"Çevre" ve "tarih mirası"nın anlamı, eylemlere parasal yardımda bulunanların çıkarına göre değişmektedir.
* Rockefeller'in dolarıyla 'geniş kafalılık'
ARI yayınlarında 'profesyonel' olarak tanıtılan görevli, belki de, önemli bir gerçeği ortaya koymaktaydı. Onun sözlerinden şu anlam çıkarılabilir. Bugüne dek para hep dışarıdan geldiğinden, yabancı (Batılı) örgütlerin lehine bir durum var, yani denge yok denmek isteniyor olabilir. Bu açıklamalar için düşünce ayrımlarını gösteren kanıtlardır denilip geçilebilir, ama 'Tarih' genel sekreteri buna izin vermiyor:
"... başka devletlerle veya o devletler adına faaliyet gösteren kuruluşlarla ilişkide gardımızı indirirsek duyarlılığımızı, dikkatimizi bırakırsak yarın kamuoyu önünde -ben bundan çok korkarım- 'STK aslında yabancıların kullandığı bir alettir' diye birkaç örnek ortaya konur, bu kötü örnekler dar kafalılığın, yabancı düşmanlığının aracı haline getirebilir."
Yanıt işte bu denli kısa ve özlüdür. Buraya dek yazılanlar, biraz akla uygun geldiyse ve dolarlı proje işleri biraz şaşkınlık yarattıysa, hatta biraz da öfke oluşturduysa, günaha da ortak oldunuz demektir. 'Günah' nitelenmesi az gelir. Genel sekreterin yorumuyla 'dar kafalılığın yabancı düşmanlığının' tipik örneğini sergilemiş olacaksınız.
Ne ki bu açıklamaları izleyen aylarda, atölye çalışmalarını içeren bir kitabın iç kapağına "Heinrich Böll Vakfı'nın katkılarıyla yayınlanmıştır" diye yazılacağı hesap edilmemiş olmalı. Hatta, bu işler, 'Zeugma'yı kurtarmak' diye başladıktan sonra, ne denli baraj varsa o denli çetin bir tarih kurtarma projesine girişip, 'barajlara evet ama tarihsel mirası da koruyalım" diye sürdürülen ve sonunda nerede olursa olsun tüm 'barajlara hayır' kampanyası gibi, belki de hiç istenmeyen sonuçlara yol açılmıştır. Kurtarma kampanyasına adanan kitabın ilk sayfalarında 'Rockefeller Vakfı'nın katkılarıyla yayınlanmıştır' diye yazılmış.
Bu özgün sivil yaklaşım için, 'workshop' ilişkilerinde hiçbir ek açıklamaya gerek yoktur. Görüldüğü üzere, 'katkılarıyla' denilip geçilmektedir. Petrol kartellerinin sahibi Rockefeller'in Türkiye'nin barajlarıyla neyi alıp veremediği ve enerji üretilecek bu barajların 'tarihsel mirasa' ve o olmazsa börtü böceğe, o olmazsa herhangi bir doğal canlı ya da cansızca, binlerce kilometrekarelik bir alanda küçük bir oran tutan bir ortamda vereceği zararı sergileyecek çalışmalara para bastırmasının nedenini anlamak o denli zor olmasa gerek. Anlaşılması asıl zor ola; doğaya ve tarihe bu denli tutkun olan yerli 'sivil' eylemcinin kitap yayınlamak için, dışardan para ya da onların sıkça kullandıkları deyişle 'proje desteği' almaya gereksinmesidir. Türkiye'yi oltadaki balık olarak gören ve 'Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur' diyen Rockefeller sülalesinin kurduğu sivil örgütün yardımlar listesinde şu satırlar yer alıyor:
"Economic and Social History Foundation of Turkey)
İstanbul, Turkey- November 17, 2000 / $ 150.100
Toward the costs of the 'Local History Initiatives' and museum projects. Program: Creativity & Culture Benefit Regions: Turkey"
Sivil yöneticinin de açıklıkla belirttiği gibi, şimdi 'geri kafalının biri' durduk yerde, şu sorularla ortalığı bulandırabilir: Başka devletlerle ilişkiye girmek, hep öyle doğrudan doğruya olmayabilir; o başka devletleri ve dünyayı yönlendiren, kaynaklarını emen şirketlerle dolaylı da olsa kurulan ilişkilerde indirilme olasılığı bulunan 'gard' hangisidir?
Hatta daha da ileri gidip, "Bir ülkenin enerjisiz bırakılması kimlerin işine geliyor?" gibi sorularla tartışmalara kapı açılamaz mı? "Komşu ülkelerde, örneğin Ermenistan'da köhnemiş nükleer santrallar insanlığın ortak tarihsel mirasına ve yalnız vadilerdeki 'nebatata' değil, insanoğlunun kendisine de zarar vermez mi?" gibi sorular eklenmesinin yolu açılmış olmaz mı?
Görüldüğü gibi, 'katkılarıyla' denilip geçilmesi, soru üstüne soru çıkarabiliyor. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki kendi çıkarları için yüzlerce yıldır insan yaşamını hiçe sayan, daha yakın geçmişte salt petrol-gaz çıkarları için komplolar kurmaktan, kan dökmekten geri kalmamış olan bir yönetimin ve o yönetimi güdüleyen kartellerin çevre korumacısı olduklarına bilerek ya da bilmeyerek inanmak, inananları ilgilendirir, deyip geçemeyiz. Çünkü bu tür girişimlerin dünya egemeni olmanın önemli bir aracı olduğunu unutmak, yeni sömürgeciliğin ve çağdaş sömürgeciliğin arkasına halk desteği yığmak anlamına gelebilir.
'Çevrecilik' ya da 'tarihsel mirasçılık' imajının en usta oyuncusu Clintonlar olmuştu ve Türkiye'ye geldiklerinde bu imajdan bolca yararlanmışlardı. Bu işler salt geziyle kalsa iyi, ama ABD yönetimi ipin ucunu asla bırakmaz. Şimdi, çevre ve uygarlık koruyucusu Mimar Sayın Oktay Ekinci'nin, o Türkiye gezisindeki Clinton imajı tazeleme günlerinden, çok değil yalnızca iki yıl sonra "Hillary, Neredesin?.." başlığını atarak yazdıklarına bakalım:
"18 Kasım 1999'da antik sahneye kurulan kürsüde bir konuşma yapan Hillary'nin söyledikleri ise yerli ve yabancı medyadan dünyaya özetle şöyle duyurulmuştu: 'ABD, insanlığın ortak mirasına sahip çıkıyor... Bayan Clinton, tarihsel zenginliklerin dünya değeri olduğunu vurgulayarak, korunmalarının da uluslararası görevleri olduğunu belirtti. Ben de aynı konuşmadaki özellikle 'Anadolu ve Mezopotamya' için söylediklerine dikkat çekmiş, çarpıcı sözleri arasındaki şu vurgulamasının ise 'Ortadoğu'da barışın da güvencesi' olması gerektiğini yazmıştım: 'Amerika'dan binlerce yıl önce yazı yazmasını bilenlerin yaşadığı bu topraklardaki tarihten, insanlığın öğreneceği çok şey var." Cumhuriyet, 20 Ocak 2000.
Mimar Oktay Ekinci, yazısının sonraki satırlarında, ABD'nin çevre alanıyla ilgisinin ne denli içten olduğunu düşündürecek açıklamalarda bulunuyordu.
"... 13 Ocak 2000'de, Tepebaşı'ndaki binada, ABD'nin aynı konudaki uzmanlarıyla 'uydu' iletişiminde kurulmuş bir 'ekranı' kullanıp 'birbirimiz görerek' karşılıklı konuştuk... (...) her söz aldıklarında, hep şu tür bir girişle başlıyorlardı: 'Bayan Clinton, çok önemli bir hareketin öncüsü oldu... ABD, insanlığa karşı bir görevi daha yapmaya hazırlanıyor ve buna, Türkiye gibi dünya tarihinin merkezi olan bir ülkede başlanması çok anlamlı... ABD silahlı güçleri, önceki First Lady'lerinin 'bizden binlerce yıl önce yazıyı kullananların ülkesi' dediği Mezopotamya'yı, üstelik 'insanlık adına koruma' sözünü verdiği Anadolu topraklarını da çiğneyerek bir kez daha 'tahrip etmeye' hazırlanıyor... Acaba, ABD elçiliği, bu kısa mesajımı da aynı şekilde Washington'a iletir mi: "Hillary, neredesin; gel Aspendos'ta bir konuşma daha yap..." (Cumhuriyet, 15 Ocak 2003, '...' arasındakiler tarafımızca yapıldı, y.n.)
Tarih vakfınca barajlara karşı başlatılan kampanya içinde de, şöyle ya da böyle iyi niyetle yer almış olan birçok kişi gibi, korumacılık konusunda içtenliğinden kuşku duyulmayacak olan Mimar Oktay Ekinci, 2003 başında bile iyi niyetini yitirmeden, Clinton'dan tarihsel kalıtın kurtarılması için yardım istiyor.
Oysa Hillary Rodham Clinton, kartellerin, vakıfların verdikleri milyon dolarlık destekle artık senatör olmuş ve hemen teşekkür etmek üzere İsrail'e koşmuştu. Hillary, İsrail'de yeni bir ABD'li 'imajı' oluştururken İsrail tankları da Filistin'i yerle bir etmekte, soykırıma varan katliamlara girişmekte, İnsanlığın binlerce yıllık canlı ve cansız tarihini yok etmekteydi.
Aslına bakarsanız, çevreyi ve tarihsel mirası korumasından medet umulan Clintonlar döneminde de o Mezopotamya haftada en az bir ya da iki kez, İncirlik'ten ve Katar'dan kalkan uçaklar tarafından bombalanmaktaydı. Clinton ya da Bush! Politika aynı; ABD yönetimi elli yıldır izinden gittiği bir projeyi yaşama geçiriyor ve Ortadoğu'yu işgale başlıyordu.
"Çevre" ve "tarih mirası"nın anlamı, eylemlere parasal yardımda bulunanların çıkarına göre değişmektedir.
Bağdat'ta kütüphanelerin yakılmasıyla kül olan miras petrol kartellerini pek ilgilendirmezken Türkiye'deki birkaç bin kilometrekarelik bir alandaki bitki ve böceklerin baraj suyu altında kalması ilgilendiriyor; barajlarda birikecek su ile yeşerecek olan geniş bölgelerdeki yeni bitkiler ve yaşam alanında doğacak yeni böcekler ve öteki hayvanlar çok ilgilendirmiyordu. Güneydoğu Anadolu'da, Kuzeydoğu Anadolu'da ya da Mezopotamya'da olunca "çevre" ve "tarihsel miras" olacak, Filistin'de olunca kim bilir ne olacak?!
Bu ilginç örnekten sonra konumuza dönersek, Tarih Vakfı Sekreterinin de belirttiği gibi, "başka devletler adına faaliyet gösteren kuruluşlarla ilişkide gardımızı(n) indirilmesinin" nereye varacağı belli olmamaktadır. Hem de bir kitap yayını uğruna. Adı "vakıf", simgesi "STK" olan "sivil" örgütün gardının indirilmesiyle Genel Sekreter'in, haklı olarak, "korktuğu başına" gelmiştir. Nedenini, başka devletler adına etkinlikte bulunan kuruluşlarla ilgili bir iki örnekle anlayacağız: "STK aslında yabancıların kullandığı bir alet" midir, değil midir? (s.66-69)
Mustafa Yıldırım
Sivil Örümceğin Ağında
***
ilgili: