"Doğasının güzelliği yanında, Türk halkının hoşgörülü ve kahraman karakteri insanları kendine bağlar.
İnsan, savaştıktan sonra bile, dürüst bir düellodan sonra yapıldığı gibi Osmanlılara elini uzatır."
Trandafir G. Djuvara,
Romanya'nın İstanbul Büyükelçisi 1896-1900
Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913)
Trandafir G. Djuvara
Önsöz
(...) Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasıyla ilgili projelerin okunması kanımca hem çok tuhaf hem de epey öğretici. Ben bu araştırmadan çıkan dersleri belirtmeye çalışacağım.
Önce "Kutsal Topraklar"ın yeniden ele geçirilmesiyle ilgili, Haçlıların devamı sayılabilecek projeler var. Daha sonra, Türklerin Avrupa'ya yerleşmesini izleyen dönemle ilgili, daha özel nitelikleri bulunan planlar geliyor. Bunların bir bölümü, Papa X. Leon ve Papa V. Pius örneklerinde olduğu gibi, papaların hazırladıkları ve Hıristiyanlığın genel çıkarlarını göz önüne alan projeler. Diğerleri ise, I. François, XIV. Louis, Büyük Petro, Büyük Katerina, II. Josef, Napolyon ve Aleksandr gibi hükümdarların daha ziyade kendi çıkarlarını göz önünde tutan projeleri. Erasmus, Leibniz, Volney gibi filozof ya da bilim insanları da paylaşma tasarıları hazırlamaktan kaçınmamışlar.
Erasmus, pek de felsefi sayılamayacak bir üslupla Türklere karşı bir çeşit iddianame yazmış. Ona göre, "Türkler geçmişleri karanlık yabani insanlar" dır ( Gens barbara obscurae originis). "Hıristiyanların varlıklarını sürdürmeleri için Türkleri yok etmek gerek" -tir (Sic julare turcum ut exisstat chrtistianus, si dejicere impium, ut exoriatuır pius). Bu sözlerin son bölümü insanı şaşırtıyor.
Leibniz'in görüşleri siyasal niteliklidir. Asıl amacı Fransa Kralı XIV. Louis'yi, Hollanda seferine çıkmaktan vazgeçirmektir. Onu Mısır'ı fethetmeye yöneltmek için bir plan hazırlamıştır: "Sadece Mısır değil, tüm Doğu, ayaklanmak için, korkmadan güvenebileceği bir kurtarıcının gelmesini bekliyor. Mısır fethedilince Türk imparatorluğunun geleceği de belli olur ve her yanı çöker, " diyen Leibniz, Fransa kralının Osmanlılara karşı gireceği bir savaşta, diğer Hıristiyan krallarla anlaşabileceğini düşünüyordu; herhalde Fransızları bu yola çekebilmek için karşılaşılacak güçlükleri biraz fazla küçümsemişti. (...)
Louis Renault, Paris 1914
(...)
İstanbul'un (1*) Taksimi Projesi (1912)
Osmanlı İmparatorluğu'nun taksimi hakkında yaklaşık yüz kadar projeyi gözden geçirdik; bu paylaşmaya sadece komşu ülkeler değil, uzaktaki ülkeler de katılıyordu. Bu da yetmiyordu. İstanbul, uzlaşmaya varılmasını önleyen en önemli konu olduğu için, bu kentin taksimi de ayrıca ele alınmıştır.
Fikir L'Independance Belge gazetesi tarafından 7 Ocak 1912 tarihinde, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Dörtlü Balkan İttifakı'nın savaşı başlamadan birkaç ay önce yayımlanmıştır. Bu görüş Selanik'teki bir muhabir tarafından gönderilen 29 Aralık 1911 tarihli bir yazıda bulunuyordu. Yazar, Doğu sorununun aslında İstanbul'un kime ait olacağında ve daha sonra Çanakkale Boğazı'nın anahtarını kimin eline geçireceğinde düğümlendiğini belirtir. Yazara göre Türklerin İstanbul için artık bir şey yapamayacakları ya da kentin emsalsiz konumundan yararlanamayacakları anlaşılmıştır, burası için 15 yılda en az on milyar frank harcamak gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu bu parayı sağlayamaz, sağlayabilse de bu para kendisine çok ağır koşullarla borç verilir.
Şu halde tek çözüm kente uluslararası hüviyet kazandırılmasıdır; yani bu kentin güzel ve gelişen Hong Kong gibi imtiyazlı bölge haline getirilmesidir: Almanya Haydarpaşa'yı ve Asya'da bir kısım araziyi; Fransa Pera [bugünkü Beyoğlu-ç.n.] ve sırtlarını; Rusya Boğaziçi tepelerini; Avusturya Galata'yı ve deniz kıyısındaki mahalleleri; İngiltere İstanbul yakasını ve buraya bağlı mahalleleri alacak; İtalya'ya ise Trablusgarp verilecektir. Böylelikle İtalya Türk başkentinin taksiminden pay alma hakkını kaybedecektir.
Bu makalenin yazarı, eyaletlerin taksimi konusunda yüzyıllar boyu birbirine rakip olan devletlerin, bu kez mahallelerin paylaşımı hususunda birbirlerine rakip olup olmayacaklarını sormuyor. Boğaz tepelerine yerleşecek olan Rusya'nın, Boğaz'ın ve Karadeniz girişinin anahtarını elinde tutacağı derhal fark ediliyor, değil mi? Öte yandan, taksimin dışında bırakılan İtalya'nın, diğer devletlerin de Osmanlı İmparatorluğu'ndan bazı başka topraklar kopardıklarını ve buna rağmen İstanbul'un paylaşımından yararlandıklarını söyleyerek itiraz etmesi olası.
Yazar Osmanlı İmparatorluğu'nun duyarlılığını önlemek için, her mahalledeki imtiyazlı bölgeyi yönetecek delegeler konseyine bir Osmanlı yüksek komiseri atanmasını önerir. Kent açık liman ilan edilecektir.
"Sultan ve ailesi tabiatıyla ikametgahlarını muhafaza edecekler, buraları tarafsız bölge olacak ve efendileri istedikleri zaman ve diledikleri biçimde yaşamak için buralarda oturabilecektir. Osmanlı İmparatorluğu'nun gerçek başkenti Bursa olacaktır ve Osmanlı yönetimi evini barkını oraya taşıyacaktır."
Yazar önerisinin gerçekleşmesinin güç olduğunun farkında ki, şu sonuca varmaktadır: "Ne kadar tuhaf gözükse de bu hayal ürünü rüya gerçekleştiği takdirde dünya barışını sağlayabilecek güzel bir düştür." Çok olasıdır ki, bu rüya gerçekleşseydi bile, barış içinde yaşamaya hiç de istekli bulunmadığı izlenimini veren dünya, kolaylıkla başka uyuşmazlık konuları bulurdu.
Son zamanlarda yayımlanan bir broşürde (2*) Mösyö Ralf de Neriet, İstanbul'un papaya verilmesini ve papa hazretlerinin kesin olarak oraya yerleşmesini öneriyor: "Yazar, bu kitapta sunulan fikir, milattan sonra 4. yüzyılda Büyük Konstantin'in beyninde yeşermişti, diyor. "
Sonuç
Fransa'nın İstanbul'daki eski elçisi, daha sonra büyükelçisi olan müteveffa Mösyö Constans adında bir siyaset adamı vardı ve bundan 14 yıl önce bana şöyle demişti: "İnanın bana, Doğu'nun istikbali küçük ulusların olacaktır. " Doğu Avrupa'daki küçük devletlerin büyük devletler tarafından yutulacağını öngören genel kanının tamamen karşıtı olan derin bir görüştü bu. Şimdi, Mösyö Constans'ın kehaneti gerçekleşme yolunda, ama sonsuza dek bağımsız kalabilmek de o küçük devletlerin gayretine kalıyor.
Osmanlı devi birdenbire çökmemekle birlikte, yüzyıllar boyunca, yavaş yavaş, parça parça bölünerek harabe haline dönüştü. Bu yıkıntının temel sebepleri nedir? Önce, dünyanın bütün büyük imparatorluklarının sonunu getiren nedenler var; toprakların çok genişlemesi, kendilerine tabi ulusların çeşitliliği, bunları bir bütün haline getirebilmenin olanaksızlığı ve onlara tek bir milli şuur kazandırılamaması, nihayet toplumsal bir temele dayanmayan askeri güçlerin hareket olanağı bulunmayan bir yığın haline dönüşmesini kaçınılmaz biçimde izleyen disiplin ve otorite kaybı.
Genel nitelikli bu sebeplere Osmanlı İmparatorluğu bakımından bir başka önemli neden ekleniyor: Bu da, halk topluluklarını ayağa kaldırmada güçlü bir etken olan dindir. İslam sadece maneviyatı yönetmek ve ruhu teselli etmek için değil, adalet dağıtmak ve devletin idaresine karışmak iddiasında2 olduğu için de İslamiyet ve Hıristiyanlık arasındaki düşmanlık daha da güçlü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, teokratik niteliği de bulunan bir askeri devletti. Bununla birlikte, Kuran bilimin, edebiyatın ve sanatların gelişmesine karşı değildir. Karşı olsaydı, parlak Arap uygarlığını izah etmek mümkün olamazdı. Büyük dinsel hoşgörü sahibi olan Türkler, egemenlikleri altındaki halklara dinsel özgürlük ve eğitim alanında özerklik vermemiş olsalardı, Müslümanlar ile Hıristiyanların birlikte yaşamaları mümkün olamazdı. 1 Kabul etmek gerekir ki bunun sonucu olarak Babıali'ye bağlı Hıristiyan milletler normal bir şekilde gelişme olanağını bulmuş ve tam bağımsızlığa doğru emin biçimde yönelmişlerdir.
Balkan ulusları arasındaki Hıristiyanlık inancı çözülemeyecek kadar sağlamdır. Memnuniyetsizlikler sistematik olarak örgütleniyordu. Avusturya ya da İsviçre gibi çeşitli milletlerden oluşan Hıristiyan ülkelerde kolayca affedilebilen hususlar, başka dinden olanlar tarafından yönetilen devletlerde affedilemez olabiliyordu. Bununla birlikte, Hıristiyanların kendi dinlerinden olanlara Türklerden daha katı davrandıkları örnekler çoktur. Mesela:
"1687 yılında Atina'nın efendileri değişti, ama kaderi değişmedi. İstanbul'un el sürmediğini Venedikliler yağmaladılar. Venedik aslanı, Atina için İslam'ın hilalinden daha zararlı oldu. Türklerin zamanın yıprandırmasına terk etmiş bulundukları Partenon mabedini Morosini'nin topları havaya uçurdu."
Ama doğrudur; aile içindeki kavgalar çabuk unutulduğu gibi, Hıristiyan devletler arasındaki geçici kırgınlıklar da Doğu'nun güneşi altında mum gibi erimekteydi. Buna karşı Müslüman düşmanlığı soyaçekimin de etkisiyle yıldan yıla artıyordu; Hıristiyan kardeşlerin hataları itiraf edilmeden, bilinçsizce ya da sessiz bir mutabakatla, çabucak unutuluyor, buna mukabil, Türklerin en ufak tersliği gerçekten abartılıyor, hemen intikam çığlıkları atılıyordu. (...)
Türk milleti bugün yenilmiş olsa bile şerefini korumuştur. (...)
Trandafir G. Djuvara**
Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913)
Çeviren Pulat Tacar, 2017
** Romanya Kralı I.Karol tarafından 1896 yılında "dünyanın en güzel yeri" olarak nitelediği İstanbul'a elçi olarak tayin edilmiş, dört yıl süreyle, 1900 yılına kadar bu görevi yapmıştır. Eserini 1914 yılında Paris'te yayımlamış.
Dipnotlar*:
1- Bu kent eskiler tarafından Byzantium, Türkler tarafından İstanbul veya Stambul olarak adlandırılmaktadır. 15 Mayıs 1599 tarihini taşıyan, Viyana'da İmparatorluk Arşivi Kitaplığı'nda (s. 698) bulunan ve Nicolae Jorga tarafından yayımlanan (Documente Hurmuzaki, c. XII, 1903, s. 433) bir belge bize İstanbul'a Papa VIII. Clementius onuruna Clementiusine denilmesinin düşünüldüğünü açıklıyor: "Et spero, non Constantinopoli, ma Clementina questa citta doversi chiamare).
2- L'Europe de demain, seule solution possible de la question d'Orient [Yarının Avrupa'sı, Doğu sorununun tek olası çözümü], Paris, 1913, 48 sayfa.
Kutsal Topraklar'ın Ele Geçirilmesi Projeleri:
1- Sicilya Kralı II. Charles'ın Projesi (1270'e Doğru)
2- Padovalı Keşiş Fidence'nin Projesi (1274)
3- Charles de Valois Projesi (1301)
4- Pierre du Bois'nın Projesi (1306)
5- Raymond Lulle'ün Projesi (1306)
6- Marino Sanuto'nun Projesi (1306)
7- Hayton ya da Hetum Projesi (1307)
8- Guillaurne de Nogaret Projesi (1310)
9- Guillaurne d'Adam Projesi (1311)
10- Kıbrıs Kralı II. Henri de Lusignan'ın Projesi (1311)
11- Brocard'ın Projesi (1332)
Osmanlı İmparatorluğu'nun Paylaşılması Projeleri:
12- Bertrandon de la Broquiere Projesi (1432)
13- Bourgogne Dükü Philippe-le-Bon'un Projesi (1457)
14- Fransa Kralı VIII. Charles'ın Projesi (1495)
15- Papa X. Leo'nun Projesi (1513-1517)
16- Fransa Kralı I. François'nın Projesi (1515-1517)
17- I.Maximilian'in Projesi (1518)
18- Erasmus'un Projesi (1530)
19- Nannius'un Projesi (1536)
20- Cuspinianus'un Projesi ( 1541)
21- Georgevits'in Projesi (1542)
22- Guillaume de Grantrye de Grandchamps Projesi (1566-1567)
23- Papa V. Pius'un Projesi ( 1570)
24- İtalyan Projesi ( 1571-1572
25- İtalyan Projesi (1572)
26- Yüzbaşı La Noue'nun Projesi (1587)
27- Rene de Lusigne Projesi ( 1588)
28- Papa VIII. Clement'in Projesi (1594- 1560)
29- Rahip Cumuleo'nun Projesi (1594)
30- Lutio'nun Projesi (1600)
31- Chavigny'nin Projesi (1606)
32- Sully'nin Projesi (1607)
33- İtalyan Projesi (1609)
34- D'Esprinchard'ın Projesi (1609)
35- Minotto'nun Projesi (1609)
36- Bertucci Projesi (1611)
37- Dük Charles de Nevers'in Projesi (1613-1618)
38- Peder Joseph'in Projesi (1615-1618)
39- Valeriano'nun Projesi (1618)
40- François Savary de Breves'in Projesi (1620)
41- Vasil Lupu'nun Projesi (1646)
42- Fransız Projesi (1660)
43- Turenne'in Projesi (1663)
44- Leibniz'in Projesi (1672)
45- Michel Febvre'in Projesi (1682)
46- XIV. Louis'nin Projesi (1685-1687)
47- Rahip Coppin'in Projesi (1686)
48- Rus Çarı Büyük Petro'nun Projesi (1710)
49- Rahip Saint- Pierre'in Projesi (1713)
50- Avusturya Projesi (1718)
51- Disloway'in Projesi (1732)
52- Kardinal Alberoni'nin Projesi (1736)
53- Avusturya Projesi (1737)
54- D' Argenson Markisinin Projesi (1738)
55/56- Rusya Çariçesi II. Katerina ile Avusturya İmparatoru II. Joseph'in Projeleri (1772)
57- Linguet'nin Projesi (1774-1776)
58- Carra'nın Projesi (1777)
59- Yazarı Belli Olmayan Bir Proje (1788)
60- Volney'in Projesi (1788) ve Peyssonnel'in yanıtı (1788)
61- Brion de la Tour'un Projesi (1788)
62- Hertzberg'in Projesi (1792)
63- Talleyrand'ın Projesi (1805)
64/65- Napolyon ve I. Aleksandr'ın Projeleri (1808)
66- Metternich'in Projesi (1808)
67- D'Hauterive'in Projesi (1808)
68- Pozzo di Borgo'nun Projesi (1809)
69- Dufau'nun Projesi (1822)
70- Kapodistrias'ın Projesi (1828)
71- Dom de Pradt'ın Projesi (1828)
72- Yazarı Belli Olmayan Proje (1828)
73- De Polignac'ın Projesi (1829)
74- General de Richemont Projesi ( 1829)
75- Bronikowski'nin Projesi (1833)
76- Rus Çarı I. Nikola'nın Projesi (1853)
77- Dr. A.C. Dandolo'nun Projesi (1853)
78- Alexandre Bonneau'nun Projesi (1860)
79- Pitzipios'un Projesi (1860)
80- Rattos'un Projesi (1860)
81- D. Stepanoviç'in Projesi
82- Kommandatore C. Nigra'nın Projesi (1866)
83- Garibaldi'nin Projesi (1873)
84- Kont Greppi'nin Projesi (1873)
85- Yazarı Belli Olmayan Proje (1875)
86- Yazarı Belli Olmayan Proje
87- C.J. Rollin'in Projesi (1876)
88- Baron A. de Testa ile Baron L. de Testa'nın Projesi (1876)
89- Mathias de Ban'ın Projesi (1885)
90- Yazarı Belli Olmayan Proje (1896)
91- Bresnitz von Sydakoff'un Projesi (1898)
92- Rumen Projesi (1904)
93- İstanbul'un Taksimi Projesi (1912)
____________NOT 1:
Sayfa 9'da 2.dipnota düzeltme:
"Türkler Avrupa'ya Orhan'ın oğlu Süleyman'ın yönetiminde ilk kez 1356 yılında geçmişlerdi. İlk ele geçirdikleri Gelibolu yakınlarında Çimpe kalesiydi." (2)
(2) Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, c. 111, s. 35'te Çimpe kalesinin Bizans imparatoru tarafından askerlerini barındırması için Süleyman Paşa'ya verildiğini yazar (ç.n.).
Düzeltme : Çimpe kalesinin "Karye-i Umurbeylü Cinbi" olarak anılması Osmanlı öncesinde Umur Bey'in geldiğine dair kanıttır.
Osmanlılardan önce diğer Türk Beyliklerinden Balkanlara Türk göçü oldu mu?
Bizans İmparatoru Kantakuzenos'un anlatımına göre
Umur Bey'in 1345 Yılı Trakya Seferi
* Bölgeye hakim bulunan Saruhan memnuniyetle elçiyi kabul etti. Umur'un arkadaşı idi ve kralın ordusunda birlikte sefere katılacak olan oğlu da yanında olmak üzere zorluk çıkarmadan geçidi tahsis etti. Çanakkale Boğazı'na (Elispontos) gelince 20.000 kişi Trakya'ya geçti ve krala hediyeler de getirerek hemen Dimetoka'ya ulaştılar. Umur kraldan düşünmemesini ve Momitzilo'ya karşı harekete geçmesini rica ediyordu.
Umur Bey'in Balkanlar'da Sırp ve Bulgarlarla Mücadelesi
* Mayıs 1344'ten önce İzmir'e dönmek için hareket etmiş olan Umur Bey'in Pallini'de bıraktığı yaklaşık 3100 kişilik birlikleri ise kara yoluyla Trakya yönünde ilerlemeye başladılar. Umur Bey'in vatanına döndüğünü duyan Stefan Duşan ise Zihne'ye ilerledi ve en çok güvendiği komutanı Gregory Preljub komutasındaki askerlerini Selanik bölgesinde kalan Türkler üzerine gönderdi. Beşik Gölü olarak da adlandırılan Volvi Gölü'nün kuzeyinde yer alan Stefanina'da Sırp ve Türk orduları karşılaşır. Mayıs 1344 tarihinde gerçekleşen Stefaniana Savaşı'nda Umur Bey'in askerleri Sırpları ağır bir yenilgiye uğrattılar.
* İzmir'deki Ceneviz ve Haçlı tehlikesini uzaklaştıran Umur Bey, verdiği sözü tutarak 1345 baharında önemli sayıda askeriyle birlikte Trakya'ya döndü. Yanında Saruhanoğlu Süleyman Bey de bulunuyordu. Umur Bey'in yanındaki asker sayısını Bizans kaynağı 20.000 olarak vermektedir. Bu sırada daha önce Kantakuzinos taraftarı, şimdi ise karşıtı olan Bulgar Momçilo, Rodop ve civarındaki Merope Bölgesi'ni hakimiyeti altına almıştı. Umur Bey 15 gemisiyle günümüzde İskeçe ile sınırları içerisinde kalan Ege sahil limanı Avdira'ya gelmişti. Momçilo, Avdira Limanı'na saldırarak Umur Bey'e ait üç gemiyi yaktı. Ancak Umur Bey Kuvvetleri ile birleşen Kantakuzinos'un birlikleri Momçilo'ya karşı harekete geçtiler. İki ordu Temmuz 1345'te karşılaştı ve Umur Bey, Bulgar kuvvetlerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Momçilo bu savaşta hayatını kaybetti. Umur Bey yanında yer alan Saruhanoğlu Süleyman'ın ölmesi üzerine tekrar İzmir'e döndü. Umur Bey'in Balkan ve Akdeniz politikalarında dengeyi değiştirmesi üzerine Haçlılar, İzmir'e Haçlı Severi düzenlediler ve İzmir'in savunması sırasında Umur Bey 1348 yılında hayatını kaybetti. Umur Bey'in bıraktığı yerden de Osmanlı Türkleri Balkanların fethine devam etti.
* Umur Bey'in Balkanlara yaptığı seferler, yani inanılacak gibi değil, askeri seferleri deniz harekatı, 6 mil uzunluğundaki Korinthos Boğazı'ndan karadan gemileri yürüterek aşıyor ve Arnavutluk'a seferler düzenliyor.
* Türklerin Balkanlara yaptıkları seferleri bazı tarihçiler yağma, ganimet vs. gibi sefer yaptığını söylüyorlar. Fakat, yine bir Bizans kaynağı bize bunun böyle olmadığını söylüyor;
Halkokondilis'in Anlatımına Göre Türklerin Süleyman Paşa ile Anadolu'dan Gelibolu Yarımadası'na Yerleşmek Üzere Göç Etmeleri: "Bu gelişmelerden haberdar olan Asya'daki (Anadolu) Türkler Süleyman'a katılmak için Avrupa'ya geçtiler ve birçoğu da Gelibolu Yarımadası'nda toplandı. Yurtları olan Asya'daki topraklarını boşaltarak burada tarıma başladılar." Eğer siz tarım yapıyorsanız, bir kere yağmacı olamazsınız. İkincisi buraya yurt edinmek için gelmişsinizdir. Burada yurt tutulmuş. (Kaynak : Prof.Dr. Levent Kayapınar, TTK, Mayıs 2025 YT)
____________NOT 2:
Sayfa 44'te; "Papa XII. Gregorius 9 Kasım 1407 tarihinde yeniden bir Haçlı seferi çağrısında bulunmuş, ancak Kıbrıs 1425'te (4) ve İstanbul 1453'te Türklerin egemenliği altına girmiştir." Cümlesindeki çevirenin 4.dipnottaki "Özgün metinde bir maddi bilgi hatası söz konusudur. Kıbrıs 1571'e dek Osmanlı hakimiyetine girmemiştir (ç.n.)," açıklaması aslında yanlıştır.
Çünkü; 1424-1426'da Sultan Barsbay liderliğinde ada ele geçirildi ve 1517'ye kadar da Memlüklerin egemenliği altındaydı. Memlükler Türk'tü! Ve kitapta "Türk egemenliği" olarak geçiyor, "Osmanlı" değil. (Kaynak: Dr. Mehmet Ali Bozkuş, Kıbrıs’ta Türk-Memlük Yönetimi (1426-1517). (Kıbrıs'ta Osmanlı Öncesi Türkler Sempozyumu, 13/15 Mayıs 2019)
SB