Translate

28 Mayıs 2018 Pazartesi

YENİ SÖMÜRGECİLİK AÇISINDAN GIDA EMPERYALİZMİ


AÇLIK KORKUSU


“Sessiz Savaş” isimli kitabımı yayınladığım günden bu yana Türkiye'de ve Dünya'da olup bitenleri, görebildiğim kadarı ile değişik bir açıdan incelemeye ve bu kitapla okurlarıma bildiklerimi aktarmaya çalıştım.


«Açlık Korkusu» ismi ile yayınlanan bu kitap, ABD Tarım Bakanı Orville L. Freeman'ın, Chicago'nun lüks otellerinden birinde karnını tıka basa doyurduktan sonra açlık üzerine çektiği bir nutuk ve Philip Noel-Baker isimli ünlü bir barışçının UNESCO tarafından yayınlanan «Le Courrier» isimli dergide yayınlanmış, barışı öven ve gerçekte savaş korkusunu bir yağ lekesi gibi Dünyaya yaymaya çalışan makalesi, nihayet çocukluk çağıma ilişkin iki korku öyküsüne dayalı üç ayaklı bir sehpa üzerine kurulmuş ayrıca üzerinde bir süredir ısrarla durduğumuz gıda yardımları ve doğum kontrolü ile geri ülkelerdeki emperyalist uygulamalara, kolayca görülemeyen ayak oyunlarına kitapta yer verilmiştir.

Açlık sorununu korku açısından incelemek elbette lüzumludur. Çünkü yüzyıl önce insanlar sorunlarına bu açıdan bakamıyor ve korkularının ezgisi altında gerçekleri göremiyorlardı. Şartlandırılmış milyonları korkuları üzerinden koyun sürüleri gibi güderek, ürettiklerinden yararlanan ve varlıklarına el koyan açıkgözler, insanların gözü açılmasın diye ellerinden ne geliyorsa hepsini yaptılar. İnsanı uyuşturmak için afyon ve korkutmak için silah kullanıldı. Bugün ise açlık ve açlık korkusu ile aynı milyonlar hem uyuşturuluyor ve hem de korkutuluyorlar. Bu kitabı, bu noktaya kadar sabırlı okuyanlar daha önce, “Gıda Emperyalizmi”, “Çağımızın Beslenme Sorunları”, “Barış ve Emperyalizm”, “Sessiz Savaş” isimli kitaplarımızı da okumuşlarsa Türkiye'nin meselelerine değişik açıdan bakabilecek, hem açlık ve hem de savaş korkusunun Dünyamızda neden dolayı bu kadar yaygınlaştığını daha iyi anlayabileceklerdir

Endüstrilerine pazar hazırlamak için savaş çıkaran toplumlar, tarımsal ürünlerine pazar bulmak için aç milyonlar yaratmanın gereğine inanıyorlar. XX nci yüzyıl insanının başında Demokles'in kılıcı gibi asılı duran bu iki korku kasıtlı olarak yayılıyor ve yoğunlaştırılıyor.

Oysa Tabiat ana Dünyaya gözünü açan her insan yavrusunu besleyecek kadar cömert ve şefkatlidir. İnsanlar birbirinden nefret ederek çatışacak yerde, sevişerek ve dost olarak da yaşayabilirler. Çıkarları insanların çatışmasında ve aç kalıp onlara el açmasında olan insafsız bir azınlık, kurduğu tezgâhı işler halde tutup çıkarlarını sürdürebilrnek için çağımızı bir korku çağı haline getirmiştir. Şişirilerek toplumları etkileyen savaş ve açlık korkusu yanında, kişilerin günlük yaşantısını etkileyen yüzlerce küçük korku içinde yaşıyor ve daha doğrusu yaşadığımızın farkında bile olamıyoruz. Şehirlerarası yollarda trafik kazaları, kırlarda asayişsizlik kol gezmekte, Doğu'da yaşayanlar eşkiya korkusunun baskısı altında ezilirken, batıda geçim sıkıntısı, işini kaybetme korkusu insanları bunaltmaktadır.

Elinde cop ve başında plastik mihverle dolaşan toplum polisi, bir korku kaynağıdır. Vurdu mu eziyor. İnsanların arasındaki ilişkiler sevgiye değil de, korkulara dayanıyorsa, bu hale gelmiş toplumlarda mutluluktan ve nurlu ufuklardan söz edilemez. Böyle olmasına rağmen, politikacının gerçek dışı konuşması, borcu bini aşmış ve uçan kuşa borçlanmış bir toplumu en kısa süre içinde nurlu ufuklara götüreceğinden söz etmesi insanı bir daha korkutuyor. Sözüm senettir deyip de sözünü yerine getirmeyen Devlet adamlarının yönetimi altında ve ülkeyi 850.000 ton buğday açığı ile kendi haline bıraktıktan sonra istifa eden bir tarım bakanının, bunun hemen akabinde 250 otomobil ile karşılanarak tekrar seçildiği bir ülkede korkmadan yaşamak için önce düşünme yeteneğini yitirmek lazım.

Küçük ve büyük korkular birleşince insanlar uyuşuyor, kişiliğini ve amaçlarını unutmuş sindirilmiş kalabalıklar ortaya çıkıyorlar. Robot gibi her sabah işine gidip akşam gecekondusuna dönen işçinin temel korkusu gecekondusunun yıkılması, memurun korkusu müdür beyin asabiyet buyurup onu işten atması, köylünün yağmur yağmaması veya bankanın kredi vermemesi, ağanın kaşlarını çatması aç kalmak ilahdır.

Günlük yaşantımızın bu küçük korkulan yanında bazen savaşçı toplumların kaşlarını çattıklarına tanık oluyoruz. Limanlarımızı savaş gemileri ziyaret ediyor, ya da kuzey komşumuz tarafından tehdit ediliyoruz.

Her yıl ortaya çıkan buğday açıklarını kapamak ve halka hiç değilse kuru ekmek yedirmek mesele oluyor. Bu arada tepemizde peyklerin dolaştığını, iki karşıt bloktan astronotların fezada dolaştıklarını öğreniyoruz.

Böyle bir Dünyada yaşamak çoğunluk için zevkli bir iş değildir. Fakat madem ki Dünyaya gelmişiz, yaşayacağız diyor ve yaşıyoruz. Haklarınızı aramaya başladınız mı korkular yoğunlaşıyor ve baskılar artırılıyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile birçok Anayasaların insanlara tanıdığı hakları XX nci yüzyılın ikinci yarısında almak ve hele kullanmak zor bir iş. Açlık Korkusu çağımızın en etkin ve en baskın korkusu olarak, geri ülkeleri ve özellikle Türkiyemiz’i etkisi altına almıştır. Bu korkuyu körükleyip, korku çarklarını çalıştıranların amaçları ise gün gibi ortada...

Bunu bilmenin sayısız yararı var. Halkımız ve aydınımız bunu böylece anlamalı ve korkularından arınmanın yollarını aramalıdır. 

Toplumun özellikle topluma yön ve cesaret verecek olan aydınların gerçekçi bir davranışla korkuların üzerinde kalmaları, sorunların üzerine üzerine yürüyerek devrimi gerçekleştirmek için çaba harcamaları gerekiyor.

Korkusuz liderlerin yönetiminde, korkulardan arınabilen ülkeler emperyalizmin baskısından kısmen olsun kurtuluyorlar. Biz de Atatürk'ün yönetiminde bu korkulardan sıyrılmış ve savaş korkusunun üzerine üzerine yürüyerek şişirilen balonları patlatmıştık. Şimdi karşımıza yeni korkular dikiyor ve bizi bu korkuların etkisine sokarak yozlaştırmak, kendilerine köle, boğazı tokluğuna çalışacak bir uşak haline getirmek istiyorlar.

Oysa tarih boyu kimseye uşaklık etmemiş ve başkalarını uşak olarak kullanmayı hoşgörmeyecek kadar efendi bir yapısı örfü, adeti, hayat anlayışı ile bugün de dimdik ayakta olan Türk toplumu ve diğer toplumlar meseleyi ergeç anlayacaklar, korkutulduklarını farkettikleri gün korkularının üzerine yürüyeceklerdir.

İşte bu olay Yeni Sömürgeciliğin sonu olacak ve Dünyamız’da insan haysiyetine saygılı yeni bir dönem başlayacaktır.


Osman N. KOÇTÜRK
19 Ekim 1969, Ankara
AÇLIK KORKUSU // TMMOB ZİRAAT'tan PDF









Teksas Senatörü “Wright Patman” gıda maddelerinin stratejik bir savaş aracı gibi kullanılabileceğini ve Amerika'nın yiyecekleri bugün bu maksatla kullanmakta olduğunu aşağıdaki şekilde ifade etmektedir:

"Uluslararasındaki savaşlarda bugüne kadar kullanılagelen, silahların en etkilisi besin maddeleridir. Birleşik Amerika bu silaha sahip olma ve bunu daha uzun süre kullanma bakımından uluslararasındaki üstün durumunu daha uzun süre muhafaza edecektir. İleri ve geri kalmış ülkelerden hiçbiri bizim sahip olduğumuz miktarda yiyecek stoklarına ve üstün üretim olanaklarına sahip değildir. Örneğin, Rusya feza çalışmalarında üstün bir başarı sağlamış olmasına rağmen, yiyecek üretimi bakımından bizim çok gerimizde kalmış bulunuyor. Bundan dolayı Amerikan tarımı, açlığın eline düşmüş ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşamakta olan milyonlarca insana karşı kullanılagelen bu silahı etkili bir hale getirmek için, bugünkü kalıplarını da değiştirmek zorundadır. Bu silahın kullanılması sırasında, diğer ateşli silahların aksine olarak karşı tarafın nankörlüğü ile karşı karşıya kalabiliriz. Fakat barışı seven, cömert ve özgürlüğe düşkün Amerikan halkının asıl hedefi, uzun bir zaman akımı içinde su yüzüne çıkacak ve nasıl olsa anlaşılacaktır. Bu mümkün olduğu zaman, öldürücü ateşli silahlara olan ihtiyacın çok azalmış olacağını tahmin ediyorum”(National Food and Farming, Temmuz 1966, Sahife 19.)


Ünlü Teksas Senatörü Patman'ın bu açık itirafı, bizim yöneticilerimiz ile milletvekili ve senatörlerimizi uyarmalıdır. Nitekim bunu temin için ve gıda emperyalizminin metotlarını açıklama maksadı ile hazırladığımız bir yorumu Kim dergisinde yayınlamış ve fakat hiçbir yankı uyandırmadığını üzülerek müşahede etmiştik. (Koçtürk, Osman N., Milli Güvenlik Kuruluna Bir Teklif, Kim Dergisi, 24-30 Ağustos 1966.)

Görüldüğü gibi Türkiye'de söylenmesi hoş karşılanmayan bazı önemli gerçekler, demokratik bir ülke olan Amerika'da verdikleri paraların dış ülkelere yiyecek yardımı olarak değerlendirilmesini hoş karşılamayan vergi mükelleflerine ve seçmenlerine hesap vermek için senato ve üniversite kürsülerinden yetkili kişilerin ağzı ile açıklanmaktadır. Yardımı yapan ülkede rahatça mümkün olan bu açıklamaların, yardımı gören ve bu suretle sömürülen ülkede öfkeli davranışlar ile ithamlara ve kişileri etkisiz hale getirmeye vesile teşkil etmesi çok acı bir gelişmedir. Amerika'daki yayınları takip edenler ile bunların Türk basınına intikal edenlerini değerlendirebilenler, yiyecek yardımlarını azaltmak veya emperyalist amaçlarla daha etkin araçlar olarak kullanılmasını sağlamak maksadı ile çok daha korkunç bazı tekliflerin yapılabildiğini göreceklerdir. Geçenlerde Missouri Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr. Chafee isimli bir zat, Amerika'dan yiyecek yardımı gören ve bu arada hızla üreyen toplulukların ihtiyaçlarını azaltmak için bunlara uyku hapı verilerek ayılar gibi kış uykusuna yatırılmalannı teklif etmişti.

Uyuyan insanların ayakta dolaşan insanlara nazaran % 80 daha az besinle yetinebileceklerini ifade eden ilim adamı (?), uyuyacakların da onun gibi insan haklarına sahip kişiler olduklarını ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile bu hakların dünyaya gelen bütün fertlere tanınmış bulunduğunu unutmuş görünüyordu. Esasen derin bir cehalet uykusu içinde bulunan bu insanların, uyandırılarak üretime yö- neltilmesi ve çekilen yiyecek sıkıntısının hafifletilmesi şekli varken, bunları haplarla uyutmayı düşünmenin uygar düşüncenin ve bilimin ana kurallarına aykırı düşeceği bilinmekte ve dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi yardım gören bir ülke olduğumuz için Chafee'nin bu teklifi Türkiye'de de alay ve nefretle karşılanmış bulunmaktaydı. Böyle olmasına rağmen, olay emperyalistlerin amaçlarına ulaşmak için ne kadar ileri gidebileceklerini gösterme bakımından gerçek bir değer taşımaktadır. (Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan 1966.)

Emperyalistler geri kalmış ülkelerin kaynaklarını uzun süre içinde tamamen ele geçirmek ve bu ülkelere silahlı bir mukavemetle karşılaşmadan girebilmek için, göze kestirdikleri toplumlarda iç yardımcılarını da harekete getirecek doğum kontrol projeleri uygulamaktadırlar. Nüfus artış hızını azaltarak tasarrufun artırılacağı ve bu suretle yatırımların hızlandırılacağı gerekçesiyle bu uygulama maalesef Türkiyemiz’de de bir kanun konusu olmuş ve Sağlık Bakanlığımız doğum kontrol çalışmalarına dört elle sarılmıştır. Bu çalışmalar böyle devam ettiği takdirde 20 yıl sonra Türkiye'de milli çıkarlarımızı savunacak ve Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği genç sayısı çok daha az olacak ve yaşlıların eyyamcı politikaları emperyalistleri durdurmak için yeterli olamayacaktır. Geri kalmış -daha doğrusu geri bırakılmış- toplumların yaşlılarını yağ ve tahıl gibi boş kalori kaynakları ile besleyerek, genç kuşakları da doğum kontrol hapları kullanarak aşındırmakta karara varmış görünen sömürgeciler, çok gayri insani çarelere başvurmayı düşünmektedirler. Amerika'da yayınlanan Natural Food and Farming isimli bir derginin verdiği bir haber, Dr, Joseph W. Goldziher isimli bir bilim adamının korkunç teklifini açıklamaktadır. Goldzieher şöyle diyor .

“Modern kültür avantajlarına sahip olmayan toplumlarda doğum kontrol çalışmalarını daha etkili bir hale getirebilmek için, bu maksatla kullanılan kısırlaştırıcı maddeler şehir sularına ve yiyecek maddelerine karıştırılmalı ve bu suretle büyük bir kitlenin kısırlaştırılması sağlanmalıdır. Bunu sağlayabilmek için iki cins etkili maddeye ihtiyaç olacaktır. Bunlardan birincisi suya ve yiyeceklere katılarak kısırlaştırmayı temin edecek, ikincisi ise, birinci maddenin etkilerini yok edip çocuk yapmak isteyenlere bu imkânları sağlayacaktır.”

Dr. Joseph W. Goldzieher'in “Pacifie Medicine and Surgery” dergisinde yazdığı bir makaleden (Natural Food and Fanning, Mart 1966) dergisine iktibas edilmiş olan bu teklif, önceki açıklamalardan çok daha korkunçtur. Böyle bir teklifin ortaya atılması bize yiyecek yardımı yapan ve bunu emperyalizmin veya savaşın bir aracı olarak kendi senatörü ile ilim adamının ağzından ifade eden bir toplumun, çocuklarımızın içtiği süte, bize verdiği yemeklik yağ ve una bu maddeyi rahatça karıştırabileceğini akla getirmektedir. Kendi yurdumuzdaüretilen yiyecekleri iyi kötü muayene veya kontrol ederek pazara arzına müsaade eden hükümet, hiçbir kontrole tabi tutmadan yurda soktuğu ve beşikteki çocuktan yataktaki hastaya, işçiye ve memura kadar herkesin kullandığı yiyecek maddelerini bu yönden de muayeneye tabi tutmalı ve bunu bir milli güvenlik konusu olarak ele almalıdır. 

Fakat geri kalmış ve daha önce açıklanan esaslar üzerinden sömürülmekte olan ülkeler derin bir uyuşukluk ve şarkvari bir açıkgözlük davranışı içinde kendilerine ucuza verilen her yiyeceği kaparak almakta ve muayene etmeden kullanmaktadırlar. Emperyalistler çeşitli yollardan yaptıkları etkiler ile bu muayeneleri önleme ve hatta kendi ülkelerinde yazılıp çizilenlerin bu geri ülkelerde halkın kulağına ulaştırılması olanağını da kısıtlama imkânını bulmuşlar ve bütün projelerini rahatça tatbik etmişlerdir. Kennedy zamanında Rusya'ya satılan buğdaylara zehirli maddeler karıştırılmasına teşebbüs edilmesi ve bunun son dakikada Başkan tarafından haber alınarak önlenmiş olması, bu kabil teşebbüslerin bundan sonra da yapılabileceğini göstermektedir.

Bu konuda daha yüzlerce örnek vermek kabildir. Margarinlerin sağlık için zararlı oldukları Amerika'da rahat söylenebilen bilimsel bir gerçek iken bunun Türkiye'de tekrarının suç sayılması ve Sağlık Bakanlığı’nın bile bu bilimsel gerçeğin karşısında vaziyet alması, insanları kurşun yerine yağla öldürmenin kabil olabileceğini gösteriyor. Nitekim Türkiye'de margarin kullanılmaya başlanıldıktan sonra kalp ve damar hastalıklarından ölüm çok artmış ve son açıklamalar nispetin % 21 e ulaştığını göstermiştir. Bu oranı açıklayan Sağlık Bakanlığı’nın, aynı zamanda işin nedenleri üzerinde durmayarak margarinlerin savunuculuğunu bir ticari firma gibi üzerine almış olması ve hiçbir besin maddesinin besleyici değeri ile Cumhuriyet kurulalıdan beri ilgilenmemiş bir kuruluşun margarinler için radyolarda övücü tebliğler yayınlaması, işin hangi noktaya kadar geldiğini açık ve seçik olarak göstermektedir.

Kitabın hacmi içinde daha da artıramadığımız dört örnek yardımı ile besinlerin emperyalist amaçlara ne suretle alet edilebilecekleri Amerikalı bilim ve idare adamlarının ağızlarından ifade edilmiş bulunuyor. Bu şartlar altında biraz insafı olanlar bizim bir tekrardan ibaret olan açıklamalarımız dolayısıyla bizi itham edemeyecekler ve muhtemelen uyanarak tehlikenin büyüklüğü hakkında bir fikir sahibi olabileceklerdir.


Diğer Ülkelerde Eski ve Yeni Uygulamalar:

Gıda emperyalizmi ve tüm olarak neoemperyalizm yalnız Türkiye üzerinde uygulanan bir proje değildir. Sömürgeciler geçen yüzyıllarda silah zoru ve şiddetle girdikleri sömürgelerinden çıktıktan sonra ve hemen ertesinde onları yeni sömürgeciliğin kurbanları haline getirmişler ve sömürmelerine daha etkili bir şekilde devam etmişlerdir. Eskiden sömürge olup da bugün bundan kurtulmuş veya kurtarılmış olan pek az toplum tanıyoruz. Böyle olmasına rağmen Üçüncü Dünya dediğimiz Afrika ülkelerinde her iki bloka karşı güçlü bir direnme ve uyanma başlamıştır. Bazı ülkelerde aydınlar ve liderler sömürgecilerin baskılarına karşı koymakta ve sıkıntılı ve fakat gelecek için ümitli bir hayat yaşamaya ve kendi kaynaklarını kullanarak, çalışıp kalkınmaya çabalamaktadırlar. Türkiyemiz’de de 1960 devriminden sonra ve yeni Anayasanın getirdiği imkânlar içinde emperyalistlere karşı bir uyanma ve direnme başlamış, milliyetçi hareketler her iki bloka ilişmenin de mahzurlarını ortaya koymuştur.

Bu şartlar altında dış yardımlar, yabancı sermaye, teknik yardımlar ve gıda yardımlarına karşı şüphe artmış, olaylar aklın ve mantığın yardımı ile değerlendirilmeye başlanılmıştır. Amerika, bu kitapta olduğu gibi eleştirilirken, kültür ilişkileri ve votka fabrikası ile işe başlamak isteyen bir Rusya da aynı çizgide hareket ettiği için, aydın gruplar Türk gücünden ve kendi kaynaklarımızdan başka hiçbir şeye güvenmek ve dayanmak istememektedirler.

Diğer ülkeler ve komünist bloktaki küçük topluluklar ayrı bir düzen içinde benzer metotlarla sömürülürken, Amerika kapitalist bir düzen içinde kendine yaklaşan toplumların kaynaklarına el atmakta ve gıda emperyalizmi, petrol emperyalizmi, sermaye ve kredi oyunları ile kendi refahını artırırken, geri toplumlar daha gerideki noktalara iteklenmektedirler. Sömürgeciler değişik toplumlar üzerinde geçmiş çağlarda çeşitli araçlarla etkili olmuş ve afyondan başlayarak pirinç, buğday ve yağ gibi maddeleri bile bir araç olarak kullanmışlardır. Afyonla başlayıp, pirince ve pirinçten şeker, tahıl ve yağ ile margarine atlayan gıda emperyalizmi bu kitapta ana hatları ile ve anlaşılabilir tarzda açıklanmaya çalışıldığı için okuyucuların konu etrafında yeterli bir şekilde aydınlanmış olacaklarını ve Türkiye'de olup bitenleri bu kitabı okuduktan sonra daha iyi değerlendireceklerini tahmin ediyoruz. Türkiye yakın gelecekte daha çok Birleşik Amerika ile ilişkiler kurmuş ve yiyecek alışverişi de bu ülke ile yapılmış olduğu için “Gıda Emperyalizmi” nin incelenmesi ve anlaşılması için daha çok bu ilişkiler üzerinden örnekler vermiş bulunuyoruz.

Fakat Avrupa ekonomik sistemi ile Doğu ekonomik sisteminin, gıda emperyalizmini kendilerinden daha güçsüz toplumlar üzerinde uygulama şekillerinde maksat ve gaye bakımından fark olmadığını ve Türkiye'de olup bitenlerin batı ekonomik sistemini kabullenmiş bütün geri kalmış ülkelerde Amerika, İngiltere ve Batı Almanya gibi ekonomileri kuvvetli ve bilinçli toplumlar tarafından, Doğu blokunda ise Rusya ve blokun diğer güçlü toplumları tarafından aynen uygulanmakta olduğunu bilmekte fayda vardır. İlişkilerimiz zayıf olduğu için Türkiye üzerinde kendi dünya görüşlerine ve usullerine uygun olarak uygulamalara girememiş olan Doğu bloku ülkeleri bu fırsatı ele geçirmenin arzu ve hasreti içindedirler. İlişkilerin kurulması için bir şans ele geçirildiğinde kültür münasebetleri ile başlayacak olan saldırılar, votka fabrikaları ve diğer tesisler, daha sonra yiyecek alış- verişi üzerinden devam edecektir. Bütün mesele Türk toplumunun ve yöneticilerinin konu etrafında bilinçlenmesine bağlı bulunuyor.

Yeni sömürgeciliğin tüm olarak işleyiş tarzı ve bilhassa gıda emperyalizminin metotları ayrıntılı bir şekilde öğrenilmediği sürece hem batı ve hem de Doğu ekonomik sistemi içinde bulunmanın bize zarardan başka bir şey getirmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Ekonomik sistemin farklı oluşu, yönetim tarzı ve ilişkilerin Batı veya Doğuya avantaj tanımış bulunması, bilinçsiz toplumların bilinçli ve güçlü toplumlar tarafından alabildiğine sömürülmesini engellemez. Bütün mesele bilmekte ve tedbirli olmaktadır. Bize verilen her şeyi kabullenmek ve iç üretim politikamızı, muslukların her zaman böyle akacağını düşünerek kalıplamak, bugün olduğu gibi yarın da bize zarar veren bir davranış olarak kalacaktır. Sömürgeciler, sömürge imkânlarını geliştirmek için dost ve düşman tanımadan kendilerinden olmayan her toplumu bir defa yoklamakta ve eğer başarabilirlerse sonsuz sömürmektedirler. 

Bu insafsız görüşün gerçekte sömürgeci bir toplum olan ve İkinci Dünya Savaşından sonra zayıf düşen Fransa üzerinde bile denendiğini ve Amerikalıların Fransa'yı ürettikleri tavuk etleri için bir pazar haline getirme maksadıyla denemeye girdiklerini kısa bir süre önce gördük. Fransa ile Amerika arasında "Piliç Harbi” denilen bir ekonomik savaşın cereyanına sebep olan olaylara Fransız hükümet başkanı General De Gaulle bile müdahale zorunda kalmış ve Fransa'yı bu saldırıdan korumak hayli zor olmuştur. Ulaştıkları teknolojik ve bilimsel seviye dolayısıyla tavuk etini, Fransa'ya nazaran çok daha ucuza mal edebilen ve üretim fazlaları için pazar arayan Birleşik Amerika, donmuş piliçlerle Fransa pazarına girmek ve bir zamanlar Türkiye'de yaptığı gibi mahalli üretimi baltalamak istemişti. Fransız yöneticiler bundaki tehlikeyi derhal sezmiş ve halklarının tavuk etini daha pahalı yemeleri bahasına Amerikan piliçlerinin Fransa'ya sokulmaması için adeta bir savaş açmışlar ve bunda başarıya da ulaşmışlardır. Bu basit örnek sömürgecilerin kurbanlarını seçerlerken sadece geri kalmış ve Türkiye gibi bilinçlenmemiş toplumlar üzerinde ısrar göstermelerini ve eğer imkân bulabilirse birbirlerini de sömürmeye niyetli olduklarını gösteriyor. Ortak Pazar ve çeşitli ekonomik topluluklar içinde bu anlayışın mücadelesi yapılmakta, bilen bilmeyeni ve güçlü güçsüzü alabildiğine sömürmektedir. Şüphesiz Avrupa toplumu gibi bilinçlenmiş bir ekonomi düzeni içinde, kolay kalkınma heveslisi bir Türkiye'nın Ortak Pazardaki alınyazısı da gene sömürülmek olacaktır.

Doğu blokunda Rusya bilinçli ve güçlü bir toplum olarak kendi etrafına topladığı küçük sosyalist toplulukları aynı düzeyde sömürmekte ve bazen bilgiyi ve bazen politik baskıyı araç edinerek bu ülkelerin varlıklarını kendi insanlarının hizmetine sokmaya çalışmaktadır. Hindistan bu iki blok arasında paylaşılamayan bir sömürge olarak, bazen birine ve bazen bir diğerine muhtaç hale gelmekte ve geçenlerde hükümeti devralan bayan Gandi, bundan dolayı önce Washington'u ve daha sonra da Moskova'yı ziyaret etmiş bulunmaktadır. Muhtaç ve bilinçlenmemiş toplumlar, içinde bulundukları şartları yenene kadar iki ekonomik düzenin de sömürgesi olmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Mısır ve Yugoslavya örnekleri ve bunların kısa devreler içinde her iki bloka karşı sık sık değişen dış politikaları, güçlü ekonomilerin birinin bıraktığı avı derhal diğerinin kapmak istediğini ve tecahülü ariften gelerek maksatlarına uzun sure içinde ulaşmak için, bir blokla anlaşmazlığa düşen bir ülkeyi derhal diğer blokun kucakladığını gösteriyor. Kalkınabilmek ve kendi gücü ile var olmak için ise en iyi şekil, bunların ikisine de itibar etmeyip kendi kaynaklarına dayanmak olacaktır. Büyük Atatürk'ün Türk toplumuna tavsiye ettiği yol da esasen bu idi. Şimdi Türkiye serbest tartışma düzeni, içinde bilinçlenmekte ve halk tabakaları yapılan geniş yayınların yardımı ile aydınlatılmaktadır. Neoemperyalizm ile Doğu ve Batı bloklarının bu metodu kullanış kalıpları halk tabakaları ve yönetici kadrolar tarafından iyice öğrenildikten sonra Batı ile olduğu gibi Doğu ile de ekonomik ilişkiler kurmakta sakınca kalmayacaktır.

Fakat yeterli bir şekilde bilinçlenmeden bir Batıdan ve bir de Doğudan yana olmanın, bunlardan biri ile küsüp biri ile barışmanın bize bir şey kazandırmayacağını ve şartlarımızı daha da kötüye götüreceğini artık anlamalıyız. Hindistan ve bu ülkede cereyan eden olaylar bize ibret olacak niteliktedir. Yüzyıllarca pirinç yediği için İngilizlerin boyunduruğu altında kalan ve sterlin bölgesi olarak yönetilen bu kalabalık toplum, bugün bu boyunduruktan şeklen kurtulmuş ve fakat kendisine buğday veren Amerika'nın sömürgesi haline gelmiş bulunuyor. Sterlin bölgesi olmaktan kurtulup, dolar bölgesi haline gelmek bu ülkeye bir şey kazandırmadığı gibi, Rusya'dan yardım alıp, ruble bölgesi olmak da hiçbir şey kazandırmayacaktır. Hindistan'da insanlar eskiden olduğu gibi sokaklarda ölmekte ve Amerika'nın yılda 12 milyon tahıl vermek suretiyle bu ülkeye yardım etmekte oluşu şartları değiştirmemiş bulunmaktadır. Çünkü bu yardımı yapanlar ve yardım olarak verdikleri yiyecek paketleri yerine yardımı sembolize etmek için toka yapan iki el resmi koyanlar, gizli ellerle bu toplumun gırtlağını sıkmaktadırlar. Kutuların ve torbaların üzerindeki resimlerle, perde arkasında çalışan ellerin gördükleri iş arasında büyük farklar vardır.

Yabancı uzmanlar, teknik yardımlar, dostluk heyetleri ve kültürel temaslar, viski ve votka fabrikaları, krediler hep sömürgeci toplumun çıkarları için çalışmakta ve yardım gören topluluklar uyutulmaktadırlar. Geri kalmış ülkeleri uyutmak için tarih boyunca kullanılan usulleri ve Türkiye'nin bu uygulamalar içindeki yerini Türkiye Milli Gençlik Teşkilatının yayın organında ayrıntılı bir şekilde açıklamıştık. (Koçtürk, Osman N., Beslenme ve Yeni Sömürgecilik, Gençlik Dergisi, Sayı 101, Temmuz 1966.) Sözü daha fazla uzatmamak için bu konuya burada daha fazla yer ayırmak istemiyoruz. Ekmek, Barış, Uygarlık ve Özgürlük arasındaki ilişkileri öğrenmek isteyenler de (Koçtürk, Osman N., Barış, Ekmek, Özgürlük ve Agrindus Anlamı Üzerine, Gençlik Dergisi, Sayı 102, Ağustos 1966.) başlıklı makaleyi okumalıdırlar. Sömürgeciler değişen dünya şartlan içinde, Teksas Senatörü Patman'ın dediği gibi ateşli silahlardan çok daha öldürücü ve özgürlüğü kısıtlayıcı araçlar bulmuş, bu defa insanları öldürmek için doğum kontrol hapları ile besin maddelerini sahneye çıkarmış bulunuyor. İnsanları öldürmek için kurşun yerine margarin veya tahıl, genç kuşakları dünyaya gelme şansını yitirmek için doğum kontrol hapları kullanılmaya başlanınca geri toplumlar ve bu arada bizim toplumumuz da yanıltılmış ve bu mekanizma bir süre işlemiştir. İçinde bulunduğumuz sıkıntılı durumdan kurtulmak Doğuya ve Batıya muhtaç olmadan kendi gücümüzle kalkınmak ve çocuklarımıza mutlu bir Türkiye bırakmak istiyorsak, bu konuda bilinçlenmek ve bildiklerimizi birbirimize öğretmek durumunda bulunuyoruz.

Bu yapılmayacak olursa parti tartışmaları ile kardeş çatışmaları Türkiye'yi kurtaramayacak ve koşullar her gün biraz daha bozulurken sömürgeciler daha uygun bir ortamda daha çok sömürme olanağı bulacaklardır.

Osman Nuri KOÇTÜRK
YENİ SÖMÜRGECİLİK AÇISINDAN GIDA EMPERYALİZMİ
TMMOB ZİRAAT'tan PDF




Karşıyaka İzmir'deki anıtı 
Koçtürk'ün büstünü Heykeltraş Ahmet Uzun yapmıştır.

Osman Nuri Koçtürk, Ankara Üniversitesi Veteriner Hekimliği Fakültesi'nden (1942) okul birinciliği derecesi ile mezun oldu. 1949-1953 yıllarında ABD Missouri Üniversitesi’nde beslenme üzerine araştırmalar yapan Koçtürk, 1953 yılından itibaren Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görevine devam etti. Osman Nuri Koçtürk, 1980 yılına kadar 2 bin makale, 63 kitap ve sayısız konferans ile halkı beslenme konusunda bilinçlendirmek için mücadele verdi. Koçtürk, 4 Nisan 1994'te Ankara'da yaşamını yitirdi. 



ilgili:
CIA'in hedefindeki gıda uzmanı: “TARHANA OSMAN”. 
Soner Yalçın (2014 Basın-link)

Ucuz et oyununun arkasındaki korkunç plan! 
Okyanus ötesinden Türkiye’ye yüz binlerce canlı hayvan taşıyan dev gemilerin sırrı ne…
Yusuf Yavuz (2018 Basın-link)