Kahvede «Şırrak!...» diye bir tokat sesi duyuldu. Tavla, aznif, kâğıt oyunu, konuşma, her şey durdu. Başlar tokat sesi gelen masaya çevrildi. Tokadı yiyen iriyarı biriydi. Tokatı atan da tersine, ince, sıska, ufak tefek biri. İriyarı adamın sol yanağında, sıskanın beş parmağının izi yer etmişti. Polis bile, bu parmak izinden tokadı kimin attığını bulabilirdi.
Kahvedekiler, iri adamın, kendisim tokatlayan küçücük adamı altına alıp yol keçesi gibi ezeceğini sandılar, öyle olmadı.
- Davacıyım! diye bağırdı.
Kimseden ses çıkmadı... Tokadı yiyen daha sonra,
- Hepiniz gördünüz, dedi.
Boyu omuzuna bile gelmeyen sıskaya döndü:
- Yürü karakola!
Tokatı atan, cevap yerine, sinek kovalar gibi eliyle bir hareket yaptı.
- Psssuurn!... diye de ağzından istim gibi bir ses çıktı. İri adam dışarı fırladı.
Kahvedekiler yine oyunlarına, konuşmalarına daldılar. İri adam biraz sonra, yanında bir polisle geldi. Polise sıskayı gösterdi:
- İşte bu!
Sonra, oturanları tanık gösterdi:
- Bunlar da gördüler!
Polis, tokatı atan sıska ile, onların oturduğu yere yakın oturan dört tanığı, karakola götürdü. Karakolda, iri adam hâlâ kızarık sol yanağını tutarak;
- Bu adamdan davacıyım, komiser bey, beni tokatladı. Bunlar da gördüler, dedi.
Komiser, ilkin dâvâlı ile davacının, sonra tanıkların kimliklerini daktiloda yazdırdı. Davacı, kendisine tokadı atanı hiç tanımadığını söylüyordu. Tanıklar da;
- Biz bişey görmedik... dediler.
Davacı iri adam;
- Tokadın sesini de duymadınız mı? dedi.
Hayır, tanıklar ne bişey görmüşler, ne bişey duymuşlardı.
Kısacık boylu sıska adam;
- Evet, dedi, ben inkâr etmiyorum. Bu adamı tokatladım.
Komiser;
- Neden? diye sordu, aranızda bişey mi var? Size hakaret mi etti?
- Aramızda hiç bişey yok. Kendisini tanımam bile.
- Peki, nasıl oldu?
Kısacık boylu sıska adam anlatmaya başladı:
- Dün akşam işten eve geldim. Baktım, elektriği kesmişler. Parasını verememiştik. Bütün geceyi karanlıkta geçirdik. Gece uyuyamadım da. Üzerinize afiyet, annem iki senedir hasta. Mide ağrısı öldürüyor zavallıyı. Doktor bir ilâç veriyor. İlâcı alınca ağrılar duruyor. Ama ilâç şimdilerde nerede? Sabahleyin yataktan kalktım, sol yanım hiç tutmuyor. Yattığımız odanın pencere camı üç ay önce kırıldı. Cam bulamıyoruz. O da gelmiyormuş. Pencereye yatak çarşafı gerdik. Ama faydası yok. Sabaha kadar rüzgâr, soğuk, içeride. Sol yanım tutulmuş. Yataktan kalktım, affedersiniz, helaya gittim. Sular kesilmiş. Dışarıda şakır şakır yağmur, muslukta su yok. Odaya girdim. Tirtir titriyoruz. Bize kömür ordinosu vermiyorlar. Biraz odun almıştık. Bitti. Şimdi de odun bulamıyoruz, yok.
Gazeteci gazete bırakmış. Her sabah işe gitmeden gazete okurum. Gazeteye baktım: «Güzellik Müsabakası», «Galatasaray lig şampiyonu oldu», «Gümrükteki 300 ton kahve ne olacak?», «Abidin Daver şilebinin teknesi dura dura çürüdü» gibi başlıklar.
Canımı evden dışarı atmak istedim. Tam çıkarken icra memuru ile avukat kapıya dayandı. Kirayı veremediğimizden ev sahibi bizi icraya vermişti. Evde haczedilecek eşya bulamadılar. Hiç bir zaman icra memurunun, haciz memurunun evime gelmelerini istemem. Haczedilecek bir şey bulamazlar, insan mahcup olur. Avukat,
- Bu kanapeyi alalım! diye saldırdı. Kanape diye elini atmasıyla, şeker sandıklarının üstündeki eskipüskü pantalonlar, paçavra parçaları, yırtık yorganlar ortaya çıktı.
Avukat bu sefer,
— Radyo... dedi.
Şu radyo belâsını başımdan alsalar da kurtulsam. Senenin on ayı tamirdedir. Kazan kazan, radyo tamirine ver. Zaten bizi bu hâle getiren radyo...
Kapıdan çıkarken karım,
• Kız mektebe gitmiyor, dedi.
• Neden?
• Jimnastik hocası şortla beyaz lâstik pabuç istiyormuş. Olmazsa derse almam,demiş.
• Peki, peki...
• Zeytinyağı da yok...
Kendimi sokağa attım. Nasıl olsa işe geç kalmıştım. Bugün de gitmem, dedim. Şakır şakır yağmur. Bizim oradan tramvayı kaldırdılar. Otobüs geliyor yarım saatte bir. Binmenin imkânı yok. Tıklım tıklım dolu. Dolmuşlar dersen tıka basa dolmuş. Arabalar vızır vızır geçiyor, ama hiç biri durmuyor. Ayakkabı su alır. Yağmur kovadan boşanır gibi. Sırıl sıklam oldum. Tirtir titriyorum. Bir delikanlı yanıma geldi,
- Affedersiniz amca, dedi. Ben saati soracak sandım.
- Dünkü maçtan haberiniz var mı? demez mi!
Tövbe Yarabbi... Yürüdüm. Orada bir kahve var. Kahveye girdim. üstümden başımdan sular sızıyor. Kahveciye bir çay söyledim. Yanımda da işte bu tokat attığım adam oturmuş, gazete okuyor. Ben, kendi kendime:
- Yahu, bu benim halim ne olacak? Sonumuz nereye varacak? diye
düşünüyorum. Ben böyle düşünüp dururken, bu adam hırsla elindeki gazeteyi fırlatıp attı;
•-Yahu, memleket uçuruma gidiyor! diye bağırdı.
Onu da benim gibi dertli sandım. Konuşur, birbirimize derdimizi dökeriz diye;
-Ne oldu beyefendi? Affedersiniz, karışmak gibi olmasın, neye kızdınız? dedim.
O, yine kızgınlıkla;
- Daha ne olsun yahu, dedi, memlekette hakem yok be!... Hakem yok, namussuzum. Dünkü maçta hakem yine taraftarlık etmiş...
Ondan sonra bana ne oldu, bilemiyorum. Vallahi ben de anlamadım komiser bey. Hayatımda kimseye fiske vurmuş insan değilim. Sanki vücudumda bir düğmeye basılmış, elektrik kuvvetiyle kalkmış gibi, bu sağ elim birden havaya kalktı. Şu herifin suratına bir tokat çektim. Ben inkâr etmiyorum. Tokadı yapıştırdım. Ama isteyerek değil. Vallahi kastım yok. İrademin dışında bişey bu. Sonra aklım başıma geldi. Bu adam şimdi beni parçalar, diye de korktum. Ama oldu bir kere. Cenab-ı Allah, bu sağ koluma, Zaloğlu Rüstem pehlivanın kuvvetini verip, şu herifin suratı budur, diye bir şamar çektim.
Komiser, tokadı yiyen iri adama baktı. Dişlerini gıcırdattı. Ayağa kalkar gibi yaptı. Sağ elinin ayasını kaşımağa başladı. İriyarı adama,
- Hadi, uzatmayın, barışın! dedi. Tokadı yiyen;
- Barışmam! diye direndi.
Kızan komiser, daktilodaki polise;
- Yaz! dedi «Dâvâlı, memleket uçuruma gidiyor, demiş olup, memleketin yüksek menfaatlerine ve hükümetin manevî şahsiyetine...»
Bir daha iri adama döndü:
- Barışın hadi!
İri adam, elini hâlâ tokadın izi duran sol yanağında gezdirerek,
- Peki efendim, barışalım, dedi.
!!!
Aziz Nesin - Bay Düdük kitabından
***