Translate

5 Temmuz 2025 Cumartesi

İşgal Örgütleri: CIA-NATO-AB

 

II. Dünya Savaşı başladığında William Donovan dönemin ABD Başkanı Roosevelt'e merkezi bir istihbarat örgütü kurulması projesini götürdü. Başkan projeyi 1941 yılında onayladı. ABD; 1942'de yani, Stratejik Hizmetler Bürosu (Office Strategic Services-OSS-) kuruluşundan hemen sonra Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti. (...) OSS, savaş boyunca yapılanmasını örnek aldığı İngiliz Gizli Servisi ile birlikte çalıştı. (...)

Savaştan kahramanlaşarak çıkan OSS, bu defa ABD devlet örgütlenmesi için sorun oldu. Çünkü Pentagon, OSS'nin ABD Başkanının doğrudan kullandığı bir araç olmasını değil, kendi denetimi altına girmesini istiyordu. Çatışma kimi zaman General Douglas Mc Arthur'un Pasifik bölgesinde yaptığı gibi OSS kadrolarını bölge dışına atmak noktasına bile vardı. Gizli Servis'in artan gücü, FBI ve Dışişleri Bakanlığı'yla da çatışmalara neden oluyordu. Yeni Başkan Harry S. Truman, 1 Ekim 1945'te OSS'yi kapattı. Gizli Servis'in birimleri çeşitli hükümet organlarına dağıtıldı. Ancak II. Dünya Savaşı'nın ardından merkezi bir istihbarat örgütü ihtiyacı Başkan Truman'a yeniden dayatıldı. Bu defa Donovan Başkan Truman'ı yeni bir istihbarat örgütü kurmaya ikna etti. Truman'da, 1946 yılı Ocak ayında talimat vererek Birleşik Devletler'in yeni barış zamanı gizli servisi, Merkezi İstihbarat Grubunu (Central Intelligence Group-CIG) kurdu ve Amiral Sidney Souers'ın 'CIG' Direktörü olduğunu ilan etti.


Merkezi İstihbarat Grubu geçici ve zayıf bir teşkilat oldu. Kısa süre sonra Başkan Truman Beyaz Saray'ın elinin güçlendirilmesinin gerekliliğini hissetti ve bir Merkezi İstihbarat Örgütü'nün kurulmasına yönelik kapsamlı bir çalışma başlattı. Bunlardan çok etkili bir banker olan Ferdinand Eberstadt'ın hazırlattığı raporu benimsedi. Rapor doğrudan ABD Başkanına bağlı, uluslararası alanda etkili bir Merkezi İstihbarat Örgütü (National Inteligence Agency-NIA) oluşturulmasını öngörüyordu. Truman, CIG'yi kapattı ve CIG Direktörü Amiral Sidney Souers'i NIA'ya ilk başkan olarak atadı. NIA başlangıçta ABD'nin mevcut istihbarat kuruluşları olan Askeri İstihbarat, Dışişleri Bakanlığı İstihbaratı, FBI vb. arasında koordinasyonu sağlamakla görevlendirilmişti. 

OSS, 1945'te kapatılınca onun Örtülü Operasyonlardan Sorumlu Yakındoğu ve Kuzey Afrika'daki 7 istasyon Stratejik Servisler Birimi (Strategic Services Unit-SSU-) Ağustos 1946'da Savaş Bakanlığından alınıp CIG'e bağlanmıştı. Böylece CIG, koordinasyon görevini aşıp bir icra organı haline dönüştürülmüştü. Bu konuma gelir gelmez SSU'u Özel

Operasyonlar Dairesi (Offical of Special Operations-OSO-) haline dönüştürülmüştü. Temmuz 1947'de devlet bürokrasisini ABD'nin yeni yönetimine uyarlamak için hem Merkezi İstihbarat Ajansı'nın (CIA) hem de Ulusal Güvenlik Konseyi'nin (NSC) oluşumunu sağlayan, "Ulusal Güvenlik Yasası" (National Security Act) çıkarıldı. ABD'nin örtülü operasyonları konusunda en önemli belgesi olan 1947 tarihli Ulusal Güvenlik yasasıyla ABD'nin dünya jandarmalığı misyonu için devlet güçleri merkezileştirilerek Beyaz Saray'ın komutası altında toplandı. Ulusal Güvenlik Yasası, CIA'ya "Ulusal Güvenlik Konseyi'nin (NSC) zaman zaman yönetebileceği ve ulusal güvenliğe etki eden istihbarat ile ilgili faaliyet ve görevleri yerine getirme" görevini vererek, dış ülkelere yönelik örtülü faaliyetlere ve gizli savaşlara zemin oluşturdu.

Beyaz Saray'ın yeniden yarattığı CIA örtülü faaliyet enstrümanıyla hedef aldığı ilk ülke İtalya oldu. İtalya'daki operasyonlar, komünistleri zayıflatarak bir başarıya imza attı.

Başkan Truman, örtülü faaliyetlerin devlet idaresinin bir aracı olarak kullanılmasına kendini kaptırdı ve bu alandaki gücünün İtalya'nın ötesine taşınması üzerinde durmaya başladı. Bu nedenle, 18 Haziran 1948'de NSC'ye dünyanın tüm ülkelerinde örtülü operasyonları yürütme yetkisi veren ve CIA içinde Özel Projeler Bürosu adı altında bir özel faaliyetler dalı oluşturan, dillere destan NSC 10/2 yönergesini kabul etti. Bu yeni oluşumun adı sonraki günlerde daha az dikkat çeken "Politik Koordinasyon Bürosu (Office of Politic Coordination-OPC) ile değiştirilecekti. NSC 10/2, OPC'ye "Örtülü Operasyonlar Planlama ve Yürütme" yetkisi veriyordu.

NSC 10/2'deki "Örtülü Faaliyetler" ibaresiyle "Bu hükümet tarafından, düşman yabancı ülkeler ya da gruplara karşı veya dost yabancı ülkeler ya da gruplara destek amacıyla idare veya finanse edilen, ancak yetkisi olmayan insanlar için, ABD Hükümeti'nin bununla ilgili bir sorumluluğunu rahatlıkla inkâr edebileceği "faaliyetleri" tanımlanıyordu.(3) Truman Yönetimi'nin Dışişleri Bakanlığı Politika Planlamasının başındaki azgın antikomünist George F. Kennan'da NSC 10/2'nin Kongre'den geçmesini ve CIA'nın İtalya ve ötesinde örtülü faaliyetlerde bulunması düşüncesinin en büyük destekçilerinden biriydi.


Kennan tabi ki yalnız değildi. Aynı ekipte OSS'nın başı William Donovan, OSS Casusluk Servisi Uluslararası İlişkiler Müdürü Thomas W. Braden, CIA'dan Genaral Walter Bedel Smith, Hollanda Prensi Bernhard'ın işbirlikçisi Maxililan Kohnstamm, Amerikan İstihbarat Servisi'nin Organizatörü Ailen Dulles, kardeşi John Foster Dulles, CIA için mafyayı çok uluslu bir devlet şirketine çeviren Meyer Lansky ve mafya lideri Luciano'nun avukatı, Hitler'in gizli istihbarat örgütünün eski başkanı General Gehlen'ın daimi koruyucusu Nazi Casusluk Örgütü Eski Şefi, "Yeni Alman Karşı Casusluk Örgütü'nün kurucusu, mafyanın avukatı ve adamı, New-York eski valisi ve Temsilciler Meclisi eski milletvekili.

Allen Dulles ile birlikte Başkan Ersenhower'ın Başkan Yardımcısı olacak Richard Nixon'ın yaratıcısı Thomas Dewen yer almaktaydı. Aynı ekibin Avrupa kanadında Belçika Başbakanı Paul-Henry Spaak ve daha niceleri bulunuyordu. (s.31-33)

Casusuluk ve OSS ve CIA darbelerinin vahşi adamı "Vahşi (Bili) William Donovan" Birleşik Devletler Başkanı Roosevelt ve Truman'ın bu alandaki beyniydi. II. Dünya Savaşı sırasında 1944'te daha OSS'yi kurmadan önce casusluk çabalarına başlayacaktı. OSS kurulup ilk başkanlığına atanan William Donovan, Balkanlar, Türkiye ve Ortadoğu gezilerinde, Almanların gizli operasyon ve propagandasının temel rol oynadığı bir tür savaş yürüttüğünü görmüştü. Balkanların, Almanların yumuşak karnı olabileceğini de öğrenmişti. Donovan, tam anlamıyla sıfırdan başlayarak amatör de olsa, casusları değerlendirme uzmanları ve gerilla savaşçılarından oluşan etkileyici bir grup kurdu.

Türkiye'deki OSS operasyonlarının temelinin oluşturulmasında ilk adım Betty Corp adındaki ufak toparlak kadının 9 Ocak 1942'de eski dostu ve sevgilisi Allen Dules tarafından OSS'ya çalışması için Washington'a çağrılmasıydı. Allen Dules, İstanbul'da Dışişleri Bakanlığı memuru olarak görev yapmıştı ve Corp'ın hayranlarındandı. OSS'in kurucularından biri olarak Balkanlar ve Türkiye'de operasyon başlatılması için Corp'ın görevlendirilmesini önerdi. Corp'ın yeteneklerinden çok etkilenen Dulles, savaş sonunda Corp'ın İsviçre'de kendisine katılmasını istedi. Corp'ın Amerikan vatandaşlığına geçme isteğini belirten belgeyi OSS Başkanı William Donovan imzaladı.

OSS'un Oluşturulmasında Kilit Rol Oynayan Tek Dünya'cı CIA'cılar Şunlardır:

-Harry S. Truman: ABD Başkanı

-William Donovan: Stratejik Hizmetler Bürosu ilk başkanı

-Amiral Sidney Souers: Merkezi İstihbarat Grubu (Central Intelligence Group CIG), Merkezi İstihbarat Ajansı-NIA Başkanı.

-George F. Kennan: Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Bölümü Başkanı, CIA'nın örtülü faaliyetlerde bulunmasının en büyük destekçisi, bu konudaki NSC 10/2 yönergesinin hazırlayıcılarından.

-Thomas W. Braden: Stratejik Hizmetler Bürosu Uluslararası İlişkiler Müdürü.

-General Walter Bedel Smith: CIA çalışmaları katılımcısı, sonrasının CIA Başkanı.

-John Foster Dulles: ABD Dışişleri Bakanı, CIA Başkanı Allen Dulles'ın kardeşi, David Rockefeller'in akrabası.

-Allen Dulles: CIA'Başkanı, CIA kurucusu, Lansky, Luciano ve mafyanın avukatı, General Gehlen'in koruyucusu, ABD Temsilciler Üyesi, New York eski Valisi, mafyanın avukatı ve adamı, Thomas Dewen'in koruyucusu, David Rockefeller'in akrabası.

-Paul Henry-Spaak: Belçika Başbakanı, İngiliz Dış İstihbaratı MI6 Şefi, Stevvart Menzies ve CIA işbirlikçisi (s.34-35)


Erol Bilbilik


İlgili

Casus Arkeologlar 1. Bölümden

Casus Arkeologlar 9. Bölüme kadar 

OSS arkeologlarını okuyacaksınız...




Sivil Örümceğin Ağında - 5


"Örtülü operasyonlara dönmeye gerek yok. Örtülü operasyonla uygulanmış birçok program (artık şimdi) oldukça açık biçimde ve sonuç olarak, itirazsız gerçekleştirilmektedir."

William Colby, CIA Direktörü (s.147)


* Amerika'dan işleme konulan 'demokrasi projesi' operasyonunun dibindeki düşünce şudur:

Başka ülkelerin içişlerine, siyasal ortamına, Birleşik Devletler’in resmi organlarınca, örneğin merkezi haber alma örgütü CIA ile doğrudan karışılması sakıncalıdır. “Anti-komünizm” ve “hürriyet-demokrasi cephesi” adı altında, hem ABD içinde, hem de dış ülkelerde, yönlendirme, örgütleme, dolaylı yönetme, kamplara bölme ve çatıştırma uygulamaları için dünyaya yayılan örgütlerin etkinlikleri, ileri sürüldüğü oranda “hür" ve tüm dünyaya ilân edildiği oranda “temiz” olmadığından, işlerin karışması elbette kaçınılmazdı. Ayrıca bu işlerin parasal kaynaklarının altından CIA’in ve CIA bağlantılı şirketlerin kirli işler bankerlerinin ortaya çıkması devleti zora sokmaktaydı.

Örtülü operasyondan açık operasyona geçişin ilk ciddi adımları 1967’de atılmıştı. CIA'nın dış ülkelerde çok-kültürlülüğü pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun bir çalışma başlatmasıyla birlikte kurulan CCF (Congress for Cultural Freedom - Kültürel Özgürlük Kongresi), CIA’nın oluşturduğu yayın ve konferans örtüsü altında ülkelerde bağlantılar ağı kurmaktaydı. Söz konusu örtü, CIA tarafından yönlendirilen Amerikan akademik dünyasında, yarı gizli araştırmalar ve raporlarla dokunmaktaydı.

Bu durum, ABD üniversitelerinde rahatsızlığa yol açınca, 1967’de soruşturma başlatıldı. (11) Soruşturmanın sonunda, bu gibi politik amaçlı operasyonlarda CIA bağlantısının işleri zorlaştırdığı düşünüldü. Tüm dünyada yürütülecek operasyonun finansmanı için özel kuruluşların devreye sokulması programlandı. Aslında bu sözde özel kuruluşlar, 1947’lerden başlayarak Harvard, MIT ve Columbia üniversitelerinde çok özel projelerin para kaynağını yaratmaktaydı. Ortalıkta görünenler, CIA elemanları ya da devletin memurları değil Ford Vakfı, Carnegie Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi, çok uluslu şirket örgütleriydi. (s.26/7)

* Fulbright ve Carnegie Endowment ve benzerlerinin aktardığı paralarla gençler üzerine yapılan yatırımlar.... (s.75)

(Dipnot 11) Akademik dünyadaki CIA bağlantıları Rampart Magazine tarafndan açıklanınca, Başkan Ford, 1967'de Nicholas Katzenbach (Ford Foundation eski yöneticisi), John Gardner (OSS eski elemanı, Carnegie eski başkanı, 1955-1965), Richard Helms (CIA Yönetmen)'den oluşan bir komisyon oluşturdu. Komisyon "açık-özel bir mekanizma" kurulmasını önerdi.


EK: ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Morton Abramowitz Carnegie Vakfı'nın başkanı, NED yönetim kurulu üyesi ve Century Foundation (Yüzyıl Vakfı) yöneticisiydi.

NED - National Endowment for Democracy / Ulusal Demokrasi Vakfı


* İkinci eleman kaynağıysa, yine devlet organlarıyla içli dışlı olmuş akademisyenleri barındıran üniversitelerdir. (s.51)

* ABD'de akademik görünüşlü 'Institute' ile ideolojik görünüşlü Heritage Foundation gibi tutucuların örgütlediği vakıflar ile CFR, Carnegie Endowment, Woodrow Wilson Center gibi dış siyaseti tepeden yönlendirici seçkinler kulüplerinin yanı sıra, devlet tarafından kurulmuş CSIS gibi raporcu şirketler, IRFC gibi doğrudan Dışişleri Bakanlığı'na bağlı bürolar, Middle East Forum, Washington Instıtute, Freedom House, CMCU ve USIP gibi yarı resmi merkezler de 'think-thank' olarak niteleniyorlar. 

Hatta bunlara, Unification Church (Birleştirme Kilisesi), PWPA (Profesörler Dünya Barış Akademisi) ve RYS (Dindar Gençlik Hizmetleri) gibi Sun Myung Moon'un tarikatı örgütleriyle, ISNA (Kuzey Amerika İslam Topluluğu), CAIR (Amerikan İslam İlişkileri Konseyi), Minaret Özgürlük Enstitüsü gibi, İslam dünyasını yönlendirerek ABD'nin ekonomik egemenliğine uygun politikaları destekleyecek ve toplum üstünde baskı kuracak olan dinsel örgütler de katılıyor.

ABD'de bu tanıma uyan binden fazla 'think-thank' örgütü bulunuyor. Bu örgütler, emekli dışişleri ve istihbarat elemanları, Amerika'ya yerleşmiş Üçüncü Dünya elemanları, operasyonlarda deneyimli CIA eski istasyon şefleri ve akademisyenler için önemli bir ekmek kapısıdır.

'Think-thank' örgütlerinin en önemli yararı, ABD yönetimini sorumluluktan kurtarmalarıdır. ABD resmi organlarının başka ülkelerde araştırma ve incelemeler yapması, o ülkelerce şimdilerde pek kullanılmayan eski deyimle casusluk etkinliği olarak değerlendirilebilir ve devletlerarası anlaşmazlıklara neden olabilir. Teslim edilen raporlar, ABD resmi belgeleri olarak ele alınıp, casusluk suçlamlarına yol açabilir.

İnsanlık yararına çalışır görünen vakıfların, derneklerin hazırladıkları 'entelektüel' ürün görünümlü proje raporları, ABD ya da Avrupa devletlerinin yönetimlerini bağlamayacaktır. Üstelik 'think-thank' örgütlerinin masrafları da ilgili şirket ve vakıflarca karşılanırsa, devlet bütçelerine fasıllar eklemek, ABD Kongresi'nden onay almak gibi güçlükler de kolayca aşılmış olacaktır. Daha da önemlisi, dış ülkelerin akademisyenlerine, eski diplomatlarına hazırlatılacak raporlara kaynak aktarılırken akademik bir görünüm verilmekte kalınmayıp, işbirlikçi ya da kökü dışarda gibi rahatsız edici ulusal suçlamalara, karalamalara karşı bir koruma örtüsü de sağlanmış olacaktır. (s.52)


CSIS: Center for Strategic and International Studies.

CMCU: Center Muslim Christian Understanding Georgetown University.

CFR: Council on Foreign Relations.

IRFC: International Religious Freedom Committee.

USIP: Unite States Institute for Peace.


* Bu örgütlerin kendi anavatanlarında (ABD-Batı Avrupa) siyasal çalışma yapmaları yasaktır. (s.53)


Stratejik Araştırmalar Vakfı (SAV), NED'in desteğini alarak, Türk toplumunun değişik kesimlerini, demokrasi ve kimlik konularını tartışmak üzere toplanmış ve bu iş, Türkiye'nin patlamaya en 'hazır' sorununa demokratik çözüm bulmak için ilk adımı atmıştır. Burada sözü edilen 'kimlik' ne mene bir şeydi ki patlamaya hazır bir sorun oluyor, diye meraka gerek yoktur. İşin içinde CIA eski şeflerinden Graham Edmund Fuller olunca, projenin kimliği de bellidir, çözümü de! (s. 148)


Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında


***


Küreselcilere;

Yolumuz ATATÜRK YOLU'dur



Amerika'nın Türkiye'yi İmha Planı


"Kürdistan’ı Türklere kurduracağım."

Barack Obama (ABD Başkanı)



ABD’nin ve AB’nin –daha doğrusu büyük küresel şirketlerin- Türkiye için geliştirdiği Büyük Tuzak “Osmanlı Milletler Topluluğu” veya “Yeni Osmanlıcılık” olarak karşımıza çıkmıştır. İstiklal savaşımızda olduğu gibi, sinsi bir plan, Türk devletini ve milletini imha planı uygulamaya konulmuştur. Bu bir zokadır ve ne yazık ki hükümet bunu yutmuş görünüyor. 


AMERİKA’NIN TÜRKİYE’Yİ İMHA PLANI: BÜYÜK KÜRDİSTAN, KÜÇÜK TÜRKİYE…

11.8.2013

Prof.Dr. Cihan Dura - link





Eski CHP Milletvekili ve emekli Büyükelçi Onur Öymen: Kılıçdaroğlu özerkliğe zımnî değil, açık destek veriyor. Hiç ‘teröristlerle müzakere edilmez, sen nasıl masaya oturursun?’ dediğini duydunuz mu? Bunu biz yönetimde olduğumuz zaman söylüyorduk. Kılıçdaroğlu daha önce de “Avrupa Özerklik Şartı’ndan çekinceleri kaldıracağız” sözünü verdi. Oysa Avrupa Özerklik Şartı dediği metni iyi okumak lazım. Orada ne yazıyor? Ne gibi seçenekler bırakıyor ülkelere. Bizden başka hangi ülke tamamını rezervsiz kabul ederim demiş? - Zihni Erdem, Aydınlık, (25.3.2014)

TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLERİN ELİYLE NASIL GETİRİLDİ? (ARALIK 2013-MART 2014)

9.2.2015

Prof.Dr. Cihan Dura / link


!!!!


Masum isteklerin ve projelerin sınırı yok!

Mustafa Yıldırım - Sivil Örümceğin Ağında






Dünyayı Yöneten Gizli Örgütler

 


CFR, 2000 yılı itibariyle toplan 2433 üyesinden 470'si ile üniversiteleri, 313'ü ile medyayı, 312'si ile Think-Thank'ları, 177'si ile uluslararası sanayi şirketleri ve 160'ı ile de uluslararası hukuk şirketlerini kontrol altında tutmaktadır.

CFR; Think-Thank'lara özel önem vermiş ve bu örgütler için, neredeyse uluslararası sanayi ve hukuk işlerine ayırdığı kadar üye görevlendirmiştir. Think-Thank'lara verilen önemin nedeni, ABD hükümeti aracılığıyla 1983'te uygulamaya sokulan ve adına "Demokrasi Program" denilen emperyalist politikadır. Burada sözü edilen demokrasi, halkın siyasete katılımı değil; küresel egemenliğe boyun eğmesini sağlayan, baskı ve şiddete dayalı saldırgan bir siyasi programın adıdır. Program: Yeni Dünya Düzeni stratejisinin en önemli uygulama planlarından biri olarak düşünülmüştür.

Demokrasi Programı, beş temel alanı kapsamaktadır. Birinci alan, günümüz ve geleceğin liderlerinin demokrasi ve uygulanması konusunda eğitimleri ve demokrasi karşıtlarına karşı güçlendirilmelerine yönelik alandır. İkinci alan; kitap yayını, burs dağıtımı, İngilizce öğretimi ve diğer eğitim araçlarıyla demokrasinin uygulanması konusuna toplumun eğitilmesine yönelik alandır.

Üçüncü alan: Demokrasi konusunda toplumun inanç ve ufkunun genişletilmesi amacıyla, siyasi partiler, sanayi, ticaret odaları, işçi sendikaları, medya üniversiteleri hukuk kurumları ve dinsel gruplarla birlikte çalışma yapılmasına yönelik alandır. Dördüncü alan demokratik, toplum değerlerinin, üniversite, medya, özel program, toplantı kitap, dergi yayın ve dağıtımıyla iletişim sağlanmasına yönelik olanıdır. Beşinci alan: Toplumun Amerikan vatandaşları ve kurumları arasında doğrudan ilişki kurma, moral destek, entelektüel teşvik, teknik ve pratik yardım almalarına yönelik alandır.

Demokrasi Programının uygulamaya sokulmasıyla birlikte Think-Thanklar; programın 5 alanında çok daha geniş boyutlu görev almaya soyundurulmuşlardır.

Bu bağlamda, Tavistock, Brookings Enstitüsü, Hudson Enstitüsü, Politik Araştırmalar Enstitüsü, Standord Araştırma Enstitüsü, Rand Corporation, Gelecek İçin Araştırmalar Enstitüsü ve Washington Yakındoğu Politikalar Enstitüsü, ağırlıklı olarak görev üstlenmişlerdir.


Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü (Tavistock Institute Of Human Relations)

Tavistock; 1921 yılında Londra'da İngiliz Ordusu Psikolojik Savaş Bürosu Başkanı Sir John Rawlings-Reese tarafından kurulmuştur. 1. ve 2. Dünya Savaşı yıllarında psikolojik savaş örgütü olarak çalışan Tavistock Grubu, Rockefeller Vakfı'nın yaptığı büyük bağışlarla 1946 yılında görev alanı genişletilerek yeniden yapılandırılmıştır. Rockefeller; Tavistock'a daha geniş çaplı savaş araştırmaları yapma ve uygulama görevleri vermiştir. Enstitü ve gerçekleştirmekle olduğu çalışmaları ABD'nin en iyi korunan sırrı olmaya devam etmektedir.

Enstitü bugün; Sussex Üniversitesinden, Standord Araştırma Enstitüsü, Esalen, Massachusetts Institute of Technology (MIT), Hudson Enstitüsü, Heritage Vakfı, Georgetown Stratejik ve Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (CSİS), ABD Dışişleri kadrolarının eğitildiği Hava Kuvvetleri İstihbaratı, Rand Corporation, Mitre Corporation, Şirket Kadrolarının Doktinasyonu, The Mont Pelerin Topluluğu, Tülakteral Komisyon, Ditchley Vakfı ve Roma Kulübü gibi gizli gruplara kadar uzanan bir ilişkiler ağı geliştirmiştir. Tüm OSS (Stratejik Hizmetler) (Casusluk Bürosu) ve CIA Programları Tavistock'un rehberliğinde oluşturulmuştur. (s.49-50)


Erol Bilbilik - Dünyayı Yöneten Gizli Örgütler




Sivil Örümceğin Ağında - 4


 "Çevre" ve "tarih mirası"nın anlamı, eylemlere parasal yardımda bulunanların çıkarına göre değişmektedir.


* Rockefeller'in dolarıyla 'geniş kafalılık'

ARI yayınlarında 'profesyonel' olarak tanıtılan görevli, belki de, önemli bir gerçeği ortaya koymaktaydı. Onun sözlerinden şu anlam çıkarılabilir. Bugüne dek para hep dışarıdan geldiğinden, yabancı (Batılı) örgütlerin lehine bir durum var, yani denge yok denmek isteniyor olabilir. Bu açıklamalar için düşünce ayrımlarını gösteren kanıtlardır denilip geçilebilir, ama 'Tarih' genel sekreteri buna izin vermiyor:

"... başka devletlerle veya o devletler adına faaliyet gösteren kuruluşlarla ilişkide gardımızı indirirsek duyarlılığımızı, dikkatimizi bırakırsak yarın kamuoyu önünde -ben bundan çok korkarım- 'STK aslında yabancıların kullandığı bir alettir' diye birkaç örnek ortaya konur, bu kötü örnekler dar kafalılığın, yabancı düşmanlığının aracı haline getirebilir."

Yanıt işte bu denli kısa ve özlüdür. Buraya dek yazılanlar, biraz akla uygun geldiyse ve dolarlı proje işleri biraz şaşkınlık yarattıysa, hatta biraz da öfke oluşturduysa, günaha da ortak oldunuz demektir. 'Günah' nitelenmesi az gelir. Genel sekreterin yorumuyla 'dar kafalılığın yabancı düşmanlığının' tipik örneğini sergilemiş olacaksınız.

Ne ki bu açıklamaları izleyen aylarda, atölye çalışmalarını içeren bir kitabın iç kapağına "Heinrich Böll Vakfı'nın katkılarıyla yayınlanmıştır" diye yazılacağı hesap edilmemiş olmalı. Hatta, bu işler, 'Zeugma'yı kurtarmak' diye başladıktan sonra, ne denli baraj varsa o denli çetin bir tarih kurtarma projesine girişip, 'barajlara evet ama tarihsel mirası da koruyalım" diye sürdürülen ve sonunda nerede olursa olsun tüm 'barajlara hayır' kampanyası gibi, belki de hiç istenmeyen sonuçlara yol açılmıştır. Kurtarma kampanyasına adanan kitabın ilk sayfalarında 'Rockefeller Vakfı'nın katkılarıyla yayınlanmıştır' diye yazılmış.

Bu özgün sivil yaklaşım için, 'workshop' ilişkilerinde hiçbir ek açıklamaya gerek yoktur. Görüldüğü üzere, 'katkılarıyla' denilip geçilmektedir. Petrol kartellerinin sahibi Rockefeller'in Türkiye'nin barajlarıyla neyi alıp veremediği ve enerji üretilecek bu barajların 'tarihsel mirasa' ve o olmazsa börtü böceğe, o olmazsa herhangi bir doğal canlı ya da cansızca, binlerce kilometrekarelik bir alanda küçük bir oran tutan bir ortamda vereceği zararı sergileyecek çalışmalara para bastırmasının nedenini anlamak o denli zor olmasa gerek. Anlaşılması asıl zor ola; doğaya ve tarihe bu denli tutkun olan yerli 'sivil' eylemcinin kitap yayınlamak için, dışardan para ya da onların sıkça kullandıkları deyişle 'proje desteği' almaya gereksinmesidir. Türkiye'yi oltadaki balık olarak gören ve 'Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur' diyen Rockefeller sülalesinin kurduğu sivil örgütün yardımlar listesinde şu satırlar yer alıyor:

"Economic and Social History Foundation of Turkey)

İstanbul, Turkey- November 17, 2000 / $ 150.100

Toward the costs of the 'Local History Initiatives' and museum projects. Program: Creativity & Culture Benefit Regions: Turkey"


Sivil yöneticinin de açıklıkla belirttiği gibi, şimdi 'geri kafalının biri' durduk yerde, şu sorularla ortalığı bulandırabilir: Başka devletlerle ilişkiye girmek, hep öyle doğrudan doğruya olmayabilir; o başka devletleri ve dünyayı yönlendiren, kaynaklarını emen şirketlerle dolaylı da olsa kurulan ilişkilerde indirilme olasılığı bulunan 'gard' hangisidir?

Hatta daha da ileri gidip, "Bir ülkenin enerjisiz bırakılması kimlerin işine geliyor?" gibi sorularla tartışmalara kapı açılamaz mı? "Komşu ülkelerde, örneğin Ermenistan'da köhnemiş nükleer santrallar insanlığın ortak tarihsel mirasına ve yalnız vadilerdeki 'nebatata' değil, insanoğlunun kendisine de zarar vermez mi?" gibi sorular eklenmesinin yolu açılmış olmaz mı?

Görüldüğü gibi, 'katkılarıyla' denilip geçilmesi, soru üstüne soru çıkarabiliyor. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki kendi çıkarları için yüzlerce yıldır insan yaşamını hiçe sayan, daha yakın geçmişte salt petrol-gaz çıkarları için komplolar kurmaktan, kan dökmekten geri kalmamış olan bir yönetimin ve o yönetimi güdüleyen kartellerin çevre korumacısı olduklarına bilerek ya da bilmeyerek inanmak, inananları ilgilendirir, deyip geçemeyiz. Çünkü bu tür girişimlerin dünya egemeni olmanın önemli bir aracı olduğunu unutmak, yeni sömürgeciliğin ve çağdaş sömürgeciliğin arkasına halk desteği yığmak anlamına gelebilir.

'Çevrecilik' ya da 'tarihsel mirasçılık' imajının en usta oyuncusu Clintonlar olmuştu ve Türkiye'ye geldiklerinde bu imajdan bolca yararlanmışlardı. Bu işler salt geziyle kalsa iyi, ama ABD yönetimi ipin ucunu asla bırakmaz. Şimdi, çevre ve uygarlık koruyucusu Mimar Sayın Oktay Ekinci'nin, o Türkiye gezisindeki Clinton imajı tazeleme günlerinden, çok değil yalnızca iki yıl sonra "Hillary, Neredesin?.." başlığını atarak yazdıklarına bakalım:

"18 Kasım 1999'da antik sahneye kurulan kürsüde bir konuşma yapan Hillary'nin söyledikleri ise yerli ve yabancı medyadan dünyaya özetle şöyle duyurulmuştu: 'ABD, insanlığın ortak mirasına sahip çıkıyor... Bayan Clinton, tarihsel zenginliklerin dünya değeri olduğunu vurgulayarak, korunmalarının da uluslararası görevleri olduğunu belirtti. Ben de aynı konuşmadaki özellikle 'Anadolu ve Mezopotamya' için söylediklerine dikkat çekmiş, çarpıcı sözleri arasındaki şu vurgulamasının ise 'Ortadoğu'da barışın da güvencesi' olması gerektiğini yazmıştım: 'Amerika'dan binlerce yıl önce yazı yazmasını bilenlerin yaşadığı bu topraklardaki tarihten, insanlığın öğreneceği çok şey var." Cumhuriyet, 20 Ocak 2000.

Mimar Oktay Ekinci, yazısının sonraki satırlarında, ABD'nin çevre alanıyla ilgisinin ne denli içten olduğunu düşündürecek açıklamalarda bulunuyordu.

"... 13 Ocak 2000'de, Tepebaşı'ndaki binada, ABD'nin aynı konudaki uzmanlarıyla 'uydu' iletişiminde kurulmuş bir 'ekranı' kullanıp 'birbirimiz görerek' karşılıklı konuştuk... (...) her söz aldıklarında, hep şu tür bir girişle başlıyorlardı: 'Bayan Clinton, çok önemli bir hareketin öncüsü oldu... ABD, insanlığa karşı bir görevi daha yapmaya hazırlanıyor ve buna, Türkiye gibi dünya tarihinin merkezi olan bir ülkede başlanması çok anlamlı... ABD silahlı güçleri, önceki First Lady'lerinin 'bizden binlerce yıl önce yazıyı kullananların ülkesi' dediği Mezopotamya'yı, üstelik 'insanlık adına koruma' sözünü verdiği Anadolu topraklarını da çiğneyerek bir kez daha 'tahrip etmeye' hazırlanıyor... Acaba, ABD elçiliği, bu kısa mesajımı da aynı şekilde Washington'a iletir mi: "Hillary, neredesin; gel Aspendos'ta bir konuşma daha yap..." (Cumhuriyet, 15 Ocak 2003, '...' arasındakiler tarafımızca yapıldı, y.n.)


Tarih vakfınca barajlara karşı başlatılan kampanya içinde de, şöyle ya da böyle iyi niyetle yer almış olan birçok kişi gibi, korumacılık konusunda içtenliğinden kuşku duyulmayacak olan Mimar Oktay Ekinci, 2003 başında bile iyi niyetini yitirmeden, Clinton'dan tarihsel kalıtın kurtarılması için yardım istiyor.

Oysa Hillary Rodham Clinton, kartellerin, vakıfların verdikleri milyon dolarlık destekle artık senatör olmuş ve hemen teşekkür etmek üzere İsrail'e koşmuştu. Hillary, İsrail'de yeni bir ABD'li 'imajı' oluştururken İsrail tankları da Filistin'i yerle bir etmekte, soykırıma varan katliamlara girişmekte, İnsanlığın binlerce yıllık canlı ve cansız tarihini yok etmekteydi.

Aslına bakarsanız, çevreyi ve tarihsel mirası korumasından medet umulan Clintonlar döneminde de o Mezopotamya haftada en az bir ya da iki kez, İncirlik'ten ve Katar'dan kalkan uçaklar tarafından bombalanmaktaydı. Clinton ya da Bush! Politika aynı; ABD yönetimi elli yıldır izinden gittiği bir projeyi yaşama geçiriyor ve Ortadoğu'yu işgale başlıyordu.

"Çevre" ve "tarih mirası"nın anlamı, eylemlere parasal yardımda bulunanların çıkarına göre değişmektedir.

Bağdat'ta kütüphanelerin yakılmasıyla kül olan miras petrol kartellerini pek ilgilendirmezken Türkiye'deki birkaç bin kilometrekarelik bir alandaki bitki ve böceklerin baraj suyu altında kalması ilgilendiriyor; barajlarda birikecek su ile yeşerecek olan geniş bölgelerdeki yeni bitkiler ve yaşam alanında doğacak yeni böcekler ve öteki hayvanlar çok ilgilendirmiyordu. Güneydoğu Anadolu'da, Kuzeydoğu Anadolu'da ya da Mezopotamya'da olunca "çevre" ve "tarihsel miras" olacak, Filistin'de olunca kim bilir ne olacak?!

Bu ilginç örnekten sonra konumuza dönersek, Tarih Vakfı Sekreterinin de belirttiği gibi, "başka devletler adına faaliyet gösteren kuruluşlarla ilişkide gardımızı(n) indirilmesinin" nereye varacağı belli olmamaktadır. Hem de bir kitap yayını uğruna. Adı "vakıf", simgesi "STK" olan "sivil" örgütün gardının indirilmesiyle Genel Sekreter'in, haklı olarak, "korktuğu başına" gelmiştir. Nedenini, başka devletler adına etkinlikte bulunan kuruluşlarla ilgili bir iki örnekle anlayacağız: "STK aslında yabancıların kullandığı bir alet" midir, değil midir? (s.66-69)


Mustafa Yıldırım

Sivil Örümceğin Ağında


***

ilgili:

Casus Arkeologlar 1'den - 9'a


Sivil Örümceğin Ağında - 3

 

Soros der ki,

“milliyetçilik sadece düşmanlığa, tahribe, ırkçılığa ve savaşa neden olur." 


Ona göre, milliyetçiliğin yapıcı bir yöne sahip olması bile olanaksızdır. Öyleyse ulus devlet yıkılmalıdır ve yerini tüm dünyaya egemen olacak bir güce bırakmalıdır.

Mustafa Yıldırım - Sivil Örümceğin Ağında



Liberal Enternasyonal

Adı "liberal" kendisi muhafazakâr hareketin dünya odağında, İngiltere'de Mont Pelerin Society (MPS) ile ona bağlı olarak ABD'de kurulan Atlas Foundation (Atlas Vakfı) ve IFP (Uluslararası Özgürlük Projesi) adlı örgütler görülüyor.

MPS, dünyaya dağılmış 500'e yakın seçkinden oluşan üyeleriyle ilginç bir örgüte benzemektedir. 'Serbest Pazar' ekonomisine tapınan bir tarikat benzeri MPS, Avusturyalı Friedrich Hayek tarafından 1947'de İsviçre'nin Mont Pelerin kenti yakınlarında yapılan bir toplantıyla kuruldu. MPS, kuralsız finansal düzen, sonsuz özelleştirme ve serbest ticaret politikalarını tasarımladı. Kurucuların kökleri, Avusturya Macaristan İmparatorluğu kurucusu Habsburg Hanedanı ve 16.yüzyıldan başlayarak imparatorluğun istihbarat ve posta hizmetlerini gören 'Thurn und Taxis' gibi, Avrupa'nın eski ailelerine dayanır. Bu hanedanın üyeleri, 1920 ve 1930'larda Hitler'i desteklemişlerdir.

MPS, 'muhafazakâr devrim' çağrısıyla, ulus devletlerin ortadan kaldırılmasını ve 1920-1930'larda Avrupalı faşist hareketlerin isteklerini karakterize ede, çağdaş görünümlü feodalizme dönüş amacını güden bir düşünceye dayanır. Her ne denli 'liberal' bir söylem tuttursa da sonunda ulusal devletlerin yıkılmasını amaçladığından, dünyayı sermayedarların diledikleri gibi sahiplendikleri eski feodal mülklere çevirmektir niyetleri.

Bu düşüncenin dünyaya bilim adı altında ihraç edildiği merkez London School of Economics (LSE)'dir. Bu okulun en ünlü öğrencisi para piyasalarının 'vur-kaç' işlemlerini temsil eden ve ulusal piyasaları içerden yıkan George Soros'tur. Soros, ulusal devletlerin zararlı olduğunu, dünyaya düzen verecek bir yeni imparatorluk kurulmasını savunur; hanedanların, Büyük İsrail destekçilerinin, Hollanda Antilleri'nde posta kutusundan ibaret Quantum'un parasını işletir.

MPS'nin ideologları, Friedrich Hayek, Ernard De Mandeville (Hell Fire Clubs of Walpoles England) ve 'monetarist' politikanın mucidi Milton Firedman'dır. 1970'lerde dünya turuna çıkan MPS kurucuları, birçok ülkede kendilerine bağlı 'think-thank' kulüpleri örgütlediler. Sözde liberal, ekonomik alanda kartellere tapınan örgütün uygulamadaki hedefleri kısa başlıklarla şunlardır:


- Finansal serbestlik.
- Yol, su gibi altyapı yatırımlarının kısıtlanması.
- Sosyal hizmet ve sağlık yardımlarının kaldırılması.
- Kırsal sanayide ve tarım üretimindeki korumaların sıfırlanması.
- Merkezi adil ücretlendirme sisteminin tümüyle bozulması.
- Kamu işletmelerinin özelleştirilmesi.
- Devlet varlıkları yok edilerek devletin küçültmesi.
- Ulaştırma ve iletişimde mikro-ekonomik reformlar yapılması.
- Sendikaların etkisizleştirilmesi.
- Enerji sektörünün kurumsal yapısının parçalanmasının ardından enerji denetim ve yönetimin çokuluslu şirketlere verilmesi....


MPS, ABD'de muhafazakârlara bağlanmıştır. En koyu muhafazakâr örgüt olan ve 'project democracy' operasyonunun babası Reagan'ın büyük destekçisi 'Heritage Foundation'ın Başkanı Edwin J.Feulner, MPS'de hem ikinci başkan hem de mütevelli heyeti üyesidir. Türkiye'de 'liberal' denince 'özgürlük' ve 'ilericilik' anlayan solcu sivil elemanlar, Heritage'in geçmişindeki NAZİ ilişkilerine bir baksalar, liberalliğin eski hanedanlıkların çağcıl araçlarla donatılmış finans-kartel işi olduğunu göreceklerdir.

'Think-Thank' örgütleri partilerin ideologlarıyla ve bürokratik ağıyla devletleri yönlendirmeyi başardılar. (s.138-139)

Mustafa Yıldırım
Sivil Örümceğin Ağında



***

EK:

MPS (Mont Pelerin Society), Atlas Ekonomik Araştırma Vakfı tarafından fonlanan Think-Thank'larla sıkı bağları var:

- Foundation for Economic Education (Ekonomi Eğitim Vakfı), State Policy Network (Eyalet Politak Ağı)'nın bir üyesidir. Bu Network'un kurucusu Thomas A Roe 'The Heritage Foundation (Miras Vakfı)'ın mütevelli heyetindeydi. 1947'deki ilk konferanslarına William Volker Fonu, Alfred Suenson-Taylor yardımıyla İngiltere Bankası ve Credit Swiss finans sağlamıştır.

- William Volker Fonu 1978'de feshedildi ve varlıkları Kansas hayır kurumlarıyla Stanford Üniversitesi'ndeki Hoover Enstitüsü'ne dağıtıldı.
- İngiltere Bankası, merkez bankasıdır.
- Alfred Suenson-Taylor Gelibolu'da bize karşı savaşmış binbaşı, politikacı, banker.
- Credit Swiss - İsviçre küresel yatırım bankası.

Atlas Network'un bağışçıları:
- Charles Koch Vakfı ve Charles Koch Enstitüsü.
- Donors Trust : Siyasi sağın 'karanlık para ATM'si' olarak görülür. The Heritage Foundation gibi vakıflara, enstitülere bağış yapar. Sahipleri arasında John M. Olin Vakfı, Castle Rock Vakfı, Searle Freedon Trust ve Bradley Vakfı görülür. Robert - Rebekah Mercer Vakfı, Marble Freedom Trust ve Barre Seid büyük bağışçılarındandır.
- Lynde ve Harry Bradley Vakfı (muhafazkâr hayır kurumu. Misyonu anayasal düzen, eğitim, sivil toplum ve sanat-kültür)
- John Templeton Vakfı (Bilimsel araştırma ve Dini çalışmalar). 2025'te ödül verdikleri kişi ki kendi ifadeleriyle; "Doğu Ortodoks Hristiyanının ruhani lideri olan Konstantinopolis Ekümenik Patriği Bartholomeos"tur .
- Lilly Vakfı (Din, eğitim, topluluk geliştirme) Bu vakıftan yararlanan İlahiyat Okulları Derneği aynı zamanda Rockefeller tarafından da finanse edilir.

State Policy Network'un 'bağışçıları;
- Lovett ve Ruth Peters Vakfı (önceliği anaokuldan ortaokula eğitim),
- Castle Rock Vakfı (misyonu geleneksel Amerikan değerlerini koruma),
- Bradley Vakfı (anayasal düzen, eğitim, sivil toplum ve sanat-kültür alanı),
- Koch Kardeşler/Ağı/Endüstrisi (IHS-Institure for Humane Studies/İnsanlık Çalışmaları Enstitüsü ile birlikte genç liberalleri yetiştiriyor, akademisyenleri destekliyor),
- Philip Morris (1994 yılında CEO William Campbell, sigaraların tüketicilerde olumsuz sağlık etkileri yarattığını bilmesine rağmen, nikotinin bağımlılık yapıcı özellikleri hakkında Kongre'ye yemin altında yalan söyledi),
- Kraft Foods (gıda ve içecek sektöründe dünya 5.incisi)
- GlaxoSmithKline (GSK plc) ilaç ve biyoteknoloji şirketi. Onaylanmamış ilaç tanıtımı, güvenlik verilerini bildirmeme ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki doktorlara rüşvet verme suçlarını kabul etti ve 3 milyar ABD doları (1,9 milyar £) tutarında bir anlaşma ödemeyi kabul etti.  Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından finanse edilen Küresel İlaçlara Erişim Endeksi listesinde birkaç kez birinci sırada yer aldı.
- Facebook (Mark Zuckerberg-Harvard Koleji. Sözde salgında sansür uyguladığını ve sosyal ağdaki verileri devlete verdiğini kabul etti)
- Microsoft (Bill Gates)
- AT&T (American Telephone and Telegraph Company)
- Time Warner Cable (Telekomünikasyon, Kitle iletişim araçları)
- Verizon (Telekomünikasyon)
- Comcast (Telekomünikasyon, medya, eğlence)



Bu kitabı okumamış olan yeni kuşakların okuması dileğiyle.... SB


Sivil Örümceğin Ağında - 2

 

"Türkiye yapaydır."

Udo Steinbach, 1998 / Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye Danışmanı



Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye danışmanı eski asker Udo Steinbach, 15 Eylül 1998'deki konuşması:

"Türkiye yapaydır. Gerçekte varolan Türkiye, bir adamın önemli bir adamın, tarihsel öneme (sahip) bir adamın dikte ettirmesiyle yaratılmış bir yapay oluşumdur. Bunu (yapan kişinin) adı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bu adam, tek (başına) bir devlet yaratmıştır. Türkiye'nin bugünkü sorunu işte budur. Bu adam (Mustafa Kemal), yapay olan bir devlet yaratmıştır. Bugün, Türk cumhuriyetinin temeli olarak, Kemalizm'in iki unsuru, laiklik, dinin ve siyasetin (birbirinden) ayrılması ve Türk ulusalcılığı, gerçekle bağdaşmamaktadır."

ABD Kongresinin "Lozan Raporu"ndaki görüşlerle Steinbach'ın görüşleri örtüşmektedir:

" Türk devleti yeniden yapılanmaya zorlandı. Mustafa Kemal Atatürk, İslam'ı bir kalemde silebilirdi (silebileceğini düşündü). Yirmi yılın sonunda (Kemalizm'in) ikilisi (bu süreç) öldü. Böylece bu olay hallolmuştu; ama bu (Kemalizm) hiçbir şeyi değiştiremedi. Çünkü Anadolu, bin yıl içinde İslamileşmişti. Bu bir şey değiştirmedi; çünkü Türkiye, Kemalistlerin büyük Osmanlı geçmişinin bir devamıydı. Ve öteki, iyi ve güzel Türk milliyetçiliği, Ermenileri kovdu, öldürdü ve katletti. Yunanlıları mübadele etti. Fakat birçok halk grubu (etnik) ve kültürler (Anadolu'da) kaldı. Örneğin Kürtler, her nasılsa (hâlâ) yok edilemediler."

Stiftung [vakıf] elemanına göre her şey çok açıktır. Türkiye'de ulus yapaydır. Zorlamalayla bir devlet kurulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin "yapay bir ulus" yani gerçekte olmayan bir ulusa dayanılarak kurulduğu savıyla yola çıkanlar, Türkiye'yi olabildiğince gruplaştırmaya çalışırlarken, ipin ucunu iyice kaçırmışlardır.

Alman vakıflarında "Alevi-Sünni-Kemalist-Kürt-Türk" kimlik çatışmalarına uzanan tezler üretilmektedir. (...)

Bu tür incelemeyi ciddiye alacak bilim oltası peşinde koşanların, oralara dek uzanıp, kimin etnik azınlık, kimin çoğunluk olduğuna ve devletin egemenliğini güvence altına alan ceza yasalarına bir bakmalıdırlar. Demokrasi ve azınlık hakları pazarlayıcısı vakıflarla, "think-thank" denenlerle "işbirliği" yapan Türk Demokrasi Vakfı'na 1991 yılında, CIPE adlı Amerikan işadamları örgütü aracılığıyla NED fonundan 80.000 dolar destek verildi.... (s.184-188)


Alman CDU'nun uzantısı Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye şubesi 1984'te açıldı. Bu vakfın yerel yönetimlerin güçlendirilmesi projelerine ilgisi yüksektir. Alman sosyal demokratların partisi SPD'ye bağlı Friedrich Ebert Vakfı 1988'de İstanbul'da şube açtı. Öncelikle CHP'yle birlikte çalışt. FES, CHP gençlerine kurs düzenledi. CHP üst yönetiminin uçak paralarını karşılayarak Almanya'ya konferanslara çağırdı. Alman FDP'nin liberal vakfı Friedrich Naumann Stiftung ise 1991'de İstanbul'a yerleşti. Liberallerle, ARI-TDV gibi "siviller" ile ortak çalışmalar yürütüyor. Alman Yeşiller Partisi'nin örgütü Heinrich Böll Stiftung da 1995/96'da İstanbul'da çalışmaya başladı. Robert Bosch Stiftung ise 2000 yılında İstanbul'a yerleşti... Bu vakıfların tümü, Alman devletinin Politik Eğitim Fonu'ndan para almaktadır. Alman Dışişleri'nin yayınlarında, ülkelerin iç siyasetlerine göze batmadan, karışmanın uygulanabilir yöntemleri verilmekte ve "diyalog programları ile yapıcı bir rol oynayacakları" açıklanmaktadır.


** 2.Dünya Savaşı sonrası kurulan Konrad vakfı Türkiye'de şu kuruluşlarla işbirliği içindedir: Türk Demokrasi Vakfı (TDV), Türkiye Orta Ölçekli Sanayici ve Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticileri Vakfı (TOSYÖV), Türk Belediyeler Birliği Derneği (TBBD), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Daimi Sekreteryası (KEİB).

Ortakları; Bahçeşehir Üniversitesi Finans Merkezi (BFRC + BAU Financial Research Center) , Türk-Alman Dayanışma ve Entegrasyon Derneği (TANDEM), Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi (TAGU).


Alman siyasal partileri, dış ülkelere yönelik çalışmalarını yönlendirebilmek üzere kendilerine bağlı vakıflar örgütlediler. 1984'te Ankara'da şube açtılar. Şubenin yöneticileri Max George Meier ve Lars Peter Schmidt (1995-2001 Türkiye) idi.

[1990 yılında İller ve Belediyeler Dergisi'nde yayımlanan "Sosyo-Ekonomik Sorun Olarak Bölgesel ve Yerleşimsel Gelişim Eğilimleri" başlıklı makalenin yazarı Max George Meier]


Necip Hablemitoğlu*, Alman vakıfları ve benzeri yabancı kuruluşların Türkiye'de kitleleri içerden yönlendirmek üzere çalıştıklarını söylemiştir. Bergama Ovacık'ta altın madeni işletilmesine karşı oluşturulan hareketin ardında Alman vakıflarının varlığını ortaya çıkarmıştı.

* Alman vakıfları hakkında açılan davaya bir hafta kala, 2002'de evinin önünde öldürüldü...! Bergama Altın Dosyası kitabı nedeniyle Konrad Adenauer Vakfı'nın açtığı dava 8 Ekim 2002'de, Friedrich Ebert Vakfı'nın açtığı dava 1 Mayıs 2003'te, Heinrich Böll Vakfı2nın açtığı dava 4 Aralık 2003'te karara bağlanmış ve Necip Hablemitoğlu lehinde sonuçlanmıştır. Liberal Düşünce Topluluğu Derneği aleyhinde Necip Hablemitoğlu varisleri tarafından "hapıyutmuşoğlu" gibi hakaret yayınları nedeniyle açılan dava ise Liberal Düşünce Topluluğu Derneği'nin suçlu bulunmasıyla sonuçlandı.


/


TDV ve ARI Derneği ile Konrad Adenauer Vakfı'nın ortaklaşa kotardıkları "Anayasa Konferansı".... (...)

Türkiye'nin anayasası öyle bir değişmeli ki Türkiye durup dururken o bağımsızlık ilkesini ihraca kalkmasın! ARI Derneği başkanı bu isteği şöyle açıklıyordu:

" Türkiye sadece rejimiyle değil, anayasasında yer vereceği bu değerler itibariyle de bölge ülkelerine örnek olmalıdır." (...)


Alman'dan "Atatürk'e dur" dersi

Türkiye Cumhuriyeti'nde yıllar etnik ayrıştırma ve dinsel azınlık yaratma işini, Alevi kimliği altında TC yurttaşlarını devletle çelişkisi bulunan topluluk konumuna indirgemenin her çeşit manevrasının, Almanya'da hazırlanmış olduğunu unutmak ne mümkün?

Unutmak ne mümkün ki Almanya'da yasaklı bir hareketin, oluşumun değil pankartını ya da bayrağını, o oluşumun simgesi renkleri üstünde başında bulundurmak bile yasaktır. Almanya'da şu ya da bu eyaletin ayrılması için savaşan bir örgütü beğenen sözler etmek bir yana, ayrılmayı çağrıştıracak herhangi bir şey söylemek bile ceza konusudur. Türkiye sivilleriyse yabancıya salonları açıp, ulusa ders verdirtmeyi bir başka sivil iş olarak görmektedirler. (...)

Türkiye'nin anayasasının değiştirilmesiyle ilgili konferansa katılan TC yöneticileri, Dr.Christian Rumpf'un konferans üstüne yaptığı değerlendirmeleri beğenirler mi bilinmez. Dr.Rumpf, 'ulusal egemenliği' bireyin egemenliğine dönüştüren anayasa toplantısına yüksek düzeyde katılımın önemini şu sözlerle belirtiyor:

"Adalet Bakanı'nın yanı sıra, Cumhurbaşkanı'nın da vakit ayırıp ilk yarım gün katılmaları, kongrenin organizasyonunun siyasal iktidar tarafından ne derece önemsendiğini göstergesidir."

Alman Profesör, konferanstan o denli mutludur ki Mustafa Kemal ile bağların koparılmasını isteyebilmekte ve bu bağın Avrupa Birliği'ne girişin önündeki en önemli engel olduğunu ileri sürmektedir. Bununla kalsa iyi; kendi kendine 'Kemalist milliyetçiliği' deyip, bu ilkenin 'çağın gerisinde' kaldığını a söyleyebilmektedir:

"Konuşmalarda ve tartışmalarda buna karşılık devlet ideolojisine değinilmemiştir. (...) Buna karşın Kemalist prensiplerin ideolojiden koparılması talep edilmelidir. Burada kesinlikle Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün liyakatlarını temelde sorgulamak söz konusu olmamakla beraber, kendisini ve o zamanki partisinin temel düşüncelerini bugünkü Avrupa'nın entegrasyon gelişmeleriyle bağdaştırmak zorunludur.(...) özellikle Kemalist milliyetçiliğin çağın gereksinimlerine aykırı olan yorumu, AB'ye entegrasyonun beraberinde getirdiği(,) milliyetçi strüktürlerin bir kısmının tasfiyesine çelişki arzetmektedir."

Dr.Rumpf'un toplantı katılımcılarının bir türlü açıkça söyleyemediklerini yazıvermesi, asıl amacı dışa vurmaktadır... Atatürk'e saygımız ve hayranlığımız sonsuz; ama kendisinin çağı geçmiştir, demeye getiriyor. 'Kemalist milliyetçiliğin' hangi yorumunun 'çağın gereksinimlerine aykırı' olduğunu açıkça belirtmiyor. İçerdekiler, Batı'nın söylem bulanıklığına 'diplomatik nezaket' deyip geçiyorlar.

Anayasa reformu toplantısının amacı, Rumpf'un "AB'ye entegrasyonun" gereği olarak "milliyetçi strüktürlerin (kurumların) bir kısmının tasfiyesi" olarak değerlendirmesinden daha açık anlatılamazdı. Çok düşünülerek kurulduğu belli olan tümcenin anlamı aslında kısa ve yalın: AB ile bütünleşmenin yolu "Kemalist milliyetçiliğin" tasfiyesinden geçer. Anayasa işte bu nedenle değiştirilmelidir. (...)

IRI ve TDV'nin ortağımız dedikleri Almanlar "Siyasal parti kurma özgürlüğü" derken, dinsel ve etnik temele dayalı partileri kolluyorlar ve dil konusunda gerçeği açıkca tersyüz ediyorlar. ...

Rumpf, daha sonra "azınlık hakları" konusunda konuşmacılardan Zafer Gören'in sözlerine destek verirken de açık sözlü davranmıyor:

"Gören, Kopenhagen kriterlerinin 'azınlık haklarının' değil azınlıkların korunmasının garantisini istediği hususuyla önemli bir konuya değinmiştir... Türk Anayasa Teorisi açısından da azınlıkların korunması, azınlık statüsüne bağlanan haklarının sağlanması sorunudur. Bu doktrine göre, Kürtçenin anadil olarak öğrenilip öğretilmesi gerektiği hususu ya siyasal takdire ya da eşitlik prensibinin yorumuna bağlıdır. Schönbohm tarafından birkaç kez altı çizilerek dile getirilen Kürtçe yayın yapan televizyonlar hakkında sorun buna göre sadece kanuni platformda tanımlanan düşünce özgürlüğünün çerçevesi ve sınırını ilgilendiren bir sorundur."

Toplantıyı düzenleyen dernekçilerin ve vakıfçıların, Rumpf'un bu sözleri karşısında sustukları kesin. Lozan anlaşmasındaki "azınlıklar" tanımının "Müslüman azınlıklar" tanımına evirilmesine kalkıp da itiraz etseler, Almanlar karşısında ayıp etmiş olacaklar; o da olmadı, ağızlarındakini yutup gidecekler.

Öyle olmasaydı, "Dr. Rumpf! Biz bilimsel bir hukuk konferansı düzenlediğimizi sanıyorduk. Oysa siz, Lozan anlaşmasındaki tanımıyla, Türkiye'de azınlık haklarının garantisi olmadığını öğretmeye çalışıyorsunuz. Bu bilimsel bir çalışma değil, olsa olsa 'manipülasyon' yani kurcalayıp, yönetmedir. Kusura bakmayın, bunları konuşacağınız yer Berlin ya da Brüksel olabilir; ama Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik alanı olamaz! derler ve eklerlerdi; 'Kürtçe'nin anadil olarak öğrenilip öğretilmesi yasak mı ki?"

Bunları sormayacaklardı; çünkü onlar Rumpf'tan, Türkiye'de ordunun kışlasına itilmesi gerektiğini açıkça belirten NDI (National Democracy Institute) ile işbirliği yapmayı çağın gereği saymaktadırlar. (...)

Yabancıların bu girişimleri, ulusal güvenliğe karışmadır, diyecekler olabilir. Anımsamalıdır ki ülkelerin başkentlerine dışarıdan gelip yerleşenlerin ulusal savunma kurumlarını açıktan eleştirme özgürlüğü, ABD'de ve Batı Avrupa'da Kopenhag kıstasları kapsamında değil, ulusal güvenlik kapsamında değerlendirilir. (s. 174-181)


Mustafa Yıldırım


***

Asıl yapay olan Almandır, Almanya'dır!

1- German kelimesi "Germanca" değil ki ilk kez MÖ 2.yy'da karşımıza çıkar. Kendilerine Germani dediklerine dair bir kanıt da yoktur. Sözcüğün ne kökenini ne de anlamını bilmiyorlar. Heredot'ta geçen Germanii, yani Kirman (İran) bölgesindeki Saka/İskit Türkleri Avrupa'ya taşınır ve geldikleri bölgeye istinaden bu adla anılırlar. Öyle ki Krali Oğuz İskitlerin yaşadığı Odessa eyaletinde toponim olarak karşımıza çıkar; Antik şehir Tyras (Tur-As), sonradan Ak-Kirman adını alır. Avrupa'daki topluluklarla karışırlar, ancak Roma döneminde hepsine German demişlerdir.

2- Alamani ilk kez MS 2.yy'da Cassius Dio eserinde görülür ki kendi tarihlerini Charlemagne ile başlatsalar da adları "Kutsal Roma İmparatorluğu (MS 800-900'ler)" idi, Almanya değil! Almanya'nın Almanya olması ise 19.yy'da gerçekleşir. Üstelik onlar da saf "Alamani" değillerdir; İçlerinde Kelt ve İskandinav unsurları görüldüğü gibi İskit, Hun, Avar ve Hazar Türklerinin izleri vardır.

3 - Türkler Turukki ve Turki olarak ilk kez MÖ 2300'lerde Şartamhari metninin 15.satırındaki Kral İl-Şu Nail Turki’de görülür. Yani, İl-Şu Nail Turuk(ki) Beyliği’nin kralıdır ve beyliğin adındaki bu Tur kökünde Türk sözünü görürüz. Avesta’da Sakaların bir diğer adı da Tur’dur ki Deniz Kavimleri (MÖ 1200’ler) arasındaki Etrüsklere de Tur-Saka (Tursha) denilir ki Turova (Troya) da öyledir.

Turuk, Türk, Türkoman varken "Alamani" neredeymiş? Kim yapaymış?...


SB


Sivil Örümceğin Ağında - 1

 

Bu örgütlerin kendi anavatanlarında (ABD-Batı Avrupa) siyasal çalışma yapmaları yasaktır. (s.53)


1980'li yılların operasyonlarıyla güçlenen ve 1990'dan sonra Doğu Avrupa'dan Asya'ya ve Afrika'dan Ortadoğu'ya doğru genişleyen Amerika'ya bağlı demokrasiler kurma işinin merkezinde yeni özel birimler oluşturulmaya başlandı. 1994'te tüm bilgileri toplayarak değerlendirmek üzere kurulan IFDS (The International Forum for Democratic Studies - Demokrasi İncelemeleri Uluslararası Forumu), dış ülkelerde tasarlanan 'proje' başvurularının ve sonuçlarının da değerlendirildiği bir organ oldu. Bu merkez, aynı zamanda, kendisine yakın yeni kişi ve kurumları ilişkilendirmek üzere konferanslar düzenlemeye başladı. Yakın yıllardan verilecek iki örnek bu konferansların öneminin anlaşılmasına yardımcı olabilir.

1999'da Seul'de başlatılan 6 konferanstan ikisi daha ilginçti. 13 Haziran 2000'de IFDS ve 'Woodrow Wilson International Center for Scholars' tarafından düzenlenen özel yuvarlak masa toplantısının konusu daha da özeldi: "İran'da demokratikleşme".

IFDS'nin 22-23 Eylül 2000'de, Princeton Üniversitesi'nin 'Center for International Studies'in desteğiyle gerçekleştirdiği konferansın konusu, federalizmin ve adem-i merkeziyetçiliğin (otonominin-yerinden yönetimin) yararlarıydı. Bu konferansa Nijerya, Hindistan, Meksika, Rusya, Güney Afrika, Endonezya ve Türkiye'den delegeler katıldı. Eski deyimle 'muhtariyet' yani özerklik konuşulduğuna göre, bu ülkelerde federasyonlaşma mı pişiriliyordu? Bu konferansta NED-FORUM'un (National Endowment for Democracy - Ulusal Demokrasi Vakfı) konuk öğretim elemanı Doğu Ergil'in 'Türk demokrasisi ve Kürt sorunu' bildirgesini sunmasının işe bir başka boyut kattığına kuşku yok.

NED-Forum'un bir 'Araştırma Konseyi' bulunuyor. 2000 yılında konseyde bulunan kişilerin listesi verilmiştir. Listede birçok üniversiteden elemanlar yer alıyor. Ne ki, bunların en önemlisi, Amerikan Federal Yönetiminin dünyanın her köşesine, hiçbir hukuk kuralına dayanmadan ve uluslararası karara gerek görmeden, silahlı müdahalesine ortam yaratan 'medeniyetler arası çatışma' kuramının imza sahibi Samuel P. Huntington'dur.

Huntington, Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Merkezi'ni yönetirken, CIA elemanı olarak çalışmış ve gizlice yürüttüğü danışmanlığı sırasında hazırladığı belgeler CIA'nın denetiminden sonra yayımlamıştır.

Aynı konseyde, CIPE (Centre International Private Enterprise - Merkez Uluslararası Özel Girişim) Türkiye Bürosu'nda 2. Direktör (Yönetmen) olarak gösterilen ve Türk Demokrasi Vakfı kurucularından Ergun Özbudun da yerini almaktaydı. Prof. E. Özbudun aynı zamanda, NED'in yayın organı 'Journal of Democracy' dergisinin yayın kurulunda da yer alıyordu. NED'in Program Bölümü'nü Barbara Haig yönetiyor. Bu bölümün 'Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı' asistanlığını, 1999'dan sonra TC uyruklu Filiz Esen üstlenmiştir.

NED'in örgütlenme ve şebekeleştirme yeteneğine tipik bir örnek verelim:

1999'da NED'in temel örgütü WMD (Dünya Demokrasi Hareketi) içinde kurulan NDRI (Demokrasi Araştırma Enstitüsü Şebekesi) operasyon ortaklarından yeni yöneticileri atölye çalışması adı altında biraraya getirip eğitmektedir.

24 Eylül 2004'te başlayıp bir hafta süren çalışmalara Gana, Mısır, Moğolistan, Rusya, Sırbistan, Karadağ, Güney Afrika ve Türkiye'den şebeke ortağı örgütlerin temsilcileri katıldı.

Türkiye'den TESEV adına Ayşe Yırcalı'nın katıldığı eğitim işleri ve şebekeleşme, NED raporunda şu ilginç satırlarla yer alıyor:

"Katılımcılar, Washington'un önde gelen ve etkili siyasal araştırma kuruluşlarıyla buluştular." Bunların arasında AEI (American Enterprise Institute), the Brooking Institute, the Heritage Foundation, Georgetown University CDATS (Center for Democracy, Third Sector) ve USIP (United States Institute for Peace) bulunmaktaydı."

Amerikan tutucularının, büyük şirketlerin ve devlet görevlilerinin buluştuğu merkezler olarak nitelenen bu örgütlerle birlikteliğin, katılımcılara ne gibi bir katkısı olduğunu yine NED'in yayınından aktaralım:

"Katılımcılar, konferans örgütleyicileriyle, yayın yönetmenleriyle, yayıncılarla, veritabanı yöneticileriyle, web sitesi ustalarıyla, para toplama uzmanlarıyla, iletişimcilerle ve medya ilişkileri uzmanlarıyla buluşmuş ve onlardan çok şey öğrenmişlerdir."

NDRI 'kalkınmakta' olan ülkelerdeki 52 örgütle birlikte çalışmaktadır. Bu çalışmaların salt düşünce geliştirme, teknik bilgi alışverişi olduğunu düşünmek iyimserlik olur. Bunun böyle olmadığını, asıl amacın, 'gelişmekte' olan ülkelerin iç siyasetini doğrudan etkileyecek yöntemlerin öğretilmesi olduğunu Güney Afrika'dan katılan Annie Chikwanha'nın şu sözleri apaçık ortaya koymaktadır:

"Atölye çalışmasına geldim, çünkü politikacılarla konuşmanın ve onları bağlamanın yeni yollarını öğrenmek istiyordum... Bu politikacılarla konuşarak ve onları lobileştirerek siyasal kararları etkileme yeteneğini kazanacağımızı ummaktayım."

Bu tür bir etkilemenin ne gibi sonuçlar doğurduğunu ya da ülkelerin iç siyasetini ABD ve Batı Avrupa güdümüne nasıl soktuğunu kitabın ilerleyen bölümlerinde göreceğiz. [kitabı okuyunuz, SB]...

Ayrıca görülecektir ki; saf demokrasi işinin içinde iyi niyetli(!) şirketlerin yanı sıra, para piyasası oyuncuları da yer almaktadır. NED raporlarına katkıda bulunanlar arasında, para piyasalarının ünlü oyuncusu George Soros'un örgütlediği 'Open Society Institute (Açık Toplum Enstitüsü)'ne, Lockheed Martin Corporation gibi, jet uçakları satımındaki yolsuzlukları, rüşvetçiliği mahkemelerde onaylanmış bir şirkete, Mart 2002'de İsrail'in Filistin'e saldırısından sonra, Amerika'daki Yahudilerin mitinginde onlarla birlikte olduğunu ilan eden Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'e ve CSIS (Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi)'ten Zeyno Baran'a, "2000 yılındaki cömert destekleri" nedeniyle teşekkür edilmektedir. Ülkemizi temsil eden bu önemli kişilere kısa değinişten sonra, demokrasi ihracatının yasallaşma yılı olan 1982'ye dönebiliriz. (31)

ABD Başkanı Reagan 1982'de yönetime gelir gelmez, kendisine doğrudan bağlı bir çekirdek kadro oluşturdu. Bu kadro eliyle biçimlendirilen yeni demokrasi modeli, iki temel düşünceye dayanıyordu: Ülkelerinin bağımsızlığı için örgütlenen her siyasal hareket komünisttir ve ülke bağımsızlığı için savaşan, silahlı olsun olmasın her oluşum teröristtir. Onlara göre bağımsızlık örgütleri nerede olursa olsun terörist olmakla kalmaz, aynı zamanda kesinlikle KGB tarafından kurulmuştur.

Reagan'ın kadrosuna göre, diktayla yönetilen ülkelerde yapılan toplu kıyımlar, baskı ve zulümler, "terörizm" olarak adlandırılamaz. Çünkü bu dikta yönetimleri, komünizme karşı savaşmaktadırlar. Bu ilginç teoriye, ABD'deki kimi siyaset yazarlarınca 'Reagan Demokrasisi' adı verildi. Oysa Reagan yaklaşımı, onların gösterdiği denli basit ve hafife alınacak türden değildi. Aslında Reagan Demokrasisi yalnızca sert antikomünist savaşım döneminden 'Yeni Dünya Düzeni'ne geçiş evresiydi.

Asıl amaç; NATO - Varşova Paktı çekişmesinin, NATO lehine çözülmesi ve ardından oluşacak yeni devletlerarası düzeni, uydu siyasetçi ve uydu askerlerle ya da elemanları güderek uzaktan yönlendirmek yerine, ülke halklarının da canı gönülden onayıyla yerinden ve doğrudan yönetmekti. Uzun dönemli amaçlara yönelik etkinliklerin kalıcı olması için, yeni kuşaklardan bu işin önemli bir ayağı olan örgütlü akademisyenler tabanı oluşturmaktır. Zaten yıllardır, özellikle dünyanın doğusundan ve güneyinden Amerika'ya çekilen genç insanlara yaptırılan akademik çalışmalarda, onların kendi öz ülkelerinin etnik oluşumu, dinsel ve mezhepsel bileşimi, ekonomik ve siyasal yapılanması ayrıntılarıyla işleniyordu.

Bu gençlerin bir bölümü, Amerika'da yerleşip öz ülkelerine yönelik grup çalışmalarını sürdürürken, geri kalanları da öz yurtlarındaki üniversitelerde genç kuşağın eğitimini üstleniyor ve onları kendilerine benzetiyorlardı.

Avrupa'nın doğusundan Asya'da okyanus kıyılarına Hindiçin'den Afrika'nın Atlas okyanusu kıyılarına, Orta Amerika'dan Antarktika'ya uzanan anakaralarda, bağlı bürolarla, vakıf, NGO, parti bağlarıyla, devlet yöneticileri ve ticaret-sanayi odaları ilişkileriyle, yayın dünyası dostluklarıyla yürütülen bu operasyona, 1982'de ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından 'project democracy' adı verildi.

James Petras, operasyonun arkasındaki gücün -Türkiye'de her nedense 'sivil' olarak adlandırılan örgütlenmenin- bir başka boyutunu ortaya koyarken, 'neo-liberal' sınıfların uygulanmakta olan siyaset sonucu, toplumda kutuplaşma yarattığını; bu durumun toplumsal çatışmaları kışkırttığının anlaşıldığını, dipten taban örgütlenmesiyle birbirleriyle zıtlaşacak olan sınıflar arasında bir tür tampon örgütlenme yarattıklarını belirtiyor ve ekliyor:

"Bu örgütler ne-liberal kaynaklara bağımlıdır ve sosyopolitik hareketlerle yerel önderleri ve eylemci çevreleri ele geçirmek üzere rekabet etmektedirler. Bu örgütler, 1990'lara dek 'non-governmental' olarak adlandırılmakta ve sayıları binleri bulmakta; dünya ölçeğinde dört milyar dolara yakın para almaktadırlar."

Saf demokrasi işleri her zaman bilimsellikle sürmez. 2004 yılında NED'in Irak işlerine ayırdığı ve ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan aldığı resmi para 30 milyon dolardır. Irak'ın etnik, mezhepsel parçalanışına bu dolarların katkısı, kuşkusuz salt Irak içindeki örgütlenmeyle sınırlı olamaz. Irak'ta kan dökerek sürdürülen işgale demokratik(!) katkının elemanları arasında Türkleri de bulmak olanaklıdır. Sonraki bölümlerde bu katkının ünlülerinden bazılarını tanıyacağız. [kitaba bakınız-SB]

Kuşkusuz para her şeyi çözmeye yetmez ve açıktan yapılanla da yetinilmez. Örtülü ya da yarı örtülü etkinlikler aynı anda sürdürülmekte ve resmi ile 'sivil' görünümlü araçlar birlikte kullanılmaktadır. Kuşkusuz bu işler, aynı zamanda yüksek beceri, örgütleme ve bilgi toplama deneyimi ister. Ayrıca, ABD'de devlet yönetiminden bağımsız olarak uluslararası ilişki kurulamayacağından, dolaylı ya da dolaysız olarak devletle bağlantı sağlamak gerekir. Bu nedenle, NED, IRI, NDI ve CIPE'nin yönetim kademelerinde, çeşitli istihbarat kurumlarından ve CIA'dan ayrılan 'uzmanlar' ile ABD savunma ve dışişlerinden emekli üst düzey memurlar görev aldı. Bunlara kartellerde uzun yıllar görev yapanlar, Afganistan, Orta ve Güney Amerika ülkelerine yönelik operasyonları doğrudan yönetmiş ve Doğu Avrupa ile Sovyetler Birliği'nde ince işler kotarmış olan ünlüler de katıldı. ABD'nin ünlü yöneticilerinden CIA eski direktörü Colby, 'project democracy' adı altında sürdürülen bu operasyonu, 'CIA'nın örtülü olarak yaptıklarını açıktan yapıyoruz' diyerek, özlü bir biçimde ve açık yüreklilikle ilan ediyordu. (s.35-40)


Mustafa Yıldırım

Sivil Örümceğin Ağında (project democracy)

(Dipnot 31) Türkiye'nin üst düzy yetkililerinin CSIS ziyaretlerini örgütlediği bilinen Zeyno Baran, daha önce Dünya Bankası'nda Kemal Derviş'in yanında stajyer olarak çalışmaktaydı. CSIS'de Gürcistan, Kafkasya-Türkiye Enerji Bölümü'nde görev yaptıktan sonra Ocak 2003'de Nixon Center'da 'International Security and Energy (Uluslararası Güvenlik ve Enerji)" bölümünün başına getirildi. Bu bölüm, genel olarak "bölgesel anlaşmazlıklar, İslami militanlar, ABD-Rusya ilişkileri, terörizme karşı savaş, örgütlü suç ve yolsuzluk, Kafkasya ve Hazar Bölgesinde ABD işbirliği konularında" özel olarak Türkiye iş çevresi (özelresmi) ile ABD işbirliğini geliştirmek görevini üstlenmiştir. Zeyno Baran uzun yıllar Yunanistan'da yaşamıştır. 2001 yılında Türk-Yunan çalışma grubuna girmiştir. Stanford Ekonomi'de eğitim gören Zeyno Baran, "the compatibility of Islam and democracy (İslam ve Demokrasi Uyumluluğu)" adlı çalışmasıyla 1996 yılında Firestone ödülünü almıştır. (csis org); Yılmaz Polat, Alo Washington, s.42-3; nixoncenter org 1 Mart 2003.