Translate

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Salgın ve Beş g - 2

 2- BUGÜNE DEK

ARSLAN BULUT'UN SALGIN VE BEŞ G. İLE İLGİLİ

TÜM MAKALELERİNİN OKUNMASINI ÖNERİRİM....



* Tarihin en büyük siyasi aldatmacası ! - 30 Nisan 2020 / link

28 Nisan 2020 tarihli Washington Times gazetesinde Cherly K. Chumley imzasıyla yayınlanan analizde, "Yeni korona virüs gerçek ama zamanla bu işin tarihin en büyük siyasi aldatmacası olduğu ortaya çıkacak" denildi. Yazıda özetle şu bakış açısı sergilendi:

"Salgın hakkında, Amerikalıları eve ve dünyaya kapalı tutacak veriler mevcut değildir. Karantinayı teşvik edenler, Mart ayında Amerika'da 100 bin ilâ 250 bin arasında kişinin öleceğini tahmin ediyordu. Bu tahminleri, bilgisayar modellemesine dayandırıyorlardı. Ancak, sağlık sisteminin başındaki Fauci, 'Bilgisayar modellemeleri, her zaman problemlidir' diyerek konuyu kapattı ama toplum bununla korkutuldu. Diğer taraftan Amerika'da korona virüs nedeniyle yaklaşık 56.000 kişi öldüğü söyleniyor. Bu veriler de dayanaksız. Hükümet, hastanelere haftalar içinde öngörülen sayıda korona virüs hastasına yol açmaları için 'diğer ameliyatları durdurun' diye emir verdi. Ve böylece klasik hastanelere gelir akışını kesti. Kongre de korona virüs hastalarını tedavi etmek için hastanelere milyarlarca dolar veren bir yasa çıkardı. Böylece zaten kusurlu olan korona virüs sayımlarına başka bir hata eklendi. Her ölüm korona virüs diye kaydedilmeye başlandı. Çünkü sistem, kovid tedavisini finanse ediyor. Üstelik eve kapatılan insanların, korkudan ve hareketsizlikten bağışıklık sistemleri de zayıflıyor. Doktorlar, ölüm raporlarını yazarken COVID demeleri için baskı görüyor. Amerika'nın hala kapanma modunda olmasının tek sebebi politiktir. Ya politikacılar kendilerine zarar verecek bir adım atmaktan çok korkuyor ya da bu korona virüsü siyasi avantaj olarak kullanıyor. Meselâ, eski Başkan Yardımcısı Joe Biden, ekonominin yıkılması sayesinde seçimi kazanmayı umuyor. Zaman geçtikçe gerçek daha da belirgin hale gelecektir." 

Gerçekte dünyada neler olup bittiğini, bilimsel verilere dayalı olarak kimse izah etmiyor. Virüsün nereden yayıldığı bilinmediği gibi bu konuda kimse bir araştırma içinde değil. Sadece ABD ve Avustralya'da, Çin hakkında uluslararası araştırma yapılması isteniyor. Kimse, böyle bir salgının, nerede ne zaman ve nasıl başladığını öngören organizasyonları sorgulamayı düşünmüyor. Medya da bu işin üzerine gitmiyor. Tam aksine, korona virüs salgını ile ortaya atılan verileri sorgulayan bütün yayınlar, sosyal medya kurumlarının arşivinden siliniyor. Gerçekleri araştıranları yalanlamak için kurulan yeni medya takip şirketlerine dünya çapında çok büyük bir fon ayrıldığı, dağıttıkları paralardan anlaşılıyor. Hepsinin tek merkezden yönetildiği belli oluyor.  

Türkiye'de medya uydurma gündemlerle meşgul. Diyanet-Baro tartışması gibi… Dünya, büyük bir sorunla karşı karşıya ve komployu gazeteciler ortaya çıkarmalı! Fakat bunun için çaba sarf eden kurum yok. Herkes, Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarını haber diye sunuyor. DSÖ, 2019'da, "uydurma domuz gribi" skandalıyla insanlığa karşı suç işlerken suçüstü yakalandığı halde şimdi de benzer bir operasyon yapıyor ve medya bir suç örgütünün sözcülüğünü yapmış oluyor.

Virüsü, 2015 yılında laboratuvarda nasıl ürettiklerini, bilimsel makale ile açıklayanlar var. Hatta, "Fransız virolog Prof. Luc Montagnier, korona virüsün AIDS'e yol açan HIV virüsünden özel transfer edilmiş gen dizileri taşıdığını söyledi. Virüsün Wuhan'daki Biyolojik Araştırma Enstitüsü'nde üretildiğini iddia etti" deniliyor. Evet ama bütün bunlar virüsün ne kadar tehlikeli olduğunu göstermek için ileri sürülmüş de olabilir! "Virüs bu kadar tehlikeli ise insanların eve kapatılması da doğrudur" denilsin diye... Hedef zaten insanları eve kapatmak, sistemi durdurmak ve yeni bir sistem başlatmak değil mi?



* Yakında, benzim gibi hava da satılabilir ! - 02 Mayıs 2020 / link

Dünyanın asıl gündemi korona virüs değil. Korona virüs, kurulmak istenen yeni dünya düzeninin aydınlatma fişeği ama insanlar anlamak istemiyor...Vücudunuza çip yerleştirmek istemelerini bir kenara bırakın, yediğiniz her şeyin yapısını değiştiriyorlar, içtiğiniz suya ve ciğerlerinize çektiğiniz havaya bile müdahil olmaya çalışıyorlar. Suyu ele geçirmeleri için az kaldı. Yakında, benzin istasyonları gibi istasyonlar kurarak hava satmaya bile başlayabilirler! İnsanoğlu ise şimdi eski çarpık düzenini geri istiyor.

Türkiye, bu şartlarda neler yapıyor? Kısır siyasi çekişmeler azalacağına daha fazla körükleniyor. Siyasi tartışmalar, polemikler, incir çekirdeğini bile doldurmuyor. Muhalefet iktidarın kurduğu tuzaklara düşüyor hatta zokayı yutuyor. Belki bu oyunun senaryosunu kimin yazdığın biliyorlar, hepsi kendi rolünü oynuyor ama taraftarlar, tartışmaları gerçek zannediyor. Bu tartışmalar bir gün biter de bittiği zaman yeni bir dünya kurulmuş olur, o dünyada milletlere yer olmaz! Dolayısıyla, herkes, küresel akıl dayatanların esiri olur...

Konuyla ilgili bir mektup paylaşmak istiyorum:

“Öncelikle sizi korona virüs hakkında  yazdığınız  cesur ve akıllı  yazılarınızdan  dolayı tebrik etmek istiyorum. Ben 30 yılı aşkın yurt dışında, İngiltere ve İsveç’te yaşayan ve şimdi Türkiye ile Hollanda arasında gidip gelen bir kişiyim. ürkiye’de ekonomi,  İngiltere’de bilgisayar mühendisliği ve sonrasında  proje müdürlüğü üzerine master yaptım. Fujitsu, TCS, Dassault Systems şirketlerinde 23 yıl Proje ve Program Direktörlüğü yaptım. Benim korona virüs konusunda yapılanlara, dünyanın sessiz kalmasının mantığım almıyor, alamıyor. Avrupa ve Amerika’da bütün istatistikler, virüsü olduğundan daha korkunç göstermek için saptırılıyor. Bu olay, sizin de belirttiğiniz gibi Bill Gates'in başını çektiği milyarderlerin projesi gibi görünüyor.. Virüs, aşı,  uzaya fırlatılan yeni uydular, insansız araçlar, robot polisler, elektronik para ve insanların  elektronik olarak çiplenmesi, 5G, 6G, 7G, insanların bilgisayarlara bağlanması, genetiği bozulmuş yiyecekler, hepsi bu büyük projenin parçası gibi duruyor.

Elon Musk’ın şirketi, toplam 30 bin uydu atacak. Amazon ve diğerleriyle beraber 57 bin uydu atma lisansları var, yakında yıldızları göremeyeceğiz.  Şu an dünyada 2,5 milyar insanın banka hesabı yok. Bill Gates, bu insanlara elektronik kimlik ve elektronik banka hesabı vermek istiyor. Bir de süper pirinç projesi var. Bulmacanın parçaları, bu projelerle yerine oturuyor. Çin ile Bill Gates’in ortak nükleer reaktör projesi de vardı. Neyse ki ABD izin vermedi. Dünya Sağlık Örgütü’nün finansının yüzde 20’sini Bill and Melinda Gates Foundation  ile GAVI sağlıyor. Örgütün başı Tedros, Bill Gates in eski adamı...

Üç yıl önce Politico gazetesi, Bill Gates ve WHO ile ilgili bir yazı yayınlamıştı. ‘Dünyanın en güçlü doktoruyla tanışın, karşınızda Bill Gates’ diye... Test kiti üzerinden gelecek para yalnızca İngiltere’de 14 milyar sterlin. Aşı ise İngiltere’ye 30 milyar sterline mal olacak. Başlangıçta aşı başına 455 sterlin gibi yüksek bir maliyet söz konusu. Bill Gates, 7 milyar kişi için çifte aşı üretilmesini istiyor, ilk aşı yeterli olmazsa ikinci aşıya gerek duyulacağını söyledi. Yani 14 milyar aşı üretiminden söz ediyor. Aşıdan gelecek olan parayı düşünün. Benim tahminim en ucuz aşı 50 dolar civarında olacaktır, bunun lojistik masraflarını da düşünürsek 100 doları bulacaktır.  Bill ve Melinda Gates Foundation’a 700 milyar dolar civarında bir para getirecek. Tabii, insanların bilgisayarlara bağlanması yanında bu proje bile küçük kalıyor. Sağlıcakla kalın.” - Hakan Kınacı 




* Virüse karşı Trump Pazarlama şirketi! - 04 Mayıs 2020 / link

İlginçtir, bu mesajlardan hemen önce, Türkiye'de Oktay Sinanoğlu'nun önsözüyle yayınlanan, F. William Engdahll'ın "Ölüm Tohumları" kitabını okumuştum. Rumsfeld'in, Gilead şirketine ortak olduğu orada da belirtiliyor ama daha önemlisi, Gilead şirketi, sadece AİDS ve SARS'ta değil, Mers'te, kuş gribinde ve domuz gribinde de rol almıştı!

1 Kasım 2005'te, "Grip Salgını Strateji Planı" adlı 381 sayfalık bir rapor açıklayan dönemin ABD başkanı George W. Bush, "Bilim adamları H5N1 veya kuş gribi salgını olacağı konusunda endişeliler." dedi ve bu gribe karşı Tamiflu adlı ilacın kullanılacağını bildirdi. İlacı Dünya Sağlık Örgütü öneriyordu ve Roche tarafından üretilmişti. Ancak ilacın patenti, Gilead şirketine aitti ve Bush'un hükümetinde yer almadan önce Rumsfeld bu şirketin yönetimindeydi! ABD, Sağlık Bakanlığı 2 milyar dolarlık Tamiflu aldı ama ilacın hiçbiri faydası yoktu. Çünkü zaten kuş gribi diye bir salgın yoktu!

Bu arada, bütün dünyada, 15-20 tavuğu bulunan köylülerin tavukları itlaf edilirken, Amerikan şirketleri, Türkiye'de bile tavukçuluk sektörüne giriyordu!

Bush, kuş gribinden yüz binlerce insan öleceğini hatta sadece ABD'de 2 milyon insanın kaybedilebileceğini söylüyordu. 2009 domuz gribinde de aynı senaryoyu uyguladılar ama dünyaya korkutmayı başaramadılar. Korona virüs salgınında ise ABD'yi yöneten şirketler, hedeflerine ulaşmış oldu. Şimdi "Remdesivir" denilen ilacın pazarlanması için de Tamiflu senaryosuna benzer bir senaryo, yine Gilead şirketi tarafından ve Trump pazarlama üzerinden uygulanıyor. 



* Salgın projesinin hedefi netleşiyor! - 05 Mayıs 2020 / link

- Türkiye, bu projeye devlet olarak direnecek mi? Öncelikle belirteyim ki, şu anda bilim kurulunda görev yapan akademisyenlerden biri, alenen, Bill Gates'in ürettireceği moleküler aşıların propagandasını yapıyor! Bu, ne demektir? Devlet, çocuk değil ki kandırılsın? 

Peki ya salgın bahanesiyle, Atatürk Havaalanı pistlerinin yok edilmesi ne demektir? Salgından birkaç yıl önce, Türkiye'nin aşı üretme kapasitesine sahip Hıfzısıhha Enstitüsü'nü kapatmak ne demek?



* Korona virüsü yok eden milli ürün geliştirildi! - 06 Mayıs 2020 / link

Gates, 19 Mart 2020'de "etkili bir tedavi ne zaman mümkün olabilir?" sorusuna cevap verirken, "Vakıf, endüstrinin tüm yeteneklerini devreye sokarak bir terapötik hızlandırıcı düzenledi. Bahsettiğim 'test parçacığı' iyi geliştirilirse sonunda tekrar açılabiliriz. Tüm dünyada terapötikleri test etme ihtiyacı var. Virüs ulusal sınırları tanımıyor." demişti. Diğer taraftan businessinsider.com'da, Lydia Ramsey adlı muhabirin 14 Mart 2020'da yayınlanan haberine göre "Bill Gates tarafından desteklenen Chicago merkezli bir biyoteknoloji enstitüsü, mutasyona uğramış genleri; RNA veya ribonükleik asitleri etkileyen ilaçlar geliştirdi."

Haberde, "Geliştirilen ilaçların, istenilen hücrelere ulaştırması için de nanopartiküller ve DNA veya RNA'dan oluşan parçalar geliştirildi. Amaç, DNA veya RNA'ya ulaşmak, bunun için doğrudan cildinize, akciğerlerinize, gözlerinize yani doğrudan hücrelerinize bu yapıları göndermektir." deniliyor. Bill Gates, korona virüsün doğal mutasyon geçirmiş bir virüs olduğunu kabul ediyor ama biyolojik bir varlık olan virüse karşı, insanların vücuduna, moleküler parçacık, yani "verici" yerleştirmek istiyor. Oysa aşının da biyolojik olması gerekmez mi? Aşının mantığı bunu gerektirmez mi? 

 



* CIA mensupları niye maske takmıyor? - 07 Mayıs 2020 / link

"Düşünmedim" veya "düşünemedim" diye mazeret olur mu? Başkan Yardımcısı çocuk mudur?

"POLITICO" da yayınlanan "Maske takmak kendini beğenmiş liberaller içindir. Reddetmek ise pervasız Cumhuriyetçiler için" başlıklı yazıda ise şöyle deniliyor: "Maske, kültürel ve politik bölünmenin sembolü haline geldi. Kimileri için maskeler, salgını ciddiye aldığınızı ve hayat kurtarmak için kişisel bir fedakârlık yapmaya istekli olduğunuzu gösteren bir işaret haline geldi. Bu sebeple takmayan tanınmış insanlar sosyal medyada yerden yere vuruluyor.

Televizyon programcısı Laura Ingraham ise 'büyük kitleler üzerindeki sosyal kontrolün, korku ve gözdağı ve özgür düşüncenin bastırılması yoluyla elde edildiğini' söylüyor ve 'halkı propaganda yoluyla şartlandırmak da önemli, yeni dogmalar eski sağduyunun yerine geçti.' diye halkı uyardı." Makalede, "Beyaz Saray'da birçok kişinin maske takmadığı dikkat çekicidir. Gazetecilere sıcaklık kontrolü yapan personel bile maske takmıyor. Binanın içinde nispeten maskesiz bir bölge var. Bu hafta özel kalem müdürü Mark Meadows ve gizli servis ajanları da dahil olmak üzere 20 Beyaz Saray yetkilisinin katıldığı bir toplantıda, Beyaz Saray'dan hiç kimse maske veya başka bir yüz örtüsü takmadı." bilgisi de verildi. 

Herkese sorum şu: Yoksa korona virüsle ilgili gerçekleri gizli servisler biliyor da dünya maskeli balo mu yaşıyor? "Dijital insan"a geçişi devletler kabul etti de "korona virüs adlı korku kampanyası", yeni sistemi insanlara kabul ettirmek için mi başlatıldı?



* Öldürülen Dr.Liu, korona virüsünün sebebini mi bulmuştu? - 08 Mayıs 2020 / link

ABD'de Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilgisayar Destekli Sistem Biyolojisi Bölümü'nde asistan olarak görev yapan ve korona virüsle ilgili çalışmalar yürüten ekipte de yer alan 37 yaşındaki Doç. Dr. Bing Liu evinde öldürüldü. Katil de evin dışında ölü bulundu. Dr. Liu'nun, arkadaşlarına "Çok önemli bulgular keşfettim" dedikten sonra öldürülmüş olması cinayeti daha önemli hale getirdi.

Polis, saldırganın cinayet sonrası intihar ettiğini ve cinayetin Dr. Liu'nun çalışmalarıyla hiçbir bağlantısı olmadığını katiliyle Liu arasında özel bir ilişkiden kaynaklanan ve uzun süredir devam eden bir anlaşmazlık bulunduğunu açıkladı ama bu açıklamadaki kesinlik ve hız da dikkat çekti. Olayın hemen ardından böyle bir açıklama yapılmış olması manidar…

Pittsburgh Üniversitesi, geçtiğimiz hafta Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi Üyeliğine seçilen ilk Türk bilim kadını olan Prof. Dr. İvet Bahar'ın kurucu başkanı olduğu Bilgisayar Destekli Sistem Biyolojisi Bölümü'nün web sayfasında Dr. Liu ile ilgili bir başsağlığı mesajı yayınladı. 

Mesajda şöyle denildi: "Bing Liu, alanındaki birçok meslektaşının saygısını ve takdirini kazanan ve bilime benzersiz katkılar yapan seçkin bir araştırmacıydı. Uzmanlık alanı biyolojik sistem dinamiklerinin hesaplamalı modellemesi ve analizi idi. Karmaşık hücresel etkileşimlerin zaman gelişimini, Bayes ağ modellerini ve yöntemlerini ve istatistiksel model kontrol ve duyarlılık analizlerini modellemek için yüksek performanslı hesaplama teknikleri ve gelişmiş makine öğrenme yaklaşımları geliştirmiştir.

Bing üretken bir araştırmacıydı. Kariyeri boyunca, bir kitaba ek olarak, 2020'de dördü de dahil olmak üzere 30'dan fazla yayında yazarlık yaptı. Bahar Laboratuarı'nda kritik bir rol oynamıştır ve Ivet ve laboratuarı için sistem biyolojisi araştırmalarında liderdir. Tek başına hepimize ve buradaki ve diğer kurumlardaki klinisyenler de dahil olmak üzere birçok işbirlikçiye yardımcı oldu, çalıştığı konular, bağışıklık sinyal olayları, apoptotik ve ferroptotik hücre ölümü, otofaji, redoks lipit programlama, radyasyona yanıt ve radyasyon tedavisi, sistemler (poli) farmakolojik tedavileri idi. Bing, SARS-CoV-2 enfeksiyonunun (korona virüsün) altında yatan hücresel mekanizmaları ve aşağıdaki komplikasyonların hücresel temellerini anlamaya yönelik çok önemli bulgular elde etmek üzereydi. Bilimsel mükemmelliğine saygı göstermek amacıyla başlattığı şeyi tamamlamak için çaba göstereceğiz."

Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki Dr. Liu, korona virüs salgını sırasında, insan hücresinin nasıl ve ne sebeple değiştiğini ve öldüğünü keşfetmişti. Gerçi, elektromanyetik radyasyonun apoptotik yani "programlanmış hücre ölümü"ne yol açtığını söyleyen Prof. Dr. Martin. L. Pall gibi Amerikalı bilim adamları da var ve onlar yaşıyor ama Bing Liu'nun, çok net sonuçlara ulaştığı sanılıyor. Liu'nun araştırmalarını önemli kılan, doğrudan doğruya korona virüsten meydana gelen hücre ölümlerini incelemiş olmasıdır. 

Tabii Dr. Liu'nun araştırdığı "programlanmış hücre ölümü", vücudun normal işleyişi sonucu hücrelerin ölmesi değil, dış etki sonucu, doğal programın dışına çıkarak hızlı veya yavaş ölmesi olsa gerek... İkincisi kansere sebep oluyor. Normalde bir insan vücudunda günde 50-70 milyar hücre, doğal program sonucu ölmekte, yerlerine yenisi gelmektedir. Bu denge, dış etkiyle değiştirilirse, değişimin hızına göre ani ölümler bile gerçekleşebilir. Ani organ yetmezliği meydana gelebilir veya radyasyonla tedavi edildiği söylenen kanser gibi hastalıklar hızlandırılabilir. Bunlar, grip ailesinden bir virüsün başaracağı işler midir? Konuyu araştıran Dr. Liu'nun öldürülmesi, insanlığın kaderini etkileyecek kadar önemlidir.




* Medya bu fotoğrafları neden görmek istemiyor? - 11 Mayıs 2020 / link

Bütün dünya bu haberle çalkalanıyor ama gazeteler ve televizyonlar görmüyor! Tanzanya Başkanı John Magufuli bir basın toplantısı yaptı ve ithal test kitlerinin kesinlikle güvenilir olmadığını gösteren sonuçlar açıkladı. John Magufuli, keçiden, koyundan, papav adlı tropikal bir meyveden örnekler aldırarak yaş ve cinsiyet de belirterek insan isimleriyle laboratuvarlara gönderilmesini sağladı. Testlerden bazılarının sonuçlarına göre; bir keçi ve papav adlı bir meyve pozitif çıktı! Magufuli bu olaydan sonra halka sesleniş konuşması yaptı ve şunları söyledi:

"Keçilerden örnek aldık, koyunlardan, papavdan, hatta otomobil yağından ve daha birçok değişik kaynaklardan örnekler aldık ve laboratuvara götürdük. Hatta bütün örnekleri tek tek isimlendirdik. Örneğin,  Jack Fruit (tropical bir meyve) den örnek aldığımızda onu Sarah Samuel olarak etiketledik, 45 yasında, bayan... Sonuç 'kesinleşmemiş' olarak geldi. Papav'dan aldığımız örnek için Elisabeth Ane ismini koyduk. 26 yaşında bayan olarak etiketlendi, sonuç 'pozitif' geldi. İşte burada koronadan söz ediyoruz. Bu demek ki bu meyveden alınan sıvı pozitif, yani korona virüsü taşıyor.

Bir kuş çeşidi olan Kvore'den örnek aldık 'pozitif' çıktı. Keçiden örnek aldık ve sonuç 'pozitif' geldi. Görüyoruz ki örnekler alıp, bunlar insanlardan geliyor dediğimizde test sonuçları pozitif geliyor, yani 'Covid-19 hastalığı var' deniliyor. Bu test kitlerinin ardında kirli bir oyun olduğunu görüyorsunuz.  Tanzanyalılara bir tavsiyem var: Endişelenmeyin, panik olmayın. Birbirimizi korkutmayalım. Politikacılar da bunu bir politik gündem olarak kullanmayı durdurmalı."

Tanzanya Başkanı'nın bu konuşmasının dünya basınında gündemin birinci sırasında olması gerekmez miydi? Adam, sadece devlet başkanı olarak değil bilimle uğraşmış bir kişi olarak dünya çapındaki "bir kirli oyun"dan bahsediyor.... Çıt yok!

Almanya'da ise başta Frankfurt olmak üzere birçok şehirde protesto gösterileri düzenledi. Türkiye'de bir televizyon, bu haberi, "karantinayı protesto ettiler" diye verdi. Evet, göstericilerin sloganları ve yapılan konuşmalar arasında "Almanya, özgürlük demektir" gibi sözler vardı ve devletin uygulamalarına tepki göstermişlerdi ama, asıl tepkileri Bill Gates'in bütün insanlara çip yerleştirmek istemesi konusundaydı…  Alman devletini uyarıyorlar, "Bill Gates'in çiplerine hayır" diyorlardı. Frankfurter Allgemeine Zeitung, bu haberi fotoğraflı ve görüntülü olarak yayınlarken bile Bill Gates ile ilgili pankartı gösteren fotoğrafın altına "komplo teorilerini yansıtıyor" diye yorum yaptı.

 



* Tecrit koronadan tehlikeli hale geldi! - 13 Mayıs 2020 / link

"Korona gerçeği" diye bir İnternet sitesi kuruldu. Sosyal medyada da faaliyet gösteriyorlar. Yalnız bütün dünyada olduğu gibi, bu sitenin videoları da Youtube tarafından yayından kaldırıldı. Gerekçe olarak bu videolarda Dünya Sağlık Örgütü verilerine aykırı yayınları kaldırmaya karar vermiş olmalarını gösteriyorlar. Facebook ve Twitter'ın da benzer uygulamaları var. Öncelikle Bill Gates hakkındaki iddiaların yaygınlaşmasını önlemeye çalışıyorlar ama bu çabalar, iddiaların doğruluğuna delil sayılıyor.

Biz, korona gerçeğine geri dönelim. Grup, dünya çapındaki araştırma ve incelemeleri yayınlamaya çalışıyor, Bunlardan biri, İsviçreli bir doktora ait olduğu bildirilen bir rapor:

*Hastalığın en iyi çalışıldığı ülkeler ve bölgelerden gelen verilere göre, Kovid-19'un ölümcüllüğü, şiddetli bir influenza (grip) aralığında olup, ortalama yüzde 0,2'dir ve Dünya Sağlık Örgütü'nün başta varsaydığından yaklaşık 20 kat düşüktür.

*Çoğu ülkede, tüm fazladan ölümlerin yüzde 50 ila yüzde 70'i bakım evlerinde olmuştur. Bu insanların gerçekten Kovid-19'dan mı yoksa aşırı stres, korku ve yalnızlıktan mı öldükleri açık değildir. "Kovid-19 ölümleri" denilen ölümlerde bile, ölüm sebebi açık değildir.

*Kovid-19'dan ölen genç ve sağlıklı insanlara ait birçok medya haberi daha yakından incelendiğinde yanlış çıkmıştır.

*Birçok ülkede Kovid-19 ölümlerinin sayısı şiddetli grip mevsimlerinde yaşanan ölümlerin altında kalmıştır.

*Virüsün havadan veya kapı kolundan bulaştığına dair hiçbir kanıt gösterilememiştir. Maskelerin etkili olduğuna ilişkin de hiçbir bilimsel kanıt yoktur.

*Amerikan Güvenlik Kurumu'nu medyaya ifşa eden Edward Snowden, "korona krizi"nin, küresel gözetlemenin kitlesel ve kalıcı olarak yaygınlaştırılması için kullanılacağı uyarısında bulundu.

*Ünlü virolog Pablo Goldschmidt, bir "küresel medya terörü" ve "totaliter önlemler"den söz etti. Önde gelen İngiliz virolog Profesör John Oxford da bunun bir "medya salgını" olduğunu söylemiştir.

* Oxford Üniversitesi'ndeki Kanıta-Dayalı Tıp Merkezi Müdürü Profesör Carl Heneghan, yeni bir makalede tecritin yol açtığı tahribatın virüsün yol açtığından daha fazla olabileceği uyarısında bulunuyor. Profesör Heneghan, salgının birçok ülkede tecritten önce zaten en tepe noktaya ulaşmış durumda olduğunu ileri sürüyor.

*İsveçli uzman Profesör Johan Giesecke, İsveçli epidemiyoloji profesörü Johan Giesecke, bunun "hafif bir hastalıktan yaratılmış bir tsunami" olduğunu söylüyor.

* Şu anda, insanlığın üçte biri tecrit altındaki bu da İkinci Dünya Savaşı sırasında dünyada yaşayan insan sayısından daha fazladır.

Almanya'da bilim ve tıp konularında yazan gazeteci Robert Schröder, bir makalesinde mesleğinin mevcut krizde tümüyle sekteye uğramakta olduğunu belirtmiştir: "Eleştirel, tarafsız bir Dördüncü Güç olarak, erk sahiplerini denetlemesi gereken bir meslek; nasıl olur da izleyicilerinin içinde bulunduğu kolektif isteriye, ışık hızında ve neredeyse oybirliği ile yenik düşebilir; sahibinin sesi olmaya, hükümet propagandasına ve uzmanların tanrılaştırılmasına kendini böyle teslim edebilir. Bu benim için anlaşılmaz bir hal, midemi bulandırıyor, artık canıma yetti, utanç içinde bu değersiz gösteri ile aramdaki ilişkiyi kopartıyorum." 



* Virüs bahanesiyle verileriniz toplanıyor! - 14 Mayıs 2020 / link


* Korona diktatörlüğü ve Hitler'in yetki kanunu! - 15 Mayıs 2020 / link

Görüldüğü gibi düşünen insanların aklı başına geliyor ama azınlıkta oldukları hissi verilerek, marjinal gösterilmeye ve etkinlikleri kırılmaya çalışılıyor. Oysa insan sağlığıyla oynayanlar çok küçük bir azınlık ve gerçekte hiçbir güçleri de yok!



* Asıl sorun, devletleri yönetenlerin ruh sağlığı! - 16 Mayıs 2020 / link

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, ruh sağlığı sorunları olan her yaştan bireyin pandemi sürecinde daha fazla risk altında olduğunu söyledi.Guterres, “Hükümetleri, sivil toplumu, sağlık yetkililerini ve diğerlerini, bu pandeminin ruhsal sağlık boyutunu bir an önce ele almaya çağırıyorum’” dedi. 



* Kanser yapan bebek pudrası, aşı ve medya! - 22 Mayıs 2020 / link

Dünyanın korona virüs salgını olarak bildiği süreç ile ilgili olarak bütün dünyada şüpheler var. Şüphelerin artmasına aşı çalışmaları yaptığı söylenen şirketlerle ilgili haberler sebep oluyor. Doğal mutasyon sonucu geliştiği söylenen virüse karşı geliştirildiği söylenen maddelerin, aşı mantığına tamamen aykırı, haberleşme amaçlı moleküller olduğu anlaşılıyor. Bu da aşı ile ilgili haberlerin, insanları aldatmaya yönelik olduğunu gösteriyor.

Aşı haberleri, bazen doktorlara da soruluyor. Bir iki doktor, sanki yurt dışındaki bu aşı çalışmalarının içinde kendileri de varmış gibi "bilgi"ler veriyor! Gerçekte yaptıkları ise ilaç şirketlerinin propagandasını yapmak! Göz göre göre yalan söylüyorlar! Ve kimse bunlara, "Neden halkı kandırıyorsunuz?" diye hesap sormuyor.

Yurt dışından bağlanan bir Türk akademisyen ise hiç çekinmeden pazarlamacılık yaparak şirket ismi de veriyor ve Johnson and Johnson'ın aşı geliştirmeye çok yakın olduğunu söylüyor. Yalnız, söz konusu şirketle ilgili bir haber, ABD ve Kanada'da bomba gibi patladı. Amerika'nın Sesi'nde yayınlanan habere göre Johnson and Johnson şirketi, kansere yol açtığı öne sürülen ve hakkında binlerce tazminat davası açılan talk pudrasının ABD'de ve Kanada'da satışını durdurma kararı aldığını açıkladı. Şirket, bu kararın, yanlış bilgilerden dolayı ürüne olan talebin düşmesinden kaynaklandığını belirtti. Habere göre şirket, bebek pudrasına kanserojen asbest (amyant) maddesinin karıştığı iddiasıyla tüketiciler tarafından açılan 19 binden fazla davayla mücadele ediyor. Davaların çoğu Amerika'nın New Jersey eyaletinde görülüyor. Şirket "Johnson bebek pudrasının güvenli olduğundan kesinlikle eminiz" diyerek ürünle ilgili iddiaları reddederken bilimsel çalışmaların da ürünün güvenliğini desteklediğini açıkladı.

Dikkat ederseniz haber, şirket ağzından verilmiş, dava açanlara soru bile sorulmamış…

Tabii şimdi parayla hukuki mütalaa satın alır gibi, bilimsel rapor almak da mümkün. Asbestin ise maruz kalındıktan yıllar sonra kansere yol açtığı biliniyor. Firmaya dava açanların çoğu, bebek pudrasına karışan asbest yüzünden akciğer zarında ve diğer organlarda meydana gelen ve tedavisi olmayan mezotelyom kanserine yakalandıklarını iddia ediyor.

Şimdi ABD kamuoyu gibi bütün dünyanın, aynı zamanda aşı çalışmaları da yapan şirketin bebek pudrasını piyasadan çektiğini bilmesi gerekli değil mi? Peki bu bilgiyi Türk kamuoyuna herkesten önce kimin sunması beklenir? Söz konusu şirketin aşı çalışmalarını bir Türk profesör üzerinden halkın gözüne sokmaya çalışan televizyon kanalının değil mi? Fakat onlardan ses çıkmıyor nedense! Yahu bu bebek pudrası Türkiye'de da kullanılmıyor mu? Türk bebeklerinin sağlıklı gelişmesi, Amerikalı veya Kanadalı bebekler kadar haklarının korunması, bunun için de bebeğine bakan bütün annelerin gelişmelerden haberdar edilmesi gerekmez mi?

Bir defa iddialar doğru çıkarsa, bebek pudrası yoluyla, insanların kanser edilmesi gibi bir katliam hatta bir soykırım söz konusu demektir. ABD'deki bu tartışmayı bildiği halde, aynı şirketin geliştirmekte olduğu aşının propagandasını yapmak ne demek oluyor peki? Bir Türk profesörün dışarıdan, bir diğerinin de içerden, Türkiye medyasını da kullanarak bu tür şirketlerin üzerinde çalıştığı sözde aşılara daha şimdiden kefil olması, kamuoyunu yanıltmanın ötesinde insanlığa karşı işlenen bir suç değil midir? Türk çocuklarının sağlığı, Amerikalı ve Kanadalı çocuklar kadar değerli değil midir?



* Kırılma noktaları üzerinde deneyler! - 23 Mayıs 2020 / link


* Erdoğan seçim kaybederse ne olur? - 25 Mayıs 2020 / link

Diğer taraftan, korona virüs bahanesiyle alınan önlemlerin, temel insan haklarını ihlal ettiği yönünde, özellikle Almanya’da ciddi itirazlar var. Başbakan Angela Merkel, buna karşı Almanya Anayasası’nın birinci maddesinde yer alan “İnsan onuru dokunulmazdır” ilkesinden hareketle bu önlemlerin alındığını söyledi. Oysa insan onuru, her gün Almanya dahil bütün devletler tarafından çiğneniyor. İnsanlık bu cendereden, bilimin ışığında ama insan onuru çiğnenmeden kurtarılmalıdır.



* Asıl tehdit virüs değil uygulanan sağlık sistemidir! - 26 Mayıs 2020 / link

Küresel salgın, nasıl oluşur hiç düşündünüz mü? Küresel bir salgının, bütün ülkelerde neredeyse eş zamanlı olarak başlaması mümkün müdür? “Çin’de başladı İran’a geçti” deniliyor ama bu doğru değil. ABD, İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya ve Türkiye dahil bütün dünyada 2019’un Eylül, Kasım, Aralık aylarında, boğazda tahriş ve hırıltı ile başlayan bir hastalık var! Peki bu hastalığa sebep olan virüs, Güney Amerika’da, Amazon ormanlarında yaşayan ve şehirlerle teması olmayan yerli kabilelere rüzgârlarla mı ulaştı?

“Virüsün şeması çıkarıldı” deniliyor ama ortaya çıkarılan virüs resmi bilgisayarda çizilmiş bir figürden ibaret! Üstelik virüs resmi diye çizilen bu figür, insan ve hayvan hücresinde bulunan eksozomlar ile aynı! En azından böyle bir iddia var! Yani bize virüs diye gösterilen resim, insan vücudunda doğal olarak bulunan, hücre içindeki bir maddenin resmi olabilir! Bu maddenin elektromanyetik dalga etkisiyle hücreyi patlatarak dışarı çıktığı ve kanı zehirlediği, önce akciğerleri etkilediği için solunum yoluyla temasta bulunulan diğer insanlara da bulaştığı belirtiliyor. İnsan metabolizmasını değiştiren ve doğal hücre ölümlerinin dışında hücre ölümüne yol açan bir dış etken var ama Türkiye’de şu günlerde bu konuları tartışan ve halkı bilgilendiren bir bilim adamı yok! Daha önceleri, bu konularda bilimsel çalışma yapan, bilimsel makale ve kitap sahibi olanlar ise hiçbir televizyon kanalında konuşturulmuyor. Neden? 

Çünkü Türkiye’de sağlıkla ilgili bilimlerde araştırma yapmak bile artık bakanlık iznine bağlanmıştır. Sağlık Bakanlığı ise Dünya Sağlık Örgütü’nün kurallarına göre çalışıyor. Peki Dünya Sağlık Örgütü kimin kurallarına bağlı? Bir defa DSÖ’nün kuruluş sermayesini veren Rockefeller Vakfı’dır. Dolayısıyla, DSÖ, ilaç kartellerinin örgütüdür. Türkiye’deki sağlık sistemi de bu kartellerin istediği şekilde düzenlenmiştir. İtiraz eden sistemin dışında kalır, doktorsa ruhsatı bile elinden alınır!

Gazeteler sokağa çıkma yasağı günlerinde çıkmıyor. Dolayısıyla bu yazı kâğıda basılı gazetede yayınlanmayacak. Yazı biraz uzun olacak ama İnternet’te yer sıkıntısı yok. Bu itibarla, sağlık sisteminin ne halde olduğunu, uzman tespitiyle bilginize sunmak istiyorum.

Emekli genel cerrah Uğur Yılmaz’ın “Sağlığın Karanlık Yüzü” diye 700 sayfalık bir kitabı var. Yılmaz daha kitabın girişinde Ivan Illich imzalı bir söze yer veriyor: “Sağlık kuruluşları insan sağlığı için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Tıbbi uygulamalar üzerinde mesleki denetimin sakatlayıcı etkisi bir salgın hastalık boyutlarına ulaşmıştır.” Mesele bu kadar vahim aslında...

Uğur Yılmaz devam ediyor:

*Sağlık sistemi deyince toplum hekim ve hasta arasında olan ve hastanelerde verilen bir hizmeti anlamaktadır. Soruna böyle yaklaşıldığı zaman 'sistem' anlaşılamaz. Sistemin ön planında ABD'nin emperyalist küreselleşme stratejilerine uygun olarak ülkelerde uygulanacak sağlık sistemlerini belirleyen DTÖ, Dünya Bankası, OECD, İMF gibi küresel örgütler vardır. 

*Türkiye cephesine baktığımız zaman sağlık politikaları ile ilgili bütün kurum ve kuruluşların yöneticileri sistemin içindedir. Sağlık sistemi, hiç de bilimsel ilkelere göre, hasta veya insan yararına, kusursuz ve düzgün işleyen bir sistem değildir. 

*Aksine sistem, arkasında Dünya Bankası gibi ABD'nin küresel egemenlik örgütlerinin olduğu, her seviyede ilgili kişilerin ve çalışanların bu kirli ilişkilerde kendilerine verilen rolleri oynadıkları, kirli, mafyatik, nitelikli dolandırıcılık ve soygun sistemidir. * Bu kişiler toplum karşısında, TV ve basında yüzlerine masum-temiz bir maske geçirmektedir. Sağlık sisteminin bir de bilinmeyen, bilinmek ve görülmek istenmeyen, değiştirilmek istenmeyen karanlık bir yüzü vardır. 

* Kovid-19 salgını münasebeti ile Türkiye'nin sağlık sistemi bütün toplumu aldatacak bir şekilde övülmektedir. Bu sistemin Atatürk'ün kurduğu sistemin devamı olan kamucu bir sistem olduğu propagandası yapılmaktadır. 

* Sağlık haberciliği yalan haberciliğin en fazla uygulandığı bir habercilik şeklidir. Bu şekilde kitleler yönlendirilir, aldatılır, belli bir hedefe doğru yönlendirilir. Medyada maalesef sağlık ile ilişkili konularda doğru haberlere rastlamıyoruz. 

* Sağlıkta Dönüşüm sistemi, ABD’nin kurmak istediği yeni dünya düzeninin sağlık alanında uygulamasıdır. Atatürk’ün kurduğu sistemle bir ilgisi yoktur. Bu uygulama devletin sağlık alanından tasfiyesi, ABD emperyalizmi tarafından düzenlenen işletim sistemi ile tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulması, sağlık kuruşlarının özelleştirilmesi ve bu iş tamamlanıncaya kadar mülkiyeti devlete ait olan sağlık tesislerinin işletmesinin SGK sistemi vasıtası ile oluşturulan sağlık piyasasına dâhil edilmesidir.

* Devletin elinde gibi görülen sağlık tesislerine de kartelin ürünlerinin daha fazla satılması ve pazarlanması görevi verilmiştir. Bu amaca ulaşmak için tıbbi hizmet, tedavi, girişim, ürün ve cihazların satılması ve pazarlanmasında diğer komisyonculuk işlerinde olduğu gibi kâr payı dağıtılmaktadır.

* Şu anda Türkiye'de uygulanan sağlık sistemi, Dünya Bankası tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan bir sistemdir. Milli bir sistem değildir. En son “Başakşehir Şehir Hastanesi”nin açılışı vesilesi ile “Sağlıkta Dönüşüm”ün bu son uygulaması da tüm halka kamucu bir uygulama olarak yedirilmiştir. Başakşehir Şehir Hastanesi bir devlet hastanesi ve yatırımı değildir.

* Bu hastane Dünya Bankası ile ticari ortaklığı olan uluslararası Rönesans Holding'in Japon ortağı ile yap-işlet-devret yöntemi ile yaptığı bir hastanedir. Bu gibi hastanelerin milletin sırtına bindirdiği yük sıradan bir özel hastanenin yükünden çok fazladır. Çünkü şehir hastanelerine gelir ve kâr garantisi de verilmektedir. Hastane belirlenen geliri sağlayamazsa aradaki fark Orhangazi köprüsünde ve benzerlerinde olduğu gibi devlet tarafından ödenecektir.

* Bu sistem bir saat gibi düzenli işleyen bir ticari soygun sistemidir. Hem Dünya Bankası hem de onun küresel aktörleri, işbirlikçileri ve basını bu sistemi çok başarılı bulmaktadır. Bu tiyatro sahnesinde herkes nedense maymun rolünü oynamak istediği için sağlık sistemimizin daha bir süre böyle tıkır tıkır sorunsuz işleyeceğini söyleyebiliriz!

* Günümüzde yalnız Türkiye’de değil, dünyanın büyük bir bölümünde sağlık hizmetleri; tıbbi ürün, ilaç ve teknolojilerin pazarlanmasının bir aracıdır. Sağlık sistemi, insan sağlığını koruma ve hastalıkları iyileştirmeyi amaçlamaz.

* Toplum; tıbbi ürün, ilaç, teknoloji ve tanı yöntemlerinin gereksiz ve yaygın kullanımını “sağlık hizmeti” sanacak biçimde koşullandırılmış ve yönlendirilmiştir. Toplum bu nedenle, sağlığı koruma ve hastalıkları tedavi amacı taşımayan tanı ve tedavi yöntemlerinin uygulandığını, kendisine iyilik değil kötülük yapıldığını algılayamamaktadır.

* Bu bozulup yozlaşmanın sebebi hekimlerden değil, sistemden kaynaklanıyor. Yozlaşmanın tıp ve ahlâk eğitimiyle düzeltilmesi, yaşanan aksaklıkların, sistem içinde çözülmesi olanaksızdır. Kaldı ki; sistem içinde kimse bu işleyişten rahatsız değildir ve düzeltilmesini istememektedir.

* Perde önünde veya satış tezgâhında görev alanlardan çok, perde arkasında ipleri ellerinde tutan tıp kartelini görmek ve iyi tanımak gerekmektedir. En önde görülen kişiler sadece kendilerine verilen rolleri oynamaktadır, oyunun senaryosu başka yerlerde hazırlanmış ve Türkiye’de sahneye konulmuştur.

* Ünlü İngiliz tiyatro yazarı Shakespeare, Dünya’yı bir tiyatro sahnesine benzetir ve tüm insanları bu sahnede oynanan oyunun oyuncuları olarak görür. İşte, sağlık piyasası da böyle bir tiyatro sahnesidir. Bu sahnede herkes sistemin kendisine verdiği rolü oynamaktadır. Daha doğrusu oynamak zorundadır. Oynanan bu oyunda sevinç, hüzün, komedi, trajedi, entrika, cinayet, kan, üzüntü, ölüm, aldatma, kandırma, dolandırıcılık ve çeteleşme dâhil her şey bulunmaktadır. 

BİRİNCİ TESPİT

* Kitapta anlattığım yaşanmış hikâyelerde birinci tespitim, halkın sağlık, tıp ve tedavi konularında derin bilgisizliği ve cahilliği olmuştur. İnsanlar her tür yalan ve dolana kolaylıkla inanabilmekte veya inandırılabilmektedir. İnsanları inandırmak için hem modern hem modern olmayan tıbbi uygulamalar hakkında değişik yalanlar ve efsaneler uydurulmaktadır.

* Kişilerin eğitimli olup olmaması ve hatta hekim bile olması bu yalanlara inanmalarını engellememektedir. Bu yalanlar, insanların gereksiz tedavi, ilaç kullanımı ve operasyonlar yapılması için sistemli olarak uydurulmakta ve yayılmaktadır. * Neredeyse herkesin ortak görüşü ve inancı haline gelen yalanlar, bireyleri kötü işletilen sağlık sisteminde korumasız bir duruma düşürmektedir. Hatalı uygulama, tedavi ve operasyonların yaptırılmasında insanları ikna etmede uygulanan birçok farklı yöntem bulunmaktadır.

* Halkın zararlı sağlık sisteminden kendisini kurtarmak için okuyup bilinçlenmesi de yeterli olmamaktadır. Ortada bir sistem varsa ve bu sistem herkese nasıl uygulanıyorsa size de yakınlarınıza da aynı biçimde uygulanacak demektir.

İKİNCİ TESPİT

* Tıp kartelinin bilim diye sunduğu dogmalar ve hipotezler, akademik çevrede ve tıp dünyasında  doğa yasaları sanılmaktadır.

*Yapılan çalışmalarda çoğu zaman neyin bulunmak ve gösterilmek istendiği bile belli değildir. Bilim, bir öneri ve uygulamanın onaylanması ile değil, çürütülmesi ile gelişir, gerçeğe bu yoldan ulaşılır.

* Oysa üniversite öğretim üyeleri, tıp kartelinin bilimini bir dogma veya din gibi kabul etmektedir. Bunun dışında bir şey duymaya ve görmeye tahammülleri yoktur, eleştiri ve farklı fikirlerin açıklanmasından hoşlanmazlar.

* Hekimlere tıbbi eğitimleri, ilaç ve malzeme firmaları tarafından verilmektedir! İlaç ve tıbbi malzemeler, firmaların yönlendirmesine göre tercih edilip pazarlanmaktadır. Hastalıklar ve sorunlar değiştiği halde tedaviler hepsinde hemen hemen aynı olmaktadır.

ÜÇÜNCÜ TESPİT

* Üçüncü tespitim, tıp bilimi diye bir bilimin olmadığıdır! Hiç kuşkusuz insanı ve hastalıklarını inceleyen anatomi, fizyoloji, patoloji gibi tıbbi ilimler vardır. Ancak unutulmasın ki, bu bilim dalları ile ilgili dersler, yardımcı sağlık çalışanlarına da verilmektedir. Dolayısıyla bu dersleri almak kişiyi bilim adamı yapmaz.

* Tıp fakültelerinde hastalığın ne olduğu, bunların nasıl teşhis ve tedavi edileceği değil, gereksiz ilaç, tedavi, girişim ve teknoloji kullanmak için toplumun nasıl taranacağı, uygulanacak tedavi ve girişime bağlı olarak nasıl hasta yaratılacağı öğretilmektedir.

* Günümüzde hastalıkların başlıca nedeni, gereksiz ve zararlı tedavilerin uygulanmasıdır. Gereksiz ve zararlı tedavi uygulamanın neden olduğu hastalık ve tıbbi sorunlara “iatrojenik hastalıklar” denilmektedir. Yani, hekimlerin uyguladığı tedavi ve yöntemlerin neden olduğu hastalıklara bu ad verilmektedir.

* Hekimlik eğitiminde, iatrojenik hastalıkların neler olduğu, nasıl oluştuğu, bunlardan kaçınılması için hekimlerin nerede durması gerektiği ve hangi durumlarda belirli bazı tedavi ve girişimleri yapmaması gerektiği öğretilmemektedir.

* Tıp bilimi olarak sunulan; tıbbi cihaz, malzeme, ilaç ve diğer ürünlerin geliştirilmesidir. Çarpıcı gerçek şudur, bu ürünleri üreten ve geliştirenlerin hiçbirisi hekim değildir!

* Geliştirilen tıbbi tanı araçları ile yeni teşhisler, klinik durumlar ve algoritmalar tanımlanmakta, daha sonra bu tanımlara göre tedaviler ve ilaçlar tasarlanmaktadır. Geliştirilen bir ürün, ilaç veya cihaz ya her hastada aynen uygulanarak ve kullanılarak moda olmakta ya da bunlar için yeni tıbbi durumlar ve hastalıklar icat edilmektedir.

* Yeni hastalık icadında kullanılan başlıca yöntem istatistiktir. Vücutta bulunan bir madde veya özellik ölçülür, önce bir normal değer belirlenir ve bunun dışındaki değerler hastalık göstergesi olarak tanımlanır. Zamanla normal değer aralığı daraltılarak hasta sayısı artırılabilir.

* Devlet, kendi denetiminde olan sağlık kuruluşlarında yeterli bir sağlık hizmeti verilebilmesi için üzerine düşeni yapmamıştır. Hastanelerin çoğunda, asepsi antisepsi kurallarına uyulmamaktadır. İşin daha vahimi, hepsi tıp fakültelerinden mezun olan hekimlerin bu temel kavramlardan habersiz olmalarıdır. Devlet, sağlık hizmetlerindeki yolsuzluk, usulsüzlük ve kötü uygulamaları görmezden gelmekte ve bunları yok saymaktadır. Bu konularda yapılan uyarı başvuruları gereği gibi inceleneceği ve soruşturulacağı yerde, kötü uygulamalarda bulunan kişiler korunmakta ve sorunlar görmezden gelinmektedir.

* Bununla kalınsa neyse, çoğu zaman yolsuzlukları ve usulsüzlükleri ortaya çıkarıp duyuranların üzerine gidilmekte, bu kişiler cezalandırılarak susturulmaya çalışılmaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki; denetleyenlerin görevi, sistemin kusursuz işlediğini ve bir sorun bulunmadığını göstererek milletin gerçekleri görmesini engellemektir.

* Kitapta kanser hastalığı hakkında bir anlayış oluşturmak amacıyla bazı hastalardan örnekler verdim. Hastalara çoğu zaman zarar veren tedavilerin ve belki yararı olur diyerek yapılan uygulamaların, giderek temel tedavi yöntemleriymiş gibi uygulandığı görülmektedir.

* Bazı kanser türleri öldürücü değildir, bir tedavi ya da aşırı tedavi gerekmez. Lenfoma ve lösemi gibi bazı türler hariç, geliştirilen diğer tedavi yöntemleri ile daha iyi sonuçlar sağlanamamıştır.

* Toplum hem kanser endüstrisinin geliştirdiği teşhis ve tedavi yöntemleri, hem de kanseri tedavi ediyoruz diye ortaya çıkan sahtekârların yaptığı uygulamalar konusunda bilinçsiz ve korumasızdır.

* Türkiye’de sağlık sistemleri ve özellikle muayenehanecilik sistemi bilimsel olarak incelenmemiş ve eleştirilmemiştir.

* Kişiler, çoğunlukla rahatsızlıkları nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvurmaktadır. Dile getirilen rahatsızlıklar çoğu zaman bir hastalık gibi ele alınarak gereksiz girişim ve tedaviler uygulanmakta ya da hastalar ameliyat edilmektedir. Kitapta, doğal doğum olayının nasıl sezaryen endüstrisine doğru dönüştüğünü örneklerle gösterdim. Aynı durum kalp cerrahisi ve kardiyoloji girişimleri ve kanser tedavileri için de geçerlidir. Bilinen ve alışılan her ameliyat türü için hemen bir ameliyat bandı açılmakta ve bu ameliyat sadece hastalara değil tüm topluma uygulanmaktadır.

* Devlet, sağlık hizmetinde kendisini sorumlu görmemekte ve gereğini yapmamaktadır.

* Sağlık sistemindeki ana sorunlar hep görmezden gelinmiş ve sağlıkla ve tıpla ilgili olmayan konular önemli sağlık sorunu olarak sunulmuştur.

* Mevcut sağlık sistemi bu durumdayken dış güçlerin etkisi ile küreselleşme gereği sağlık alanının özelleştirilmesi ve bu alandan devletin tasfiyesi gündeme gelmiş ve bu yapılmıştır.

* Sağlıkta dönüşüm olarak bilinen bu süreci neredeyse tüm siyasi partiler, sendikalar ve sağlık çalışanları gönülden desteklemiştir. Dönüşüm olayı da tarafsız ve bilimsel yöntemlerle incelenmemiş ve eleştirilmemiştir. Bu konuda yapılan tüm yayınlar, sağlıkta dönüşümü öven ve destekleyen yazı ve raporlardan oluşmaktadır.

* İnsan sağlığı alanında gördüğümüz sorunların aynısı veya benzerleri tarım ve veterinerlik alanlarında da mevcuttur. Veterinerlikte ve tarımda bitkilere kullanılan ilaçlar da kartelin etki alanındadır. Bu alanlarda da tıpkı insanlarda olduğu gibi, pazarlanan ilaçlar gereksiz bir biçimde kullanılmaktadır.

* Artık bu konularda, toplumun tamamı olmasa bile, bir bölümünün düşünmeye ve bir şeyler yapmaya başlamasının zamanı gelmiştir.

Yazıyı, yine Uğur Yılmaz’ın hatırlattığı, İbni Sina’nın bir sözü ile bitirelim:

“Hiç kimse, görmek istemeyen kadar kör değildir.”




* Salgın, küresel itaat operasyon aracıdır! - 27 Mayıs 2020 / link

Michel Chossudovsky, yıllar önce "Yoksulluğun Küreselleşmesi"  adlı eserinde, başta tarım, hayvancılık ve su kaynakları olmak üzere IMF politikaları uygulanan yüz ülkenin topraklarının nasıl ele geçirildiğini, sağlık sistemlerinin nasıl bozulduğunu incelemişti. Chossudovsky, küresel ekonominin toplam 750 kuruluş tarafından kontrol edildiğini ve ulusal devlet kurumlarını etkisizleştiren bir uluslararası alacak tahsilatı sürecine bağlandığını, küçük ölçekli bireysel mülkiyetin silinmekte olduğunu, ancak kamu açıkları sebebiyle, küresel mali sistemin de tehlikeli bir kavşağa geldiğini belirtmiş ve bütün insanlığı uyarmıştı.

Chossudovsky şimdi, "Küresel Kapitalizm, Dünya Hükümeti ve Korona Krizi" başlığı altında yapılan işin küresel bir operasyon olduğunu yazdı.

Chossudovsky, özetle şu tespitleri yaptı:

* Dünya, korona krizinin sebepleri ve sonuçları konusunda yanlış yönlendiriliyor.

* COVID-19 krizi, DSÖ himayesinde, dünya çapında bir ekonomik, sosyal ve politik yeniden yapılanma sürecini tetiklemek için bir bahane olarak kullanılmaktadır. Sosyal mühendislik uygulanmaktadır. Hükümetler, yıkıcı ekonomik ve sosyal sonuçlarına rağmen, karantina gibi uygulamaları genişletme baskısı altına alınmıştır.

* Çokça belgelendiği gibi mortalite dahil COVID-19 hastalığı tahminleri, büyük ölçüde manipüle edilmektedir.

* Dünya çapında uygulanan ulusal ekonomilerin kapatılması kaçınılmaz olarak yoksulluğa, kitlesel işsizliğe ve ölüm oranının artmasına sebep olacaktır.

* Pandemi, bir ekonomik savaş eylemi haline getirilmiştir.

* Politikacılar yalan söylüyor. Ulusal ekonomilerin kilitlenmesi ya da kapatılması halk sağlığı krizine bir çözüm oluşturmaz.

* Politikacıları kim kontrol ediyor? Politikacılar neden yalan söylüyor? Bunlar, "Ultra-zengin hayırseverler" de dahil olmak üzere finansal kuruluşların politik araçlarıdır. Görevleri, dünya çapında ekonomik faaliyetlerin dondurulmasından sonra oluşturulacak küresel ekonomik yeniden yapılandırma projesini yürütmektir.

* Koyunları ağıla sürükleyen "çoban köpekleri" gibi bütün insanlığı evlere sürüklediler.. Bu bir salgın değil, dikkatle planlanmış bir operasyondur. Kendiliğinden veya kazara olan bir şey yoktur.

* Ekonomik durgunluk ulusal ve küresel düzeyde tasarlanmıştır. Kriz ABD-NATO askeri ve istihbarat planlamasına da entegre edilmiştir. Çin, Rusya ve İran'ı zayıflatmakla kalmayıp, aynı zamanda Avrupa Birliği'nin istikrarsızlaştırılmasını da içeriyor.

* "Dünya Hükümeti" kavramı ise David Rockefeller tarafından, Almanya'da, Baden 1991 Bilderberg Toplantısı'nda gündeme getirilmişti.

* 2010'da Rockefeller Vakfı, "küresel yönetişim" ile birlikte dünya çapında bir virüs salgınıyla ilgili alınacak önlemleri senaryo olarak tartışmıştı!

* Bu simülasyonun, çok milyar dolarlık bir aşı programı geliştiren Big Pharma ile irtibat halinde ve DSÖ himayesinde tamamen yozlaşmış bir çaba olduğu ortaya çıkan 2009 H1N1 domuz gribi pandemisini izleyen yılda düzenlendiğini hatırlatmak gerekir.

* Talimatlar ulusal hükümetlere iletilmektedir! Korku kampanyası, bu "entelektüel seçkinlerin ve bankacıların uluslarüstü egemenliğine" hizmet etmektedir. "Küresel yönetişim", küresel çapta genişletilmiş bir "rejim değişikliği" biçimidir. Nihai hedefleri, ulus devletleri kendi kurumları ve ulusal ekonomileri ile birlikte "açık ekonomik bölgelere" dönüştürmektir.

* Küresel finansal elitler, tüm gezegene sahip olmak istiyor. Ulusal devletlerde, önemli siyasi atamalar, Wall Street, Askeri Sanayi Kompleksi, Big Pharma, Big Oil, Kurumsal Medya ve Dijital İletişim Devlerini temsil eden lobi grupları tarafından kontrol edilmektedir.

* Öte yandan, eve hapsetmeyle birleşen "sosyal uzaklaşma", "sosyal itaat aracı" olarak kullanılmaktadır. Bu sayede insanların bu yeni dünya düzenini protesto etmek için toplanmasını da engelliyorlar.

* Gerçekleri ortaya çıkarmak ve dayanışmak, bu gelgiti tersine çevirmek için organize olmak çok önemlidir. Dünya çapında bir hareketin ilk adımı "karşı propaganda"dır. 




* İşte kafatasınıza delik açacağım diyen Musk'ın projesi - 29 Mayıs 2020 / link

Bu bilgiler de nereden çıktı?" diyebilirsiniz? "Korona virüs" diyerek bütün dünyayı eve hapseden güç, ABD ve İngiltere merkezlidir. ABD'nin ulaştığı teknolojik seviyenin sembol isimlerinden biri olan ve uzaya 42 bin uydu gönderme projesini yöneten Elon Musk, "Kafatasınıza bir delik açacağım ve beyninize çip yerleştireceğim. Artık dillere gerek kalmayacak. İnsanlar birbiriyle frekans yoluyla anlaşacak" diyor da onun için. 




Trump'a bile sansür uygulanabiliyorsa! - 30 Mayıs 2020 / link

İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Ağaçfidan, "Bu testler ülkemizde yeni kullanılıyor. Dünya ile eş zamanlı olarak kullanıyoruz. Bu testlerin güvenilirliği, uygulanabilirliği yaptığımız test sayısının artmasıyla birlikte çok daha iyi sonuç verecektir. Bu testlerle eş zamanlı serolojik testler olacak diyebiliriz." dedi. 

Biliyorsunuz, Tanzanya'da yapılan PCR testlerinde keçide ve armutta bile pozitif sonuç çıktı! Bunlar elbette antikor testi değildi ama "yalancı pozitif" diye bir vaka var ortada!

PCR testini icat eden Amerikalı, "Bu test, salgın hastalıklarda kullanılamaz" kaydını düşmüştü ama kimse onu dinlemedi ve sonuçlar malum. Şimdi "antikor testi bu sorunu giderecek" deniliyor. Dünya ile eş zamanlı yeni bir teste başlamış olmak, bir garanti sayılamaz, zira dünyada hiçbir bilim adamı, gerek korona virüs konusunda gerekse testler hakkında neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyecek durumda değil. Kanda her zaman bulunan antikorlar ile korona virüse karşı etkili olan yeni antikorların ayırımını yapmak belki mümkün olabilir ama açıklamada belirtildiği gibi uygulama bütün dünyada daha yeni başlatıldı! Bu da ihtiyatlı olmayı gerektirir. Dünya Sağlık Örgütü de 24 Nisan 2020 tarihi itibarıyla yeni tip korona virüse karşı vücutta antikor bulunmasının, bu virüse karşı bağışıklık kazandırdığı sonucuna varan herhangi bir çalışma olmadığını açıklamıştı. Kamuoyuna bilgi verirken, bu son notu da eklemek gerekirdi!

Bu konuyu neden dikkatinize sunuyorum? Çünkü pozitif bilimlerdeki yanılgılar, zaman zaman sosyal bilimlerdeki yanılgıları geride bırakıyor. Bu da doğrudan, bütün canlıların hayatını etkiliyor.




* Elon Musk'ın Ejderhası! - 01 Haziran 2020 /link

Adam ABD adına, dünyayı parmağına dolamaya çalışıyor ama bazıları anlamak istemediği gibi kamuoyunu da yanlış yönlendiriyor! Elon Musk'ın uzaya gönderdiği uydular, elektromanyetik dalga ve lazer ışını kullanma yeteneğine sahip! Uzaya 42 bin uydu gönderdiği zaman, ABD Uzay Kuvvetleri Komutanlığı, bütün dünyayı, bütün devletleri, silâhlı-silâhsız bütün kuvvetleri, bu dalgalar sayesinde istediği an esir alacak farkında değil misiniz? İnsanlık adına bunun sevinilecek, takdir edilecek bir tarafı var mı? Doğanın dengeleriyle oynamak yüceltilebilir mi?

Uzaya gönderilen kapsülün adı bile "Dragon" yani ejderha! Bütün dünya, ejderhanın avını kollarıyla sarması gibi uydular üzerinden elektromanyetik dalgalar ve lazer ışınlarıyla kontrol altına alınırken, virüs tehdidiyle korkutulup evlerine hapsedilen, sonra da "maske takıp çıkabilirsiniz" denilen insanlar, ABD Uzay Kuvvetleri Komutanlığı'nın dünyayı avucunun içine almasına alkış tutuyor!

Oysa biz, Atatürk gibi "Biz, kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız." demeliyiz. 





* Maskeli rejim ve milletin hukuku! - 10 Haziran 2020 / link

Büyük felaketler, ülke çapında bazen de dünya çapında dayanışmayı gerektirir. Ülke yönetiminde bulunanların görevi, halkı hedefte birleştirerek geleceğe doğru az kayıpla yürümelerini sağlamaktır. İktidar, dünyaya "korona virüs salgını" diye sunulan ancak kaynağı halen tartışmalı süreci, halkı hedefte birleştirmek için değerlendirmek yerine İstanbul, Ankara gibi muhalefetin elindeki büyükşehir belediyelerini çalışamaz hale getirmek için engel üzerine engel çıkardı. Bu arada uydurma darbe söylentileri ortaya atıldı... Baroların parçalanması, Atatürk'ün mirasına müdahale girişimleri derken muhalefeti baskılamaya yönelik söylem ve eylemler sahneye konuldu. Son olarak haber takibi yapan gazeteciler, casuslukla suçlandı. Öyle ki, "Virüs" olarak görülen gazeteciler alenen tehdit edilmeye de başlandı. 




* Ölenlere neden otopsi yapılmıyor? - 15 Haziran 2020 / link

"Covid-19 salgını" denilen korku kampanyası sırasında bütün dünyayı kaplayan yalanların oluşturduğu kalın sis tabakası dağılmaya başlayınca, somut ve net gerçekler ortaya çıkmaya başladı. Bütün dünyada, bilimsel gerçek diye dayatılan kabuller ve buna bağlı olarak uygulanan tedavi yöntemleri sorgulanıyor. Türkiye'de bu sorgulamayı yapanlardan biri olan kardiyoloji uzmanı Prof. Dr. Gülümser Heper, veryansıntv.com'da yayınlanan "Covid-19 Bilim Kurulu bilimsel midir?" başlıklı yazısında, Aging adlı dergide yayınlanan makaleden alıntılar yaparak şu bilgileri verdi:

* Covid-19 ölümlerinde eşlik eden kronik hastalıkları kalp hastalıkları, kanser, akciğer hastalıkları, felç, nörolojik hastalıklar, diyabet, böbrek hastalığı ve obezite şeklinde sıralayabiliriz. 

* Covid-19 ölümlerinde, vücudu ölüme götüren en önemli son noktanın kalp yetmezliği ve ritim bozukluğu olduğunu bilmek zorundayız.

* Yapılan çalışmalar, Covid-19 ölümlerinde en önemli sorunun miyokard (kalp adalesi) hasarı olduğunu ve enfeksiyonla gelenlerin yüzde 17'sinin kanında miyokard hasarının göstergesi olan troponin isimli kalp kaynaklı bir enzimin göründüğü tespit edilmiştir.

* Troponin-T yüksek bulunan hastalarda solunum yetmezliği, ventriküler taşikardi ve fibrilasyon gibi malign aritmiler (ölüme götüren aritmiler), akut pıhtılaşma bozuklukları ve akut böbrek yetmezliği geliştiği tespit edilmiştir.

* Buna karşılık Türkiye'de bilim kurulunun hekimlere gönderdiği koruyucu tedavi, standart tedavi ve takip şablonlarında standart EKG, Ekokardiyografi ve troponin seviyesine bakılması tavsiye edilmemiş ve kalpte aritmiyi tetikleyen Hidroksiklorakin ve Azitromisin gibi ilaçlar verilmiştir.

* Türkiye'de Covid den ölenlerin hangi komplikasyonlardan öldüğü, neden öldüğü, tedavi edici olduğu savlanan ilaçların etkinliği, etkisizliği, komplikasyonları bilinmemektedir. Bilim kurulu hastanelerdeki sonuçları toplayıp bir çalışma çıkarmamıştır. Uluslararası literatürden toplanan ve infial yaratan ifadeler halkla paylaşılarak güya bilim yapılmıştır.

* Niye böyle olmuştur? En önemli neden Üniversite özerkliğinin kaybı ve sağlık sisteminin kapitalist ekonomik politikalara teslimiyetidir. Sağlık sistemi özelleştirilerek halk sağlığı korunamaz, pandemilerle mücadele edilemez, tedavi süreçleri bile tartışmalı hale gelir. 

Almanya'nın Hamburg şehrinde ise Adli Tıp Enstitüsü'nde 170 cesede yapılan otopsi, hastaların büyük bölümünün tromboz veya akciğer embolisi nedeniyle öldüğünü ortaya koydu. Otopsi sonuçlarına göre hastaların büyük bölümünde tromboz (bir damarın trombüs yani damar içinde pıhtı tarafından tıkanması) ve akciğer embolisine (akciğerlerdeki damarların birinde pıhtı ya da başka bir materyal nedeniyle gelişen tıkanıklık) rastlandı. Haberde, UKE Adli Tıp Enstitüsü Başkanı Klaus Püschel ile Yoğun Bakım Kliniği Başkanı Stefan Kluge'nin bu nedenle COVID-19 hastalarında kan sulandırıcı ilaç tedavisinin olumlu etkisi olabileceğine dikkat çektiği belirtildi.Türkiye'de Covid -19 tedavisinde bir süredir kan sulandırıcı ilaçlar kullanılıyor ama yapılan hataların telafisi yok artık!

Hamburg Adli Tıp Başkanı Prof. Klaus Püschel, "Hamburg'da, daha önceden hasta olmayan tek bir kişi bile virüsten ölmüş değil, Şu ana kadar incelediğimiz kişilerin hepsinde kanser, kronik bir akciğer hastalığı, aşırı sigara tüketimi veya obezite vardı; diyabet veya bir kalp damar hastalığından muzdariptiler. Bu virüs adeta bardağı taşıran son damladır. Kovid-19 yalnızca sıradışı vakalarda ölümcül bir hastalıktır, ama çoğu vakada ağırlıklı olarak zararsız bir viral enfeksiyondur." dedi.

Durum böyle olduğu halde, daha aşı geliştirilmeden Avrupa'da 400 milyon kişinin aşılanmasından söz ediliyorsa, bu işin arka plânında başka bir proje olduğunu görmek gerekiyor. 




* Herkesin içtiği sudan içtiniz mi? - 17 Haziran 2020 / link

Bu arada bütün dünyada, virüsler üzerinden salgın üzerine salgın tezgâhlandı. Sonuncusunda herkesi eve kapattılar, ülkeler arası ticareti çökerttiler. Çözüm olarak sundukları aşılarla, insanların beyinlerini, akıllı moleküller üzerinden hacklemeyi böylece nüfusu azaltmayı planladıklarını da açıkça söylediler. İtiraz edenler, yani aklını, kimliğini, kişiliğini, havasını, içme suyunu, toprağını, vatanını korumaya çalışanlar, o sudan içmiş olanlar tarafından şimdilik "komplo teorisi üretmek"le suçlanıyor. 




* Virüslerle anlaşma mı imzalandı? - 18 Haziran 2020 / link

Almanya, Avrupa Birliği ülkeleri ve İsviçre ile sınırları açarken, Robert Koch Enstitüsü'nün yayınladığı listede Türkiye, "Korona virüsü risk bölgesi" olarak gösterildi. Oysa Avrupa ülkelerinin durumu Türkiye'den çok farklı değil.



 devam ediyor....