Translate

10 Aralık 2014 Çarşamba

EĞİTİMDE YAZI VE ANADİLİN ÖNEMİ






ALFABE devriminin yapılmaması birçok kişi gibi Ahmet Cevat Emre Bey'i de üzmekteydi. Arap alfabesinin Türk diline uymadığını belirten, kanıtlayan bir dizi yazı yazdı. Vakit gazetesine yolladı, yazılar Ekim 1927'de yayımlanmaya başladı ve dizi Mayıs 1928'e kadar sürdü. Alfabe konusunu sekiz ay gündemde tutacaktı.

Arap yazısını savunan, Türk diline uydurularak sürdürülmesini isteyenler de yok değildi. Bazı tutucu çevreler, çağdaşlaşma konusunda acele edildiğini ileri sürerek Gazi'yi ve hükümeti eleştiriyorlardı. Bu çevrelere göre aceleye hiç gerek yoktu, toplum zaten zamanla gelişirdi. Devrimler, zorlamalar gereksizdi.

"Batı uygarlığı ortaçağdan çıkıp da bugünkü düzeye kaç yılda gelebildi?" diye sordu Muhittin Baha Bey.

"En az üçyüz yılda." diye cevapladı arkadaşı.

Muhuttin Bey öfkeyle hayali eleştiricilere yöneldi ;

"Be insafızlar! Bizim bu kadar bekleyecek vaktimiz, halimiz var mı? Tabii acele edeceğiz. Bunu idrak etmek için zekaya bile ihtiyaç yok. Bunlar Anadolu bir yana, İstanbul'daki kenar mahalleleri bir görmeyen, gördüğünü anlamayan, halkın ilkelliğine razı birtakım ruh tembellerinin düşüncesi."

Ahmet Cevat Emre yazılarını biraraya getirip bir kitapçık olarak yayımlamıştı. Gazi kitapçığı gördü. Hafta sonunda İsmet Paşa'yı KÖŞKE rica etti.

"Bugün alfabe sorununu enine boyuna tartışalım, olumlu olumsuz kesin bir karara varalım. Olur mu?"

Gazi çağdaşlaşma, özellikle de milli egemenlik, demokrasi bakımından okur-yazar bir halk ile bilgisiz bir halk arasındaki büyük derin, tehlikeli farkı somut örneklerle anlattı. Konuşmasını şöyle bitirdi:

"Okuyamayan yazamayan yurttaş olamamış halkla ortaçağı nasıl yeneriz? Cumhuriyeti nasıl koruruz? Sağlıklı bir demokrasiyi nasıl gerçekleştiririz? Derviş Vahdetiler, Ali Kemaller, Damat Feritler, Şeyh Saitler bunları kolayca etkiler, bağnazlığa, hurafelere, yanlışlıklara yönlendirir. Sonuç, Cumhuriyeti bile tehlikeye sokar. Bence artık halka kolay bir okuma-yazma anahtarı vermek zorundayız. Geç bile kaldık"....

Gazi 4 Haziran'da İstanbul'a gidecekti. Gideceği güne kadar her akşam alfabe sorununu görüşen , tartışan, çekişen yazarlar, dilciler, eğitimciler ile birlikte oldu.

Hemen hepsi LAtin harflerinden yararlanarak bir Türkçe alfabe yapmaktan yanaydı ama aralarında görüş farkları bulunuyordu.

Bir kısmı Türkçe alfabede de, Arapçada ve Farsçada bulunan her ses için bir harf bulunması gerektiğini ileri sürüyordu. Çünkü Arapça ve Farsça sözcüklerin ve kuralların, kısacası Osmanlıcanın sürüp gideceğini düşünüyorlardı.

Türkçeciler ise alfabede yalnız Türk dilinde bulunan sesleri karşılayacak harflerin olmasını istiyorlardı.

"Unutmayın, Türkçenin alfabesini yapıyoruz!"

Yoksa yeni alfabe de Türk dilinin alfabesi olmayacaktı. Yeni bir alfabe oluşturmak zor, çetin bir işti.

ALFABE KURULU 20 kadar ülkenin Latin asıllı alfabelerini, harflerini incelemiş, ayrıca Türk dilindeki esas sesleri saptamıştı. Alfabeleri farklıyken sonradan Latin alfabesine dönen hayli millet vardı.

Kurul 41 sayfa tutan bir raporla görüşlerini belirtti. Latin harflerinden yararlanılarak Türk diline uygun 29 harften oluşan kolay, fonetik bir alfabe düzenlenmişlerdi. Raporda alfabeyle ilgili her konuya değiniliyordu.

Falih Rıfkı Atay 1 Ağustos günü raporu Gazi'ye sundu. Gazi raporu dikkatle okuduktan sonra, "Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?" diye sordu.

"Biri beş yıllık kısa, biri onbeş yıllık uzun süreli iki öneri var."

Gazi kesin konuştu: "Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz."

Falih Rıfkı Bey bakakaldı.

"Çocuğum, gazetelerde yarım sütün eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu alıştığı, bildiği yazıyı okuyacaktır. Arada , bir savaş, bir iç kriz, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver'in yazısına dönner. Hemen terk olunuverir."

9 Ağustos'ta İstanbul Halk Partisi örgütünün Sarayburnu parkında:

"Yeni Türk harflerinin çabuk öğrenmelidir. Yeni Türk harflerini her vatandaşa, kadına, erkeğe, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik, milletseverlik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki bir milletin yüzde onu, yirmisi okuma-yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün uygarlık aleminin yanında olduğunu göstercektir."

Yeni Türk harfleri hakkındaki kısa konuşması, gece yarısından sonra yapıldığı için ertesi günkü gazetelere yetişmedi. Ama radyoların haber saatlerinde yer aldı. 11 Ağustos'ta bütün gazeteler konuşmayı yayımladılar. Çoğu yeni alfabeyi de vermişti.

Alfabe Türk dilinin özelliklerine göre düzenlenmiş 29 harften oluşuyordu. Türkçede bulunan 8 sesli harfe yer verilmişt. 21 sessiz harf vardı. Yabancı dillerde bulunan ch,sch gibi ikili, üçlü harfler q,x,w gibi Türk dilinde olmayan sesleri temsil eden harfler alfabede bulunmuyordu. Latin esaslı alfabelerin en kolayı, en sadesi, en akla yakınıydı.

20 Ağustos günü Dr.Reşit Galip'in yeni harflerle ilgili yazısı Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. Yazar özetle diyordu ki:

"Milli Mücadele deyimini yalnız askeri hareketler dönemine ait saymak doğru değildir. Lozan barışı, saltanat ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı, mahkemlerin birleştirilmesi, medreselerin, tekkelerin kapatılması, fesin atılması, Türk Medeni Kanunu'nun kabulü, bütün bunlar, Milli Mücadele'nin askeri zaferlerimiz kadar başarılı aşamalarıdır. Eski harflerde dini bir değer ve nitelik görmek isteyenler cahil değilseler, mutlaka azılı gericilerdir. Eski harflerin Mekke'de icat olunmadığını ilkokul çocukları bile bilir."


Millet Mektepleri için dev bir program yapılmıştı. On binden fazla öğretmenin katılması ve pek çok okulun programını bu etkinliğe uydurması gerekmekteydi. Öğretmen sayısı yetişmezse yeni yazıyı öğrenmiş memurlardan yararlanacaktı. Afişler bastırıyor, Millet Mektebi öğrencilerine verilecek defterleri, kalemleri hazırlatıyordu. Alfabe ve okuma kitaplarını bastırmak için kanunun kabulünü bekliyordu.

...Kayseri'de Genç bir gazeteci, Başyaver Rüsuhi Bey'e, dostluk kurmak için "Bu paşalar hiç dinlenmezler mi?" diye sordu. Rüsuhi Bey gülerek, "Dinlenselerdi burası Fransızların sömürgesi, bir Fransız da şimdi size Fransızca alfabeyi öğretiyordu" dedi.

Gazeteci şaşarak baktı: "Anlamadım?"

Gazeteci Sevr Antlaşmasına ek Üçlü anlaşmayı, bu anlaşmaya göre buraların Fransız sömürü bölgesi olarak ayrıldığını bilmiyordu. Rüsuhi Bey kızgınlığını saklayamadı:

"Sevr'i de, onun melun ekini de işte bu Paşalar ve arkadaşları yırtıp attı. Bunu bilmemek ayıptır arkadaş!"





Cumhuriyet 2.kitap - Turgut ÖZAKMAN



dipnot:
Türkçe ve Arapça iki ayrı dil ailesinden gelmektedir. Ses yapılarında uyumsuzluk vardır. Türk dilinde sekiz sesli harf, Osmanlıca alfabede üç sesli harf bulunuyor. (Üç sesli harfin ikisi hem sesli, hem sessizdir ; v ve y. Arap alfabesi demek yanlış oluyor. Çünkü alfabede Arap alfabesinde bulunmayan, sonradan eklenmiş p, ç , j gibi harfler de bulunmaktaydı. O nedenle Osmanlıca alfabe diyorum ) Arapça silabik (heceye dayalı) bir dildir, sözcükler kalıp halinde yazılır; Türk dili vokaliktir, bütün harfler sesli harfler ile okunur.

Osmanlıca alfabe ile gl diye yazılan gel, kel, kil, gil, gül, göl diye okunur.
Tereddüt trdd diye, Türk trk diye yazılıyordu.

Osmanlıca alfabeyle okumayı öğrenmek zordu, yazmak daha zordu. Bu alfabe ile kitap, gazete dizilen bir basımevindeki harf kasalarında 520-618 farklı işaret bulunuyordu. İyi bir dizgicinin yetişmesi 12 yıl alıyordu.

Yeni Türk alfabesi ile çocuklar 3 ayda okuyor, 5-6 ayda her duydukları sözcüğü yazıya geçirebiliyorlar. Kısacası bu kadar zamanda okur-yazar olabiliyorlar. Oysa bu sonuç, Osmanlıca alfabe ile uzun yıllar istiyordu. Yine de birçok aydın yazım yanlışı yapıyordu. Bilgisizlikten değil, anadile aykırı bir alfabe ile yazdıkları için.

*Türk, Arap harflerinin Türk diksiyonuna aykırı seslerini kendi diline uydurmuştur. Arapça sözcükleri Arap gibi söylemek softa ağzında kalmıştır.

* Osmanlıca alfabe ile Türk dili arasındaki ayrkırılıklar için Prof.Dr.Zeynep Korkmaz, Türk Dili Dergisi "Harf İnkılabı" sayı 563, Kasım 1998





//




Atatürk, 1928’de Yeni Türk Harflerinin kabul edilmesinin ardından Millet Mekteplerini açtırmıştır. Ülke genelinde toplam 54.050 Millet Mektebi açılmıştır. Bunun 18.589’u şehirlerde, 35.461’i köylerdedir.

Bu okullarda toplam 46.000 öğretmen görev almıştır. 1929-1934 arasındaki 5 yıl içinde Millet Mekteplerine devam eden 2.305.924 kişiden 1.124.926 kişi yeni yazıyı öğrenip diploma almıştır.
Millet Mektepleri’nde 1929-1936 tarihleri arasında ise 2.546.051 kişi yeni yazıyı öğrenerek diploma almıştır.

Millet Mekteplerinde hiç okuma yazma bilmeyen 458.000 köylü kadından 152.968’ine okur-yazarlık belgesi verilmiştir.

Türkiye’de 1927 yılında okuma-yazma oranı erkeklerde % 7 kadınlarda % 04 iken, Harf devriminden 7 yıl sonra, 1935 nüfus sayımına göre (toplam 17 milyon) okur-yazarlık oranı % 19.2’ye yükselmiştir. Bu oran, Harf devrimi öncesinin neredeyse iki katıdır.

Okuma-yazma oranı sürekli artarak 1940-41’de % 22,4’e yükselmiştir.
Neresinden bakılırsa bakılsın bu artış bir dünya rekorudur.

1940’ların ortalarına kadar 7000 köye okul götürülmüştür. Atatürk döneminde okul ve öğrenci sayılarında büyük bir artış görülmüştür.

1924-1936 yılları arasında ki 12 yılda ilkokul sayısı % 25’lik bir artışla 4.894’ten 6.112’ye çıkmış; 1936-1946 yılları arasındaki 10 yılda ise bu sayı % 146’lık bir artışla 6.112’den 15.009’a çıkmıştır. Öğrenci sayısındaki artış ise ilk dönemde % 92, ikinci dönemde ise % 114’tür.

İsmail Hakkı Tonguç’un verdiği bilgilere göre bu ikinci dönemde asıl artış köylerde olmuştur. Bu dönemde okul sayısındaki artış % 185, öğrenci sayısındaki artış ise % 119’dur.

Atatürk, tekkeleri, zaviyeleri ve türbeleri kapatarak, tarikatlara son vererek, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve din istismarıyla mücadele ederek, hurafelerin bataklığında debelenen bir topluma “gerçek dini” göstermek için çok ciddi adımlar atmıştır. Softalıkla, yobazlıkla mücadele etmiştir. Dine ve dindara değil, dinciye ve din oyunu aktörlerine karşı gelmiştir.

Halkın dini gerçekleri hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan anlaması için kutsal kitap Kuran-ı Kerim’i ve sağlam hadis kaynaklarını Türkçeye tercüme ettirmiştir. Bu iş için TBMM özel bir bütçe ayırmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kuran tefsir ve tercümesini ve Buhari’nin Hadis Kaynağını on binlerce takım bastırarak ülkenin dört bir yanına ücretsiz olarak dağıttırmıştır.

1924 yılından 1950 yılına kadar 352.000 takım dini kitap bastırılmış ve yurdun en ücra köşelerine kadar dağıtılmıştır. Bu kitapların dağılımı şöyledir: 45.000 adet Kuran-ı Kerim tercüme ve tefsiri (19’ar cilt), 60.000 adet Buhari Hadisleri tercüme ve izahı (12’şer cilt), 247.000 adet din kültürü eserleri…

Şeri bir imparatorluk olarak bilinen Osmanlı’da 1400 ile 1730 yılları arasında, yani yaklaşık 300 yıllık bir dönemde telif olarak 14 tefsir, 48 fıkıh, 25 akit ve kelam, 11 ahlak, 44 değişik konular ve sadece 1 tane de hadisle ilgili kitap yazılmıştır.

Yani Osmanlı’da yaklaşık 300 yıl boyunca din içerikli toplam 143 eser yazılmıştır.

Görüldüğü gibi kimilerince “dinsizlikle” suçlanan genç Cumhuriyet’in dini konularda ortaya koyduğu eser sayısı “dindar” diye adlandırılan Osmanlı’da 300 yılda ortaya koyulan eser sayısından katbekat fazladır:

300 yılda sadece 143 dini esere karşılık, 25 yılda 352.000 takım dini eser…

Kimin gerçekten daha dindar olduğuna siz karar verin!... (Bu bilgilerin ayrıntılarına ulaşmak için bkz. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, 4.bas, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2012)




Sinan Meydan




Sinan Meydan'dan El Cevap








Prof.Dr. Firudin AĞASIOĞLU-CELİLOV -  ETRÜSK-TÜRK BAĞI






Naim H.ONAT TÜRKÇE - ARAPÇA KARŞILAŞTIRMALAR 
ve 
Elşad Alili - AKADÇA-TÜRKÇE KARŞILAŞTIRMASI






//



Fazladan din dersi, seçmeli (İHL nde teneffüste bile zorunlu) Arapça dersleri ve Osmanlıca...Gelecek neslin eğitimsiz kalması, araplaştırılması, dini yalan yanlış aktarıp yobazlaştırılması, uygarlıktan uzaklaştırılması ve geriletilmesi, 20 yıl sonrası için atılan tohumdur.

18 yaş altı eğitimde evrensel olan Fen veya Matematik dersleri gibi, Arapça ve Osmanlıca dersleri gerekli değildir, arzu eden akademik olarak bu dersleri üniversitede alır. Din eğitimine gelince, bu aileye kalmış bir meseledir, ki dinde zorlama yoktur.

Bizi bunlarla meşgul ederlerken , bir rapor yayınlandı. "Türkiye 64 ülke arasında matematik, fen ve okumada 42.sırada yerini aldı.... " Zamanında mühendis ihraç ederken, şimdi amele bile ithal ediyoruz.

1945'ten bu yana Türkiye'yi, Ortadoğu İslam Birliği Önderliği'ne, Osmanlıcılığa, İslamcılığa yöneltenler, Türk-Kürt federasyonuna sürükleyenler, PKK'ya İslamcılık önerenler, Yahudi-Hıristiyan Birliği mirasçıları ve liderleri hep BATI ve onların KUKLALARIDIR.





Türkiye'nin Siyasi İntiharı, Yeni-Osmanlı Tuzağı 
Cengiz Özakıncı 




"LİDER" OLMA ARZUSUYLA YANIP TUTUŞAN,
BOŞ HAYALLER PEŞİNDE KOŞANLARA.....
BIRAKIN BU KAFAYLA CAMİYE İMAM OLMAYI, 
"ADAM" BİLE OLAMAZSINIZ "ADAM" !
SB.

___________________