Fransa’nın Anadolu’da Yaptığı Katliamları Gizleme Politikası -2
Gürbüz Evren
Fransızların, İskenderun’a asker çıkarmalarının ardından 11 Aralık 1918 tarihinde Dörtyol’u işgal etmeleriyle birlikte, Urfa, Antep, Maraş, Adana, Mersin’i kapsayan, Niğde sınırındaki Pozantı’ya dayanan bir bölgeye uzanan egemenlik girişimleri Ermenileri cesaretlendirmiş ve harekete geçirmişti. Nisan 1921’de imzalanan Ankara Anlaşması’na kadar bölgede kalan Fransız ordusu içindeki Ermenilerin ve yerel Ermenilerin yüzlerce camiyi yakması, binlerce Türk’ü öldürmesi, topraklarından evlerinden sürmesi, mallarına el koyması kayıtlara geçmiştir. Ermenilere ilk tepkiyi, Türklerin kâfir olduğuna inandırılan ve İslam düşmanlarıyla savaşacakları yalanı anlatılan Fransız ordusundaki Cezayirli ve Senegalli Müslüman askerler vermiştir. Yoğun bir Ermeni nüfusunun bulunduğu Kozan (Sis) çevresindeki Türk köylerinin ateşe verildiğini, camilerin yakıldığını gören Cezayirli ve Senegalliler, isyan etmiş, başlarındaki Fransız komutanların emirlerini dinlemeyerek, Ermenilere ateş açmıştır.
Bu konu, Adana’daki Fransız karargâhında görevli Binbaşı Vincent Beaumont tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na rapor edilmiştir. Binbaşı Beaumont, 24 Mart 1919 tarihli ve 27/231 sayılı raporunda,
“3 Mart’ta Kozan yakınındaki 4 Türk köyüne yerel Ermeni güçlerin yaptığı baskında, çoğunluğu kadın ve çocuk 197 Türk öldürülmüştür. Katliamdan kaçan Türklerin bölgedeki Fransız müfrezelerinden yardım istemeleri üzerine Teğmen Louis Durant komutasındaki bir birlik baskına uğrayan köylere gitmiştir. Çamlıca köyüne girildiğinde Ermenilerin camiyi ateşe verdiğini gören Cezayir ve Senegalli Müslüman askerler çok sinirlenerek duruma müdahale etmiştir. Ermenilerin karşılık vermesi üzerine ise Müslüman askerler ateş açarak 8’ini öldürmüştür. Aynı Fransız birliğinde görevli 6 Ermeni asker ise Teğmen Durant’ın tüm çabalarına rağmen Müslüman askerlere ateş açmıştır. Kısa süreli bir çatışma yaşanmış ve Müslüman askerlerin sayıca üstün olması nedeniyle Ermeniler geri çekilmiştir. Birlik komutanı Ermenilerin bölge halkına yaptığı baskı ve zulümden sürekli şikâyetçidir” demektedir.
Bu olaydan sonra, Adana’nın, Mersin’in ve Hatay’ın değişik bölgelerinden benzeri haberler gelince Adana’da bulunan 1. Fransız Tümeni karargâhından bir müfettiş görevlendirilir. Daha önce Beyrut’ta görev yapmış Yüzbaşı Denis Leroy, Fransız işgal bölgesindeki olayları mercek altına alır. Ermenilerin saldırılar düzenlediği, katliamlar yaptığı yerleşim birimlerini ziyaret eder. Aynı yılın Aralık ayında raporunu yazmaya başlayan Yüzbaşı gördükleri karşısında dehşete düşmüştür. Ocak 1920’de yazmaya başladığı raporunu 4 Şubat’ta tamamlayarak, Kara Kuvvetleri, Sömürgecilik Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’na gönderir. Yüzbaşı Leroy, 7 Şubat 1920 tarihli 33/489 sayılı raporunda öncelikle 5 madde sıralamıştır;
“1) Cezayir ve Senegalli Müslüman askerler, bölge halkının dinsiz kâfirler değil de Müslüman Türkler olduğunu anladıktan sonra işimiz çok zorlaştı.
2) Ermenileri gereğinden fazla şımarttık. Türkleri gördükleri yerde öldürmekten çekinmiyorlar. Öldürülen Türk sayısı 7 bin civarındadır. Bize intikal etmeyen olayları da dikkate alırsak sayı çok daha fazla olabilir.
3) Avrupa kamuoyunda katliamcıların Türkler, öldürülenlerin de Ermeniler olduğu yönündeki düşüncenin yanlışlığını gösterecek çok sayıda kanıtla karşı karşıyız.
4) Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da başlattığı direniş hareketi başarılı olma yolunda hızla ilerliyor. Bölgemizdeki direnişçi gruplar çoğalıyor ve çoğu yerden çekilmek zorunda kalıyoruz.
5) Mustafa Kemal Paşa başarılı olursa, gelecekte, gerçekler ortaya çıkar ve Ermenilerin bizden aldıkları güç ve destek sayesinde yaptıkları katliamların ortağı durumuna düşeriz. Bölgedeki durumumuzu ve sonraki yıllarda insanlık önünde sıkıntıya düşmemizi önlemeye yönelik politikalarımızı Fransa’yı yönetenler yeniden belirlemelidir.”
Bu rapora Fransız Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen 30 Mart 1920 tarihli 7 sayfalık yanıttaki ifadeler, Fransa Devleti ve Cumhurbaşkanlarının tutumunu çok iyi anlatmaktadır. Adana’daki Fransız 1. Tümeni karargâhına ulaşan belgede özetle, “Ermenilerin sadece bölgenizde değil Anadolu’nun farklı alanlarında da Müslümanlara karşı savunulamayacak işler (toplu katliamlar, halkı sürgüne zorlamalar) yaptığı bilgilerine sahibiz. Fransız birliklerinin, böylesi olayların çoğalmaması için tedbirler alması, ama Ermenilerin de desteklenmesinin sürdürülmesi öncelikli beklentimizdir. Ancak unutmayınız ki, Türklerin sesi Avrupa’ya ulaşacak durumda değildir. Türklere yönelik bir acıma duygusunun Avrupa’da yayılması aleyhimize olacaktır. Bu nedenle ölenlerin Türkler değil Ermeniler olduğunu yaymak zorundayız. Dikkatleri üzerimizden çekmenin ve olaylardaki sorumluluklarımızdan kurtulabilmenin yolu şimdilik budur. Belki gelecekte de böyle olacaktır.” denilmektedir.
Emmanuel Macron ve önceki Fransız cumhurbaşkanları da bu politikaya uygun davranıyorlar. Yani Ermenilerin Fransa yüzünden düştüğü durumu, yaşanan ölüm ve katliamların bıraktığı lekeyi gizlemek için dikkatleri sürekli Türkiye’ye yöneltme çabası içindeler. Fransız askeri birliklerinin 11 Şubat 1920 tarihinde, Maraş’tan çekilirken başvurdukları yöntem ise sömürgecilerin kullandıkları işbirlikçileri nasıl yüzüstü bıraktıklarının somut örneklerinden biridir. Kuvayi Milliye güçlerine karşı artık direnmeyeceklerini anlayan Fransız askerleri, Adana’daki General Dufieux’den gelen talimat üzerine 10 Şubat’ı 11 Şubat’a bağlayan gece, sabah saatlerinde Ermeniler uyurken, ses çıkarıp onları uyandırmasın diye atların ayaklarına keçe bağlayarak, çekip gittiler. Ertesi sabah uyanan Ermeni milisler, tek başlarına kaldıklarını gördüklerinde yapacak hiçbir şey kalmamıştı.
İşte bu olayı, Fransız arşivlerinde bulunan belgeler üzerinde bir başka yazıda anlatacağım. Maraş’taki Ermeni din adamı Ohennes ve Kozan’daki (Sis) Ermeni toplumunun liderlerinin bu duruma isyanına, Fransız yetkililerin verdiği yanıtları okudukça, taraflar arasındaki çıkar ilişkisinin nasıl bozulduğunu göreceksiniz.
Gürbüz Evren
Bütün Dünya Dergisi, Mayıs 2018