Translate

27 Eylül 2017 Çarşamba

Irak - İngiltere - Türkiye





"Kendi ulusal kimlik duygularına sahip olmayan Kürtlerin...."
"İngilizlerin 1918 yılından beri ulusal kimlik duygusu aşılamaya çalıştıkları..."



* Irak Meclisi yeni yasayı 18 Ocak 1926 tarihinde onayladı.

- Yeni yasa, Yasin Paşa'nın başında bulunduğu Halk Partisi'nin bütün engelleme çabalarına karşın, 58 kabul oyuyla Irak Meclisi'nden geçti. Bu sayı, önceki antlaşmanın onaylandığı 10 Haziran 1924 tarihli kritik oylamada ulaşılan 37 kabul oyunun hayli üzerindeydi.


* Yasa, İngiliz Avam Kamarası'nda 18 Şubat 1926 tarihinde görüşülerek kabul edildi. İngiliz hükümeti, 23 Şubat'ta yeni antlaşmayı Millet Cemiyeti'ne iletti; 2 Mart 1926 tarihinde de, kendisinden istenen koşulları yerine getirdiğini belirten bir yazıyla ve gereğinin yapılması istemiyle örgüte başvurdu. Başvuru yazısının ekinde, Bağdat'taki İngiliz Yüksek Komiser Vekili B.H.Bourdilon ile Irak Başbakanı Abdulmuhsin es-Sadun'un imzalarını taşıyan ve Kürtlere tanınmış olan hakların kapsamını gösteren bir andırı yer alıyordu.

- Bourdillon ile Sa'dun'un ortak andırısında, İngiltere Sömürgeler Bakanı Leo Amery'nin 13 Eylül 1925 tarihli Konsey toplantısında yaptığı ve Kürtlerle ilgili koşulun, mevcut yönetim sistemi içinde zaten büyük ölçüde karşılandığını vurgulayan konuşmasına dikkat çekiliyordu. 

Bu bağlamda, Kürt bölgelerinde Maliye ve İçişleri Bakanlıkları adına görev yapan toplam 57 yönetim memurundan 43'ünün Adalet Bakanlığı adına görev yapan 13 yargıç ve başkatipten 10'unun Kürt olduğu; mahkemelerde davaların Kürtçe görüldüğü; ayrıca Süleymaniye ve Köysancak'ta kayıtların da Kürtçe tutulduğu belirtilmekteydi. Öte yandan, Kürt bölgelerindeki vakıflar, posta ve telgraf, kamu, adalet, sulama hizmetleri ile gümrüklerde ve Tarım Bakanlığı'na bağlı birimlerde çalışan 55 görevliden 38'i Kürt'tü. 20 senatörden 2'si, 88 milletvekilinden 14'ü Kürt'tü. Ayrıca, Maliye Bakanı ile İletişim-Hizmetler Bakanı da Kürt'tü. Kürtler Irak nüfusunun yüzde 17'sini oluşturmaktaydılar (ekte) ; polis gücünün yüzde 24'ü, ordunun yüzde 14'ü, demiryolu çalışanlarının yüzde 23'ü Kürt'tü. Her üç alanda görev yapan toplam 20 bin kişiden 4 bini Kürt'tü.

Kürt bölgelerinde toplam 25 okul vardı. Bunların 5'i Hıristiyan okuluydu; eğitim dili Keldanice ve Arapçaydı. Diğer 20 okulun 16'sında Kürtçe eğitim yapılmaktaydı; 4 okulda ise Hıristiyan ve Kürtler birlikte eğitim göremekteydiler ve bu okullarda eğitim dili olarak Arapça ve Kürtçe birlikte kullanılmaktaydı. Söz konusu okullarda görev yapan 52 okul müdüründen 44'ü Kürt, diğer 8'i ise Arap'tı ama Arap müdürler de Kürtçe biliyordu.

Savaştan önce Kürt dili ne resmi ne de özel yazışmalarda kullanılmazken, İngiliz görevlilerinin çabalarıyla Kürtçe yazının oluşması ve bunun bir iletşim aracına dönüşmesi sağlanmıştı. Daha önce yazı dili olarak Farsça, Türkçe ve Arapça kullanılıyordu. Vilayet genelinde Arapça ve Türkçe hala yaygın biçimde kullanılıyordu. Ancak, yoğun çabalar sayesinde Kürtçe'nin yazı dili olarak Erbil'e değin yaygınlaşması sağlanmıştı. Süleymaniye'de Kürtçe gazeteler bile çıkarılıyordu. Yönetim, Kürtçenin yaygın biçimde kullanılmasına izin vermekle kalmamakta; bunu teşvik de etmekteydi.

Andırıda Türklerden ve Türkçenin eğitim ve yazışmalarda kullanılmasından hiç söz edilmemekte, hatta mevcut kullanımın sınırlandırılmasına ve giderek tasfiyesine çalışıldığı da gizlenmemektedir. Kısacası, Musul Vilayeti'nde Türklere ve Türkçeye yönelik olarak kapsamlı bir yok etme politikası uygulanmaktadır.

* Milletler Cemiyeti Konseyi, 11 Mart 1926'da yeni antlaşmayı onayladı. Böylece Konsey'in 16 Aralık 1925 tarihli kararı resmen geçerlik kazanmış oldu. Öte yandan, İngiliz hükümeti, 19 Ocak 1926'da Irak'taki iki İngiliz piyade taburunun ülkeden ayrılma hazırlıklarına başlamasını kararlaştırdı. 3 Şubat'ta ise hazırlıkların sürmesini ama ayrılma işlemin geciktirilmesini karara bağladı. Bu arada, İmparatorluk Savunma Komitesi'ne konuyu değerlendirmesi ve Türk tarafının eylemlerini daha yakından izlemesi talimatını verdi.


İhsan Şerif Kaymaz
MUSUL SORUNU; Emperyalizm ve Kürtler
(dipnotlarla beraber syf.532-533)- Kaynak Yayınları






EK: 


Bilimsel ölçütle ve uluslararası kabulle, bir ülkenin etnik yapısının 'mozaik' olarak tanımlanabilmesi için 2 şartın birlikte var olması gerekir. Bu şartlardan biri, 'etnik çeşitlilik', diğeri, ülkeleri etnik grupların toplam nüfusunun, ülke nüfusunun %35'ini oluşturmasıdır. Etnik çeşitlilik, ülkede, genel etnik yapıyı etkileyen büyüklükte 'anlamlı' bir nüfusa sahip 'çok sayıda' grubun var olmasıdır. Bu gruplar 'asli' gruplar olarak tanımlanır. Ülkenin etnik yapısını değerlendirmede, nüfus olarak belirleyici bir etkisi olmayan 'küçük' nüfuslu gruplar, 'tali' gruplar kabul edilir ve topluca diğerleri olarak değerlendirilir.

Bu ölçütle, tüm resmi tespitler ve bilimsel veriler ortalamasıyla, bugün, Türkiye'de, 'yüzde' oranıyla 'anlamlı' büyüklükte nüfusa sahip kabul edilebilecek gruplar, yaklaşık %7 nüfus oranıyla Kürtler, bir ölçüde, %1 nüfus oranıyla Araplar ve yine %1 nüfus oranıyla Zazalardır.

Bunlar dışındaki gruplardan Çerkeslerin nüfusu yaklaşık %0.4 ve Lazların nüfusu yaklaşık %0.27'dir. Diğer grupların toplam nüfusu yaklaşık %0.4'tür (bindedört).

Bu oranlarla değerlendirildiğinde, bugün nüfusu yaklaşık 74 milyon kabul edilen Türkiye'de, etnik grupların nüfusları ve bu nüfusların oransal dağılımı yaklaşık olarak aşağıdaki gibi tespit edilmektedir;

Gruplar Nüfus Oranı (%) 
Türkler 66.650.000 yüzde 90.00. 
Kürtler 5.000.000 yüzde 6.76. 
Zazalar; 800.000 yüzde 1.08. 
Araplar 800.000 yüzde 1.08. 
Çerkesler 300.000 yüzde 0.40. 
Lazlar 200.000 yüzde 0.27. 
Diğer; 300.000 yüzde 0.41. Diğerleri içindeki Ermenilerin nüfusu 60.000, Yahudilerin nüfusu 25.000, Rumların nüfusu 1.800'dür.

Başta da belirttiğimiz gibi bir ülkenin etnik yapısının mozaik olarak tanımlanabilmesi için, toplam etnik nüfusun ülke nüfusunun en az %35'ini oluşturması gerekir.

Yani... Türkiye bir mozaik değildir! Adeta açık arttırmaya çıkartılan etnik guruplar 47 olarak açıklanmış, daha sonraki dönemlerde 27, 36 ve 54 gibi gerçekten uzak rakamlarla abartılmış, bugün ise bu sayı 27’e düşürülmüştür. Ayrıca bahsedilen azınlıkların 16'sı Türk'tür. Soyları bir olan bir millet nasıl 16 parçaya bölünerek azınlık denilebilir ki?


Ali Tayyar Önder 
'Türkiye'nin Etnik Yapısı' - 2005




*SB:  Bugün için Suriyeli "sığınmacı" ve "mülteci"ler ile nüfus yapımız ne durumdadır? Bir 30 yıl sonra nasıl olacaktır? Körfez Savaşı sonrası Türkiye'ye "sığınıp" vatandaşlık hakkı alan 450 bin Kürt "mülteci" bugün kaç milyon olmuştur? Bu "mülteciler" bu son 30 yılda ne yapmış, hangi taleplerde bulunmuştur?

Mülteci ; Ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terkedip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından 'kabul' edilen kişidir.

Sığınmacı ; Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini terkeden ve henüz sığınma talebi, kaçtığı ülkenin yetkilileri tarafından 'soruşturma' safhasında olan kişidir. İskan Kanunu Madde3/3'e göre "Türkiye'de yerleşmek maksadıyla olmayıp bir zaruret ilcasıyla muvakkat oturmak üzere sığınanlara sığınmacı denir".



***


"Türk tarihinin her döneminde çok büyük kahramanlıklar yaşanmış olmakla birlikte, ne yazık ki “ihanet” sözcüğünün anlamını zorlayan yüz kızartıcı davranışlara da tanık olunmuştur. Kale komutanının savunmakla görevli olduğu kaleyi para karşılığı düşmana satması, donanma komutanının başında bulunduğu donanmayı kaçırıp düşmana teslim etmesi, bir kısım halkın ülke topraklarını işgal eden düşman güçleriyle birlikte hareket etmesi ya da barış zamanında bir kısım insanımızın kendi ülkeleri aleyhine yabancılarla işbirliği yapması gibi olaylara bizim tarihimizde dönem dönem rastlanmıştır. Bunlar, “ihanet” kapsamına giren davranışlar olarak nitelense de, en azından münferit olaylardır. Daha acısı ve sindirilmesi zor olanı, “ihanet” kapsamında değerlendirilebilecek davranışların bizzat resmi hükümet eliyle örgütlenmesi, devlet kurumlarının bu tür davranışlara alet edilmesi ve ülke ’aydın “larının bu tür eylemlerin içinde fiilen yer ve rol almalarıdır."


Doç. Dr. İhsan Şerif Kaymaz
Arslan Tekin ,11.04.2013,"Tarihimizdeki İşbirlikçiler" yazı dizisi 5.


***


İngilizlerin alfabesini icat ettiği; İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların kendilerine bayrak hediye ettiği; Fransızların sırtlarını okşadığı; Fransanın Rusyanın tarih yazmanlığını yaptığı; 'müttefik görünümündeki düşmanlarımızın' bir yandan etrafa dinamitçi-barış Nobelleri verip, diğer yandan 'müttefiğimin düşmanı dostumdur' diyerek silah ve para yardımı yapıp eğittiği; İsveçin kucaklaştığı; İsrailin seviştiği; birbirlerini sırtlarından bıçakladıkları halde Ermenilerle canciğer olan ; içimizdeki hainlerin destekleyip, nayır nolamaz diyerek yan cebime koy tiriplerine girdiği; 250 yıllık olup, dünyanın dört bir yanından gelen değişik etnik ve milletten olan ve Yerlilerin ülkesini işgal edip soykırım yapan, 1861-1865 te eyaletlerin ayrılmak istemesi sebebiyle iç-savaş yaşayan ve kendilerine ne münasebet ayrılamazsınız diyerek başkalarını böldüren, ticaretini yapmasa da köleliği ancak 1964'te zenci-beyaz ayrımına son veren ki hala klu-kluxçuları var, uydurulmuş 'Amerikalı' etniği gibi; "karışık" uydurma bir etnik olarak ortaya çıkanlar, özgürleştiklerini sanıyorlar... Halbuki, herkes birbirine girecek... SB




ilgili:
Sadun KÖPRÜLÜ
Türkmen Aile, Aşiret, Oymakları, Boyları, Kolları Araştırması! 
(1) ve (2)




7 Eylül 2017 Perşembe

Ege'de Yunan Zulmü ve 9 Eylül




İzmir'in işgalinden cesaret alan 800 kadar yerli Rum çetesi, İzmir'in işgalinden bir gün sonra, ı6 Mayıs sabahı Urla yarımadasındaki Türk köylerine saldırdılar. Köylüleri katletiler. Mallarını yağmaladılar. Bu eşkiyaların Urla'nın Müslüman mahallelerini kuşatmaları üzerine 173. Türk Alayı'nın ı8 kadar olan askeri, Alay Komutanı Kazım Bey'in emriyle harekete geçti. böylece Türk Ordusu mütareke hükümlerine rağmen ilk kez kurşun atıyordu. Fakat Urla da çarpışmalar başlayınca bir Yunan savaş gemisi karaya asker çıkardı. İskeledeki silah deposu işgal edildi. Yunan Ordusu ertesi gün Urla'daki kuvvetlerini takviye için karaya asker çıkardı. 

Atatürk'ün Samsun'a çıktığı günlerde böyle bir tablo vardı. Anadolu'da. İngilizler işgal ettikleri Güney vilayetlerinde halkın elindeki silahları toplarken, Fransızlar Adana'da Ermenilere silah dağıtıyorlardı. ...

Yunan kuvvetleri Simav'a da davetli olarak gelmişlerdir. Davetiyenin alhnda Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin Simav İlçe Başkanı Ağdacızade Hafız Kamil Efendi ile eşraftan Hacı Arif Efendi'nin imzası vardır! Düşman ordusunun önüne düşüp, kendi kasabalarını işgale getirmekten sıkılmayan bu iki soysuzdan Hafız Kamil Efendi'nin baldızı Servet Hanım'la bacanağı Sami Bey'in bazı akrabaları da bilahare evlerine İtalyan bayrağı çekeceklerdir! 

Bu ihanetlere mukabil Simav'da Kuva-yı Milliye'yi örgütleyen Belediye Başkanı Etrakoğlu Ahmet Efendi Girit'e sürgün edilecektir! Etrakoğlu demek, Arapça Türkoğlu demektir. Bu Türkoğlu Ahmet Efendi sürgünden döndükten sonra diyecektir ki:

". .. Simav'a Yunan birlikleri girdiğinde bayram yapanlar da kurtuluştan sonra Cumhuriyet bayramım kutlayanlar da aynı kişilerdir!"

Yunan askerleri 25 Mayıs'ta Manisa'ya girerler. Düşmanın eline geçmemesi için şehir dışına çıkarılmış olan 60 top geri getirilerek Yunanlılara verilir. Yunanlılar depolardaki silahlara elkoyarlar. Yunan ajanı Misailidis, işgalden bir gün önce Mutasarrıf Hüseyin Hüsnü Bey'i ziyaret ederek direnilmemesi konusunda onu ikna etmiştir. Yunan taraftarı eylem ve söylemlerinden dolayı halkın Hüsnüyadis adını verdiği bu işbirlikçi Mutasarrıf, Yunan kuvvetlerine karşı konulmaması için halka çağrıda bulunur. Manisa'yı bir tek mermi atılmadan düşmana teslim eden Hüsnüyadis, tıpkı Kırkağaç'ın işbirlikçi kaymakamı Şerif Bey gibi Yunan Ordusu ile birlikte şehri terk edecek, Paraskevula adında bir Rum kızıyla evlenip, Aya Triyada Kilisesi'nde vaftiz edilip Hıristiyan olacaktır.

Tıpkı İzmir'in işgalinde olduğu gibi Manisa'nın işgalinde de Ermeniler Yunan Ordusu'na destek vermişlerdir! Ermeni komitelerinin başkanları ve ileri gelenleri olan Despot Tiryat, Avukat Agop Papazoğlu, Gabriyel vs. gibi kimseler Manisa'nın işgali sırasında düşmanla birlikte hareket etmişlerdir.

23 Mayıs 1919'da Bandırma'dan hareket eden Albay Bekir Sami Bey, Balıkesir'e geldiğinde istasyonun baştanbaşa Yunan bayraklarıyla donatılmış olduğunu görür. Demiryolu memurlarının hepsi Yunan üniforması giymişlerdir. Bekir Sami Bey'in yaveri Yüzbaşı Selahattin, hatıratında Yunanlılar'ın Akhisar'a girişi münasebeti ile zafer takları kurulduğundan, düşman askerlerine kurban edilecek koyunların bile Yunan milli renklerine boyandığından bahsetmektedir! ...

Teslim olmak, kurtulmak demek değildir. Aksine teslim olmak, akla, hayale gelmez felaketlere peşinen razı olmak demektir. Bu felaket, başta Menemen ve Manisa olmak üzere birçok il ve ilçemizde yaşanmıştır. Ve bakınız neler olmuştur:

17 Haziran'da Bergama'ya saldıran düşman, halkın şiddetle karşı koyması üzerine geri çekilmek zorunda kalır. Fakat 20 Haziran'da kuvvetlerini takviye ederek kasabayı işgal eder. Vahşet, cinayet, yağma ve ırza tecavüzler sebebi ile 50 bin kişi perişan bir şekilde mülteci durumuna düşer.

Kasabanın böyle bir felakete maruz kalmasından korkan ve esasen yüreksiz bir adam olduğu anlaşılan Kaymakam Kemal Bey, Misailidis adındaki Yunan casusunun telkinleriyle 21 Mayıs'ta birtek mermi atmadan Menemen'i düşmana teslim eder. Yunan birlikleri birçok yerli Rum çeteleriyle beraber Menemen'e girerler. Kaymakam kendisini ve Menemen halkını kurtardığım zannetmektedir. Fakat Yunanlı komutanlar 17 Haziran'da Bergama'da uğradıkları mağlubiyetin acısını Menemen'den çıkarmak isterler. Bunun için birçok yerde başarı ile uyguladıkları bir imha planı yaparlar.

Karanlık bastırıp, herkes evine çekilince izci teşkilatlarına mensup yerli Rum gençleri Hıristiyan dükkanlarının üzerine haç işareti çizerler. Yerli Rumlar'a silah dağıtılır. Şehrin hakim mevkilerine makinalı tüfekler yerleştirilir. Yunanlı komutanlar, Şeyh Sükuti adında birini Belediye Başkanlığı'na tayin etmişlerdir. Bu 'Şeyh Sükuti Şam'lı bir Dürzi'dir. Komutanlar 1918'de Şam'da İngiliz casusu Lawrens'le görüştüğü söylenen Şeyh Sükuti'den işgale direnme ihtimali bulunanlara dair bir liste hazırlamasını isterler. Sükuti listeyi tanzim edip düşman subaylarına verir.

Düşman askerleri önce Hükumet Konağı'nı basarlar, memleketi Yunan'a teslim eden sersem kaymakamla birlikte altı jandarmamız katledilir. Katledilenlerin cenazelerinin defnine izin verilmez. Sükuti'nin listesini bildirdiği milliyetçilerin çoğu öldürülür.  Servet sahiplerinin malları yağmaya uğrar. Evleri basıp, kadınların namusuna tecavüz ederler.Yunan askerleri Türk çocuklarını süngülere takarak gezdirmek suretiyle şenlik yapıp, zaferlerini kutlarlar.

Ertesi günkü olayları Celal Bayar söyle nakletmektedir:

". .. Ertesi gün Yunan erleri, yerli Rumlar Hükumet önünde, çarşıda ve mahallelerde birçok Türk'ü imha etti Kaçanoğlu Bağı'nın yanındaki çukurla şose üzerinde Hafız Baki Efendi'nin katibinin bağları arasındaki büyük çukur öldürülen Türkler'in cesetleri ile dolu bir hale geldi. Şehit edilen Türkler'den bir kısmı Yediz Köprüsü başında nehre atıldı! ... Kız Kuyusu'nda ve Çerkez Mahallesi'nde şehit edilenlerin sayısı yüzleri aşmıştır. Salhane civarında Kovacı denilen yerde Türk cesetleri yakılmak suretiyle imha edildi. Yıkıkdeğirmen Tepesi'nde birçok Türk cesedinin gömülü olduğu görüldüf.''

Menemen'de yerli Rumların temin ettiği yirmi araba ile öldürülen Türkler'in cesetleri şehir dışına çıkarılmıştır. İki gün mütemadiyen defin işleri ile uğraşılmıştır. Birçok çukurda ceset çıkarılmış, birçok Türk'ün yakılarak öldürüldüğü tespit edilmiştir. Çocukların kılıçtan geçirildiğini görenler vardır.

Özetlersek, kasaba hiçbir direniş göstermeden teslim olduğu halde iki-üç gün içinde 1017 Türk katledilmiş, tecavüze uğrayan kadınların parçalanmış cesetleri sokaklara atılmıştır!


Yunan vahşetine maruz kalmamak için 57. Tümen Komutanı'nın dağıtmak istediği silahları dahi reddederek teslim olan Aydın'da da benzer facialar yaşanmıştır. Türk ve Rum ileri gelenlerin İzmir'e kadar giderek Komutan Zafiriu ile görüşüp işgal kuvvetlerini Aydın'a davet ettikleri halde şehir ateşe verilmiş tüyler ürpertici vahşet sahneleri yaşanmıştır.

Faciadan önce Muğla'ya kaçan Defter-i Hakani Müdürü, ıo Temmuz'da gönderdiği raporda Aydın'daki vahşeti şöyle özetlemiştir:

". .. Facianın devam ettiği üç gün zarfında hiç kimsenin evinden çıkması mümkün olmadığından kuyud-u tasarrufiyenin emniyet altına aldırılması kabil değildir. Aydın mutasarrifı ile yüksek memurlardan bir kısmı nezaret altına aldırılarak, sonradan memleket eşrafından çoğu ile beraber gözleri oyulmuş, cesetleri parça parça edilmek sureti ile katledilmişlerdir. Aydın Hükumet Konağı ve kasaba karniden yakılmış, ahaliden çoğu şehit olmuştur!'

Bir arşiv belgesinde Yunan askerlerinin Aziziye İstasyonu'ndaki 130 Türk'ü trenden indirdikleri, kadınlara kocalarının gözü önünde tecavüz ettikten sonra, kadın ve çocuk ayrımı yapmadan öldürdükleri Türkleri kuyulara attıkları anlatılmaktadır.

Evlere zorla girilmiş, kadınlara "fiil-i şeni" icra edilmiş, çocuklar katledilmiştir. Suyu kesilen Müslüman mahalleleri ateşe verilmiştir, yangından kaçmak isteyenlerin üzerine yüksek yerlere yerleştirilen makinalı tüfeklerle ateş açılmış, hatta top kullanılmıştır. Türk köy ve kasabaları yakılmış, kaçamayan kadın, çocuk ve yaşlılar katlediliniş, kaçanlar İtalyan işgali altındaki dağlara iltica etmişlerdir. Ve bütün bu katliamlara heryerde olduğu gibi yerli Rumlar da katılmışlardır.

Rumlar ve Yunanlılar öyle vahşice saldırmışlardır ki, Karapınar'dan Arnavutzade Mustafa Dayı parça parça edilerek öldürülmüş, Karabağlı İsmail Çavuş'un gözleri oyulup, elleri kesilmiştir.

Nazilli'de Müslüman evlerine zorla girilmiş, kadınlara tecavüz ve eşyaları gasp edilmiştir. Evinde silah bulunanlar ya hiçbir soruşturma yapılmadan hapsedilmiş veya kurşuna dizilmiştir.

Germencik'te "sorgulamak bahanesiyle trene bindirilen Müslümanlar hareket sırasında boğazlanıp trenden atılmıştır.  Akhisar'da çiftlikte bulunan Halil Paşa ve beş arkadaşının vücutları ikiye ayrılmış, kulak ve burunları kesilmiş, gözleri oyulmuştur. Gediz Çayı civarındaki köylerden toplanan onbeş kadın öldürülüp nehre atılmıştır. Menderes Nehri'nin kuzeyindeki 60 köy yakılmış, halkı katledilmiştir. Aydın'da, İtalyan komutanların gözü önünde kızlar vahşice öldürülmüştür. Ayasuluk-Aydın-Nazilli arasında bulunan 36 köy ve kasaba yakılıp, yıkılmış, bu köy ve kasabaların halkı yok edilmiştir. Büyük Menderes Nehri'nde binlerce Müslüman cesedi yüzmektedir.

Benzeri bir facia da Söke'de yaşanmıştır. Söke Kaymakam Vekili Halil Bey'in 27 Temmuz 1919 tarihli telgrafında bildirdiğine göre "mütarekenin imzalanmasından sonra Yunanlılar tarafından giydirilip silahlandırılan yerli Rum çeteleri, halkın elinden 10 binden fazla hayvanı zorla almışlardır. Kasaba içinde veya tarlalarda 5oo'den fazla Müslüman kadını öldürmüşlerdir.

Dağa oduna giden kadınlara tecavüz etmişlerdir. Köylüleri katletmişlerdir. İzmir-Nazilli tren yolu hattında bulunan hiçbir Türk köyü katliamdan kurtulamamıştır. Yalnız Söke ve civarında 6 binden fazla çocuk anasız babasız kalmıştır!

Yedi Türk, Söke'nin Kemer Köyü'ndeki Menderes Köprüsü'nde, elleri bağlanıp kesilmiştir. Akhisar'ın Papazlı Köyü yakınlarında Rum çetelerinin baskınına uğrayan Halit Paşa adındaki milis komutanının kesilen başı bir sopaya geçirilip sokaklarda dolaştırılmıştır.

Kısmen ve özetleyerek sunduğumuz bu vahşet tablolarına rağmen Damat Ferit Hükumeti işgal kuvvetlerine karşı konulmaması için ısrarlı genelgeler yayınlamakla kalmamış, milli bir ordu kurup, milli müdafaaya hazırlanmakta olanların da cebren engellenmesini istemiştir. Yunan vahşetini seyretmekle yetinenler, Kuva-yı Milliye'nin örgütleniyor olması sebebiyle Muğla'da sıkıyönetim ilan etmekten sıkılmamışlardır.  

İşte Mustafa Kemal Paşa, Amasya Tamimi'ni yayınladığı günlerde Türkiye böyle bir Türkiye idi.


Necdet Sevinç
İstiklal Harbi'nde Etnik İhanet





* * *




Salih Efe üç gün köyde zor kalmıştı. İzmir’i, Kemal Paşa’yı , Yusuf’u görmek istiyordu…

Salih kalpağını düzeltti,sakalını sıvazladı:
“Ey ahali! Yol verin, koyverin beni, Gazi Paşa’nın elini öpeyim!” diye bağırdı.kalabalık dönüp ona baktı. Yol açtılar.

Salih Efe, kendisini Mustafa Kemal’in önünde buldu. Birdenbire ne yapacağını, ne edeceğini şaşırmıştı. Sakalının tellerine varıncaya dek her yanını bir titremedir aldı. Yüzü bembeyaz olmuştu. Paşa ona gülümseyerek bakıyordu. 

Salih sağ elini,titreyen parmaklarını onun omzuna koydu. Arkasını okşadı: "Mustafa Kemal sen misin?" diyebildi. 

Paşa, genç yüzünü büsbütün aydınlatan bir gülümseme ile karşılık verdi:

- Benim.

Salih Efe kendisini biraz toparlamıştı:

- İyi dövüştün oğul.

Mustafa Kemal karşılık verdi:

- İyi dövüştük baba!


Karakalpaklılar ve Dolu Dizgin
Samim Kocagöz
(not: kitabı tek ciltte toplanmış)













1 Eylül 2017 Cuma

Bir Gün General Olacağız ve O Sarışın Kurt...





Bir Gün Gelecek Biz de General Olacağız


Fehim Paşa ile aynı masada viski içerek geçirdiğimiz gecenin bizim üzerimizde çok menfî bir etkisi oldu. Bir askerden ziyade operet paşalarına daha çok benzeyen bu elma yanaklı general, bu rütbeye nasıl çıkabilmiş, göğsünü süsleyen madalyaları ne gibi bir başarı göstererek kazanmıştı? Ömründe hiç bir savaşa, hattâ çete müsademelerine bile katılmadığı muhakkaktı. Sultanın kötü ve zalim bir âleti olması ona bu mevkii vermişti. Şeref yerine, şan yerine kendi milletinin nefretini kazanmıştı. Namuslu insanları jurnal ederek, ocaklar söndürerek ve müstebit padişahın vehimlerini her gün biraz daha artırarak nişan üstüne nişan, rütbe üstüne rütbe almıştı.


Mustafa Kemal diyordu ki:
— Fuat bir gün gelecek, biz de paşa olacağız. Fakat mesleğimizde şerefle hizmet ederek belki yavaş belki de süratle yükseleceğiz. Rütbelerimizi muharebe meydanlarında kazanacağız, yoksa Fehim gibi, müstebit bir padişaha kul köle olarak değil.


Benim için de ideal terfi ve yükseliş buydu. Tanrıya şükürler olsun, ikimiz de bu yolda yürüyerek kısa fasılalarla yükseldik ve general olduk.


Mustafa Kemal, 1 nisan,1916 da general üniformasını giydi, otuz beş yaşında idi. 16. Kolordunun kumandasını üzerine almıştı. Ben o zaman Kafkas cephesinde 5. Tümen Kumandanı idim, rütbem kurmay albaydı. Generalliğini bütün kalbimle ve bütün samimiyetimle tebrik ederek, «Muazzez paşam, paşa kardeşim...» diye başlayan mektubu yazdığım zaman, Harp Akademisi’nin üçüncü sınıfında bana söylediği yukarıdaki sözleri hatırlamıştım.


Ben de arkadaşımın biraz arkasından, 1918 başında otuz altı yaş içinde iken generalliğe yükseldiğim zaman 20. Kolordu Kumandanı idim. Aziz ve büyük arkadaşım Mustafa Kemal’den 29/1/1918 tarihli beni minnettar eden şu samimî ve içten yazılmış tebrik mektubunu aldım.



Kardeşim,

Sina Cephesinde başlayan Filistin Harekât-ı askerîyesinin kan ve heyecanla mâli safhalarında hasbelzarur ref ve def edilemeyen felâketli günlerin tevalisinde ihraz buyurduğunuz cesaret ve kudret-i askerîyeye, resmî ve muhtelif menabiin raporlarına istinaden harekâtı takip sırasında vâkıf oldum.

Bilâhare, gelen zabitandan dahi şifahen malûmat almıştım, en nihayet hidemat-ı âliyenizin mirlivalığa terfiinizle resmen teyid ve ilân edildiğini işitmekle mübahi oldum. Sureti mahsusada tebrik ve bu rütbede dahi vatanımızı istihlâs uğrunda parlak muvaffakiyetlere mazhariyetinizi temenni ederim.

Falkenhayn Paşa ile Sinâ harekâtına dair ilk karar ve tedabirde ve sevk ve idare noktasında anlaşmak ve bugün vâki, o gün için bir kusurdan ibaret olan hakayik-i fecayi-i ri- câl-i devletimize de kabul ettirmek ve ona göre şevki tedabir ve muvaffak olmak mümkün olamaması yüzünden Yedinci Ordu ve ondan sonra verilen İkinci Ordu’yu kabul etmeyip İstanbul’a gelmiş olduğum mesmuu âlileridir. Burada pek aksi olarak rahatsızlıktan baş alamıyorum. Veliahd hazretleriyle Almanya seyahatine yataktan kalkıp gittim. Yirmi gün seyahat esnasında bir şey yok. Tam avdette trende yeniden hastalandım, bir aydır yatmaktayım.

Birinci ve Beşinci Ordular’dan Liman Paşa’mn idaresinde bir grup teşkili takarrür etti. Bana Beşinci veya Esat Paşa ile becayiş suretiyle Birinci Ordu Kumandanlıklarından birini teklif ettiler, fakat icraat teahhur etti.

Bu mektubumu, eski arkadaşım Ordunuz Sıhhiye Reisi Hüseyin Bey’in hareketinden bilistifade yazabiliyorum.

Gözlerinizden öper ve yeni ve inşallah bundan sonra da îngilizlerin ricatlerini müntiç muvaffakiyetlerinizi işitmekle mesut olurum, kardeşim.

Karargâhı Umumiyeye memur Ordu Kumandanı M. Kemal




Ali Fuat Cebesoy , 1967
Sınıf Arkadaşım Atatürk










O Sarışın Kurt


... Süvarilerin doludizgin nal sesleri, ağır topçunun bombardımanı, yerine göre yangın çatırtıları, hücuma kalkan piyadelerin 'Allah Allah' nidaları, Yunan tayyarelerinin uğultusu vs; bütün bunlara, gittikçe yükselen dozda, kurtuluş leitmotivi eşlik etmektedir.


Haritada köklü değişiklik görünüyor: Afyon ve çevresindeki mavi renkler silinerek Türk kuvvetlerini gösteren kırmızı renklere dönüşüyor; ve İzmir istikametindeki ilerleyişlerini sürdürmekteler; birer birer kasabalar, şehirler kurtarılarak, kırmızı halka ile çevrilmektedir. Türk süvarisi, sert ve hızlı, ric'at eden düşman kuvvetlerine saldırıyor; geride, yanan bir köy; yollarda dağılmış kağnılar, insan ve hayvan cesetleri.


At üzerinde, yanında öteki paşalarla cephe hattında muharebe idare eden Gâzi Mustafa Kemal Paşa, eliyle çeşitli yönleri göstererek, emirler veriyor. ..


Sokaklarda ise insan cesetleri, ağır duman ve ahşap evleri kavuran alevler.


1 Eylül 1338 (1922): Uşak kurtarıldı; şehir yanıyor.
4/5 Eylül 1338 (1922): Ordu, Kula ve Alaşehir önlerindedir: Alaşehir yanıyor.
5 Eylül 1338 (1922): Süvari fırkası, Salihli'ye girdi: şehir yanıyor
6 Eylül 1338 (1922) Süvari Kolordusu Milne Hattı'na varıyor. Akhisar ve Aydın kurtarıldı.
7 Eylül 1338 (1922): Aydın kurtarıldı.
8 Eylül 1338 (1922): Manisa ve Nif kurtarıldı. Manisa yanıyor.


Ankara’dan uçan kuşlar,
Afyon yaylasında kışlar,
Biz İzmir’i alacağız,
Kolu sırmalı çavuşlar....


Defne dallarıyla süslenmiş, beş otomobil, birbiri ardınca, Nif yolundan (Kemalpaşa), ağır ağır, İzmir'e giriyor; arabaların iki yanında, kurtuluş ordusunun neferleri yürümekte. ... Tam giriş kavşağında, bir süvari müfrezesi onları karşılıyor. Süvari merasim kıt'ası: En öndeki kumandan, atının üzerinde çakı gibi dimdik, genç bir zabit, müfrezesine kılıç çek kumandasını veriyor. Süvariler, birden kılıçlarını çekiyorlar; bir anda kılıçlar, güneş ışığında parıl parıl parıldıyor; sonra, süvariler merasim nizamında, otomobillerin iki yanına geçiyorlar; Kordonboyu'na doğru yürüyüş bu minval üzere gidecek ...




... Mustafa Kemal Paşa:

"...ve Türk milleti... emniyet ve saadetini zâmin prensiplerle... medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir..."



Attilâ İlhan, 1998
"Gazi Mustafa Kemal Paşa" O Sarışın Kurt