Translate

18 Ağustos 2020 Salı

Gilat-Gilead

 


Margaret Atwood'un "Damızlık Kızın Öyküsü" adlı romanından uyarlanan film ilk kez 1990'da çekilmişti. Başrollerinde Faye Dunaway, Robert Duvall, Aidan Quinn ve Natasha Richardson vardı. İzlemiştim, çok korkunç bir hayat!...

Nükleer bir felaketten sonra kısırlık başlıyor ve nüfus azalıyordu. Evli çiftlerin çocukları olmuyorsa, devlet tarafından özel olarak yetiştirilmiş "özgür olmayan kadınlar", bu elit, zengin ve üst düzeydeki evli çiftlere hizmet ediyor ve onlara çocuk doğuruyordu. İşte bu "kadınlar"dan dolayı adı "Damızlık Kızın Öyküsü"ydü. Ancak topluluğun gözünde kısır olan kadındı ve hiç kimse erkeklerin de kısır olabileceğini sorgulamıyordu. Çünkü topluluk ataerkil ve kontrolcü bir toplumdu ve erkekler kısır olamazdı! Yaşadıkları yerin adı ise "Gilead" idi.


Bir bilimkurgu olmasına rağmen gelecekte yaşanabilecekleri bize aktarıyordu. Oysa bugün pek çoğumuzun bildiği buna benzer olaylar tarih içinde, tam tersi de olsa, yaşanmıştı. Amerika kıtasının gerçek sahipleri Yerli kızları kısırlaştırılmıştı. İskandinav ülkelerinde "öteki topluluklar" dedikleri Sami kızları kısırlaştırılmıştı. Tam da "Damızlık Kızlar" gibi "Taşıyıcı Annelik" olayı da bunlara tuz biber oldu! Hepsi bir yana, bu size her şekilde "insan ticareti"ni de hatırlatmıyor mu?..



Merkezi Kaliforniya-ABD olan Gilead, "HIV, hepatit B, hepatit C ve influenza tedavisinde kullanılan antiviral ilaçlarla, uyuşturucuları araştıran, geliştiren ve ticarileştiren" bir biyofarmasötik şirketiydi. 1987 yılında Dr.Michael L.Riordan tarafından kurulduğunda adı Oligogen idi. Riordan'ın David Rockefeller ile arkadaşlığı ise gizli değildi. Öbür yandan Amerika Savunma Bakanı olarak da hizmet vermiş olan Donald Rumsfeld, 1988'de Riordan tarafından Gilead'ın yönetim kuruluna getirilmişti. Ancak Bakan olunca bu görevi bırakmış olsa da, etki ajanlığına devam etti... Çünkü "ABD’nin en derin adamı Donald Rumsfeld 1997’de çiçek hastalığına karşı geliştirilen “Cidofovir” adlı ilacı, FDA’da onaylattırmayı, ardından da molekülünü Pentagon’un biyoterörizm alanındaki araştırmalarına dahil etmeyi başardı!"...




Oligogen olarak doğmuş olsa da 88 yıllarında adını Gilead'a dönüştüren şirket adını nereden alıyordu? Tabi ki Kutsal Kitap'tan, yani Eski Ahit dedikleri Tevrat'tan; "Gilat'ta merhem yok mu? Hekim yok mu?" (Yeremya 8:22 ) Bazılarına göre de asıl merhem "İsa"dır; "Gilat'ta bir merhem var, yarayı kapatan, Gilat'ta bir merhem var, günahlı hasta ruhu iyileştiren" [Dr. Ray Pritchard, Keep Believing Ministries "Bakanlıklara İnanmaya Devam". Bu tarikatın adı da bir garip!]


Peki bu Gilat neredeydi?

Gilat, Lut gölüne dökülen Ürdün (Şeria) nehrinin doğusunda kalan dağlık bölgede yer alır. İbrahim'in oğlu Yusuf abileri tarafından, Gilat yönünden gelen ve İsmailliler ya da Midyanlılar denilen karavan tüccarlarına satılmış ve Mısır'a getirilmişti (Yaratılış 37:25). Bu arada, Musa'nın bir Mısırlıyı öldürdükten sonra 40 yıl geçirdiği yer de Midyan'dı (Çıkış 2:11-15). Musa burada bir Midyanlı kahinin kızıyla evlenmiş ve burada "çalıdan" halkını Mısır'dan çıkarma "emrini" almıştı.


İşte, hem Eski Ahit'te Yusuf ve Musa ile adı geçen, hem de Damızlık Kızın yaşadığı yer olan bu Kontrolcü Gilat, İstanbul'da ofis açıp aşı üreten ilaç firmasının da adıydı: Gilead....


Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün neden kapatıldığı şimdi anlaşıldı mı?

Şirket yabancı, malzeme yabancı, ancak yurtdışı işçilerine göre düşük maaşlı işçiler ise "Yerli"

Üstüne bir de "Yerli Malı" demezler mi? Gülesim var!

Ayrıca, acaba bizimkilerden birileri hisse senedi almış mıdır?


Yüzyılın en muhteşem korku filmi, 

Çünkü, korku her şey yaptırıyor insana...

Ayrıca, acayip bir şekilde kandırıldığımız gibi, birileri de hem kahkaha atıyor, hem de tengelerini sayıyor!...

SB


****


1 * Gilead and Technology Transfer, by Michael L. Riordan

Speech by the founder and CEO of Gilead Sciences, Dr. Michael Riordan, at the Technology Transfer Conference sponsored by the National Institutes of Health. Washington DC, March 1990. /PDF

2 * Gilead'ın 2007'den beri Ataşehir-İstanbul'da da bir ofisi var!

3 * Ayrıca 30 Mayıs 2019'da ;

"Çok uluslu bilim şirketi Gilead Sciences, en yenilikçi ve hayat kurtaran ilaçlarını Pharmactive İlaç iş birliğinde üretmek için yerli üretim anlaşması imzaladı." - link

YERLİ ÜRETİM Mİ ?!!! NESİ YERLİ ?!!!

4 * CV için de bir aşı geliştirmeye başlamış ve F3'e ulaşılmış! / link


5 * Gilead Sciences Türkiye, Covid-19 mücadele fonu oluşturdu. / 3 Nisan 2020 Basın-link

Gilead Sciences Türkiye Genel Müdürü Şebnem Girgin, oluşturulan 1.000.000 TL’lik fonun Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) bünyesinde biri İstanbul’da, diğeri Ankara’da olmak üzere 2 yeni Covid-19 test merkezinin açılması için gerekli ekipman ve malzemelerin bağışında kullanıldığını açıkladı. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Koronavirüs (Covid-19) salgını ile mücadelede kamu ve özel sektör kuruluşlarının topyekûn mücadelesi her geçen gün artarak devam ediyor. Bu noktadan hareketle, 2019 yılında dünyanın en inovatif ilaç şirketi seçilen Gilead Sciences, Türkiye’de salgınla mücadeleye destek vermek amacıyla 1.000.000 TL’lik bir fon oluşturduğunu açıkladı.


NOT : İstanbul merkezli Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (Sağlık Bakanlığı'na bağlı TÜSEB) Kasım 2014'te kurulmuştu! Yani Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatıldıktan sonra...


6 * Hepatit ve HIV ilacını Türkiye’de üretecek / 19 Nisan 2020 / Basın-link

2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Programı içinde ilaç alanında küresel pazardaki rekabet gücünün artırılması, değer zincirinde Türkiye’nin daha üst konuma taşınması ve yerel üretim oranın artırılması hedeflenmişti. Gilead Sciences da bu vizyonu üç yıl önce politikaları içine almıştı. Bu kapsamda çalışmalara 2019 yılında başladıklarını belirten Şebnem Girgin, dünyada yıllık satışının 8-10 milyar dolar arasında gerçekleşmesi beklenen HIV ilacını Türkiye’de üretmeyi planladıklarını söylüyor. Böylece Gilead Sciences Türkiye’nin toplam cirosunun yüzde 70’inden fazlasının yerel olarak üretilir hale geleceğini de ifade ediyor. Şirketin hesaplarına göre, bu projeyle önümüzdeki dört yılda toplam 250 milyon dolara varacak olan ilaç ithalatının da önü kesilmiş olacak.


7 * Ve ilaç Türkiye'ye geldi başrolde Rumsfeld var. / 2 Nisan 2020 / Basın-link

Odatv’ye ulaşan bilgilere göre Remdesevir adlı ilaç Türkiye’ye getirildi. Medipol Hastanesi tarafından kullanılmaya başlanacağı öne sürüldü. Koronavirüsüne karşı aşı geliştirilmesi çalışmaları devam ederken daha önce başka hastalıklar için kullanılmış olan ilaçların korona tedavisinde kullanılabileceğini söyledi. Trump’ın söz ettiği ilaçlar, (ABD eski savunma bakanı D. Rumsfeld'ın başında bulunduğu) Gilead Sciences adlı ilaç şirketinin geliştirdiği ve şu anda en az beş farklı deney aşamasında olan antiviral ilaç Remdesivir, jenerik sıtma ilacı Hidroksiklorokuin.

Sözcü yazarı Aytunç Erkin’in 13 Mart günlü yazısının başlığı şöyleydi: “Korona hangi ilaç firmasını iyileştirdi? Yazıda şöyle denilmişti:

Tarih 25 Şubat 2020…

CNN Business editörü Paul R. La Monica imzalı haberi okuyalım: “Dünya Sağlık Örgütü'nün Genel Müdür Yardımcısı Bruce Aylward, Pekin'deki bir basın toplantısında, ‘Şu anda gerçek etkinliği olabileceğini düşündüğümüz tek bir ilaç var ve bu Remdesivir’ dedi. Amerikan biyoteknoloji şirketi Gilead Sciences'ın hisseleri, Dünya Sağlık Örgütü'nden bir yetkilinin Gilead'in ilaç remdesivirinin ölümcül koronavirüsün tedavisine yardımcı olabileceğine dair işaretler gösterdiğini söyledikten sonra pazartesi günü yaklaşık yüzde 5 arttı. Gilead Sciences tarafından CNN Business'a gönderilen bir e-postada, bu özel koronavirüs türünün resmi adı olan Covid-19 ile enfekte olan hastalar için iki denemede Çin'deki sağlık yetkilileriyle çalıştığını doğruladı.

Gilead Sciences, koronavirüs için başarılı bir tedavi bulmayı umut eden tek ilaç firması değil . İlaç devleri Johnson & Johnson ( JNJ ) ve GlaxoSmithKline (GSK) da aşılar üzerinde çalışıyor. Biyoteknoloji şirketi AbbVie ( ABBV ) , iki HIV ilacı ile İsviçre ilaç devi Roche ( RHHBF ) ve Japonya'nın Chugai Pharmaceutical Co ( CHGCY ) tarafından yapılan Tamiflu'nun bir karışımını kullanarak tedavi için umut verici sonuçlar gördüğünü söyledi .” Yani… İlaç devleri… Koronavirüs pazarı için kolları sıvadı… Ancak…

Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) Genel Müdür Yardımcısı Bruce Aylward’ın, 25 Şubat günü, Pekin'deki basın toplantısında, ‘Şu anda gerçek etkinliği olabileceğini düşündüğümüz tek bir ilaç var ve bu Remdesivir’ cümlesi dikkat çekti! Çünkü… Görev tanımına baktığımız zaman DSÖ’nün ‘ilaç’ ismi vermesi ne kadar doğru? En azından ahlaki anlamda…

Koranavirüs ilacından sonra şirketin hisseleri yüzde 18 yükseldi!

Remdesivir… Nükleotid analogları sınıfında bulunan yeni bir antiviral (virüsü önleyen) ilaç. San Francisco merkezli Gilead Sciences şirketi tarafından Ebola virüsü hastalığı ve Marburg virüsü enfeksiyonları için bir tedavi olarak geliştirildi. İlaç, 2013-2016 arasında, Batı Afrika Ebola virüsü salgını tedavisinde kullanıldı. Bu işin ilaç boyutu…

Esasa konuya gelelim… Yani "Kara Kutu" gerçeklerine...

Bu yıl 21 Ocak'ta ABD'de Nasdaq borsasında işlem gören Gilead Sciences'in hisseleri 62.6 dolar seviyesinden işlem gördü. Bu tarihten itibaren hızlı bir yükseliş sürecine giren hisseler 6 Mart'ta yüzde 18'den fazla bir yükselişle 80.4 dolara kadar çıktı! ABD borsalarının son yılların en büyük kayıplarının yaşadığı bu hafta hisseler bir miktar gerileyerek önceki günü 73.7 dolar seviyesinden kapattı. Yıllık geliri 22.4 milyar doları bulan şirketin piyasa değer ise 93.1 milyar doları buldu. Gilead Sciences’ın 2015’te hisseleri 200 dolardı!

DSÖ’nün hayat öpücüğüyle ABD’li şirket hayata tutundu! 

Soner Yalçın "Kara Kutu" kitabında ısrarla sağlık sektörünün ekonomi politiğine dikkat çekmişti...

DONALD RUMSFELD KİMDİR

87 yaşındaki Donald Rumsfeld, 4 dönem boyunca Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisinde Illinois temsilcisi olarak görev yaptı. 1973-1974 yılları arasında ABD’nin NATO örgütü nezdindeki elçilik görevinde de bulundu. 1975-1977 yılları arasında Gerald Ford Hükümeti'nde 13. Savunma Bakanı oldu. O zamanki görevi sırasında Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en genç Savunma Bakanıydı. George W. Bush'un başkanı olduğu ABD hükümetinde 2001-2006 yılları arasında 6 yıla yakın bir süre 21. Savunma Bakanı olarak görev yaptı. Görevinin son yılında 74 yaşında olarak bu sefer ABD tarihinin en yaşlı savunma bakanı oldu. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgal etme planının mimarı olarak bilinmektedir. ABD'deki 2006 yılı ara seçimleri kamuoyunda ABD'nin Irak siyaseti konusunda bir referandum olarak algılandı. İktidardaki Cumhuriyetçi Parti'nin bu seçimlerde yenilgiye uğraması üzerine 8 Kasım 2006 tarihinde görevden ayrılmak zorunda kaldı.



8 * Ve ABD'li şirket devreye girdi / 03 Şubat 2020 / Basın-link

Wall Street Journal'da yer alan habere göre, konuyla ilgili açıklama yapan Gilead Sciences, "Remdesivir'in lisansı küresel çapta henüz onaylanmadı ve ilacın güvenli ve etkili olduğuna dair bir ispatı yok. Yeni Coronavirüs'e yönelik herhangi bir verisi olmayan deneysel ilacın artıları ve eksilerini hesaba katan doktorların talebiyle ve yerel denetçi kurulların desteğiyle Gilead, Remdesivir'in onaylanmış herhangi bir tedavi seçeneğinin olmadığı koşullarda az sayıda Yeni Coronavirüs hastasının acil tedavisinde kullanımını sağlamış durumda" dedi.

Aynı şirketin ismi, küresel ilaç şirketlerinin sağlık üzerindeki hegemonyasını anlatan gazeteci yazar Soner Yalçın’ın son kitabı Kara Kutu’da da geçiyor. Kitapta, ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in yönettiği ilaç devi Gilead Sciences ile ilgili şu satırlar yer alıyor:

“Gilead Sciences… 29 yaşında olan bir tıp doktoru olan Michael L. Riordan tarafından 1987 yılında kuruldu. Bir yıl sonra… ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld  yönetim kuruluna dahil oldu. Hemen ardında da  ilaç şirketinin yönetim kurulu başkanı oldu. Sadece Rumsfeld değil… ABD Dışişleri Bakanlığı görevlerinde 1982'den 1989'a kadar bulunan George P. Shultz da yönetim kurulundaydı... İlaç şirketi Gilead Sciences ilginç araştırmalara sponsor oluyordu sürekli. Örneğin… Gilead Science, uluslararası kuralları ihlal ederek ve hastalarından onay almadan Hepatit C’ye karşı geliştirdiği  “Sovaldi” ilacının (Sofosbuvir) testlerini yaptı. Gürcistan’daki laboratuvarı tarafından Aralık 2015’te yürütülen deneyler sırasında 24 hasta yaşamını yitirdi. Çalışmaları durdurdu mu? Hayır.  Gilead Sciences testlerini sürdürdü; bunun sonucunda 49 kişi daha öldü. Bu gerçeği Gürcistan Sosyal Güvenlik Bakanı İgor Guiorgadze belgelerle destekleyerek ortaya koydu. Rus Radyolojik Kimyasal ve Biyolojik Koruma Güçleri Komutanı İgor Kirillov, “Sovaldi” testlerinin aslında Pentagon adına gerçekleştirilen yasadışı silah testleri olduğunu iddia etti. Kimse ortalı olmadı; küresel medya tek cümle yazmadı. Maksat başkaydı…ABD’nin en derin adamı Donald Rumsfeld 1997’de çiçek hastalığına karşı geliştirilen “Cidofovir” adlı ilacı, FDA’da onaylattırmayı, ardından da molekülünü Pentagon’un biyoterörizm alanındaki araştırmalarına dahil etmeyi başardı!

Gilead Sciences, Donald Rumsfeld 2001’de tekrar Savunma Bakanı olduğunda, “şarbon saldırıları” sırasında Pentagon’a çiçek hastalığına karşı bu ilacı sattı!

Keza:

İlaç şirketi Gilead Sciences, “dünyayı kasıp kavuracak” palavrası sıkılan kuş gribi (H5N1) virüsüne karşı etkili olduğu belirtilen “Tamiflu” ilacını geliştirip Roche ilaç şirketine satan şirketti!

Fortune dergisinden Nelson D. Schwartz şöyle yazdı:

-‘Kuş gribi Roche şirketinin, ‘borsa spekülasyoncusu’ California biyoteknoloji firması Gilead Sciences’e bulaşmasına neden oldu. İlk Tamiflu ilacı, Gilead Sciences'ı geliştirdi. Tamiflu'nun etkinliği konusundaki endişelere rağmen, korkunun açgözlülüğün ne kadar çabuk ortaya çıkabileceğinin hatırlatıcısı oldu bu şirket…

-‘Gilead Sciences, Tamiflu'yu kendi başına geliştirdi, ardından 1996'da Roche şirketine üretim ve pazarlama konusunda yardım almak için lisans verdi. Ancak Tamiflu satışlarının yaklaşık yüzde 10'una eşit telif ücreti alan Gilead, Roche'un ilacı gerektiği gibi tanıtıp satmadığını belirtti. Roche ile lisans anlaşmasını sona erdirme ve münhasır haklarını geri kazanmak için adım atacağını açıkladı…

-‘Roche CEO'su Franz Humer Gilead Sciences şirketinin Tamiflu'yu ihmal ettiği yönündeki iddialarını reddetti. Roche, geçen yıldan beri Tamiflu üretimini iki katına çıkardığını ve gelecek yıl tekrar ikiye katlayacağını belirtti…’ (14 Kasım 2005)

Sonra ne tesadüf dünyada ‘kuş gribi’ patlak verdi!

Sadece  -1997'den 2001'e kadar Gilead Sciences başkanı olan- Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Pentagon’a 58 milyon dolarlık alım yaptı.  Başkan Bush 2005 yılında kuş gribi için kongreden 7.1 milyar dolarlık acil önlem paketini geçirdi; bu paketin 1.2 milyarı sadece ‘Tamiflu’ alımını kapsadı...

Kuş gribi sürekli ısıtılırken, üst düzey bir Pentagon görevlisine göre, Rumsfeld, ‘herhangi bir çıkar çatışmasından kaçınmak için’ tüm Gilead Sciences hisselerini sattı; tabii tanesi 35 dolar iken 57’e dolardan! Kuş gribi krizi Başkan Bush ekibinin en zengin üyelerinden biri olan ‘Pentagon şefinin’ en az 1 milyar dolar zenginleştirdi…

Küresel medya ne yazdı o dönem: Kuş gribine karşı tek ilaç ‘Tamiflu’… Çocuklarda bile kullanımı onaylandı. Türkiye’de ‘Tamiflu’ karaborsaya düştü; kapış kapış içildi. Dikkat ederseniz, yan etkilerinden bile bahsetmez olduk; piyasanın çirkinliği yüzünden bu konuya gelemiyoruz…

Bir zamanlar ‘ticaretle kirlenmemiş taraşız ve saf araştırmanın kalesi’ kabul edilen Ulusal Sağlık Enstistüsü 1990’lardan itibaren yozlaşmanın merkezi oldu. Bazı örnekler vereyim:

-Enstitü klinik merkez başkanı Dr. John I. Galin, 1997-2002 yılları arasından ilaç şirketlerinden 145 bin dolar ile322 bin dolar arasında paralar aldığı ortaya çıktı.

-Enstitü kas iskelet deri hastalıkları başkanı Dr. Stephen Katz, görevde kaldığı on yıl boyunca ilaç şirketlerinden 365 bin dolar ile 476 bin dolar arasında para aldığı ortaya çıktı.

-Enstitü alerji ve enfeksiyon hastalıkları bölümünün laboratuvar başkanı Dr. Ronald N. Germain 1993-2003 yılları arasında ilaç şirketlerinden 1.4 milyon dolar aldığı ortaya çıktı.

-Enstitü tümör immünolojisi ve biyolojisi laboratuvar başkanı Jeffrey Schlom, ilaç şirketlerinden 331 bin 500 dolar aldığı ortaya çıktı.

-Enstitü genom araştırma bölümü başkanı Jeffrey M. Tren,t ilaç şirketlerinden 50 bin ile 163 bin arasında para aldığı ortaya çıktı.

Uzatmayayım… Ki Ulusal Sağlık Enstitüsü ABD’de en fazla gizlisi saklısı olan kurumlardan biri. Pisliğin boyutunu düşünün!

‘Çek defteri bilimi’ diyorlar Amerika’da buna…”



9 * ABD Gilead Sciences ile Covid-19 için ilaç alımı anlaşması yaptı / 29 Haziran 2020 / Basın-link

Damardan verilen remdesivir, Corona virüsüne karşı insanlar üzerinde yapılan deneylerde etkili sonuç alınan ilk ilaç olma özelliğini taşıyor. Gilead Sciences daha önce de remdesivirin deri altına zerk edilecek şekilde formüle edilmesi üzerinde durduklarını açıklamıştı. İlacın hap olarak kullanılması ise karaciğere vereceği zarar nedeniyle mümkün görünmüyor.



// Tüm bu olaylardan sonra bunlara güvenebilir miyiz?.. //

Ne diyordu Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu? (video)

"Olmayan sahte salgınlar icat ediliyor ve bunun için aşılar hazırlanıyor..."

______


17 Ağustos 2020 Pazartesi

Salgın ve Almanya-Amerika Raporları

 


Gürbüz Evren - Bütün Dünya Dergisi, Ağustos 2020

CV-19 Salgını Hakkında Bilinmeyenler


2004 yılında dünya gündemine giren Kuş Gribi hastalığının virüsü, H5N1 olarak adlandırılmıştı. Bu virüs, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu birçok ülkede yüzlerce can aldı, beyaz et sektörüne büyük darbe vurdu. On milyonlarca kümes hayvanı itlaf edildi. Dünya genelinde üretici ve satış zincirinde toplam zarar 600 milyar doları buldu.


Nisan 2009'da, bu kez de Domuz Gribi başladı. Domuz Gribi virüsü de H1N1 olarak adlandırıldı.


2002'deki SARS, 2012'deki MERS ve Orta Afrika'dan çıkıp kıtanın farklı bölgelerinde yıllardır etkili olmaya devam eden on binlerce can alan EBOLA virüslerini de ayrıca hatırlatmakta yarar var...


Çin'in 11 milyonluk Wuhan kentinde, 2019'un son çeyreğinde ortaya çıkışından bu yana coronavirüsün yol açtığı kayıplar ise en çok ölümün kaydedildiği Domuz Gribini aşarak, dünya genelinde 600 bine doğru gidiyor.


Çünkü yeni tip coronavirüs, Kuş Gribi ve Domuz Gribi virüslerine göre çok hızlı ve daha çok kişiye bulaşma özelliğine sahip.


Dünyanın en önemli ilaç devlerinin bulunduğu ve kimya sektörü ekonomisinde devasa yer tutan Almanya, yeni tip coronavirüsün ortaya çıkacağını 2011 yılında biliyordu. Çünkü coronavirüsün sonraki yıllarda ortaya çıkacağını ve dünyayı kasıp kavuracağını haber veren rapor Alman Meclisi ve Hükümetine 2011'de sunulmuştu.


Almanya'da bulaşıcı hastalıklar alanında çalışmalar yürüten Robert Koch Enstitüsü tarafından hazırlanan söz konusu raporda, hastalığın belirtileri, kimleri vuracağı, nasıl bulaşacağı, ne kadar yaşlı insanın öleceği ve dikkat edin nasıl değişime (mutasyona) uğrayarak, dalgalar halinde devam edeceğine kadar her ayrıntı anlatılmıştır.


Hatta hastalığın başından beri duyduğumuz, "Virüs, Çin'in Wuhan bölgesindeki bir hayvan pazarında satılan yarasadan yayıldı" söylentisi de, 9 yıl önceki raporda, "Yeni tip coronavirüs Çin'deki bir hayvan pazarında yayılacak" ifadeleriyle yer almıştı.


Peki, olacakları 2011'de bilen Almanya, diğer ülkeleri haberdar etmiş miydi?


Şimdi gelelim Amerikan Askeri İstihbarat servisi DIA ile Ulusal Güvenlik İstihbarat Servisi NSA'nın ortaklaşa hazırladığı "Örtülü Savaş ve Yeni Virüs Salgını" başlıklı rapora.


Söz konusu rapor, söylendiği gibi Beyaz Saray'a 21 Kasım 2019'da değil, 2 ay önce, 20 Eylül 2019'da sunulmuştur. Ama işin en dikkat çeken yanı ise raporun, 10 Eylül 2019'da istifa eden Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'a daha önce verilmiş olmasıdır.


Başkan Trump'ın Çin, Kuzey Kore, Rusya, İran ve Venezuela'ya karşı en sert politikalar izlemesini öneren bunu da yaptıran Bolton, özellikle Çin, Rusya ve İran'a yönelik her türlü gizli savaş yöntemine başvurulmasını savunan çok tehlikeli bir isim olarak bilinir. Bolton'un geçmişte, Amerika ilaç devleri ve onların uluslararası ortaklarıyla çok yakın ilişkileri bulunduğu, FBI raporlarında, "gizli savaşlar meraklısı" olarak tanımladığı, ülke medyasında birçok kez gündeme gelmiştir.


Tekrar rapora dönecek olursak, Bolton, Ulusal Güvenlik İstihbarat Servisi NSA tarafından 30 Ağustos 2019'da kendisine iletilen rapordan, Başkan Trump'ın hemen haberdar etmemiştir.


Trump'ın John Bolton'u görevden almasının ardından Beyaz Saray'dan yapılan ikinci açıklamada, Bolton'un "bazı bilgi ve belgeleri aktarma konusunda yeterli hassasiyeti göstermediği" ifadeleri yer almıştır. Burada işaret edilen belgelerden biri de sözünü ettiğimiz rapordur.


ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının kızışmaya başladığı dönemde, Bolton'un Aralık 2018'de yaptığı açıklamadaki, "Çin'in Rusya'dan aldığı siyasi destekle de, dünyanın birinci ekonomisi olmasına asla izin vermeyiz. Bunu niçin her yolu deneriz. Çinliler, gözle göremeyecekleri silahlarla da vurmaktan çekinmeyiz" sözleri nasıl tercüme edilmelidir?


John Bolton'a yanıt veren Çin Dışişleri Bakanlığı'nın, "gözle görülemeyen silah emin olun döner, sizi bizden daha fazla vurur" ifadeleri de, bugün virüsten en çok vaka ölümün olduğu ABD'nin içinde bulunduğu durumu anlatmıyor mu?


Bu karşılıklı açıklamalardan kısa bir süre sonra, 2 Ocak 2019'da, Çin, ülkenin Sağlık İşleri Konseyi Başkanı Jang Jintano'nun başkanlığındaki bir heyet Dünya Sağlık Örgütü DSÖ'ye göndermiştir.


Heyet, DSÖ Başkanıyla yapılan toplantıda, Trump'ın ulusal güvenlik danışmanı Bolton'un Çin'i tehdit ettiği, "gözle görülemeyen silah" tanımlamasına dikkat çekerek, bunun yeni tip bir virüs olabileceği ve Çinlilere bulaştırılmasının aslında dünya için kıyamet senaryosuna dönüşeceğini hatırlatmıştır.


Bir kez daha ABD istihbarat örgütlerinin raporuna dönelim.


Raporda, "Dehşet verici bir virüs salgının, Çin'den başlayarak tüm dünyaya yayılmak üzere olduğu, Asya ve Avrupa'nın ardından ABD'nin de bu hastalıktan çok büyük boyutlarda etkileneceği" uyarısı yapılmaktadır.


Raporda ayrıca Alman istihbarat servislerinin uyardığı sağlık kuruluşlarının Almanya Hükümetine, biri 2011 yılında diğeri ise 2015 yılında (bundan haberim yoktu) olmak üzere 2 rapor vererek, yeni tip virüs konusunu gündeme getirdiği belirtilmiştir. Alman istihbaratının söz konusu virüsten uluslararası ilaç devleriyle yürütülen çalışmalar nedeniyle haberdar olduğu kaydedilmiştir. Amerikan istihbaratın bu konuyu, o dönemden itibaren ciddiye alıp, sürekli izlediği vurgulanmıştır.


Buradaki soru şu: Amerikan Ulusal Güvenlik İstihbarat Servisi NSA, nasıl oluyor da Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton görevdeyken ve bu servisten sorumluyken söz konusu raporu Beyaz Saray'a ulaştırmaya çalıştı? NSA'daki bazı kişiler, Bolton'u bitirmek mi istediler?


Rapordaki çarpıcı ifadelerden biri de "Hastalık, Avrupa ve ABD'de, Çin'den daha fazla can alabilecek yönde gelişebilir. Bu gerçeği, devlet yönetimindeki bazı önemli isimler uzun yıllardır bilmektedir" şeklindedir.


Rapordaki daha da çarpıcı ifadeler ise "Virüsün ABD'ye vereceği olası zararların en düşük seviyede kalmasının sağlanması, Amerikan ilaç sanayisinin uzun süre önce öngördüğü bu tehlikeye karşı geliştirdiği ilaçları hızla devreye sokmasına bağlıdır" şeklindedir.


Bu raporu dikkate alması gereken yöneticilerden biri de ABD Sağlık Bakanı Alex Azar'dır. Lübnan asıllı Azer, Eylül 2017'de istifa eden Sağlık Bakanı Tom Price'ın yerine Ocak 2018'de göreve gelmeden önce Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya devi bir ilaç firması Lilly Us'un tepe yöneticisi olarak çalışmaktadır.


Bakan Alex Azar'ı Trump'a öneren kişi ise John Bolton'dur. Ayrıca Bolton, Trump'ın ulusal güvenlik danışmanı olmadan önce Azar'ın Genel Müdürlük yaptığı ilaç firması Lilly Us'un büyük maaş alan danışman kadrosundadır.


Trump, överek göreve getirdiği Bolton'un işine verirken, onun için "Çok tehlikeli fikirleri olan adam" ifadesini kullanmıştı.


Koronavirüsün bazı çevreler tarafından üretilip bir çeşit biyolojik savaş silahı olarak kullanıldığına ilişkin birçok teori ortaya atıldı. Aslında bu teoriyi doğrulayacak raporlar da ortaya çıktıkça dünyanın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz.


Bütün Dünya Dergisi , Ağustos 2020


***

Hemen akla şu soru gelmekte:

2011 de Almanya ve Amerika'nın bildiği bu rapordan sonra mı, hem de 3 ay içinde

2 Kasım 2011'de Türkiye'nin Hıfzıssıhha Enstitüsü kapattırıldı?

SB



"O dönemde planladığımız aşı fabrikasının maliyetini 200 milyon dolar olarak hesaplamıştır. Bu rakamın günümüz şehir hastanelerinin milyar dolarlık maliyeti karşısında çok düşük kaldığını dikkatinize sunarım!...

Eğer merkezi tasarladığımız gibi inşa edebilmiş olsaydık, şu anda dünyada pandemi (küresel salgın) yaratan Koronavirüs aşısını burada üretebilirdik! Ağustos ayında Faz-3 aşısını hazır hale getirebilirdik!...

Aşı üretim tesisleri biyolojik savaş ve korunma açısından çok önemli merkezlerdir. Dünyada birçok ülkenin böylesine stratejik bir kurumun kapatılmasından çok mutlu olduklarını hem sizin, hem de milletimizin bilmesini istiyorum.

Bu çok önemli konunun siyasi otoriteye ve halkımıza doğru anlatılması halinde, aşı üretim merkezinin tekrar açılmasını, aşı başta olmak üzere tüm bioteknolojik çeşitlerin ülkemizde üretilmesini sağlayabiliriz." Dr. Erol Afşin

Uğur Dündar / Sözcü 19 Mart 2020


"2009 yılında Devlet Planlama Teşkilatı '9.Kalkınma Planını' planladı. Bu 2009 yılındaki kalkınma planında, o tarihlerde Devlet Planlama Teşkilatı'nın özellikle planlama raporunun 282.maddesinde aynen 'aşı araştırma ve üretim merkezi' planlanmıştır. Bakın, Devlet Planlama Teşkilatı 'Aşı Araştırma ve Üretim Merkezi'nin 2009 yılında planlanmasını yapıyor, ama maalesef Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldığı gibi, 2011 yılında Türkiye'nin en önemli aşı araştırma ve üretim planlama merkezi olan Hıfzıssıhha Merkezi de kapatılmış! Ne kadar büyük öngörüsüzlük! Bu öngörüsüzlüğü Askeri Hastaneler'de de görüyoruz!" Haluk Pekşen / 20 Mart 2020



"Cumhuriyet döneminin sağlık alanındaki en önemli eserlerinden olan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, teknolojik yönden geri bırakıldı ve 2011 yılında kapatıldı."




Refik Saydam Hıfzıssıhha da, tarım gibi, hayvancılık gibi, madencilik gibi ABD ile stratejik müttefikliğe, asla gerçekleşmeyecek olan AB hayaline kurban edildi. Refik Saydam Hıfzıssıhha'nın eski başkanı Dr.Erol Afşin :  "Aşı üretim merkezleri biyolojik savaş ve korunma açısından çok önemli merkezlerdir. Dünyada birçok ülkenin böylesine stratejik kurumun kapatılmasından çok mutlu olduklarınızı bilmenizi isterim!" 

Böyle stratejik kurumların kapatılmasını isteyen küresel iradeler, elbette ki, Büyük Ortadoğu Projesi karşısında, Büyük İsrail Devleti projesi karşısında, Batı'nın Şark Projesi karşısında Türk milletinin savunma mekanizmalarını ortadan kaldırmak isteyenlerdir.



15 Ağustos 2020 Cumartesi

Salgın ile Mücadele Hukuka Uygun mu?

 

KORONA VİRÜS SALGINIYLA MÜCADELE İÇİN ALINAN TEDBİRLER

HUKUKA UYGUN MU? (2)

Kemal Gözler*


Dün anayasa.gen.tr’de “Korona Virüs Salgınıyla Mücadele İçin Alınan Tedbirler Hukuka Uygun mu?” başlıklı küçük bir yazı yayınladım. Bu yazı 6 Haziran 2020 tarihinde matbaaya gönderdiğim Türk Anayasa Hukuku Dersleri (Bursa, Ekin, 2020) isimli kitabımın 25’inci baskısının 400’üncü sayfasındaki “Kutu 15.5”ten alınmış bir sayfalık metinden ibaretti. Bu metni “Olağanüstü Hâl Yönetim Usûlü” konusunu işlerken öğrencilere ek bilgi sağlamak amacıyla yazmıştım. Dolayısıyla bu metni yazarken, öğrencilerin kitabın 5’inci bölümünde açıklanan temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması sistemini genel olarak bildiklerini varsaymıştım. Haliyle bu yazıyı okuyan herkes, kitabın bu bölümünü okumuş değil. Bu nedenle, burada temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması sistemi konusunda kısaca da olsa ayrıca bilgi vermekte yarar var.


Diğer yandan, yazımın yayınlanmasıyla birlikte, korona virüs salgınıyla mücadele amacıyla alınan sokağa çıkma yasağı gibi tedbirlerin neden kanunî dayanağının olmadığı ve keza bu tedbirlere aykırı davrananlara verilen idarî para cezalarının hukukîliği konusunda sorulara da muhatap kaldım.

Bu sorulara burada kısaca da olsa cevap vermek ihtiyacını hissettim. Böylece okuduğunuz bu makale ortaya çıktı.


I. TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN SINIRLANDIRILMASINDA İKİ AYRI SİSTEM: MADDE 13 VE MADDE 15


Dünkü yazımda açıkladığım gibi korona virüs salgınıyla mücadele etmek amacıyla alınan tedbirlerin hepsi Anayasamızın güvencesi altında olan bir temel hak ve hürriyetin sınırlandırılması niteliğindedir. Örneğin sokağa çıkma yasağı ve yurtlarda 14 günlük zorunlu tecrit “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı”nı (m.19), şehirlerarası seyahat yasağı “yerleşme ve seyahat hürriyeti”ni (m.23), camilerde namaz kılma yasağı “ibadet hürriyeti”ni (m.24), iş yerlerinin kapatılması “mülkiyet hakkı”nı (m.35) ve “çalışma ve sözleşme hürriyeti”ni (m.48), icra takiplerinin ertelenmesi “hak arama hürriyeti”ni (m.36), işçi çıkarma yasağı “sözleşme hürriyeti”ni (m.48) sınırlandırmaktadır. Dolayısıyla ortada temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması sorunu vardır.

Anayasamız, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında, birincisi 13’üncü maddesinde, ikincisi ise 15’inci maddesinde olmak üzere iki ayrı sistem öngörmüştür [1].

Olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetler Anayasamızın 13’üncü maddesinde öngörülen sisteme göre sınırlandırılır.

Olağanüstü hâl dönemlerinde ise temel hak ve hürriyetler Anayasamızın 15’inci maddesinin öngördüğü sisteme göre sınırlandırılır.

Olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetler yüksek düzeyde bir anayasal korumadan, olağanüstü hâl dönemlerinde ise düşük düzeyde bir korumadan yararlanırlar. Önce 15’inci maddenin, sonra da 13’üncü maddenin öngördüğü sistemi açıklayalım.


A. OLAĞANÜSTÜ HÂL DÖNEMLERİNDE TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN SINIRLANDIRILMASI SİSTEMİ: MADDE 15

Olağanüstü hâl dönemlerinde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması sistemi Anayasamızın 15’inci maddesinde şu şekilde belirlenmiştir:

“Madde 15.- Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”.

Görüldüğü gibi 15’inci madde, olağanüstü hâl dönemlerinde, ölçülülük ilkesine uygun olmak şartıyla, temel hak ve hürriyetlere bizzat Anayasanın kendisinin öngördüğü güvencelere aykırı bir şekilde müdahale edilmesine imkân vermektedir. Olağanüstü hâllerde, sadece kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamayacak; kişiler din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacaklar; suç ve cezalar geçmişe yürütülemeyecek ve suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamayacaktır. Bunun dışında olağanüstü hâllerde, sokağa çıkma yasağı, çalışma yasağı, işyerlerini açma yasağı, maske takma zorunluluğu, camilerin ibadete kapatılması gibi akla gelebilecek tedbirler, gerekli olduğu ölçüde alınabilir.

Bu tedbirlerin alınabilmesi için de bunların kanunla öngörülmesine gerek yoktur. 15’inci maddede kanunla sınırlama şartı bulunmamaktadır.

15’inci maddede eleştirilecek bir şey yoktur. 15’inci madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bütünüyle uygundur; zaten bu madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 15’inci maddesinden olduğu gibi alınmış bir maddedir. Benzer maddeler pek çok medenî ülkenin anayasasında vardır.

Türkiye’de korona virüs salgını nedeniyle önce olağanüstü hâl ilân edilebilir ve gerekli tedbirler Anayasamızın 15’inci maddesine uygun bir şekilde alınabilirdi.

Anayasamızın 119’uncu maddesi “tehlikeli salgın hastalık” sebebiyle olağanüstü hâl ilân etme yetkisini doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına vermektedir. Cumhurbaşkanı tarafından ilân edilen olağanüstü hâlin aynı gün TBMM’nin onayına sunulması gerekmektedir.

Olağanüstü hâl ilân edildikten sonra gerekli bütün tedbirler, Anayasamızın 15’inci maddesine uygun olarak alınabilirdi. Bu maddedeki şartları biraz yukarıda gördük. Alınacak bu tedbirlerin Anayasamızın kişi hürriyeti, seyahat hürriyeti, mülkiyet hakkı, hak arama hürriyeti, sözleşme hürriyeti gibi çeşitli hak ve hürriyetlerin düzenlediği çeşitli maddelerine uygun olma zorunluluğu yoktur.

Keza bu tedbirlerin kanunla alınması da şart değildir. Olağanüstü hâl ilân edildikten sonra, Anayasa, m.119/6 uyarınca Cumhurbaşkanı, olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisini elde eder. Cumhurbaşkanı, olağanüstü hâl ilân ettikten sonra, çıkaracağı Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle salgın hastalıkla mücadele amacıyla temel hak ve hürriyetleri sınırlandıran tedbirleri öngörebilirdi. Bu tedbirler kanunla öngörülmemiş olmalarına rağmen ve keza Anayasanın kişi hürriyeti, seyahat hürriyeti, mülkiyet hakkı, sözleşme hürriyeti gibi çeşitli hak ve hürriyetleri düzenleyen maddelerine aykırı olmalarına rağmen hukuka uygun olurlardı; çünkü bu tedbirlerin hukuka uygunluğunun tek bir ölçüsü vardır; o da Anayasamızın 15’inci maddesidir.

Ancak Türkiye’de bu yapılmamış, olağanüstü hâl ilân edilmemiştir. Dolayısıyla şu an biz Türkiye’de olağan dönemdeyiz. O hâlde Türkiye’de salgınla mücadele için alınan tedbirlerin hukuka uygunluğunu 15’inci maddeye göre değil, 13’üncü maddeye göre incelemek gerekir.


B. OLAĞAN DÖNEMLERDE TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN SINIRLANDIRILMASI SİSTEMİ: MADDE 13

Türkiye’de olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetler sınırlandırılması sistemi Anayasamızın 13’üncü maddesinde belirlenmiştir. Maddede şöyle denmektedir:

“Madde 13.- Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.

Görüldüğü gibi, 13’üncü madde, 15’inci maddeden farklı olarak temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasını oldukça zor şartlara bağlamaktadır. 13’üncü maddeye göre, temel hak ve hürriyetler sınırlandırılırken şu şartlara uyulması gerekir:

(1) Sınırlama, kanunla yapılmalıdır.

(2) Sınırlama, Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere dayanmalıdır.

(3) Sınırlama, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmalıdır.

(4) Sınırlama, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunmamalıdır.

(5) Sınırlama, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmalıdır.

(6) Sınırlama, ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır.

Türkiye’de olağanüstü hâl ilân edilmediğine göre, korona virüs salgınıyla mücadele için alınan her tedbirin yukarıdaki altı şarta uygun olması gerekir. Peki uygun mu? Bu şartlardan sadece ilk ikisini inceleyelim:


1. Sınırlama, “Kanunla” mı Yapılmıştır?

Anayasamızın 13’üncü maddesinde “temel hak ve hürriyetler, … ancak kanunla sınırlanabilir” denmektedir.

Türkiye’de korona virüs nedeniyle alınan tedbirlerin sadece küçük bir kısmı (örneğin 25 Mart 2020 tarih ve 7226 sayılı Kanunun geçici 1 ve 2’nci maddelerinde ve 16 Nisan 2020 tarih ve 7244 sayılı Kanunla öngörülen tedbirler) kanuna dayanmaktadır. Bu tedbirler dışındaki tedbirlerin, örneğin sokağa çıkma yasaklarının, maske takma zorunluluklarının, şehirler arası seyahat yasaklarının kanunî bir dayanağı yoktur. Bu tedbirlerin de kanunla öngörülmeleri gerekirdi. Kanunla öngörülmemiş bütün tedbirler, Anayasamızın 13’üncü maddesinde hükme bağlanan “ancak kanunla sınırlama” şartına aykırıdır. Kanunla sınırlama şartını yerine getirmeyen tedbirlerin diğer şartlara uygunluğunu tartışmaya gerek yoktur. Çünkü 13’üncü maddede öngörülen şartlar alternatif şartlar değil, kümülatif şartlardır.


2. Sınırlama, “Anayasanın İlgili Maddelerinde Belirtilen Sebeplere” Dayanmakta mıdır?

Anayasamızın 13’üncü maddesinde “temel hak ve hürriyetler,… yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak… sınırlanabilir” denmektedir.

Bir temel hak ve hürriyet sınırlamasının Anayasaya uygun olması için, kanunla öngörülmüş olması yetmez, bu sınırlamanın ayrıca “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak” yapılmış olması gerekir. Yani kanunla yapılan temel hak ve hürriyet sınırlamalarının, Anayasanın sınırlanan hak veya hürriyeti düzenleyen ilgili maddesinde belirtilen sebeplere dayanması lazımdır. İşyerlerinin kapatılması, “mülkiyet hakkı”nı (m.35) ve “çalışma ve sözleşme hürriyeti”ni (m.48), icra takiplerinin ertelenmesi “hak arama hürriyeti”ni (m.36), işçi çıkarma yasağı “sözleşme hürriyeti”ni (m.48) ilgilendirir. Bu tedbirlerin korona virüs salgınıyla mücadele amacıyla alınabilmesi için Anayasanın zikredilen bu maddelerinde sınırlama sebebi olarak “genel sağlık sebebi”nin belirtilmiş olması gerekir. Oysa Anayasamızın mülkiyet hakkının düzenlendiği 35’inci maddesinde, hak arama hürriyetinin düzenlendiği 36’ncı maddesinde, çalışma ve sözleşme hürriyetini düzenlendiği 48’inci maddesinde sayılan “sınırlama sebepleri” arasında “genel sağlık” sebebi yoktur. Dolayısıyla bu hak ve hürriyetler, genel sağlık sebebiyle kanunla dahi sınırlanamaz.

Anayasamızın 13’üncü maddesi, temel hak ve hürriyetler sınırlandırılması için altı şart öngörmüştür. Görüldüğü gibi korona virüs nedeniyle alınan tedbirler, bu altı şarttan ilk ikisini bile yerine getiremiyorlar. Dolayısıyla daha fazla bir inceleme yapmadan Türkiye’de korona virüs nedeniyle alınan tedbirlerin Anayasamızın 13’üncü maddesine aykırı olduğunu söyleyebiliriz.


* * *


Bunda şaşırtıcı bir şey yoktur. Olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetler yüksek bir korumadan yararlanırlar. Temel hak ve hürriyetlere ağır bir müdahale gerekiyorsa Anayasamızın 15’inci maddesini devreye sokmak gerekir. Anayasamızın 15’inci maddesinin devreye sokulabilmesi için de, önce Anayasamızın 119’uncu maddesine göre olağanüstü hâl ilân edilmesi gerekir.

Anayasamızın 119’uncu maddesi, olağanüstü hâl ilân etme yetkisini Cumhurbaşkanına vermiştir. Türkiye’de olağanüstü hâl ilân edilip edilmemesi Cumhurbaşkanının takdirinde olan bir husustur. Olağanüstü hâl ilânı sorunu bir yerindelik sorunudur. Türkiye’de bir salgın hastalık olsa bile, Cumhurbaşkanı bu hastalığı yeterince tehlikeli bulmayarak olağanüstü hâl ilân etmeyebilir. Ancak bu durumda, salgın hastalıkla mücadele amacıyla alacağı tedbirlerin Anayasanın 13’üncü maddesine uygun olması gerekir. Olağanüstü hâl ilân edip etmemek bir yerindelik sorunudur; ama olağanüstü hâl ilân edilmedikten sonra alınan tedbirlerin Anayasanın 13’üncü maddesindeki şartlara uygun olup olmadığı sorunu bir yerindelik sorunu değil, bir hukukîlik sorunudur.


II. SOKAĞA ÇIKMA YASAĞININ KANUNÎ DAYANAĞI VAR MI?

Öncelikle belirtelim ki, yukarıda açıklandığı gibi, kişi hürriyeti, seyahat hürriyeti, ibadet hürriyeti, mülkiyet hakkı, çalışma ve sözleşme hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetlere sınırlama getiren tedbirler, kanunla öngörülmüş olsalar bile, bunların Anayasanın ilgili maddelerinde (m.18, 23, 24, 35, 48) belirtilen sınırlama sebeplerine dayanması gerekir. Bu maddelerde de, sayılan sınırlama sebepleri arasında “genel sağlık sebebi” yoktur. Yani bu temel hak ve hürriyetler, olağan dönemlerde, genel sağlık sebebiyle, kanunla dahi sınırlanamaz. Böyle bir sınırlama Anayasamızın 13’üncü maddesine aykırı olur.

Bununla birlikte, benim bakış açımdan gerekmemesine rağmen bir konuyu daha tartışmak isterim: Çünkü Türkiye’de yetkili makamlar 24 Nisan 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununa veya 10 Haziran 1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesine dayanarak sokağa çıkma yasağı getirilebileceğini düşünüyorlar. En azından çeşitli il umumî hıfzıssıhha meclislerinin korona virüs ile mücadele kapsamında aldıkları çeşitli kararların bizzat metinlerinde dayanak olarak 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 27 ve 72'inci maddeleri ve 10 Haziran 1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi açıkça zikrediliyor.

Örneğin üniversiteye giriş sınavının olduğu günlerde sokağa çıkma yasağı ilan eden Antalya İl Umumî Hıfzıssıhha Kurulunun 18 Haziran 2020 tarih ve 2020/52 sayılı Kararının yasak getiren ilgili paragrafı ve kararın dayanak kısmı şöyledir:

“(...) 27 Haziran 2020 Cumartesi günü saat 09.30 ile 15.00 arasında ve 28 Haziran 2020 Pazar günü 09.30 ile 18.30 saatleri arasında, aşağıda belirtilen istisnalar hariç olmak üzere, İlimiz sınırları içinde bulunan vatandaşlarımızın sokağa çıkmalarının kısıtlanmasına (...),

İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulumuzca, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 27. ve 72. maddeleri uyarınca, 18.06.2020 tarihinde oybirliği ile karar verilmiştir” (Örnek olarak başka il umumi hıfzıssıhha kurulu kararları için [2] nolu dipnota bakılabilir).


A. SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI UMUMÎ HIFZISSIHHA KANUNUNA DAYANDIRILABİLİR Mİ?

Görüldüğü gibi il umumî hıfzıssıhha meclisleri, aldıkları sokağa çıkma yasağı kararlarını açıkça 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 27’nci ve 72’nci maddeleri uyarınca aldıklarını söylüyorlar. Sokağa çıkma yasaklarının kanunî dayanağı Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 27’nci ve 72’nci maddeleri olabilir mi? [3]. Önce bu maddelerin metinlerini verelim.

Anılan Kanunun 27’nci maddesi şöyledir:

“Madde 27.- Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler”.

Sokağa çıkma yasağı gibi temel hak ve hürriyetleri ağır ve genel bir şekilde sınırlandıran bir tedbir, bu hükme dayanarak getirilebilir mi? Hürriyet asıl, sınırlama istisnadır. İstisnalar dar yorumlanır. Yasaklar ayrıca ve açıkça konulmalıdır. Bu maddeye göre herkesin hafta sonlarında sokağa çıkması nasıl yasaklanabilir? 18 yaşından küçüklerin veya 65 yaşından büyüklerin iki ay boyunca sokağa çıkmasının yasaklanması bu maddeye dayanarak nasıl izah edilebilir?

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 72’nci maddesi ise şöyledir:

“Madde 72.- 57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:

1-Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz'ı.

2-Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.

3-Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri.

4-Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı.

5-Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri.

6-Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men'i.

7-Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi”.

Evet bu maddenin birinci bendi “tecrit” tedbirinin uygulanmasına izin vermektedir; ama maddeye göre bu tedbir, herkese değil, ancak “hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenler ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenler”e ilişkin olarak uygulanabilir. Bu maddeye dayanarak 18 yaşından küçük veya 65 yaşından büyük olan kişilerin sokağa çıkmalarının yasaklanması mümkün değildir. Bunlar kişiler hasta mıdır? Bu kişilerin hasta olduğundan şüphe mi edilmektedir? Bu kişilerin hastalığı yaydığı fenni inceleme sonucunda tespit mi edilmiştir? Keza hafta içi hastalığı yaydığından şüphelenilmeyen kişiler, nasıl olup da hafta sonu hastalığı yayar hâle gelmişlerdir? Bu sorulara makul ve mantıklı cevaplar vermek mümkün değildir.

Yine yukarıdaki maddenin son bendi “umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi”ne, yani bir nevi karantinaya imkan vermektedir. Ama bunun için söz konusu yerlerin içinde “sari (bulaşıcı) ve salgın hastalıklardan birinin zuhur etmesi” gerekmektedir. Bu maddeye dayanılarak belki belirli bir yer, köy, kasaba veya şehirde karantina ilân edilebileceği düşünülebilir. Ama Türkiye'de böyle belirli bir köyde ilan edilen karantinalar dışında, bütün ülkede, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Türkiye’de sokağa çıkma yasağı ilan edilen, giriş çıkışı engellenen bütün köy,ve kasaba ve şehirlerde salgın hastalığın görüldüğünü kim söyleyebilir? Zaten böyle bir şey, hafta sonu ilân edilen genel sokağa çıkma yasağı ile mantık olarak da bağdaşmaz bir şeydir.

Ayrıca belirtelim ki, Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 72’nci maddesi, maddenin başında belirtildiği gibi sadece “57’nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde” uygulanabilir. 57’nci madde ise şöyledir:

“Madde 57.- Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi - paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) - bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir”.

Görüldüğü gibi 24 Nisan 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 57’nci maddesinde belirli sayıda hastalık sayılmıştır. Bunların arasında hâliyle Covid-19 hastalığı yoktur. 57’nci madde “salgın hastalık” terimi kullanılmamıştır. Maddede tek tek hastalıklar sayılmıştır. Bu sayma “örneklendirici sayma” değil, Ahmet Güçlü’nün isabetle gözlemlediği gibi, “sınırlandırıcı sayma”dır [4]. Hastalıklar sayılırken “gibi”, “benzeri” tarzında başka hastalıkların da listeye eklenmesine imkân veren bir ibare kullanılmamıştır. Tersine “…hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan…” şeklinde sınırlandırıcı ibareler kullanılmıştır. 57’nci maddedeki hastalık listesi bir numerus clausus listedir. Bu listenin içine yorum yoluyla Covid-19 hastalığı katılamaz.

Malum hukukta hürriyet asıl, sınırlama istisnadır. İstisnanın ayrıca ve açıkça öngörülmesi ve exceptiones sunt strictissimae interpretationis ilkesi uyarınca dar yorumlanması gerekir.

Görüldüğü gibi neresinden tutarsanız tutun, korona virüsle mücadele açısından Umumi Hıfzıssıhha Kanununu elinizde kalıyor; korona virüsle mücadele kapsamında alınan tedbirlerin hukukîliği Umumî Hıfzıssıhha Kanununun maddeleriyle açıklanamıyor. Bu da esasen şaşırtıcı bir şey değildir. 1930 tarihli Umumî Hıfzıssıhha Kanununun salgın hastalık ve bu hastalıklarla mücadele anlayışıyla modern bir pandemi olan covid-19 ile mücadele edilmesi mümkün değil.

Gerekli olan bir tedbir, mevcut bir kanunun kapsamına dahil edilemiyorsa, Dünya batmaz, onun için yeni bir kanun çıkarılır, hepsi bu!


B. SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI, İL İDARESİ KANUNUNUN 11/C MADDESİNE DAYANDIRILABİLİR Mİ?

Yukarıda görüldüğü gibi, il umumî hıfzıssıhha kurulu kararlarında, sokağa çıkma yasaklarının dayanağı olarak, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 27’nci ve 72’nci maddeleri yanında, 10 Haziran 1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi de zikrediliyor (Örnek il umumi hıfzıssıhha kurulu kararları için [5] nolu dipnota bakılabilir).

Korona virüsle mücadele kapsamında alınan sokağa çıkma yasağı, maske takma zorunluluğu gibi tedbirler, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesine dayandırılabilir mi?

Önce bu maddenin metnini verelim:

“Madde 11/C.- İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır”.

Görüldüğü gibi bu maddede, valilere, salgın hastalık veya genel sağlık sebebiyle sokağa çıkma yasağı koyma yetkisi veren bir açık bir hüküm yoktur. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırıldığı her durumda dar yorum yapılır. Madde de “kamu esenliğinin sağlanması”nın “valinin ödev ve görevleri” arasında olması ve “bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır” denmesi, valinin sokağa çıkma yasağı koyabileceği veya kişilerin temel hak ve hürriyetlerini sınırlandıran tedbirleri alabileceği anlamına gelmez.

Anayasamızın 13’üncü maddesine göre, yukarıda açıkladığımız gibi Türkiye’de temel hak ve hürriyetler, valililik kararıyla değil, “ancak kanunla sınırlanabilir”. İl İdaresi Kanunun 11/C maddesinde “vali gereken karar ve tedbirleri alır” denmesinin Anayasamızın 13’üncü maddesi karşısında doğuracağı bir sonuç yoktur. Gereken bu “tedbirler”in ne olduğunun (sokağa çıkma yasağı, maske takma zorunluluğu, vs.) ayrıca ve açıkça kanunda belirtilmesi gerekir. İl İdaresi Kanunun ne 11/C maddesinde, ne bir başka maddesinde, valilere genel sağlık nedeniyle sokağa çıkma yasağı koyma yetkisi veren bir hüküm yoktur.

Belirtelim ki, İl İdaresi Kanunun 11/C maddesi, Anayasamıza aykırı bir madde değildir. Valiye böyle bir genel görev ve bu amaçla genel olarak gerekli kararları ve tedbirleri alma yetkisi verilebilir. Bu tedbirler, kişilerin temel hak ve hürriyetlerine dokunmadığı ölçüde, vali tarafından alınabilir. Ancak bu tedbirler, kişilerin temel hak ve hürriyetlerine dokunuyorsa, valinin bu tedbirleri alabilmesi için, bu tedbirlerin, Anayasamızın 13’üncü maddesi uyarınca ayrıca ve açıkça bir kanunla öngörülmüş olması ve bunların Anayasanın ilgili maddelerindeki sebeplere dayanması gerekir.


III. TEDBİRLERİN MÜEYYİDELERİYLE İLGİLİ SORUNLAR

Korona virüsle mücadele kapsamında alınan tedbirlerin sadece kendilerinde değil, bunların uygulanmasında ve müeyyidelendirilmesinde de ciddi problemler vardır.

Esasen korona virüsle mücadele kapsamında alınan tedbirlerin kendisi hukuka aykırı olunca, bu tedbirlere uymayanlara uygulanan idarî yaptırım kararları da kaçınılmaz olarak hukuka aykırı hâle gelmektedir.

Bilindiği gibi korona virüsle mücadele kapsamında alınan tedbirlere aykırı hareket edenlere 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesi veya 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32’nci maddesi uygulanarak idarî para cezası verilmektedir. Pek çok il umumî hıfzıssıhha meclisi kararının metninde söz konusu kararlara uymayanlara bu iki madde uyarınca idarî para cezası uygulanacağı hususu açıkça belirtilmiştir. Örnek olarak [6] nolu dipnota zikredilen kararlara bakılabilir. Yani bu tedbirlerin Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesi ve Kabahatler Kanununun 32’nci maddesi olmak üzere başlıca iki müeyyidesi vardır. Bunları biraz yakından görelim.


A. UMUMÎ HIFZISSIHHA KANUNUNUN 282’NCİ MADDESİ

1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesine göre ise, “bu Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenler veya zorunluluklara uymayanlara, fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, … Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir”. Görüldüğü gibi, bu maddenin uygulanabilmesi için “bu Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket” edilmesi veya “zorunluluklara” uyulmaması gerekmektedir. Dolayısıyla söz konusu yasağın veya zorunluluğun 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununda yazılı olması gerekir.

Yukarıda açıkladığımız gibi, genel olarak sokağa çıkma yasağının (18 yaş altında veya 65 yaş üstünde olanların daimi olarak, yaş sınırlaması olmaksızın da herkesin hafta sonlarında sokağa çıkmasının yasaklanmasının) dayandırılabileceği bir hüküm yoktur. Yukarıda gösterdiğimiz gibi, söz konusu Kanunun 72’nci maddesinde öngörülen “tecrit” tedbiri, herkese değil, ancak “hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenler ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenler”e ilişkin bir tedbirdir. Keza aynı maddenin son bendinde öngörülen “umumî mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi” (karantina) tedbiri, ülke düzeyinde genel olarak uygulanacak bir tedbir değil, ancak “sari (bulaşıcı) ve salgın hastalıklardan birinin zuhur” eden belirli yer, köy, kasaba ve şehirlerde uygulanabilecek bir tedbirdir. Belirli bir köyde zuhur eden Covid-19 hastalığı nedeniyle o köyde karantina ilân edilmiş ise, bu karantinayı ihlâl edenlere 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesine göre idarî para cezası verilebileceği düşünülebilir.


B. KABAHATLER KANUNUNUN 32’NCİ MADDESİ

30 Mart 2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun “emre aykırı davranış” başlıklı 32’nci maddesine göre, “yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye ... Türk Lirası idarî para cezası verilir”. Dikkat edileceği üzere, “emre aykırı davranış” kabahatinin oluşabilmesi için kendisine aykırı davranılan emrin “hukuka uygun olması” gerekir. Yukarıda açıklandığı gibi, Türkiye’de, korona virüs salgınıyla mücadele amacıyla alınan tedbirlerin çoğu hukuka aykırıdır.

Sulh ceza hakimliklerinin, idarî yaptırım kararlarına karşı yapılacak başvurularda, öncelikle ihlâl edilen emrin veya yasağın hukuka uygunluğunu araştırmaları gerekir. Verilen emir hukuka uygun değil ise, bu emre aykırı hareket edilmesi, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32’nci maddesine göre kabahat oluşturmaz. Keza ihlâl edildi denilen yasak, 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununda yazılı olan bir yasak değil ise, adı geçen Kanunun 282’nci maddesine göre idarî para cezası verilemez.

Sulh ceza hâkimliklerinin verecekleri cezanın kaldırılması kararlarında kullanabilecekleri örnek gerekçeler için aşağıdaki [7] nolu dipnota bakılabilir.


* * *


Önemle belirtelim ki, burada söz konusu tedbirlerin gereksiz olduğu değil, bu tedbirlerin Türkiye’de hukuka uygun bir şekilde alınamadığı ve dolayısıyla bunlar için uygulanan idarî yaptırım kararlarının da hukuka aykırı oldukları görüşü savunuluyor. İlk makalemizde de yazdığımız gibi bir tedbirin gerekli olması başka, hukuka uygun olması başkadır. Hukukîliği tartışmalı da olsa, bu tedbirlere hepimizin gönüllü olarak uymasında tıbben yarar vardır. Keşke tıbben gerekli olan bu tedbirler, Türkiye’de hukuka uygun olarak alınabilmiş olsaydı.


IV. DİĞER GÖZLEMLER

1930 tarihli Umumî Hıfzıssıhha Kanunu ve 1949 tarihli İl İdaresi Kanununun hükümleriyle korona virüs salgınıyla mücadele edilemeyeceği açıktır. Korona virüs ile mücadele etmek için bu amaçla ÖZEL bir kanun veya bizim önerdiğimiz gibi olağanüstü hâl ilân edip bir olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılması gerekirdi.

Nitekim Fransa’da 23 Mart 2020 tarih ve 2020-290 sayılı Covid-19 Epidemisiyle Mücadele Hakkında Olağanüstü Hâl Kanunu (Loi n° 2020-290 du 23 mars 2020 d'urgence pour faire face à l'épidémie de covid-19) çıkarılmış ve bu Kanunla “sağlık olağanüstü hâli (état d'urgence sanitaire)” ilân edilmesi öngörülmüş ve bu olağanüstü hâl durumunda alınacak tedbirler pek çok maddeyle ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

Benzer şey Türkiye’de de yapılamaz mıydı? Bu böylesine zor bir şey miydi?

Burada ayrıca belirtelim ki, korona virüsle mücadele kapsamında alınan tedbirlerinin hukuka uygunluğuyla ilgili sadece anayasa hukuku bakımından değil, idare hukuku ve ceza hukuku bakımından da yığınla problem vardır. Hatta bazı durumlarda bu tedbirlerin hangi makam (Cumhurbaşkanı mı, İçişleri Bakanı mı, Sağlık Bakanı mı, valiler mi, il umumî hıfzıssıhha meclisleri mi) tarafından alındığı dahi tartışmalıdır. Yine bazı durumlarda bu tedbirlerin hangi tür hukukî işlem (“karar” mı, “genelge” mi, “genel emir” mi) ile alındığı dahi belli değildir.

Bir örnek: 4 Haziran 2020 günü İçişleri Bakanlığının 6-7 Haziran 2020 tarihleri için sokağa çıkma yasağı ilân ettiği haberlerini televizyonlardan duyduk. Cumhurbaşkanı ise 5 Haziran 2020 günü saat 11:54’te, yani sokağa çıkma yasağının yürürlüğe girmesine 12 saat kala, sokağa çıkma yasağını iptal ettiğini Twitter yoluyla duyurdu. Ortada sokağa çıkma yasağı ilân etme ve bu yasağı kaldırma yolunda yetkili makamlar tarafından yapılmış irade açıklamaları var. Ama bu irade açıklamalarının hangi hukukî şekille yapıldığını, yani bunların instrumentum’unun ne olduğunu ben anlamış değilim.

Bu vesileyle belirteyim ki, Türkiye’de korona virüs salgınıyla mücadelede alınan tedbirler ve bu tedbirlerin uygulanması konusunda hukukî belirlilik ve önceden bilinebilirlik ilkeleri açısından eleştiriye açık pek çok durum olmuştur. Korona virüs mücadelesi kapsamında alınan tedbirlerin bir kısmında, Anayasamızın sadece 13’üncü maddesine değil, hukuk devleti ilkesinin öngörüldüğü 2’nci maddesine de aykırılıklar vardır.


SONUÇ

Anayasamız tehlikeli salgın hastalıklarla mücadele edilmesi için gerekli bütün hukukî imkânları Cumhurbaşkanına vermiştir. Cumhurbaşkanı, Anayasamızın 119’uncu maddesinden aldığı yetkiyle, tehlikeli salgın hastalık sebebiyle olağanüstü hâl ilân edebilir ve arkasından da olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle gerekli bütün tedbirleri alabilirdi. Bu tedbirler de Anayasamızın 15’inci maddesindeki şartları taşımak kaydıyla hukuka uygun olurdu.

Ancak Türkiye’de bu yapılmamış, olağanüstü hâl ilân edilmemiştir. Dolayısıyla, olağanüstü hâl ilân edilmediğine göre, korona virüs salgınıyla mücadele etmek amacıyla alınan bütün tedbirlerin Anayasanın 13’üncü maddesindeki sıkı şartlara uygun olması gerekir.

Ya olağanüstü hâl ilân edilir ve 15’inci maddenin tanıdığı geniş imkânlardan yararlanılır; ya da olağanüstü hâl ilân edilmez ve bu durumda 13’üncü maddedeki şartlara uymak zorunda kalınır. Ya o, ya bu. Bu iki seçenek arasında ortalama bir yol yoktur.

Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, kaçınılmaz olarak izleyen düğmeler de yanlış iliklenir. Umumî Hıfzıssıhha Kanununu istediğiniz kadar zorlayınız, İl İdaresi Kanununu istediğiniz kadar geniş yorumlayınız, ilk düğmenin yanlış iliklenmesinden kaynaklanan hataları gideremezsiniz. Sorun, 1930 yılından kalma Umumî Hıfzıssıhha Kanununun veya 1949 yılından kalma İl İdaresi Kanununun yetersizliklerinden değil, gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesinden kaynaklanmaktadır.


* * *


Son olarak konunun kamu sağlığını ilgilendiren hassasiyetine binaen tekrar hatırlatmak isterim ki, bu makalede korona virüs salgını nedeniyle alınan tedbirlerin gereksiz oldukları değil, hukuka aykırı oldukları görüşü savunulmaktadır. Zaten bu tedbirlerin gerekli olup olmadığı sorunu, hukuk bilimini değil, tıp bilimini ilgilendiren bir sorundur. Türkiye’de tıbbın gerekli gördüğü bu tedbirlerin hukuka uygun bir şekilde alınması mümkün iken, maalesef bu tedbirler hukuka aykırı bir şekilde alınmıştır.


6 Temmuz 2020 / link

BU YAZI ŞU YAZININ DEVAMIDIR:

Kemal Gözler, “Korona Virüs Salgınıyla Mücadele İçin Alınan Tedbirler Hukuka Uygun mu?”, (link) (Yayın Tarihi: 5 Temmuz 2020).


___________________________


* Anayasanın 91. Maddesi 

(Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme):

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.

* Umumi Hırzıssıhha Kanunu:

Madde 20 – Belediyelerin umumi hıfzıssıhha ve içtimai muavenete taallük eden mesailden ifasile mükellef oldukları vazifelere aşağıda zikredilmiştir.

1 - İçilecek ve kullanılacak evsafı fenniyeyi haiz su celbi.

2 - Lağım ve mecralar tesisatı.

3 - Mezbaha inşaatı.

4 - Mezarlıklar tesisatı ve mevta defni ve nakli işleri.

5 - Her nevi muzahrafatın teb'it ve imhası.

6 - Meskenlerin sıhhi ahvaline nezaret.

7 - Sıcak ve soğuk hamamlar tesisi. 

8 - (Mülga: 24/6/1995-KHK-560/21 md.; Aynen kabul: 27/5/2004-5179/37 md.)

 9 - Umumi mahallerde halkın sıhhatine zarar veren amilleri izale.

 10 - Sari hastalıklarla mücadale işlerine muavenet.

 11 - Hususi eczane bulunmayan yerlerde eczane küşadı.

 12 - İlk tıbbi imdat ve muavenet teşkilatı.

 13 - Hastane, dispanser, süt çocuğu, muayene ve tedavi evi, aceze ve ihtiyar yurtları ve

doğum evi tesis ve idaresi.

 14 - Meccani doğum yardımı için ebe istihdamı. 



* MASKE TAKMANIN ZORUNLU OLDUĞU İLLER

BASIN: 20 Mayıs 2020

Türkiye’de corona virüsü sebebiyle aşağıdaki illerde maskesiz sokağa çıkmak yasaklanmış durumda;

Sakarya, Burdur, Tunceli, Rize, Siirt, Kayseri, Kırklareli, Karabük, Adıyaman, Afyonkarahisar, Aydın, Balıkesir, Bartın, Denizli, Düzce, Kastamonu, Muğla, Şanlıurfa, Rize,, Kırıkkale, Isparta, Konya, Kahramanmaraş, Gaziantep, Gümüşhane, Amasya, Bolu, İzmir ve Uşak İl Hıfzısıhha Kurulları kent genelinde vatandaşlara maske takma zorunluluğu getirdi.

Maske takma zorunlu olduğu illerde maskesiz olarak dışarı çıkmanın cezası 3 bin 150 liradır. İçişleri Bakanlığı’nın konu ile ilgili açıklaması şu şekilde;

Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesi gereğince idari para cezası verilmesi başta olmak üzere aykırılığın durumuna göre Kanunun ilgili maddeleri gereğince işlem yapılmasına, konusu suç teşkil eden davranışlara ilişkin Türk Ceza Kanunu’nun 195 inci maddesi kapsamında gerekli adli işlemlerin başlatılacağı hususu kamuoyuna saygı ile duyurulur.


BASIN SÖZCÜ



* TCK'nın 195'inci maddesinde "Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, 2 aydan 1 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" ibaresi bulunuyor.

* Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 282 – (Değişik: 23/1/2008-5728/48 md.): Bu Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenler veya zorunluluklara uymayanlara, fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, ikiyüzelli Türk Lirasından bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

TCK'nın 195'inci maddesine göre, hepimizde bulaşıcı hastalık ya da yakımızda bulaşıcı hastalıktan ölmüş biri varsa kanıtlayın da hepimiz maske takalım. Yoksa niye cümbür cemaate maske taktırıyorsunuz!...


Zorunlu maskelere HAYIR. Çünkü;

- Oksijen yerine Karbondioksit solursun.

- Burundaki ısı ve nem oranı artar ve her çeşit virüs bırak akciğeri beyne kadar gidebilir.

- Akciğer rahatsızlığı olan, Koah, kanser ve kalp hastaları büyük tehlike içindedir.

- Maskeyle birlikte yüz sıcaklığı artar ve hasta olmadığın halde derece ölçümlerinde yüksek ısı görülür.

- Baygınlık, panik-atak, yüksek tansiyon görülebilinir.

- Hele hele bu yaz günlerinde ki 40-50 dereceyi buluyor, maske takmak ölümcül olabilir.

Neyin peşindesiniz? Sağlığımızın mı, yoksa....

ki - Anayasaya göre ... temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez....den anladığım kişi haklarına tecavüzdür.... SB



***


Sizin hatanız değil, sizi bu hale getiren toplumun ve koyunlar dünyasında yaşıyorsunuz.

Sizin itaat etmenizi istiyorlar.

Sizin koyun olmanızı istiyorlar.

İtaatkar, sorgulamayan bir makine parçası.

Otur dediğinde oturan, dur dediğinde duran.

İnsanlığınızdan, daha büyük bir TV ekranı, altın bir yıldız ya da maaş çeki için vazgeçmenizi istiyorlar.

Seni ezmeye çalışacaklardır.

Ne olursa olsun kendi kendinin efendisi olmalısın.

İnsan olmanın tek yolu, özgür olmanın tek yolu isyan etmektir.


"Manhunt: Unabomber" den replik...

Theodore Kaczynski'yi anlatan dizi...




Salgın ve Aşı - 3

 

3 - BUGÜNE DEK

ARSLAN BULUT'UN SALGIN VE BEŞ G. İLE İLGİLİ 

TÜM MAKALELERİNİN OKUNMASINI ÖNERİRİM....



AŞILAR...


* Virüsü üreten ekibin, aşısına güven olur mu? - 14 Nisan 2020 / link

Haberlerde, "Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yapılan araştırmalar sonucunda corona virüsüyle savaşan antikorları üreten bir aşı geliştirildi. Aşının fareler üzerinde denendiği belirtildi." deniliyordu. Haberlere göre aşıyı, Pittsburgh Üniversitesi'nden Dr. Andrea Gambotto ve ekibi bulmuştu!

Aynı Gambotto, bundan 14 yıl önce, 26 Ocak 2006'ta, kuş gribinin ölümcül H5N1 virüsünün DNA profiline dayanarak elde ettiği aşının, fare ve tavukları koruduğunu ve çok yakında insanlarda deneyeceğini duyurmuştu.

Bu bilgiyi ise adli tıp uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy, 29 Ocak 2006 tarihi Hürriyet Gazetesi'nde, Türk kamuoyuna duyurmuştu. Atasoy, "Biyoterör, komplo teorisi değil gerçeğin ta kendisidir" başlıklı yazısında, "Önümüzdeki 20 yıl içerisinde, özellikle biyoteknoloji ve nanoteknolojideki ilerlemelerle, 'Aptamer' adı verilen, kısa nükleik asit zincirleri kullanılarak, nefes almamız ya da hareket etmemiz için yaşamsal önemi olan, bazı hücre reseptörleri etkisiz hale getirilebilir. Hücrelerin belirli işlevlerini etkileyecek, DNA'yı değiştirip, parçalayacak, hastalıklara karşı direnci ortadan kaldıracak nano partikül boyutlarında 'moleküler zehirler' kullanılabilir." bilgisini de vermişti. Atasoy, "Belirli genetik özellikleri taşıyan kişilere karşı 'genetik silahlar' üretilebilir." de demişti! 

Başka bir haberde ise Andrea Gambotto'nun araştırmalarının, "Journal of Virology" dergisinde yayınlandığı, aşıların tavuk yumurtası içinde hazırlandığı ama insan hücrelerinden alınan parçalarla desteklendiği belirtiliyordu.

Araştırmada, bütün grip virüslerinin yüzeyinde görülen bir proteini kontrol eden hemagglutinin geninin DNA kodlarının yapay olarak üretildiği, daha sonra bu yapay DNA'nın yaygın bir nezle virüsü olan adenovirüse eklendiği, genizden hayvanlara verildiği ve hayvan vücutlarının bu virüse karşı antikor ürettiği bildiriliyordu. (28 Ocak 2006, Zaman)

Fakat bu çalışma, "Katil Grip Tartışması: Mutant H5N1 Yaratılmalı mı?" diye tartışılmaya başlandı. (link) https://www.livescience.com/17623-deadly-h5n1-virus-recipe-debate.html'den ayrıntısını okuyabilirsiniz. Wynne Parry imzalı, 23 Aralık 2011 tarihli haberde şu korkunç sorular soruluyordu:"Tartışmalı yeni araştırmalarla, kuş gribinin, bütün memeliler arasında kolayca yayılmasını sağlamanın bir yolu bulundu. H5N1, insanlar arasında yayılabilecek bir forma dönüşebilir mi? Ve eğer öyleyse, nasıl?"

Uyarıyorum! "Virüsü yapay olarak ürettik" diyen ekibin, "aşısını da bulduk" açıklamasına güven duyulamaz. Üstelik Gambotto da Bill Gates gibi bu aşıya "terapötik aşı" diyor. Yani ciltten vücuda verilebilen moleküller...İstifa tartışmasından daha önemli değil mi? 




Sinir Sistemi tahribatı ve akıl tutulması - 06 Ağustos 2020 / link

Ordu'da Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Ayyayla, ikiz bebeklerine zorunlu olan aşıyı yaptırmadığı gerekçesiyle idare tarafından hakkında açılan davayı Yargıtay aşamasında da kazandı.

Savcı Hüseyin Ayyayla, sekiz sayfalık savunmasında, ABD başta olmak üzere İngiltere ve Danimarka gibi AB ülkelerinde cıvanın aşılardan çıkarıldığını, ancak Türkiye'de aşıda bulunan cıvanın otizme yol açtığını ileri süren herkesin tıp dünyası tarafından "aşı düşmanı" ilan edildiğini belirtti.

Ayyayla, savunmasında, "Kronik cıva zehirlenmesi, kalp hastalığı, otizm, konuşma bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, havale gibi çok sayıda hastalığı sebep olmaktadır." dedi ve özellikle karma aşı yoluyla iki yaşındaki bir çocuğun aldığı cıva miktarının 237.5 mcg oranına yükseldiğini ifade etti.

Ayyayla, "Cıvadan en büyük zararı beyin ve sinir sistemi görmektedir. Aşılardaki bir başka sorun da genetiği değiştirilmiş mikroplarla aşı hazırlanmasıdır. ABD'de aşılardan cıva çıkarıldı ama yerine cıvadan hiç de masum olmayan alüminyum konuldu. Otizm de artmaya devam etti." dedi.

Şimdi, bu bilgileri, bir savcıdan mı öğrenmemiz gerekirdi? Hıfzısıhha Enstitüsü'nü kapatan iktidarlar, yıllardır, Türk çocuklarına neden cıvalı veya alüminyumlu aşı vurulmasına yol verdi?

İngiltere'de ise bilim adamlarının, bir sinir hücresi tahribatı hastalığı olan ve halen tedavisi bulunmayan MS konusunda, bir şeker hastalığı ilacını kullanarak olumlu netice aldığına dair haberler var.

İlginç olan şu ki, MS'de de sinir hücrelerinin koruyucu tabakası patlıyor! Yani hastalığa yol açan etki neyse, sinir hücrelerini öldürüyor!

Washington Devlet Üniversitesi Biyokimya ve Temel Tıp Bilimleri Profesörü Martin L. Pall, 17 Aralık, 2019'da, elektromanyetik dalgaların insan vücuduna etkisi üzerinde bilimsel bir makale yayınlamıştı. Pall, "En kötü altı kâbusum" başlığı altında, şu uyarıları yapmıştı:

1-Hızlı ve geri döndürülemez bir çarpışma olursa, insan üremesi sıfıra yakın dereceye kadar düşebilir.

2-Kollektif beyin fonksiyonlarımız çökebilir.

3-Çok erken bir şekilde Alzheimer ve demanslar başlar.

4-Küresel çapta otizm ve hiperaktivite yaygınlaşır.

5. İnsan gen havuzunda büyük bir bozulma meydana gelir.

6. Bütün yaş aralıklarında ani kalp ölümleri gerçekleşir.

Görüldüğü gibi bahsedilen hastalıkların ortak özelliği sinir sistemini tahrip etmesi! Sebepleri ise cıva, alüminyum ve elektromanyetik radyasyon!

Tıp dünyası, bu bilimsel iddiaları tartışamıyor bile…





* Ghebreyesus, aşı ve terör virüsü - 05 Ağustos 2020 / link

Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Doktor Tedros Adhanom Ghebreyesus, Cenevre'de, kurumun merkezinde yaptığı basın toplantısında "sorunu çözecek sihirli anahtar henüz yok belki de hiçbir zaman olmayacak" dedi.

Ghebreyesus, bağışıklık sistemi üzerindeki çalışmalara ilişkin şunları söyledi:

"Birden fazla aşı çalışması şu anda klinik testlerdeki üçüncü aşamaya geçmiş durumda. Hepimiz, enfeksiyonları önleyecek birden fazla aşıya sahip olmayı umuyoruz. Ancak sihirli bir anahtar henüz bulunmuş değil, belki de hiçbir zaman bulunmayacak."

Biz 2 Haziran 2020'de "Yalan virüsünün aşısı bulunabilir mi?" başlığı altında şu tespitlerde bulunmuştuk:

"Küresel ölçekte tıp dünyasının çare bulamadığı bir durumla karşı karşıyayız. İlaçlar denendi, oksijen takviyesi denendi olmadı. Şimdi 'aşı' diyorlar ama aşı da hiçbir işe yaramayacak!

Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü bu öyle bir hastalık ki insan hücrelerini patlatıyor ve vücuttaki hücre ölümünü hızlandırıyor. Bünye, ölen hücrelerin yerine yenisini koyamadığı ve bu suretle organlar arasında haberleşme kesildiği için hayat sona eriyor.

Akciğerinizi kaybederseniz, vücudunuz yeni akciğer üretemez! Bütün mesele, hızlı hücre ölümünü durdurabilmektedir. Bu da ilaçla veya aşıyla değil, belki vücutta eksilen veya çoğalan neyse onu eski haline getirmekle mümkün olabilir. Tabii dış etkinin bir virüs olduğu ispat edilmiş değildir. Bu sebeple o dış etkinin ne olduğu, bilimsel olarak açıklığa kavuşturulmalıdır ki hastalığa kesin bir tedavi geliştirilebilsin. Fakat dünyada bu tespitlere bile tahammülü olmayanlar var ki asıl virüs, gerçekleri örtbas etmeye çalışan sansürcü zihniyettir."

Şimdi de aynı görüşteyim. Hastalık, kontrol altına alınmış değil. Virüsün kaynağı bile tespit edilemedi. Bütün dünyanın belirli merkezlerden yapılan açıklamaları kabul etmesi isteniyor!

"Hayvan pazarından çıktı" masalına inanan kaldı mı?

Oysa virüsün hangi sebeple insan vücudunda etkili olduğu veya hangi sebeple insan vücudunda aktif hale geldiği tespit edilse, o sebep ortadan kaldırıldığı an, hastalık kontrol altına alınabilir. Aşı diye tutturdular. İngiltere, Hindistan'a aşı ürettirecek. Almanya, "iyi haberler var, aşıyı bulmak üzereyiz" diyor, Rusya ise bulduğu aşıyı insanlar üzerinde denemeye başlayacağını açıkladı. Bu açıklamaların hiçbiri inandırıcı değil. Çünkü hiçbiri, zaten var olan virüsün neden aktif hale gelerek, insan vücudunun bağışıklık sistemini altüst ettiğini bilimsel olarak söyleyemiyor. Bu soru cevaplandırılmadığı sürece, aşı ile ilgili hiçbir çaba sonuç vermeyecek.

İnsana yönelik virüs saldırısı, Türkiye gibi ülkelere karşı kullanılan terör virüsüne benziyor. Türkiye, 40 yılda, PKK'yı yok edemedi! Çünkü terör virüsünün aktif hale getirilmesi işini Batılı ülkeler nöbetleşe üstleniyorlar. En son gözümüzün önünde, zaman zaman Türk hava sahası da kullanılarak, Suriye'nin kuzeyine 30-40 bin TIR silah gönderildi. Gönderen, Türkiye'nin müttefiki ABD!

Bu durumda, terör virüsünün ABD ve Batı Avrupa kaynağı kurutulmadan, silah, istihbarat, eğitim, insan kaynağı kesilmeden elbette terör bitirilemez.

Koronavirüs de terör gibi... Aslında devletler, bu belânın kaynağını biliyor olmalı. Zira bilimsel istihbarat, şimdi daha güçlü imkânlarla yapılıyor. Fakat tıpkı terörün kaynağını bildikleri halde kurutamadıkları gibi virüsü insan vücudunda aktif hale getiren sebebi de biliyorlar ama bütün insanlığı oyalıyorlar.

Türkiye'de kamuoyu, yandaşlar tarafından, "terör koridoru kapatıldı" diye uyutulmak isteniyor. Neresi kapatıldı? Adamlar Türkiye'nin güneyinde devlet kurdu devlet!

Ghebreyesus bile hiç değilse aşı konusunda doğruları söylemeye başladı; Türkiye'ye gerçekleri, resmen kim açıklayacak?





* Aşı haberlerinin hepsi yalan! - 12 Mayıs 2020 / link

Bütün insanlara moleküler parçacıklar yerleştirmek istediğini ve bu çerçevede 7x2=14 milyar doz "aşı" üretilmesi gerektiğini söyleyen, bizzat Bill Gates'tir. Yine atmosfere 42 bin uydu yerleştireceğini söyleyen de Elon Musk'tır; komplo teorisyenleri değil. Uygulamaya da başlamıştır. 

Biyolojik bir varlık olan virüse karşı üretilecek aşı, insanların vücuduna moleküler parçacık yani verici yerleştirmek midir, yoksa aşının da biyolojik olması mı gerekir? Türkiye'de aşı üretimi yapan Hıfzısıhha'nın kapatılmış olması ve şimdi de Bill Gates'in yönettiği küresel aşı projesine katılmaktan söz edilmesi, yeterince endişe verici bir durum değil midir?



* Yalan virüsün aşısı bulunabilir mi? - 02 Haziran 2020 / link

Fransa'da Dr. Michel Schmitt ve ekibi, 2019'un son aylarında çekilen binlerce göğüs filmini incelerken korona virüs ile benzer iki bulgu belirledi. Yani hastalık Fransa'da 2019 sonunda başlamış!Biz de "Bu hastalık, Çin'de ortaya çıkmış ve İran'a sıçramış gibi görünse de ABD ve İtalya'da 2019'un son aylarında yaygındı" diyorduk...Peki bu konuda elimizde bilimsel bir araştırma mı vardı? Hayır, sadece haber takibi yapıyordum. Konuyla ilgili çok sayıda haber Avrupa, ABD ve Japonya medyasında çıkmıştı.

Deutsche Welle, yani Almanya'nın Sesi, "Koronavirüs Avrupa'ya 2019'da ulaşmış olabilir mi?" başlıklı haberde şu bilgiler vermişti: "Prof. Adriano Decarli, 2019 yılının son üç ayında Milano ve Lodi arasındaki bölgede zatürre ve grip teşhisiyle hastaneye kaldırılanların sayısında ciddi artış olduğunu belirlediklerini söyledi."

Japonya'nın Asahi 21 adlı televizyon kanalı ise 21 Şubat 2020 günü yaptığı yayında "ABD'de yaşanan ve taç virüsünün sebep olduğu gripten 14 bin kişi öldü, 26 bin kişi de tedavi gördü. Amerikan Sağlık Bakanlığı'na göre ise ölü sayısı 10 bin ile 20 bin arasında." bilgisini vermişti. Oysa resmi olarak, o tarihte virüs ABD'de görülmemişti!

Türkiye'de de aynı dönemde, bilinen gripten çok ağır vakalar yaşandığını örnekleriyle bu sütunda incelemiştim.

ABD'de ölü sayısının yüksek görünmesinin sebebi, ilan edilen destek politikasıdır. Hastaneler, her vaka için devletten 13 bin dolar alıyor. Yoğun bakım yapılmışsa ücret üç katına çıkıyor!

Diğer taraftan, bütün dünyada, hukuka aykırı olarak, bilinen her türlü ilaç ve yöntem, hastalar üzerinde uygulandı. Kobaylar üzerinde de aynısı yapılıyordu zaten! Hastalığın kan pıhtılaşması yüzünden ölüme sebep olduğu ise vakalar inişe geçtiği zaman anlaşıldı. Bu sebeple şimdi kan sulandırıcılar üzerinde duruluyor ama…

"Bu hastalık, grip veya zatürreye değil, hızlandırılmış bir kansere benziyor. Kanser nasıl hızlandırılabilir? Radyasyonla değil mi? Akciğer hücreleri, aniden şekil değiştiriyor. Bazı bilim adamlarına göre virüsü, hücreler üretiyor! Halk diliyle vücut kurtlanmaya başlıyor! Bağışıklığı güçlü olanlar, virüsleri öldürüp dışarı atıyor, zayıf olanlar atamıyor... Öyleyse neden kimse hastalığın bu yönü üzerinde durmuyor da herkes sicili bozuk Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarına boyun eğiyor?" diye sormuştum. Şimdi de aynı soruyu soruyorum.

Küresel ölçekte tıp dünyasının çare bulamadığı bir durumla karşı karşıyayız. İlaçlar denendi, oksijen takviyesi denendi olmadı. Şimdi "aşı" diyorlar ama aşı da hiçbir işe yaramayacak! Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü bu öyle bir hastalık ki insan hücrelerini patlatıyor ve vücuttaki hücre ölümünü hızlandırıyor. Bünye, ölen hücrelerin yerine yenisini koyamadığı ve bu suretle organlar arasında haberleşme kesildiği için hayat sona eriyor. Şöyle izah etmeye çalışayım.

Elinizi kaybederseniz, vücudunuz yeni el üretemez! Akciğerinizi kaybederseniz, vücudunuz yeni akciğer üretemez! Bütün mesele, hızlı hücre ölümünü durdurabilmektedir. Bu da ilaçla veya aşıyla değil, belki vücutta eksilen veya çoğalan neyse onu eski haline getirmekle mümkün olabilir. Tabii dış etkinin bir virüs olduğu ispat edilmiş değildir. Bu sebeple o dış etkinin ne olduğu, bilimsel olarak açıklığa kavuşturulmalıdır ki hastalığa kesin bir tedavi geliştirilebilsin. Fakat dünyada bu tespitlere bile tahammülü olmayanlar var ki asıl virüs, gerçekleri örtbas etmeye çalışan sansürcü zihniyettir.




* Beyni hacklenenler ve keklenenler! - 16 Haziran 2020 / link

BBC, "Koronavirüs antikoruna sahip bir seçkinler sınıfı ortaya çıkar mı?" başlıklı analiz haberinde "Dünya genelinde hükümetler, vatandaşlarını Covid-19 geçirip geçirmediklerini anlamak için, antikor testlerinden geçiriyor" bilgisini paylaştı. Bilindiği gibi Türkiye'de de, 150 bin kişiye antikor testi yapılmasına başlandı. BBC, Reuters kaynaklı haberinde antikor testi ile birlikte bazı ülkelerde "bağışıklık pasaportları" adını verdikleri bir uygulama başlatıldığını hatırlatarak, "Diğer insanlar kısıtlamalar altında yaşarken randevulaşabilen, istediği gibi seyahat edebilen bir antikor taşıyıcısı seçkinler sınıfı yaratılabilir mi?" sorusunu sordu.

Amerika'nın Sesi ise Fransa, Almanya, İtalya ve Hollanda'nın, AstraZeneca laboratuvarıyla yılbaşından önce tüm AB yurttaşları için, Covid 19'a karşı 400 milyon aşı tedariki için anlaşma imzaladıklarını hatırlattıktan sonra firmanın sahibi Pascal Soriot'un sözlerine dikkat çekti. Soriot, Ekim ayından itibaren dağıtıma geçeceklerini ve aşıyı "kâr amaçsız olarak, maliyet fiyatına, yaklaşık 2 Euro'ya satacaklarını" söyledi! Soriot, virüsün mutasyona uğraması ihtimaline dönük olarak İngiltere'de incelemelerin devam ettiğini, ABD'de 30 bin Brezilya'da 5 bin kişi ve Kenya, Güney Afrika, Hindistan ve Rusya'da da gönüllüler üzerinde aşı denemelerinin devam ettiğini bildirdi. Yani henüz insan üzerinde denemeler yeterince yapılmamış ve virüsün mutasyon geçirmesi de mümkünken, dört ülke, bir firmadan 400 milyon aşı için anlaşma imzaladı! Avrupa Birliği ülkelerinin toplam nüfusu 445 milyon olduğuna göre herkesi aşılamayı planlıyorlar!




* İlaç şirketleri Amazon ormanlarında ne arıyor? - 22 Haziran 2020 / link

Salgının sebebi, bilimsel olarak halen aydınlatılmış değildir. Sebep bilinmeden, tespit edilen virüse karşı aşı geliştirmek hiçbir işe yaramayabilir. Çünkü virüsün doğal yollardan bin yılda geçireceği mutasyonun şimdi günlere düştüğü söyleniyor. Bundan da Covid-19'un bir laboratuvar virüsü olduğu sonucu çıkıyor. Kısacası aşılar, daha üretilmeden faydasız hale gelecektir. Bu itibarla, aşıdan ziyade ilaç üzerinde araştırma yapmak, daha etkili olabilir. Bir de ABD merkezli ilaç şirketleri, kendilerine dünyada hiçbir güven olmadığını biliyor ve bu sebeple, daha şimdiden aşıyı Hindistan gibi ikinci ülkelerde ürettiriyor! "Şimdi aynısını Türkiye'ye de yaptırabilirler." diye derin bir kuşku var. Bu kuşku, iktidarların, ekonominin hatta kültürün her alanında küresel şirketlerle işbirliği yapması ve onların taleplerini yerine getirmesinden kaynaklanıyor. Şeker fabrikalarını kim kapattırdı? Yeşilçam film sektörünü kim öldürdü? Aşı üreten Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü'nü kim kapattırdı? Dolayısıyla, aşı konusunda da 7'den 70'e herkes uyanık olmak zorundadır.

Amazon ormanlarındaki yerlilerin durumu ile ilgili haberde çok ilginç bir veri var. Anadolu Ajansı'nın Amazon Watch adlı kurulan aldığı bilgilerle derlediği habere göre Brezilya'nın ve dünyanın en büyük yağmur ormanlarından Amazonlar'da, ormansızlaşma devam ederken, yerli halk arasında 2 bin 640'tan fazla vaka ve en az 252 can kaybı bulunuyor.

Kâr amacı gütmediği, yağmur ormanlarını ve yerli halkların haklarını korumak için kurulduğu söylenen "Amazon Watch" programının yönetim koordinatörü ve Brezilya'nın kuzeydoğusundaki Tuxa halkının bir üyesi olan Dinaman Tuxa, "Tuxa halkı, kendini izole etti. Dışarıdan kimsenin girmesine izin verilmiyor ve herhangi bir kişinin dışarı çıkmasını da engellemeye çalışıyorlar." dedi. Gelecekteki bir salgının tedavisinin kendi topraklarından çıkabileceğini ileri süren Tuxa, yerli toplulukların geleneksel bilgisine işaret ederek "Büyük ilaç şirketleri topluluklarımıza giriyor, haklarımızı tanımadan geleneksel bilgi ve bitkilerimizi öğreniyor ve onları şehirlere götürerek kendi keşifleri olduğunu söylüyor..." yorumunu yaptı.

Yani o büyük denilen ilaç şirketleri, araştırma orduları kurmalarına rağmen, yerli kabilelerin binlerce yıl içinde geliştirdiği doğal ilaçları kendilerine mal ediyor! Fikri mülkiyet hırsızlığı yapan bu şirketlere güven olur mu? 




*****


* Heated Vaccine Debate : Kennedy Jr. vs Dershowitz / video

 "You have no right to not wear masks.." "You have no right to not to have vaccine..." - Dershowitz

"They obliged you!" " Mandatory !!!" -  Kennedy Jr.


"We are going to kill everyone!..."




Dr.Stanley Plokin itiraf ediyor! / video




MMR Aşısıyla ilgili iki adet belgesel yapımı film var, hem de doktorların ağzından...

Ancak Youtube sürekli "sansür" uygulamakta !

Sanki aşı yaptırıp, yaptırmamak özgürlüğümüz yokmuş gibi, seçim yapamazmışız gibi, izlememizi istemiyor.

Bulursanız izleyin.

"Vaxxed: From Cover-Up to Catastrophe (fragman)",

"Vaxxed II: The People's Truth (fragman)"

MMR aşısının Otizme sebep olduğu...

Rahim Ağzı Kanser Aşısının, kanser ettiği...

Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi'nin (CDC) bunu örtbas ettiği...

Aşı olmayanların aşı olanlardan daha sağlıklı olduğu....

(aslında bu gayet anlaşılır, çünkü çocuk, aşı olan anne ve babadan bağışıklık kazanır)



MMR aşısı Otizm'e sebep...

Aileler çocuklarındaki aşı öncesi-sonrası farkını gözlemliyor... KORKUNÇ...

Bu hızla giderse 2032'de erkek çocukların %80'i otizm olacak...

Kanada yasaklıyor, imha edildiği düşünülüyor, yok İngiltere'ye gönderilmiş. Çocuklara aşı yapılıyor yan etkiler yüzünden o da yasaklıyor. İmha etti sandınız değil mi? Hayır Afrika'ya gönderiliyor....

Araştırmacılar MMR değil de aşının teke düşürülmesini öneriyor, yanaşmıyorlar...

Aşı olan-olmayan araştırması yapılması istendi ki fark görülebilsin... Yapmadılar...

Senatoya geldi, soruldu, ancak CDC çalışanı tanık çağırılmadı...

CDC kanıtları yok etti... Ve başındaki da ödüllendirildi....

Basına çıkacak bu iddialar denildi, hiçbiri yayınlamadı, hatta üstünü örtmek ve aşı yapılmasının önemini vurgulamak için Kızamık salgını haberini verdiler...

Ve.. Ahlaksızlar dünyayı yönetmeye devam ediyor!...

Cehennemden önce Dünyada yanın!...😡


We lied about the scientific findings. The CDC can no longer be trusted to do vaccine safety work. Can't be trusted to be transparent. The CDC can't be trusted to police itself.

The film they don't want you to see...


Ve bunları "komplo teorisi", "yalan haber" diye de haber yapıyorlar!

Oysa, gerçek insanlar dertlerini anlatıyor!... Politikacılar değil!..


Vaxxine II'den:


Buna neden olan insanlar sosyopatik, psikopatik şeytani kötü insanlardır!... SB

"CDC bunu biliyordu, Gardasil aşısının üreticisi Merck bunu biliyordu..."


Robert F.Kenndy Jr ; "İnanılmaz derece tehlikeli olan aşı için  lisans alabildiler!"


* People who are causing this are sociopathic, psychopathic and demonic bad people! - SB


"The CDC knew about this... Merck, the manufacturer of the Gardasil vaccine knew about this..."

Robert F.Kenndy Jr ; ; They were able to license something that is insanely dangerous !"


"HPV aşılarının bu kadar çok zarara neden olmasını başka hiçbir aşıda görmedim."


" ABD'de üretilmiş olan Gardasil aşısı diğer aşılardan daha çok zarar veriyor."

"Anekdot olsun ya da olmasın, bu aşıdan hemen sonra, ilk dozdan sonra bile, nörolojik şikayet vakaları çok fazla."


Robert F.Kenndy Jr

"Çocuk Sağlığını Savunma"nın kurucusu

"Gardasil muhtemelen şimdiye dek gördüğümüz en kötü toplu aşıdır.... Bu aşı, serviks kanserinden ölme riski sıfır olan milyonlarca genci hedefledi... Klinik literatürünü okuyan aklı başında hiç kimse bu aşıyı yaptırmaz."


"Doktorlar bu aşıyı yaptırmam için sürekli baskı yaptı."

"Kanser kelimesi bile korkutucuydu."


"Burada gördüğümüz şey, hareketli gençlerin hayatları tekerlekli sandalyede bitiyordu, hatta bazıları ölüyor ya da intihar ediyordu."


"CDC (ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri) bunu biliyordu.... Gardasil aşısının üreticisi Merck bunu biliyordu..."

Nedir bu HPV aşısı?


Gardasil (HPV aşısı) canlı virus taşımayan bir aşı olup 6 aylık süre içerisinde 3 doz şeklinde uygulanmaktadır. Rahim ağzı kanseri ve genital siğillere neden olan 4 tip viruse karşı yüksek derecede etkin bir aşı olarak kabul edilmektedir.... HPV aşısı 12-26 yaş arasında genç kızlara ve en erken 9 yaş başlangıç olarak yapılabilmektedir. (https://www.florence.com.tr/hpv-asisi)


"CDC bunu biliyordu, Gardasil aşısının üreticisi Merck bunu biliyordu..."


Robert F.Kenndy Jr ; "İnanılmaz derece tehlikeli olan aşı için lisans alabildiler!"

VE Türkiye'de de yapılmakta !!!!!




ENG:

"I had never seen a vaccine cause so much devastation as I had with the HPV vaccines."

"The Gardasil vaccine is among the most injurious of any vaccination that's ever been manufactured in the United States."


"Be it anecdotal or not, way too many cases and complaints of having neurological insults, soon after that vaccine is given, even with the first dose."


Robert F.Kenndy Jr

Founder Children's Health Defense

"Gardasil is probably the single worst mass vaccine that we've ever seen... This vaccine targets millions of pre-teens and teens for whom the risk of dying from cervical cancer is zero.... Nobody in their right mind would ever take this vaccine, if they actually read the clinical literature."


"She pushed my buttons just enough trying to make me feel like a bad mother if I didn't give Caitlin the shot! Like 'Do you want your daughter to get cervical cancer?'... Who wants their child to get cancer?..."


"The word cancer is scary..."


"So what we were seeing was these really high-functioning teenagers ending up in wheelchairs and some of them actually ending up dying or killing themselves."

"The CDC knew about this... Merck, the manufacturer of the Gardasil vaccine knew about this..."


Robert F.Kennedy, Jr. " The entity that is actually performing this study and paying for this study is Merck. Merck got to decide which injuries were being caused by Gardasil and which were just bad coincidences. And because it had that power, it just wrote them, all off as bad coincidences. You can do that when there's no placebo ! Because the injuries they were seeing in the control group, which where the girls were getting aluminum neurotoxins, were identical to the injuries they were getting in the Gardasil group. So they said, well, we don't have to report any of these as vaccine injuries!... They were able to license something that is INSANELY DANGEROUS !"


"The aim is to force everybody to be vaccinated. And the primary reason for that is to get rid of the unvaccinated control group so that nobody can see how healthy unvaccinated children are in comparison with vaccinated children..."

"They're not a source of infection. They're the healthiest children you could ever meet. So this whole notion, as I said of herd immunity, of community immunity, whatever that means, is based upon a complete fabrication. It's a lie..."


"Our media is trying to make people hate unvaccinated families, unvaccinated children. Making you terrified of the measles and the reason of the measles is spreading is those people that aren't using the vaccines. But what's scary is the language. The language to hate children to hate people. To say that they are putting us all at risk."


"We have had multigenerational indoctrination with fear. Because people don't understand that measles is a fever, a cough, a rash, and maybe some diarrhea, in the vast majority of people. And autism really is a disease, because it is something that's permanent, life changing, and lasts a really long time. So would you rather have a cold or a flu, or would we rather have a lifelong travesty, because you're so afraid of getting an infection?


Robert F.Kennedy, Jr : " They're not doing vaccinated versus unvaccinated studies, because they're frightened of the results. If you did a vaccinated versus unvaccinated study, we know what's gonna happen. The entire vaccine program would come into question."


"To see the number of children in these unvaccinated populations that have never even had an ear infection. I mean, I can't imagine that. My son was walking ear infection! All we did was toss antibiotics down his throat in order to keep the ear infection at bay. And now you have these children who are unvaccinated and the significant large, large proportion of them have never, never seen an ear infection." (His son had autisme after MMR vaccine, and he is a Dr. in healthcare)


"Now that I've seen so much of it, and seen so many vaccinated/unvaccinated family members with the same thread, It's undeniable that an unvaccinated child's immune system is going to be that much more functional, that their brains actually function better. And when you understand how vaccines work, and what the components of vaccines, including aluminum and all of the inflammation do to anybody, no matter what your age, it makes complete sense that in the long run that child's going to be much more functional, and much healthier, and able to do battle against any disease that comes along, the ajority of which have no matching vaccine."


"When you get out into the population and you start to meet people who, because they've heard of our stories, have not vaccinated their children and you see these wonderful, healthy, happy, robust children, then it just makes all the difference in the world."


"And these are the children that actually now we need to protect above all others, and not force them to be vaccinated by rule of law,  but to protect them because they're going to be looking after the damaged children in the future."

"There's no question about what we saw, what we all collectively saw was the same thing. Health, health, health, which the unvaccinated; injury, injury, injury with the vaccinated. Same story."


"It's no like we're gaining anything by speaking out, you know. Losing friends and family members, people won't talk to us, you're getting kicked out of mommy groups, you're getting kicked out of doctor's offices.. It's not to our benefit to speak out, but if my story or if any of our stories will help save one child from being injured or dying, then it's worth it. Because you can't walk away from something like this, and know the truth and not say anything. You can't..."

"You are not alone..."


"What have we done to all these people? We've taken their lives as they should have been. We've destroyed the brains of countless people around the world..."

"It can change and it will change, and we will win this battle if that's what it is. and we will win it through the parents' stories. We will win it through the parents telling their truth, we will win it through the doctors and nurses standing up and saying 'This is what I know to be true'..."


"If I had seen that vaccines can cause injury, outside of autism, injury beyond belief, If I heard that the doctors, the medical professionals had no training in vaccines, and if I had seen the health of the unvaccinated, there is no way I would have feared measles, mumps, rubella, chicken pox, all these things, that we vaccinate our children for. I wouldn't have feared them." (mother of a boy which have autisme after the MMR vaccine)


"And we'll look back at this experience in 10 years' time and we'll say, 'what were they thinking?'..."

"That vaccine has to go!...."


The Vaxxed Bus: "To date, there are 7.044 names signed on the bus. The Vaxxed team toured 45 states in the USA, and visited Canada, England, Scotland, Ireland, Australia and New Zealand. Everywhere we went, the stories were the same...."



Callers Talk About 'VAXXED: From Cover-up to Catastrophe' / video



Aşı karşıtı değilim, ancak Edward Jenner'dan sonra gelişen aşılama sistemi "güvenli" değil.

Çünkü DNA'ları ile oynandı ve tehlikeli hale geldi!...

Oysa aşılar "güvenli" olmalıydı!

Buna neden olan insanlar sosyopatik, psikopatik şeytani kötü insanlardır!...

Aşıların içinde ne var?

Tüm bunlar ortada iken aşı karşıtı olarak bizi yaftalayanlar asıl sizin hesap vermeniz gerekiyor!...

Sözde salgının sözde aşısına da HAYIR!...

Aşılar mecbur kılınamaz!...

Zaten gribin aşısı da olmaz!...


SB



Dünya, ruh hastası insanlar tarafından yönetiliyor!..