Translate

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Sivil Örümceğin Ağında - 2

 

"Türkiye yapaydır."

Udo Steinbach, 1998 / Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye Danışmanı



Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye danışmanı eski asker Udo Steinbach, 15 Eylül 1998'deki konuşması:

"Türkiye yapaydır. Gerçekte varolan Türkiye, bir adamın önemli bir adamın, tarihsel öneme (sahip) bir adamın dikte ettirmesiyle yaratılmış bir yapay oluşumdur. Bunu (yapan kişinin) adı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bu adam, tek (başına) bir devlet yaratmıştır. Türkiye'nin bugünkü sorunu işte budur. Bu adam (Mustafa Kemal), yapay olan bir devlet yaratmıştır. Bugün, Türk cumhuriyetinin temeli olarak, Kemalizm'in iki unsuru, laiklik, dinin ve siyasetin (birbirinden) ayrılması ve Türk ulusalcılığı, gerçekle bağdaşmamaktadır."

ABD Kongresinin "Lozan Raporu"ndaki görüşlerle Steinbach'ın görüşleri örtüşmektedir:

" Türk devleti yeniden yapılanmaya zorlandı. Mustafa Kemal Atatürk, İslam'ı bir kalemde silebilirdi (silebileceğini düşündü). Yirmi yılın sonunda (Kemalizm'in) ikilisi (bu süreç) öldü. Böylece bu olay hallolmuştu; ama bu (Kemalizm) hiçbir şeyi değiştiremedi. Çünkü Anadolu, bin yıl içinde İslamileşmişti. Bu bir şey değiştirmedi; çünkü Türkiye, Kemalistlerin büyük Osmanlı geçmişinin bir devamıydı. Ve öteki, iyi ve güzel Türk milliyetçiliği, Ermenileri kovdu, öldürdü ve katletti. Yunanlıları mübadele etti. Fakat birçok halk grubu (etnik) ve kültürler (Anadolu'da) kaldı. Örneğin Kürtler, her nasılsa (hâlâ) yok edilemediler."

Stiftung [vakıf] elemanına göre her şey çok açıktır. Türkiye'de ulus yapaydır. Zorlamalayla bir devlet kurulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin "yapay bir ulus" yani gerçekte olmayan bir ulusa dayanılarak kurulduğu savıyla yola çıkanlar, Türkiye'yi olabildiğince gruplaştırmaya çalışırlarken, ipin ucunu iyice kaçırmışlardır.

Alman vakıflarında "Alevi-Sünni-Kemalist-Kürt-Türk" kimlik çatışmalarına uzanan tezler üretilmektedir. (...)

Bu tür incelemeyi ciddiye alacak bilim oltası peşinde koşanların, oralara dek uzanıp, kimin etnik azınlık, kimin çoğunluk olduğuna ve devletin egemenliğini güvence altına alan ceza yasalarına bir bakmalıdırlar. Demokrasi ve azınlık hakları pazarlayıcısı vakıflarla, "think-thank" denenlerle "işbirliği" yapan Türk Demokrasi Vakfı'na 1991 yılında, CIPE adlı Amerikan işadamları örgütü aracılığıyla NED fonundan 80.000 dolar destek verildi.... (s.184-188)


Alman CDU'nun uzantısı Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye şubesi 1984'te açıldı. Bu vakfın yerel yönetimlerin güçlendirilmesi projelerine ilgisi yüksektir. Alman sosyal demokratların partisi SPD'ye bağlı Friedrich Ebert Vakfı 1988'de İstanbul'da şube açtı. Öncelikle CHP'yle birlikte çalışt. FES, CHP gençlerine kurs düzenledi. CHP üst yönetiminin uçak paralarını karşılayarak Almanya'ya konferanslara çağırdı. Alman FDP'nin liberal vakfı Friedrich Naumann Stiftung ise 1991'de İstanbul'a yerleşti. Liberallerle, ARI-TDV gibi "siviller" ile ortak çalışmalar yürütüyor. Alman Yeşiller Partisi'nin örgütü Heinrich Böll Stiftung da 1995/96'da İstanbul'da çalışmaya başladı. Robert Bosch Stiftung ise 2000 yılında İstanbul'a yerleşti... Bu vakıfların tümü, Alman devletinin Politik Eğitim Fonu'ndan para almaktadır. Alman Dışişleri'nin yayınlarında, ülkelerin iç siyasetlerine göze batmadan, karışmanın uygulanabilir yöntemleri verilmekte ve "diyalog programları ile yapıcı bir rol oynayacakları" açıklanmaktadır.


** 2.Dünya Savaşı sonrası kurulan Konrad vakfı Türkiye'de şu kuruluşlarla işbirliği içindedir: Türk Demokrasi Vakfı (TDV), Türkiye Orta Ölçekli Sanayici ve Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticileri Vakfı (TOSYÖV), Türk Belediyeler Birliği Derneği (TBBD), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Daimi Sekreteryası (KEİB).

Ortakları; Bahçeşehir Üniversitesi Finans Merkezi (BFRC + BAU Financial Research Center) , Türk-Alman Dayanışma ve Entegrasyon Derneği (TANDEM), Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi (TAGU).


Alman siyasal partileri, dış ülkelere yönelik çalışmalarını yönlendirebilmek üzere kendilerine bağlı vakıflar örgütlediler. 1984'te Ankara'da şube açtılar. Şubenin yöneticileri Max George Meier ve Lars Peter Schmidt (1995-2001 Türkiye) idi.

[1990 yılında İller ve Belediyeler Dergisi'nde yayımlanan "Sosyo-Ekonomik Sorun Olarak Bölgesel ve Yerleşimsel Gelişim Eğilimleri" başlıklı makalenin yazarı Max George Meier]


Necip Hablemitoğlu*, Alman vakıfları ve benzeri yabancı kuruluşların Türkiye'de kitleleri içerden yönlendirmek üzere çalıştıklarını söylemiştir. Bergama Ovacık'ta altın madeni işletilmesine karşı oluşturulan hareketin ardında Alman vakıflarının varlığını ortaya çıkarmıştı.

* Alman vakıfları hakkında açılan davaya bir hafta kala, 2002'de evinin önünde öldürüldü...! Bergama Altın Dosyası kitabı nedeniyle Konrad Adenauer Vakfı'nın açtığı dava 8 Ekim 2002'de, Friedrich Ebert Vakfı'nın açtığı dava 1 Mayıs 2003'te, Heinrich Böll Vakfı2nın açtığı dava 4 Aralık 2003'te karara bağlanmış ve Necip Hablemitoğlu lehinde sonuçlanmıştır. Liberal Düşünce Topluluğu Derneği aleyhinde Necip Hablemitoğlu varisleri tarafından "hapıyutmuşoğlu" gibi hakaret yayınları nedeniyle açılan dava ise Liberal Düşünce Topluluğu Derneği'nin suçlu bulunmasıyla sonuçlandı.


/


TDV ve ARI Derneği ile Konrad Adenauer Vakfı'nın ortaklaşa kotardıkları "Anayasa Konferansı".... (...)

Türkiye'nin anayasası öyle bir değişmeli ki Türkiye durup dururken o bağımsızlık ilkesini ihraca kalkmasın! ARI Derneği başkanı bu isteği şöyle açıklıyordu:

" Türkiye sadece rejimiyle değil, anayasasında yer vereceği bu değerler itibariyle de bölge ülkelerine örnek olmalıdır." (...)


Alman'dan "Atatürk'e dur" dersi

Türkiye Cumhuriyeti'nde yıllar etnik ayrıştırma ve dinsel azınlık yaratma işini, Alevi kimliği altında TC yurttaşlarını devletle çelişkisi bulunan topluluk konumuna indirgemenin her çeşit manevrasının, Almanya'da hazırlanmış olduğunu unutmak ne mümkün?

Unutmak ne mümkün ki Almanya'da yasaklı bir hareketin, oluşumun değil pankartını ya da bayrağını, o oluşumun simgesi renkleri üstünde başında bulundurmak bile yasaktır. Almanya'da şu ya da bu eyaletin ayrılması için savaşan bir örgütü beğenen sözler etmek bir yana, ayrılmayı çağrıştıracak herhangi bir şey söylemek bile ceza konusudur. Türkiye sivilleriyse yabancıya salonları açıp, ulusa ders verdirtmeyi bir başka sivil iş olarak görmektedirler. (...)

Türkiye'nin anayasasının değiştirilmesiyle ilgili konferansa katılan TC yöneticileri, Dr.Christian Rumpf'un konferans üstüne yaptığı değerlendirmeleri beğenirler mi bilinmez. Dr.Rumpf, 'ulusal egemenliği' bireyin egemenliğine dönüştüren anayasa toplantısına yüksek düzeyde katılımın önemini şu sözlerle belirtiyor:

"Adalet Bakanı'nın yanı sıra, Cumhurbaşkanı'nın da vakit ayırıp ilk yarım gün katılmaları, kongrenin organizasyonunun siyasal iktidar tarafından ne derece önemsendiğini göstergesidir."

Alman Profesör, konferanstan o denli mutludur ki Mustafa Kemal ile bağların koparılmasını isteyebilmekte ve bu bağın Avrupa Birliği'ne girişin önündeki en önemli engel olduğunu ileri sürmektedir. Bununla kalsa iyi; kendi kendine 'Kemalist milliyetçiliği' deyip, bu ilkenin 'çağın gerisinde' kaldığını a söyleyebilmektedir:

"Konuşmalarda ve tartışmalarda buna karşılık devlet ideolojisine değinilmemiştir. (...) Buna karşın Kemalist prensiplerin ideolojiden koparılması talep edilmelidir. Burada kesinlikle Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün liyakatlarını temelde sorgulamak söz konusu olmamakla beraber, kendisini ve o zamanki partisinin temel düşüncelerini bugünkü Avrupa'nın entegrasyon gelişmeleriyle bağdaştırmak zorunludur.(...) özellikle Kemalist milliyetçiliğin çağın gereksinimlerine aykırı olan yorumu, AB'ye entegrasyonun beraberinde getirdiği(,) milliyetçi strüktürlerin bir kısmının tasfiyesine çelişki arzetmektedir."

Dr.Rumpf'un toplantı katılımcılarının bir türlü açıkça söyleyemediklerini yazıvermesi, asıl amacı dışa vurmaktadır... Atatürk'e saygımız ve hayranlığımız sonsuz; ama kendisinin çağı geçmiştir, demeye getiriyor. 'Kemalist milliyetçiliğin' hangi yorumunun 'çağın gereksinimlerine aykırı' olduğunu açıkça belirtmiyor. İçerdekiler, Batı'nın söylem bulanıklığına 'diplomatik nezaket' deyip geçiyorlar.

Anayasa reformu toplantısının amacı, Rumpf'un "AB'ye entegrasyonun" gereği olarak "milliyetçi strüktürlerin (kurumların) bir kısmının tasfiyesi" olarak değerlendirmesinden daha açık anlatılamazdı. Çok düşünülerek kurulduğu belli olan tümcenin anlamı aslında kısa ve yalın: AB ile bütünleşmenin yolu "Kemalist milliyetçiliğin" tasfiyesinden geçer. Anayasa işte bu nedenle değiştirilmelidir. (...)

IRI ve TDV'nin ortağımız dedikleri Almanlar "Siyasal parti kurma özgürlüğü" derken, dinsel ve etnik temele dayalı partileri kolluyorlar ve dil konusunda gerçeği açıkca tersyüz ediyorlar. ...

Rumpf, daha sonra "azınlık hakları" konusunda konuşmacılardan Zafer Gören'in sözlerine destek verirken de açık sözlü davranmıyor:

"Gören, Kopenhagen kriterlerinin 'azınlık haklarının' değil azınlıkların korunmasının garantisini istediği hususuyla önemli bir konuya değinmiştir... Türk Anayasa Teorisi açısından da azınlıkların korunması, azınlık statüsüne bağlanan haklarının sağlanması sorunudur. Bu doktrine göre, Kürtçenin anadil olarak öğrenilip öğretilmesi gerektiği hususu ya siyasal takdire ya da eşitlik prensibinin yorumuna bağlıdır. Schönbohm tarafından birkaç kez altı çizilerek dile getirilen Kürtçe yayın yapan televizyonlar hakkında sorun buna göre sadece kanuni platformda tanımlanan düşünce özgürlüğünün çerçevesi ve sınırını ilgilendiren bir sorundur."

Toplantıyı düzenleyen dernekçilerin ve vakıfçıların, Rumpf'un bu sözleri karşısında sustukları kesin. Lozan anlaşmasındaki "azınlıklar" tanımının "Müslüman azınlıklar" tanımına evirilmesine kalkıp da itiraz etseler, Almanlar karşısında ayıp etmiş olacaklar; o da olmadı, ağızlarındakini yutup gidecekler.

Öyle olmasaydı, "Dr. Rumpf! Biz bilimsel bir hukuk konferansı düzenlediğimizi sanıyorduk. Oysa siz, Lozan anlaşmasındaki tanımıyla, Türkiye'de azınlık haklarının garantisi olmadığını öğretmeye çalışıyorsunuz. Bu bilimsel bir çalışma değil, olsa olsa 'manipülasyon' yani kurcalayıp, yönetmedir. Kusura bakmayın, bunları konuşacağınız yer Berlin ya da Brüksel olabilir; ama Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik alanı olamaz! derler ve eklerlerdi; 'Kürtçe'nin anadil olarak öğrenilip öğretilmesi yasak mı ki?"

Bunları sormayacaklardı; çünkü onlar Rumpf'tan, Türkiye'de ordunun kışlasına itilmesi gerektiğini açıkça belirten NDI (National Democracy Institute) ile işbirliği yapmayı çağın gereği saymaktadırlar. (...)

Yabancıların bu girişimleri, ulusal güvenliğe karışmadır, diyecekler olabilir. Anımsamalıdır ki ülkelerin başkentlerine dışarıdan gelip yerleşenlerin ulusal savunma kurumlarını açıktan eleştirme özgürlüğü, ABD'de ve Batı Avrupa'da Kopenhag kıstasları kapsamında değil, ulusal güvenlik kapsamında değerlendirilir. (s. 174-181)


Mustafa Yıldırım


***

Asıl yapay olan Almandır, Almanya'dır!

1- German kelimesi "Germanca" değil ki ilk kez MÖ 2.yy'da karşımıza çıkar. Kendilerine Germani dediklerine dair bir kanıt da yoktur. Sözcüğün ne kökenini ne de anlamını bilmiyorlar. Heredot'ta geçen Germanii, yani Kirman (İran) bölgesindeki Saka/İskit Türkleri Avrupa'ya taşınır ve geldikleri bölgeye istinaden bu adla anılırlar. Öyle ki Krali Oğuz İskitlerin yaşadığı Odessa eyaletinde toponim olarak karşımıza çıkar; Antik şehir Tyras (Tur-As), sonradan Ak-Kirman adını alır. Avrupa'daki topluluklarla karışırlar, ancak Roma döneminde hepsine German demişlerdir.

2- Alamani ilk kez MS 2.yy'da Cassius Dio eserinde görülür ki kendi tarihlerini Charlemagne ile başlatsalar da adları "Kutsal Roma İmparatorluğu (MS 800-900'ler)" idi, Almanya değil! Almanya'nın Almanya olması ise 19.yy'da gerçekleşir. Üstelik onlar da saf "Alamani" değillerdir; İçlerinde Kelt ve İskandinav unsurları görüldüğü gibi İskit, Hun, Avar ve Hazar Türklerinin izleri vardır.

3 - Türkler Turukki ve Turki olarak ilk kez MÖ 2300'lerde Şartamhari metninin 15.satırındaki Kral İl-Şu Nail Turki’de görülür. Yani, İl-Şu Nail Turuk(ki) Beyliği’nin kralıdır ve beyliğin adındaki bu Tur kökünde Türk sözünü görürüz. Avesta’da Sakaların bir diğer adı da Tur’dur ki Deniz Kavimleri (MÖ 1200’ler) arasındaki Etrüsklere de Tur-Saka (Tursha) denilir ki Turova (Troya) da öyledir.

Turuk, Türk, Türkoman varken "Alamani" neredeymiş? Kim yapaymış?...


SB