşteri olma amacı ile gelen kişide kendisine önem verilmediği ve hoş karşılanmadığı izlenimi yaratıyordu.


“O sabah bir av mantığı ile hareket etmeye karar verdim. Bankanın istekleri yerine müşterinin istekleri doğrultusunda hareket edecektim. Ona daha başlangıçta ‘Evet ,evet!’ dedirtmeyi her şeyden çok istiyordum. Bu nedenle ona hak vererek yazmak istemediği bilgilerin çok fazla gerekli olmadığını söyledim.


“Öldüğünüz zaman bu bankada paranız olduğunu varsayalım. Bankanın paranızı yasal varisiniz olan en yakın akrabanıza transfer etmesini ister misiniz?’ diye sordum. “Evet , elbette isterim,"diye yanıtladı.


“Bu isteğinizin öldüğünüzde herhangi bir yanlışlık ve gecikme olmadan yerine getirilmesi için bize en yakın akrabanızın ismini vermeniz sizce iyi bir fikir değil mi?’ dedim. Yanıtı ise “Evet” oldu.


“İstediğimiz bilginin bizim yararımıza değil de kendi yararına olduğunu öğrendiğinde genç adamın tutumu değişmiş, yumuşamıştı. Bankadan ayrılmadan önce yalnızca istenen bilgileri vermekte kalmamış, önerim üzerine annesi adına da bir hesap açmamızı istemiş ve annesi ile ilgili tüm soruları da yanıtlamıştı.


Westinghouse Elektrik Firması’nın temsilcisi Joseph Allison’un da bize anlatacakları vardır:

“Bölgemde şirketimin satış yapmaya çok istekli olduğu bir adam vardı. Benden önceki temsilci on yıl boyunca ona hiçbir şey satamamıştı. Ben de bir sipariş almadan tam üç yıl ona düzenli olarak uğradım. Sonuç olarak on üç yıl uğraştıktan sonra ona birkaç motor satmayı başardım. Eğer onlardan memnun kalırsa yüzlerce motorluk bir sipariş bekliyorum. Motorların istediği gibi olduğundan öylesine emindim ki üç hafta sonra ona uğradığımda gerçekten havaya girmiştim.

“Bu mühendis beni, “Allison, geri kalan motorları sizden almayacağız” diye karşıladığında şok oldum.

“Niçin?” diye sordum şaşkınlıkla.
"Çünkü motorlarınız çok ısınıyor, elimi süremiyorum."

“Tartışmanın, karşı çıkmanın bir yarar sağlamayacağını biliyordum. 

Bunu daha önce denemiştim. Bu nedenle ’Evet! Evet!” yöntemini demeye karar verdim.

“Bakın Bay Smith, size yüzde yüz katılıyorum,’ dedim. ‘Eğer bu motorlar ısınıyorsa, bir daha satın almamalısınız. Ulusal Elektronik Aletler Üreticileri Birliği’ nin standartlarına uygun ısıdaki motorları almalısınız,değil mi?’

Beni onayladı böylece ilk ‘evet’imi elde etmiş oldum.

“Elektrik Üreticileri Birliği’nin yönetmenliğine göre iyi bir motorun ısısı oda ısısından 72 °F yüksek olabilir, doğru mu?"

"Evet!’ diye onayladı. ‘Kesinlikle doğru, ama sizin motorlarınız daha fazla ısınıyor"

Onunla tartışmadım, sadece sordum.

“ ‘ Fabrikanızda ısı kaç olacak?’
“ ‘ Aşağı yukarı 75 °F’
“ ‘ Pekala , fabrika ısınız 75 °F. Buna 72’yi ekleyelim, toplam 147 °F eder.

Bu sıcaklıktaki bir suya elinizi soksanız haşlanmaz mı?’

“Yanıtı yine ‘Evet’ oldu.

“ ‘Öyleyse,” diye önerdim.‘ Motorlara eliniz dokundurmasanız daha iyi olmaz mı?’

“ ‘ Evet, sanırım haklısınız’ demek zorunda kaldı. Konuşmamızı biraz daha sürdürdük. Daha sonra sekreterini çağırdı ve gelecek ay için 35.000 dolarlık bir sipariş verdi.

“Tartışmanın yararsız olduğunu anlamam için yıllarım boşa gitmiş ve binlerce dolar zararım olmuştu. Konuya karşınızdakinin bakış açısı ile yaklaşmak ve ona ‘Evet, evet!’ dedirtmek çok daha kazançlı bir yöntem.”

Kaliforniya’daki kurslarımızın sponsoru Eddie Snow, dükkan sahibi ona “Evet, Evet!” dedirttiği için onun nasıl iyi bir müşterisi olduğunu anlattı.

Eddie ok ve yay ile avlanmaya merak sarmış ve bir dükkandan yüklü bir alışveriş yaparak araç gereç almıştı. Erkek kardeşi onu ziyarete geldiğinde bu dükkandan onun için bir yay kiralamak istedi. Satıcı ona yay kiralamadıklarını söylediğinde bir başka dükkana telefon etti. Eddie olayı şöyle anlatıyor: 

“Telefonumu nazik bir beyefendi yanıtladı. Kiralama konusundaki sorunuma yaklaşımı diğer satıcıdan çok farklıydı. Olanaksızlıkları nedeniyle artık yay kiralayamadıklarını söyledi. Sonra bana daha önce yay kiralayıp kiralamadığımı sordu. Ben ‘Evet, birkaç sene önce" diye yanıtladım. Bana bunun için 25-30 dolar ödemiş olmam gerektiğini hatırlattı. Yanıtım yine ‘Evet!’ oldu. Sonra bana parasını iyi kullanmasını bilen bir insan olup olmadığımı sordu. Doğal olarak ‘Evet!’ dedim. Şu anda sattıkları yayın tüm diğer gereçlerle birlikte 34.95 dolar olduğunu söyledi. Sadece 4.95 dolarlık bir fark ödeyerek bunları satın alabileceğimi anlattı ve bu nedenle kiralama işine son verdiklerini belirtti. Bu daha mantıklı değil miydi? ‘Evet !’ yanıtımı siparişim takip etti. Onu almaya gittiğimde başka şeyler de satın aldım ve o günden sonra sürekli müşterisi oldum.”


Sokrat dünya’nın gelmiş geçmiş en tanınmış filozoflarından biridir. Sokrat, tarih boyunca ancak bir avuç insanın yapabildiğini başardı ve insan düşüncesinin yönünü tamamen değiştirdi ve şimdi ölümünden yirmi dört yüzyıl sonra birbirleriyle dolaşan kişilerin dünyasında onları etkileyebilen akıllı insanlardan biri olduğu için saygı ile anılmaktadır.


Sokrates nasıl bir yöntem kullandı? 
İnsanlarla yanılgılarını mı söyledi? 
Hayır, bu Sokrates’in tarzı değil; o çok akıllıydı. 
Onun yöntemi bugün “Sokrates yöntemi”olarak adlandırılmaktadır ve “Evet! Evet!” yanıtı almaya dayanmaktadır. 
Sokrates karşısındaki kişiye “ Evet!” dedirtecek sorular yöneltirdi ve birbiri ardına olumlu yanıtlar alırdı. 
Sonunda birkaç dakika önce ona karşı çıkanlar, farkında olmadan onun düşüncelerine kucak açarlardı.




Birbirine yanıldığını söyleyeceğiniz zaman Sokrates’ı anımsayın...




bu bölüm ise webmasterdan alıntıdır.












"Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın."
Howard Gardner
(çoklu zeka kuramı)






_________________