Translate

15 Aralık 2016 Perşembe

KARS İLİ VE ÇEVRESİNDE ERMENİ MEZALİMİ 1/3






SUNUŞ

“Türkiye’nin Doğu - Kilidi Kars İli”mizi türlü yönleri ile tanıtmak üzere, 5 Ağustos 1954 te Kars’ta kurulan Derneğimiz, bununla, 6. eseri yayınlamış oluyor. Öteki yayınlarımızın ve çıkaracaklarımızın adları ile nitelikleri, kapak arkasında belirtilmiştir.


Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “NUTUK”ta belirttikleri gibi, 30 Ekim 1920 de Kars’ın Kurtuluşu, “Yeni-Türkiye’nin ilk askeri zaferi” sayılır. Bundan 906 yıl önce “Anadolu Fâtihi” Selçuklu Sultan Alp - Arslan da, “İlk - Batı Seferi” sırasında Bizanslılar’ı yenerek, 16 Ağustos 1064 te Kars İli’-nde Türkiye’mizin kuruluş temellerini uğurlu eliyle bu kutlu topraklarda atmıştı. Demek ki, Kars, Anadolu’nun ebedi “Türk - Eli” olarak kuruluşunda ilk açılan mutlu ve kutlu bir yurt bucağı olduğu gibi, I. Dünya Savaşı sonunda yıkılan Türkiye İmparatorluğu Anayurdunda yayılan : Fransız, İngiliz, İtalyan, Yunan, Ermeni ve Gürcü gibi 6 türlü dış düşman işgalinden sonra 23 Nisan 1920 de Ankara’da kurulan “Yeni-Türkiye”nin “İlk - Askeri Zaferi” ile ve kahraman XV. Kolordumuzun başındalci “Şark Cephesi Kumandanı” rahmetli Kâzım Karabekir Paşa’nın eliyle kurtulmuştur. Bu yıl Kars, bu büyük bayramın 50. Yıldönümünü kutluyor.


1807 -1917 arasındaki 111 yılda 5 Türk - Rus Savaşı’na sahne olan Kars, bu arada 3 Rus işgali (1828, 1855, 1877) ile, 3 korkunç Rus kırgını (1828, 1877, 1915) görmek felâketine uğramış; maddi ve manevi varlığından çok nesneler yitirmiştir. 3 Mart 1878 Yeşilköy Antlaşması ile “savaş taminatı” yerine Çarlığa bırakılan ve 3 Mart 1918 Brest - Litowsk Antlaşması ile Bolşevik Rusya’dan geri alınan Kars ili, “Büyük - Ermenistan” hayali ile Ruslar’ın ortaya çıkartıp şımarttığı Ermeniler’in fesat ve tecavüzü ile de 1905'ten beri karşı karşıya kalmıştı. Kasım 1917 başlarında Bolşevik idaresinin Rusya’ya hâkim olması ile, geniş bir silâhlı teşkilâta kavuşup, yüze çıkmaya başlıyan Ermeniler, Doğu - Türkiye’deki yerli Türkleri kırarak azaltıp yoketmek suretiyle bir “Ermeni çokluğu kurma” gibi pek kanlı ve vahşi bir siyaset güttüler.


Erzincan’dan Ahılkelek ve Borçalı’ya kadar ki, 1918 Ermeni Mezâlimi arasında, Kars İli’nin başına gelen korkunç ve acıklı felâketler ile, 1919 -1920 arasındaki bu gibi faciaların belgelere dayanan anlatımı, bugün nüshaları resmi kütüphanelerimizde bile bulunmayan ve 1918 -1921 arasında : İstanbul, Erzurum, Batum ile Kars’ta basılmış 7 risaleden Karslılar’ın ve gelecek nesillerimizin öğrenmesi için, bu derleme eseri yayınlıyoruz. Bunları sadeleştiren, izah noktalarını ekliyerek yayıma hazırlıyan ve “Sonsöz”ü yazan Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih öğretim Görevlisi Dr. Kırzıoğlu M. Fahrettin, Derneğimizin Kurucu Üyesi olarak bize, her zaman yardımda bulunmaktadır.


Kars Kurtuluşu’nun 50. Yıldönümü Bayramını aziz ve büyük milletimizce kutlarken, bugün artık gövdesindeki derin düşman yaraları iyileşerek, gelişme ve ilerleme yolunda hız alan Kars İli’mizin ve çevresinin 1918 - 1920 de “Ermeni eşkıyası’ndan gördüğü korkunç vahşetlerle kıyıcılıkların da bilinmesinden fayda uman Derneğimiz, bu yayını ile de, eski yazılı belgelerimizi okuyamıyan ve Fransızca bilmiyen okumuşlarımıza bir hizmet ettiğine inanmaktadır. “Su uyur, düşman uyumaz” atalar sözünün, her zaman için hatırda tutulması ve bilhassa 1945 ten beri “Sovyet S. Ermenistan Cumhuriyeti” ile, dünyanın öteki bucaklarında yaşıyan Taşnak Komitesine mensup Ermeniler’in “Kars, Ardahan” ve bütün Doğu-Türkiye üzerindeki gülünç iddialarının da unutulmaması, gerekir. Bu uğurda okunacak en son Türkçe eser, Sayın Emekli Tümgeneral Ahmet Hulki SARAL Paşa’ın bu yıl Ankara’da basılan 13 krokili, 52 resimli ve 518 s.lik “Ermeni Meselesi” adlı kitabıdır.


Kars Kurtuluşu’nun 50. Yıldönümünü kutlama hazırlıkları arasında bu 7 risaleyi bir arada bastıran Derneğimiz, 1918 ve 1920 de iki defa Karsı kurtaran Kolordumuzun muzaffer kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya olan saygısını da belirtmek için, İstanbul'da Altın ve Gümüşten “KARS – KAZIM KARABEKİR MADALYASI” ile, ayrıca “KAZIM KARABEKİR ROZETİ”ni de yaptırmak suretiyle, birer güzel sanat eserini hatıra olarak ortaya çıkarmıştır. Bununla, son 115 yıl içinde “KARS” adına, şu dört madalya kesilip, dağıtılmış oluyor:


1) 29 Eylül 1855 günü yedibuçuk saat süren çok kanlı tabya savaşlarında 54 binlik Rus ordusunun, yarısı hastahanelerde yatan 12 bin asker ve kadınlı - erkekli Kars ahalimizin kahramanlığı ile yenilmesiyle kazanılan hicri “1272 (1855) Kars Zaferi”nin hatırası olarak, Tanzimat Türkiyesi'nin çıkardığı Altın, Gümüş ve Bakırdan “Kars Nişanı”;


2) 1919 Şubatında “Cenubigarbi Kafkas Hükümeti” merkezinin Kars’ta Kuyumcu Mehmet Tuğcu’ya yaptırdığı savatlı gümüşten dört adet “Khâdim-i Millet ve Vatan-1919” yazılı madalya;


3) Derneğimizin 1964 te İstanbul’da Darphane’de yaptırdığı Altın ve Gümüşten “Kars - Alp Arslan Madalyası”, 16 Ağustos 1064 te Selçukluların Kars İli’ni Bizanslılar’dan fethinin 900. Yıldönümü hatırasıdır;


4) Yine Derneğimizin İstanbul’da yaptırdığı Altın ve Gümüşten “Kars-Kâzım Karabekir Paşa Madalyası”da,  Kars Kurtuluşu’nun 50. Yıldönümü hâtırası, oluyor. 


Kars’ın Kurtuluşu’nun 50. Yıldönümü Bayramınızı kutlarken, Kars’ta yatan şehidlerimizin kutlu ruhları sevinçle yücelsin.


Kars - 30 Ağustos 1970
KARS TURİZM VE TANITMA DERNEĞİ
* Karslılar’ın, şehrin ve ilin kurtarıcısı rahmetli  Kâzım Karabekir Paşa’nın 220 santim boyundaki tunçtan bir heykelini, “İstasyon Parkı”na 1967 de diktiklerine de işaret edelim. KTTD.
*1) Her risalenin asıl sahife sırası, [ ] içerisindeki rakamla gösterilmiştir. [ ] içindeki izahlar veya eklemeler ise, Dr. Kırzıoğlu tarafından konmuştur. KTTD.











TARİHÇE

İkinci Erzurum Kale Topçu Alayı’nın, Teşekkülünden itibaren Osmanlı Ordusu’nun Erzurum’u geri alma tarihi olan 12 Mart 1918 e kadarki Ahvâli hakkında (*)


[s. 3] Önsöz


Erzurum Rus İkinci Topçu Alayı’nın Harp Ceridesi olan bu Tarihçe’nin, Rusça aslı mahfuzdur. Ermeniler’in Türkler’e yaptıkları acıklı işler ve zulümler, bu Ceridenin birtakım yerlerinde yazılıp tespit edilmiş ise de, Türkler’in uğradıkları zulüm ve kıyıcılıkların derecesini öğrenmeyi arzu buyuran zatlar, Erzurum Rus İkinci Topçu Alayı Kumandam Yarbay Twerdo -Khlebof’un Hatıratı’nı ve bu belgelere dayanılarak neşrolunan öteki kitabı okumalıdır.


[s. 4] 1917 Aralık ayı sonlarında Rus Kafkas Ordusu, gerek Ordu ve gerek Başkumandanlığın müsaadesi olmaksızın, kendi kendine cepheden çekildi. Erzurum Deveboynu Müstahkem Mevkii Birlikleri ile, Erzurum Kale Topçu Alayı’ndan yalnız 40 Subay kaldı. Bu Subaylar, erler tarafından terkedilmiş bir halde bırakılan topların başında vazifeli olarak kalmışlardı. Öteki Subaylar da gittiler. Müstahkem Mevkilerde, 400 den çok top kaldı. Topların götürülmesi imkânı olmadığından, mecburi olarak, mevzilerinde kaldılar. Subaylar ise, gerek vazife ve gerek namus düşüncesiyle, Başkumandanlığın, kendilerine yeni er göndermesi veyahut topları terk eylemeleri emrini bekliyorlardı. Birinci Alay’ın gitmesiyle, kalan Subaylardan İkinci Erzurum Kale Topçu Alayı kuruldu. Ordunun çekilmesiyle Erzurum’da, İhtilâl yolu ile Ermeni Birliği kuruldu. Kendilerine Ermeni Asker Birliği adını verdiler. İşte o tarihte Ordu Kumandalığı, hepsi acemi olarak 400 kadar Ermeni'yi, İkinci Kale Topçu Alayı'na verdi. Bunların bir kısmı kaçıp dağıldı; kalanlar da, ancak nöbet yerlerini ve mevzideki bataryaların korunmasını üzerlerine alabiliyordu.


Ordunun çekilmesinden bir müddet önce, Kuzey-Kafkasya'da iç-savaşları başlayıp, Mâverâyi-Kafkas'ın Rusya ile bağları kesilince, Tiflis'te bir geçici hükümet kurularak, Mâverâyi-Kafkas Komiserliği adını aldı; ve kendisinin müstakil bir hükümet olmayıp işler düzelinceye kadar, geçici olarak Merkez Hükümetini temsil ederek, Rusya'nın ayrılmaz bir bölümü olduğunu ilân etti. Çekilen [s.5] Ordu'nun yerine bu Komiserlik, 31 Aaalık 1917 tarihli tamamiyle, yeniden Ordu kurulacağını ilân etti; ve yeni Ordu, milliyet esası üzerine; Rus, Gürcü, İslâm (Türk), Ermeni kolordular ve Çerkes, Osetli, Asuri (Nasturi) gibi diğer küçük milletlerden de ufak birlikler teşkil edecekti.


Topçu Birliklerinin hangi milletten kurulacağı meselesi çözülünceye kadar, Erzurum Deveboynu Müstahkem Mevki Topçusu, karma bir halde kaldı. Kumanda Heyeti hep Rus olup, erat Ermeni idi. Kumanda Heyeti gibi asıl kadrosu hep Rus olan bu Topçu Birliklerini, hiç kimse Ermeni farzedemez. Bunların Ermeni olduğuna dair, hiç kimse bir emir vermedi. İşbu Topçu Birlikleri daima Rus adını taşıdı. "Biz, daima Rus Ordusu Topçusu'nda hizmetle, Rus Veznesinden maaş aldık ve Rus Kumandanları'nın emri altında bulunduk." Alay'da Rus Papası'nın idaresi altında Rus Kilisesi vardı; Ermeni Kilisesi yoktu.


Henüz Rus Ordusunun çekilmesi iki ay kadar olmuştu ki, öteki milletlerden ikmal eratı gelmediği gibi, Erzurum'a başka milli birlikler de gelmemişti. Alay'da disiplin kurulamadı. Erler kaçıyor ve yağma ile uğraşıyor; ve Subayları tehdid etmeğe, hattâ açıkca emirlerini dinlememeğe başladılar.


Bulgar-Ermenileri'nden olduğunu işittiğim Albay Torkom, (5 Şubat 1918 de) Erzurum Merkez Kumandanı tayin olundu. Bu yılın Ocak ayı sonunda Ermeni Piyade Birlikleri'nden birkaç er, Erzurum'un ileri gelen ve eşrafından birisini evinde öldürüp, malını yağma etmişler. Ölenin adını hatırlamıyorum.


Başkumandan (Gürcü soyundan Korgeneral) Odişelidze, bütün Birliklerin Kumandanlarını yanına toplayıp mutlaka üç gün içinde kaatilin ortaya çıkarılmasını istedi. [s.6] Bilhassa Ermeni Kumandanlara, kaatilin meydana çıkarılmasının, Ermeni haysiyetini ilgilendiren mesele olduğunu söyledi; ve Ermeni eratı tarafından Şehirde yapılan zulümlere ve itaatsizliğe son verilmesini talep etti. "Yahut kendilerini koruyabilmeleri için, Türk ahalisine silâh dağıtmak mecburiyetinde kalacağım"; diye ilâve etti. Albay Torkom cevabında: - Birkaç eşkiyanın zulüm ve yağma etmesiyle, bir milletin lekelenmesinin doğru olmadığı gibi, bütün Ermeniler'in de eşkiya olmadığını, öfkeli olarak bildirdi.


Birlik Kumandanları, Divaniharp teşkilini ve Ceza Kanununun uygulanmasını idâm ile cezalandırmayı, Başkumandandan talep ettiler. Bunlar hakkında teşebbüste bulunulduğunu söyledi. Ancak, kaatilin bulunup, bulunmadığını bilmiyorum. Hâtırımda kaldığına göre Albay Torkom, 10 Mart'ta Erzurum Şehrindeki bütün birliklere bir geçit töreni yaptırıp, yirmi bir pare top attırarak, Şehirde oturanlara (Türklere), askerin gücünü göstermek istedi. Geçit töreninde (Başkumandan) General Odişelidze'ye (Albay) Torkom, ermeni dili ile yazılmış bir nutku okudu. Tabii, ermenice bilmediğimiz için, hiçbirimiz, bir şey anlamadık. Sonra söylediklerine göre: Ermenistan kurulduğunu ve bizzât kendisinin de Hükümeti Yürütmeğe başladığını ilân etmiş! Başkumandan bunu öğrendiği vakit, Torkom'u Erzurum'dan kovdu. (Tiflis'teki Azerbaycanlı - Gürcü - Ermeni'den kurulu geçici) Hükümet'in, her ne suretle olursa olsun, Ermeni İstiklâli'ne meydan vermek istemediğini bundan anladık.


Gerek Erzurum ve gerek civarındaki depolardan ve cephede Ermeniler'e verilmiş olan eşya, silâhlar ve malzeme, Ermeniler'in kendi malları olmayıp, başka birlikler mevcut bulunmamasından dolayı, bu nesnelerin Ermeniler'e, geçici olarak muhafaza ve gerektiği sırada iade etmeleri şartiyle verilmiş olduğunun, Kurmaylıktan birçok defalar ihtar [s.7] edildiğini işittim. Bu sırada Ermeniler'in Erzincan'da silâhsız muti, Türkler'i, her türlü vahşetle kırarak, o çevreye Osmanlı Birlikleri'nin yaklaşmasından dolayı Erzurum'a doğru kaçmakta oldukları haberi geldi.


Başkumandanlığın haber almalarına ve vak'a yerinde bulunup geri dönen Rus Subayları'nın anlattıklarına göre: Erzincan'da Ermeniler tarafından sekiz yüz Türk öldürüldüğü halde, ancak kendini koruma sırasında yalnız bir tek Ermeni telef olmuş. Erzurum yakınındaki Ilıca köyünde de, biçare Türkler'in katledildiği anlaşıldı. (1918 de) Şubatın 20 sinde (Erzurum'da) öğleden sonra sokaklarda milisler ve askerler tarafından birçok (Türk) erkekler toplanıp belirsiz bir yöne gönderilmekte olduğu, dikkat nazarımı çekti. Bunun sebebini sorduğumda, - "Demiryolunda biriken karların temizlenmesi için ırgat olarak gönderilecekleri"ni söylediler.


Saat üçe doğru, Alay'ımın Subaylarından Teğmen Lipsky, bulunduğu [Yakutiye'de] Kışladaki Ermeni erattan birkaçı, sokakta beş Türk'ü tutup, kışlanın avlusunda bir kenara sıkıştırarak döğmekte olduklarını ve belki sonunda bunları öldüreceklerini, telefonla bana söyledi. Rus Subayı bunları kurtarmağa eşebbüs etmiş ise de, silâhla karşılık görmüş ve orada bulunan bir Ermeni Subayı da, bunların kurtarılması teklifine muvafakat etmemiş. Yakında bulunan başkaca üç Rus Subayını yanıma alıp, bu zavallıları kurtarmağa koştum. Bana telefonla haber veren Rus Subayı ile, Belediye Reisi Stavrofsky, bana karşı çıkıp, yine Ermeniler tarafından sokakta yakalanan ve kendilerinin dostu bulunan bir Türk'ü aramakta olduklarını söylediler. Ermeni eratın Kışla avlusuna girmeğe, silâhla engel olduklarını da ilâve ettiler.


Kışla'ya yaklaştığımız zaman avlu kapısından on iki kadar Müslüman'ın korku [s.8] ve dehşetle çıkıp, etrafa kaçıştıklarını gördük. Bunların birisini tutabildik; fakat, tercümansız konuşamadık. Muhalefet görmeden, Kışla avlusuna girdim. Sokaktan toplanan ahâlinin nerede bulunduğunu göstermelerini istedim. Ahâliden kimsenin Kışlada bulunmadığını söylediler. Kışlayı aradığım sırada, Kışlanın Hamamı'nda korku ve ürkü içinde yetmiş kadar Türk kapanmış olduğunu gördüm. Hemen tahkikata giriştim. işin tertipçisi olan altı eri habsederek, Türkler'i hemen salıverdim. Tahkikat sırasında, bilinmeyen bir Ermeni eri tarafından Kışla'nın yakınındaki evlerden birinin damında görülen zavallı bir yoksulun, tüfekle öldürüldüğünü öğrendim. 12 Martta Osmanlı Birlikleri'nin Erzurum'u geri alması sırasında ne yazık ki, bütün resmi evrakım arasında, bu tahkikat varakaları ile, kurtardığım Türklerin adları bulunan liste de zayi olmuştur. Fakat, bugün Erzurum'da sağ kalıp da, sokakta rastgeldiğim sırada, hatalarını kurtardığımdan dolayı minnetdarlıklarını içten selâmları ile belirten Türkler'den sorularak, vak'a ortaya çıkarılabilir. Erzurum Belediye Reisi Mösyö Stavrofsky'nin maiyetinde Yazıişleri Kâtipliğinde bulunan Tercüman (Ahıskalı) Ali Beğ Pipinof, tahkikat sırasında tutanak ve lsiteyi düzenlemiş bulunduğundan o şahısları tanıyabilir.


Tahkikat sırasında Topçu Alayı'na bağlı Piyade Birliği içindeki Ermeni Yedeksubayı Karagudayef'in vak'a tertipçisi olup, ahâliyi evlerinden topladığı sırada, birçok eşyalarını da bu uğurda tecrübe sahibi olan Ermeni neferler vasıtası ile gasbetmiş olduğu anlaşıldı. Bu da öteki Ermeni erlerle birlikte habsedildi. Akşamüstü, Bölge Komiseri Zlatof ve Yardımcısı Starofsky'nin yanında, Başkumandan'a durum [s.9] haber verildi. Bugün içinde Ermeniler, ötede-beride birkaç kişiyi yoketmiş ve Türk Çarşısı'nda yangın çıkarmışlardır.


Umumi olarak bugünlerde, gerek Erzurum ve gerek çevresinde tek tek öldürmeler olduğu haber alınmakta idi. Tafta Tabyası yanında bir Türk'ü öldürdüğünden dolayı bir Ermeni'yi bizzat kendim yakalayıp Merkez Kumandanı'na teslim ettim. Amele sıfatiyle işe sevkedilen Türkler'den birçoğu, izi kaybolarak [Şehrin doğu kuzeyinde ve Dekovil yolu güneyindeki Yanıkdere'de toptan ve büyük vahşetlerle şehid edildiklerinden], bir daha geri dönmemekte olduğunu ahâli tarafından söyleniyordu. Belediye Heyeti, bunu Başkumandan'a bildirdi.


Büyük rütbeli Topçu Subayları hep birleşerek, Başkumanda'a verdiğimiz Rapor'da : Müstahkem Mevki'den [Erzurum'dan] hepimiz ayrılmasına müsaade edilmesini, çünkü, burada hiçbir yolda fayda sağlıyamadığımız gibi, Ermeni Mezâlimi'ne karşı da hiçbir şey yapamayıp, ancak bu eşkiya yüzünden adımızın lekelenmesini hiçbir zaman istemediğimizi bildirdik. Bunun üzerine Başkumandan : "Osmanlı Ordusu Kumandanı General Vehib Paşa'dan aldığı telsiz-telgrafta, Osmanlı Ordusu'nun Erzincan'ı işgal edip [kurtarıp], ileri harekâtına devam emrini aldığı; ve Ermeniler'in bu bölge [Türk] ahâlisine yaptıkları mezâlime başka türlü son verilemeyeceğine hükmettiğini; ve bu ileri harekâtın, Rus Birlikleri ile temasa gelinceye kadar devam edeceğini bildirdiğini", söyledi.


Bu yüzden Mâverâyi Kafkas Komiserliği, Osmanlı Hükümeti'ne barış teklif etti. Bu teklife, telsiz-telgrafla alınan cevapta, Osmanlı Ordusu ve Kumandanı, barış teklifini memnunlukla kabul ettiklerini; fakat meselenin çözülmesi için Mâverâyi Kafkas Komiserliği teklifinin, Osmanlı Hükümeti'ne duyurulduğu bildirilmiştir.


Bizim müracaatımız üzerinde General Odişelidze [Tiflis'teki] Komiserlik Reisi [s.10] (ve Hâriciye Komiseri, Gürcü soyundan) Kekeçkuri ve Başkumandan General (Rus soyundan) Lebedinsky ile, telgraf muharabesi yaptı. Alınan cevapta: Ermeni Millet Meclisi'ne bir ültimatom verilerek, Ermeni rezaleti'ne son verilmesi, kat'i surette talep edilmiş olmakla; Erzurum'daki Yolsuzluklar'a son verilmek üzere Ermeni Meclisi tarafından Doktor Gavriyef ve (Taşnak çete reisi, Türk Cellâdı) Antranik gönderilmiş olduğu; ve Subayların isteklerine keskin cevap verilmesi, Osmanlı Hükümeti'nden barış üzerine alınacak cevaba bağlı bulunmakla Subayların o zamana kadar Erzurum'da kalmaları gerekeceği bildirilmiş; ve buna ilâve olarak, Subayların şimdiye kadar yaptıkları vazifeyi teşekkürle beraber, Rusya'nın yeniden bir tehlike karşıısnda bulunduğu bu sırada, bütün Subayların son dakikaya kadar vazifeleri başından ayrılmıyacaklarına güvenildiği bile, zikredilmiştir.


Bundan başka, Ordu Kumandanı yazılı emirnâmesinde, bütün Subayların vazifelerinden ayrılmamalarını tenbih ettiği gibi, Subayların haksız yere telef ve adlarının kötüye çıkmalarına hiçbir veçhile müsaade etmiyeceğini ve eldeki bütün kuvvetiyle buna engel olacağını bildirdi. İşte bu yüzden biz, ancak Rus Kumandanı'nın emri ve yalnız Rusya'nın menfaati maksadiyle Erzurum'da kaldık. Bu sırada Osmanlı Hükümeti'nin Mâverâyi Kafkas Komiserliği'nin teklifine râzı olduğu, Barış Görüşmelerinin Trabzon'da ve 2 Mart'ta (1918) başlanılacağı anlaşıldı.


Erzurum ve çevresinde Osmanlı Birlikleri ile savaşmayı tasavvur etmediğinden, Barış Antlaşması imzalanıncaya kadar Erzurum'da kalınacak ve bu Antlaşma gereğince bütün silâhlar ve malzeme, ya Rusya'ya taşınacak veyahut hepsi Osmanlı Hükümeti'ne teslim edilecek; ve aksi takdirde Barış imzalanmadan Osmanlı Birlikleri Erzurum'u geri almaya teşebbüs ettiği halde, toplar tahrip edildikten sonra, mürettebat ve Subaylar da [s.11] Rusya'ya çekilecek; ve bunlar için herhalde yedi gün önceden kat'i emir verilecek olduğunu, bütün Subaylar'a Ordu Kumandanı ağızdan söyledi.


Subayların Erzurum'da kalıp kalmaması meselesi kat'i surette çözülünceye kadar, Kürtler'in muhtemel olan taarruzlarına karşı müdafa mecburiyeti gerektiği belirdi. Çünkü Osmanlı Hükümeti tarafından, "Kürtler'in söz dinlemeyip, kendi kendilerine hareket ettikleri", (17 Aralık 1917'de imzalanan Erzincan'daki) Mütâreke sırasında, resmen bildirilmişti. Bu yüzden, daha Şubat'ın ikinci haftası başlarında Erzurum-Erzincan menzil hattına gereği kadar top gönderilmesi ve Kürtler'in bu hat üzerinde Anbarlar'dan erzak yağmalamak üzere vâki olan hücumlarının dağıtılması için, Ordu Kumandanlığı'nca kararlar alınmıştı. Buna göre her Menzil Noktası'na bir Subay ile bir yahur iki top yerleştirildi. Ermeni Birlikleri, Erzincan'dan Erzurum'a çekilirken, bu toplar da bunlarla birlikte geri geldi. Yirmiüç Şubat tarihlerine doğru, aynı maksatla Trabzon Kapısı üzerindeki Büyükkiremitlik Mevkii ile Abdurrahmangazi Mevkiine ikişer top konmuştu. Ayrıca, şehrin müdafa noktalarından bazılarına da, birkaç top daha kondu.


Palandöken yönünden Kürtler'in taarruzu ihtimaline karşı Kars ve Harput Kapıları arasına da top konacaktı. Halbuki bu toplar, bilhassa Kürtler'in taarruzuna karşı yerleştirilmiş olup, mürettebatı ile ancak bu hizmeti yapabilirse de, topçusu bulunan muntazam orduya karşı, bir - iki atışta hepsinin imha edileceği belli idi. Şubat sonlarında uzak mevzilerdeki topların kamaları, rasad ve nişangâh dürbünleri hep toplanarak, merkezdeki depoya yığılmış; yakın mevzilerdekilerine de nişangâhları çıkarılıp, sıra kamalarının alınmasına gelmişti. Palandöken'deki toplar için dahi bu emir verilmiş idiyse de, henüz yapılamamıştı. Yalnız Kürtler'in taarruzlarını püskürtmeye [s.12] ayrılmış olan topların nişangâhları üstünde idi. Osmanlı Birlikleri'nin yakın zamanda taarruzu beklenmiyordu. Osmanlı Birlikleri yaz gelmeden önce harekete iktidarı olmayan ve manevi kuvveti bozuk zannediliyordu.


25 Şubat'ta tepeden tırnağa kadar silâhlanmış olan Ermeni eşkiyası on-oniki kadar Türk'ü İstasyon yanında kurşuna dizdiklerini gören iki Rus Subayı, bunları kurtarmağa teşebbüs etmişse de, bunlar da silâhla tehdid edildiklerinden, bu zavallılar kimse tarafından yardım göremeyip, öldürülmüşlerdir.


26 Şubat'ta Ordu Kumandanı, Örfi İdare ilân ve Divanıharp teşkil ederek eski kanuna göre, idâm cezası uygulanmasını emretti. (13 Şubat 1918'de Erzincan'ın kurtuluşu üzerine oradan 11 günde Erzurum'a çekilmiş bulunan Ermenici ve Fransız soyundan) Albay Morel, Erzurum Müstahkem Mevki Kumandanı ve Ermeniler'den birisi de, Divanıharp Reisi tayin olundu. Başkumandan (Korgeneral Odişelidze) ile birlikte, Müstahkem Mevki Kumandanı General Gerasimof da bugün Erzurum'dan hareket ettiler. Bunlar, gerektiğinde topçu çekilirse, geride hangi mevkide toplanacağını tayin edeceklerdi. Müstahkem Mevki Topçu Kumandanlığı vazifesini yapmak üzere kaldım. Albay Morel'in Karargâhı, çoklukla Rus Subaylarından kurulmuştu. Alay Kurmayı, Kurmay Yüzbaşıs Şneör idi.


Ordu Kumandanı (Sarıkamış’a) gidince, Albay Morel başka bir tavır takındı : Erzurum son dakikaya kadar müdafaa edileceğinden, Subaylar ile, eli silâh tutan erkeklerden kimsenin şehri terketmelerine müsaade etmiyeceğini söyledi. Erzurum’dan hareket etmek isteyen Subaylar hakkında Divanıharb’e bilgi verdiğim zaman, Divanıharp Azâsından (Ermeni) Sokhumyan, yüksek sesle bağırarak “Erzurum’dan çıkmak isteyenlerin hepsini bizzat kendisi vuracağını ve gizlice kaçanların ise, [s. 13] Köprüköy ve Hasankale’de yerleştirilen kuvvetli Ermeni Birlikleri tarafından, bizzat kendi vesikasını taşımıyacaklarından, yakalanıp Divanıharb’e gönderileceklerini’’, söyledi. Kurtulması güç olan bir kapana tutulduğumuzu, anladım. Örfi İdare ve Divanıharp, Ermeni eşkıyası için olmayıp, bilhassa Rus Subayları için kurulduğu, belli oldu.


Şehirde zorbalık ve baskı, eskisi gibi devam etti. Her zamanki gibi, silâhsız ve müdafaasız oldukları halde taarruza uğrayan Türk ahâlisi’ni, Rus Subayları imkân dâiresinde korumaya çalıştılar. Maiyetimde bulunan Subaylardan birçoğu, sokakta yakalanıp, soyulmuş olan Türkler’i, zorla kurtarmışlardır. Fen Memuru vazifesinde bulunan Karayef, gündüz sokakta bir Türk’ü soyup kaçan bir Ermeni’yi, silâhı ile vurmuştur. Silâhsız muti’ ahâliyi öldürenlerin cezalandırılacağı vadinden, hiçbir şey çıkmamıştır.


Divanıharp, Ermeniler’den korktuğundan, hiçbir Ermeni’yi mahkum edemedi. Halbuki, Divanıharb’in kurulmasanı, en çok Ermeniler istemişlerdi. Hiçbir zaman bir Ermeni’nin, öteki Ermeni’yi cezalandırmıyacağını, Türkler ısrarla iddia ediyorlardı. Rus atalar sözünde : “Karga, karganın gözünü oymaz” derler ki, doğru olduğunu gözümüzle gördük. Eli silâh tutan Ermeniler, kaçmakta olan âilelerinin korunması kaygısiyle, hep birlikte firar ettiler. Mahbus bulunan Yedeksubay Karagudayef, haberim ve müsaadem olmaksızın, salıverilmiş. Bunun tahliye sebeplerini Albay Morel’den sorunca, yeniden tahkikat yapılarak, suçsuzluğunun anlaşıldığını söyledi. Halbuki gerek ben, gerek bir - iki Subayım, vak’anın en mühim tanıklarından idik. [s.14] Bize buna dâir hiçbir sorgu sorulmadı. Böyle iken, Alay’ca tahkikat ve soruşturma yaptırarak, dosyasını Albay Aleksandrof’a verdim. Tafta’da yakaladığım câni bile, hiçbir cezaya çarptırılmadı.


Albay Morel, Erzurum Türk ahâlisi’nin ayaklanmasından korkmaya başladı. 2 Mart’ta Antranik, Erzurum’a geldi. Bununla birlikte, İstilâ Edilen Bölgeler Komiser Yardımcısı Doktor Zavriyef de gelmişti. Ermeni meseleleriyle hiç uğraşmadığımız için, Antranik’in, Osman Hükümeti’nce idâma mahkum bir câni sayıldığından haberdar değildik. Bütün bunları, 20 Mart’da Osmanlı Ordusu Kumandanı ile konuştuğum sırada öğrendim. Antranik, Rus Tuğgenerali formasiyle geldi. Dördüncürütbeden Sen - Vladimir ve İkincirütbeden Sen -Jorj Haçı Madalyalarını taşıyordu. Bunlardan başka, neferlere mahsus Sen - Jorj Haçı’nın İkincirütbesini de taşıyordu. Bunun maiyetinde, kendi Kurmay Başkanı olan Rus Kurmay Albayı Zinkeviç de, birlikte gelmişti. Antranik Erzurum’a gelmeden bir gün önce Albay Morel, Antranik’ten aldığı telgrafta, “Erzurum’dan kaçan korkakların hepsini yoketmek üzere, Köprüköyü’ne makineli tüfekler konulmuş olduğu” yazıldığını, herkese ilân etti. Antranik gelince, Albay Morel’in yerine, Erzurum Merkez Kumandanlığı’nı üzerine aldı; Albay Morel bunun emri altında kaldı. Biz de, her zaman Albay Morel’in kumandasında bulunduk.


Antranik’in geldiği (2 Mart 1918) günü, bölgem içindeki Tepeköy’de bütün ahâli kadın, erkek, çoluk - çocuk hep Ermeniler tarafından kırgına uğratıldığını, o bölgedeki Subayım vasıtası ile haber aldım. İlk görüştüğüm sırada, hemen buna dair haberleri kendisine söyledim. [s.15] Benim yanımda emir verip Tepeköy’e yirmi atlı gönderdi; hiç olmazsa suçlulardan bir kişi olsun, yakalanmasını emretti. Bundan ne sonuç çıktığını, bugün ben bilmiyorum. Albay Torkom, yine ortaya çıktı. Antranik’in gelişinden bir - iki gün sonra, Ermeni Topçu Albayı Dolukhanof, Erzurum’a geldi. İlkönce kendisi, Topçu Müfettişi olarak benim âmirim olacağını, söyledi. Buna karşılık ben, kendim Tümen Kumandanı yetkisini taşıdığım için, âmire ihtiyacım olmadığını ve böyle olmazsa, hizmetten çekileceğimi bildirince; Dolukhanof’un, Erzurum Müstahkem Mevkii Topçu İşlerini Yürütmeye Memur bulunduğu, ilân edildi. Buna göre, bana yolladığı kararlar, kendi adına olmayıp, Merkez Kumandanı Antranik nâmına gönderilmekte devam etti. Kumandanı altındaki Topçu Taburu kumandanı Yüzbaşı vekili Ermeni Canbolatyan dahi, benim işlerime karışmağa yeltenmişti. Bütün topların ve projektörlerle dinamolarının, hep geri götürüleceğini söylediğimde; Ermeniler, her halde, Erzurum’da kalacakları için, bunların hepsinin kendilerine gerekli olduğundan bahisle, hiçbirinin geri gönderilmesine râzı olmıyacağını anlatmıştı. Bundan anlaşılıyor ki, bütün Kumandanlık işlerini Ermeniler kendi ellerine alarak, Rus Subaylarına da, icrâ memurluğundan başka birşey bırakmak istemiyorlardı.


Rus Subayları’nın himmetiyle Ermeni İstiklâli’ne çalıştıkları ve fakat bunu kimseye sezdirmek istemedikleri, pek belli idi. Çünkü bu maksatlarını açıkça söyleseler, Rus Subayları’nın çoğu işten elçekince, Ermeniler Subaysız kalacaklardı. Topçu Subayları’nın hizmeti bırakmalarından, Ermeniler’in pek çok korktukları, Dağ Topçu Taburu Kumandan vekili [s.16] Yüzbaşı Püyat’ın aşağıdaki ifadelerinden, anlaşılmaktadır : "20 Şubat’da Dağ Topçu Taburunun Sarıkamış’a gideceğini haber alan Ermeniler, daha 18 Şubat’da Topçu Park Kumandanı’nı tutuklamışlar ve Ordu Kumandanı’nın emriyle salıverilmiş; sonra üç defa daha yakalamışlar. Eğer Topçular Erzurum’dan çıkarsa, Erzurum’u kana boyayacaklarını söyliyerek, tehdide kalkışmışlardır. Hapsedilenler, Rus Karargâh Subaylarının teşebbüsü ile salıverilmekte olduğundan, sonunda Ordu Kumandanlığı’nın emriyle, Topçuların gönderilmesinden vazgeçilmiştir."


Yedinci Dağ Topçu Taburu Kumandanı ile anlaşmak mecburiyeti hâsıl oldu : Rus Topçu Subayları’na Ermeniler doğrudan doğruya zorlamaya cesaret edip, Ermeni yararına çalışmaklığımızı açıktan açığa isterlerse, birbirimize yardım etmekliğimizi, gizlice kararlaştırdık. Elimizde maddi kuvvet olarak top ve makinelitüfek ve bir de Rus Subayları vardı. Dağ Topçu Subayları, mümkün olduğunca birbirine yakın yerlerde oturmaya başladıkları gibi, Müstahkem Mevki Topçu Subayları da, ta işgalin başındanberi Karargâhımızın bulunduğu İslâm Mahallesi’nde (Yeğenağa’da), birbirimize yakın yerlere toplandık. Antranik’in gelişinden sonra Albay Morel’in (Erzurum Sultanisi şimdi Kız Ortaokulu binasındaki) Karargâh’ında, Erzurum ahâlisinin ayaklanacağı korkusu arttı. İhtilâl tertipçileri yakalanacağı sırada gerçekten bir ayaklanma çıkarsa, bunların üzerine topçu ateşi açabilmek için, Mecidiye Tabyası’nda bu işi becerebilmek için Rus Subayı bulundurulmasını, Albay Morel emretti.


Bizim hepimize de Müslüman Mahallesi’nden çıkıp, Ermeni Mahallesi’ne nakletmekliğimiz emredilmişti. İki yıldan beri Müslüman Mahallesi’nde (Yeğenağa Mahallesi’nde Münir Özışık Beyin konaklarında) bunlarla yanyana yaşamış bulunduğumuz cihetle, Ermeniler'in bu hayalı korkularına güldük. Rus Topçu Subayları [s. 17] sözbirliği ederek : Namuslu bir düşmanla savaşmak için hizmette kaldıkları cihetle, kadın ve çoluk - çocuk üzerine topçu ateşi edilmesine hiçbir zaman uymıyacaklarını, çok keskin bir dille bildirdiler. Çünkü Ermeniler, hiçbir sebep olmadığı halde, Türkler’in ayaklandıklarını farzederek, bu zavallıların üzerine topçu ateşi yapılmasını istiyeceklerinden şüphe kalmamıştı.


Ermeni Mahallesi’ne taşınma işi, aşağıdaki üç sebepten dolayı imkânsızdı : 1 — Belirtilen zamanda, taşınabilmek, mümkün değildi. 2 — Rus Subayları’nın Türk Mahallesi’nden ayrılmaları, Ermeniler’in burada serbestçe kırgın yapmalarına müsaade olacaktı. 3 — Rus Subayları, her hususta son zamanlarda hiçbir suretle güvenemedikleri Ermeni çevresine kendi kendilerini düşürmüş olacaklardı. Müstahkem Mevki kadrosuna girmeyen Dağ Topçu Taburu Subayları da, aynı suretle bu teklifi reddettiler. Sonunda Ermeniler, kendi işlerini kendileri görmek mecburiyetinde kalıp; ayaklanma kışkırtıcıları diye birtakım kimseleri yakalamaya başladılar. Albay Morel'in, “şehre top ateşi” teklifi, dikkati çektiğinden, maiyetimdeki Subaylarla toplantı yapmak mecburiyetini duydum. Bir gün ara ile, iki toplantı yaptık. Birinci Toplantı’da, Erzurum’da bulunan bütün Topçu Subayları ile, birkaç günden beri Erzurum’a gelen iki İngiliz Subayı, Albay Morel, (Antranik’in Kurmay Başkanı Kurmay Albay) Zinkeviç, Dolukhanof, Torkom, Antranik ve Dr. Zavriyef hazırdı.


İngiliz Subayları’nın bu toplantıya çağrılmasındaki biricik maksadımız, Rus Subayları ile Ermeni Kumandanı arasındaki münasebeti görmeleri; ve Rus Subaylar’nın Ermeni vahşeti’ne ne dereceye kadar engel olmaya muktedir bulunduklarını anlayıp, birkaç gün sonra geri dönüşlerinde, gördüklerini ve mütalaalarını bu vak’a ile doğrulayabilmeleri idi. [s.18] Çünkü, doğrudan doğruya emrim altında telgraf ve telefon hatlarına malik olmadığımdan, yazdığım telgrafların yerlerine verilmediğine (kaani) olduğumu, gördüğüm ve haber alarak öğrendiğim her türlü Ermeni vahşeti’ni, bütün acıklıkları ile ortaya koydum. Ermeni itaatsizliğinin son haddini bulduğunu, bizzat Ordu Kumandanı Odişelidze’nin ağzından işittiğim vak’-alarla izah ettim. Bütün bu anlattıklarımı, şu cümlelerle bitirdim : “Erzurum’da kalan bütün Rus Subayları, kendi haysiyet ve formaları ile, Ermeni mezalimi’ni örtmek için kalmayıp; ancak, âmirlerine itaate, yalnız Rusya’ya hizmet için kaldık ve Erzurum’da bulunduğumuz müddetçe, Ermeni vahşet ve rezaleti’ne son verilmesini; böyle olmazsa, bütün Rus Subayları’nın yerlerini bırakarak, geri gitmelerine müsaade edilmesini, ısrarla istediğimizi”, bildirdim. Benden sonra söz alan Subaylar da, hep benim görüşümü doğruladılar.


Antranik buna verdiği cevapta : “Ermeniler, Rusya’ya son derecede minnetdar olup, Büyük Rusya Ahâlisi’nin ayrılmaz bir bölümü olduklarını ve şimdi de, Rusya’ya yardım etmekten başka bir gaye gütmediklerini; Ermeni kırgını denilen nesnenin, yüzyıllardan beri Ermeni-Türk arasındaki husumetin sonucu olmakla beraber, bundan sonra hiçbir türlü yolsuzluğun olmamasını sağlamak için kendisinin Erzurum’a geldiğini; ve eğer burada Ermeniler’e sözgeçirip, kırgın’ın önünü almağa muvaffak olamazsa, bizzat kendisinin ilk olarak Erzurum’dan ayrılacağım”, anlattı. Konuşmalar, hep tercüman aracılığı ile oldu. İsteyen Subaylar’ın Erzurum’dan çıkabilmeleri imkânı sorulunca : “Cesaretine güvenemiyenlerin çıkmaları daha iyi olacağı cihetle, bunların çıkmalarına imkân dâiresinde müsaid davranacağını”, söyledi. Albay Zinkeviç ise, bütün oradakilerin önünde : “Burada yapılacak hizmet, yalnız Rusya’ya [s. 19] hizmet vazifesi olduğuna inanarak, bizzat kendisinin de ancak bu kanaatle Erzurum’da bulunduğu”nu söyledi.


En sonunda, bütün Subaylar, on gün daha bekliyerek, Antranik’in söylediklerinin doğru olup, olmadığını görmeğe ve neticeye göre bir hareket hattı izlemeye karar verdiler. Bu toplantı, beş veya altı Mart’da yapıldı. Toplantı bittikten bir müddet sonra Albay Dolukhanof, Rus Subayları’nın Ermeniler’e bu derecede nefret duygusuyla bakmakta olduklarını, hiçbir zaman tasavvur edemeyip, hayrette kaldığını gerek bana ve gerek öteki Rus Subayları’na çok şaşarak söylemiştir. Ertesi gün Antranik tarafından sokaklara (ve Câmilerle ’çeşme duvarlarına) astırılan Türkçe beyannâmelerde : “Öldürülen Müslüman olsun, Ermeni olsun, mutlaka fâili bulunup ayni cezaya çarptırılacağı; ve Müslümanlar’ın hiçbir nesneden korkmayıp, dükkânlarını açarak ticaretleri ile uğraşmaları; ve (demiryolunda karları temizletme bahaneleriyle) çalıştırmak için toplanıp gönderilen Müslümanlar’dan birinin yokolması halinde, bunları toplayıp göndermeye memur olan birliğin hepsinin kendi hayatları ile sorumlu tutulacakları ve saire”, yazılmıştır. (Erzurumlu olan bu câni Antranik, ayrıca Çifte minareler önündeki meydanda, Türkçe nutuklar vererek, Erzurum’luları evlerinden dışarı çıkmaya ve böylece kolayca yakalanmaya teşvik edici ve yeminle inandırıcı sözler de söylemiştir).


Ertesi günü, maiyetimdeki Taburlardan birinin Kumandanı olan Yüzbaşıvekili Canboladyan ile birlikte at üstünde bir sokaktan geçerken, birkaç kişinin duvardaki ilânı okumakta olduklarını gördük. Canbolatyan bunlara türkçe izah ederek: “Müslüman ahâli tarafından bir ayaklanma olmadığı takdirde, Ermeniler tarafından hiçbir türlü kötülük zuhura gelmiyeceği”ni anlattı. Buna karşılık : “İki yıldan beri Müslüman ahâli’nin hiçbir kötülük yapmak teşebbüsleri görülmediği gibi, bundan sonra da böyle bir fenalık yapmak niyetinde dahi olmayıp; ancak, silâhsız ve müdafaasız kalan Müslümanlar’ın, sebepsiz yere öldürülmemelerini rica ettikleri”ni, söylediler.[s. 20] Benim Rus Topçu Kumandanı olduğumu, gerek ben ve gerek benim arkadaşlarım Rus Subayları, Müslüman ahâlinin hiçbir vechile zarar görmelerini arzu etmeyip, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da ellerinden geldiği kadar bu zavallıları koruyacağımızı, kendilerine anlatmasını Yüzbaşı vekili Canboladyan’dan rica ettim. Orada bulunan Türkler’den birçoğu ve bilhassa içlerinden bir - iki tanesi, 20 Şubat Vak’ası’nda bizzat benim kendi hayatlarını kurtardığımı söyliyerek, sözümü doğruladılar. Canboladyan, Ermeni Komitesi (Taşnak) Azâsı’ndan idi.


İkinci Toplantı, yalnız Rus Subayları’ndan kurulu olup, dışarıdan ancak Dr. Zavriyef vardı. Bu toplantıda : “İkinci Erzurum Topçu Alayı’nın, Ermenilerin sandığı gibi, Ermeni Topçu Alayı olmayıp, dâima Rus Topçu Alayı’dır ve Subaylar’dan hiçbirisi, Ermeniler’e gönüllü yazılmamıştır; yazılmak da istemiyor. Ermeniler’e hizmet için, hiçbirimiz imza vermemiş ve mukavele yapmamıştır. Ve gerçek olarak Hükümet, bu Alay’ın Rus yahut Ermeni Alayı olduğunu keskin olarak belirtmelidir. Eğer Rus Alayı ise, bize Rus erleri göndermeli; eğer Ermeni Alayı ise, Rus Ordusunda hizmet etmek arzu eden Subaylar’a bu Alay’dan ayrılma müsaadesi verilmelidir. Kafkas Cephesi’nde hizmet etmek istemiyenleri de, başka cephede hizmet etmek üzere geriye gönderilmeli. (Erzurum’da) ilân edilen Örfi İdare’nin, yalnız buna engel olabildiği görülmüştür. Bu aralık ortalığa yayıldığına göre, Mâverâyi Kafkas, Rusya Hükümeti’nden ayrılacaksa, Rus Subayları’na mutlaka izin verilmelidir ki, bunlar burada yabancı subayı durumunda kalacaklardır”, yollu konuşmalar olmuş ve neticede, mevcut tamimlere dayanarak, ya Harbiye Bakanlığı emrine, yahut [s. 21] Rus Kolorduları’ndan birine naklolunmak için, her arzu eden Subayın resmen müracaat edebileceği anlaşılmıştır.


Bana verilecek bu gibi dilekçelerin, uygun görülerek, gereken makamlara gönderileceğini ilân ettim. Bu toplantı sırasında bunlar görüşülüp münakaşa edilirken, Yedinci Kafkas Dağ Topçu Taburu’ndan Yüzbaşıvekili Yermolof, yeni kurulan Ermeni Taburu’na gitmek istemiyerek, ayrılma dilekçesi vermiş; önce vazgeçmesi için kandırmağa çalışmışlar. Fikrinde direndiği anlaşılınca, Albay Morel, dilekçesinin altına yazdığı mütalaasında, bu subayın işe yaramadığından dolayı, Cephe Kurmaylığı emrine iade edildiği kaydını koyarak, 24 saat içinde Erzurum’dan çıkması için sıkıştırılmış. İşte böylece, pek fedakâr bir savaş subayı olan Yermolof, bilhassa Ermeni Birlikleri’ne hizmet etmek istemediğinden ve bir de, Albay Morel’in Ermeniler’e hizmet ettiğini açıkça söylemek dikkatsizliğinde bulunmasından, böyle haksız yere lekelendiği anlatıldı.


Dr. Zavriyef de, tıpkı Antranik’in söylediklerini tekrar ederek : “Barış yapılıncaya kadar Erzurum’da kalmaklığımızın, Rusya’nın menfaati gereğinden bulunduğunu ve medeni yaşıyan bir millete mensup Subay olduğumuzdan, —Ermeniler, siz Türkler’le hesaplaşınız! Birbirinizi kesiniz. Şeytan alsın, sizin içişlerinize biz neden karışalım! diyemiyeceğimizi”, ileri sürdü. En sonunda— : “Eğer insanlık âlemine hizmet etmek arzu ederseniz, Erzurum’da kalarak, bundan böyle Ermeniler’in Türkler’i kırmamasına çalışmanın da bir insanlık vazifesi olduğunu”, söyledi. Zavriyef’in sözü, gerektiği gibi tesir edemedi. Toplantıdan sonra bizzat Doktor kendisi, artık hiçbir düzelme umudu kalmamış olmakla, belki bütün Subaylar ayrılacaktır, dedi.


Osmanlı Ordusu’nun Erzurum’u geri almasından on gün sonra (22 Mart 1918 de) bazı vesikaları [s. 22] okumak fırsatı düştü. Bu belgelerde Dr. Zavriyef, açıktan açığa Ermeniler’e Muhtariyet verilmesinden bahsetmiş; ve bunun için de, Rus Subayları'nın hzmetinden istifade edilmek icab edeceği yazılı olup; Dr. Zavriyef Erzurum’a gelmeden (Tiflis Ermeni Meclisi tarafından) kaleme alınmıştır. Dr. Zavriyef’in, Rus topluluğunun ruh hallerini pek iyi anlıyabilmiş olduğu belirmişti. Biz, daima asker idik, politika ile uğraşmak isteği, hiçbirimizde yoktu. Ermeni partizan savaşını dahi, Rus Subayları hiçbir zaman kendilerine benimsememişlerdir. Antranik’in vaadi, vaat biçiminde kaldı. Ahâli, bunların hiçbirisine inanmıyordu.


Çarşılar kapalı, herkes korkuyor. İslâm Mahalleleri'nin  sokaklarında hiç kimseler yoktu. Yalnız, Belediye Dairesi yanında bir - iki dükkân açık olup, ancak gündüzleri birkaç Türk buralarda toplanabiliyordu. Hiçbir Ermeni, ceza görmedi. Hiçbir suçlu Ermeni ortaya çıkarılmadı. Suçsuz Ermenilere nasıl ceza verilebilir ki! Ermeniler’in o konuşmalarına karşı, Rus Subayları şimdiye kadar birçok suçlu Ermeniler’i ortaya koyduğu halde, bunların hiçbirisinin ceza görmediği söylenince, susuyorlardı. Münferit kırgınların arkası kesilmemiş, fakat biraz gizli tutmağa çalışmışlardır. Cinayetler, şehirden uzakça köylerde ve Rus Subayları’nın gözünde uzakta yapılmağa başladı. Şehre yakın köylerdeki Türkler kayboldu, fakat nereye gittikleri bilinemedi.


Uzak köyler de, silâhla kendilerini korumaya başladılar. Şehirde ayaklanma korkusu bahanesiyle tevkifler çoğaldı. Tutuklananların ne durumda bulundukları, Erzincan’daki gibi boğazlanma tehlikesi ve hayatları hakkında Albay Morel’e sorduğum imalı sorguya, tutuklar emniyetli karakol vâsıtası ile gönderilip muhafaza [s. 23] edilmekte; ve kısmen Tiflis’e gönderilmekte olduğu; bir takımının da, rehin olarak Erzurum’da alıkonulmakta olduğu, cevabını vermiştir.


İaşe hususunda yolsuzluklar başgösterdi. Topçu Alayı için yağ isteyince, Anbar Memuru Ermeni vermez. Halbuki Elektrik denilen Ermeni Bölükleri için Başçavuş gidince, Antranik ile eskiden tanışıklığı olması yüzünden, hemen yağ verilir. Şeker isterlerse, bizzât Antranik şekeri kendi yanında biriktirip, dağıtımını herkese eşit olarak yapacağından bahisle, verilmez hale geldiğini, raporlardan anlamağa başladım. (Erzincan - Erzurum arasındaki) Menzil Hatları’nı takip ederek gelen Rus Subayları, çektikleri sıkıntıdan bahisle şikâyet ettikleri halde, Ermeni Subayları her yerde sıcak yer ve yemek bulurlardı. Şubat sonlarında Topçu Subayları’na (dekovilden) iki vagonet verilerek, bununla eşya ve kısmen de ailelerini geriye göndereceklerdi. Daha üç vagonet verilmesi hakkındaki müracaate Kurmaylık, henüz Erzurum’dan ayrılmadan önce, muvafakat cevabı vermişti. Kurmaylık gittikten sonra, vagonet verilmesi uzadı. Bunun üzerine, Albay Zinkeviç’e yazı ile başvurmakla, buna memur olan Ermeni, iki günden önce cevap veremiyeceğini söylediği halde, bütün Subayların gözü önünde, kaçan Ermeniler’e her türlü taşıma vâsıtası tedarik edilmekte idi.


Yollarda ise, silâhlı firari Ermeniler sürülerle kaçarken, uğradıklan her şahıstan, korkularından yahut paralarına gözkoyarak öldürüp soydukları, dâima olagelen hallerden bulunduğundan, eşya ve ailelerin muhafazasızca gönderilmesi, pek çok tehlikeli idi. Geriden ikmal eratı gönderilmediği gibi, eldeki az miktar piyade eratı da, hiç kimsenin emrine itaat etmemekte idi.


[s. 24] Antranik gelmeden önce Piyade Bölükleri, cepheye gitmekten kaçınıyorlardı. Antranik geldikten sonra, her ne kadar cepheye gönderilebilmişlerse de, son derecede rezillikle kaçmakta idiler. Antranik, bizzat at üstünde olduğu halde, kılıçla yahut yumrukla firarileri toplayıp, cepheye göndermeğe uğraşıyordu. Rus Subaylarının zorla bulundukları birlikler ise, ufak çeteler haline geldi (1). Antranik askerleri idare hususunda, belki meharet sahibi olabilir; ancak, Albay Dolukhanof aracılığı ile alınan emirleri, saçmalık ve değersizlik bakımından beni hayrete düşürürdü.


Başlarında Antranik olduğu halde, Ermeniler’in biricik umudu, Rus Topçusu’nda idi. Halbuki Müstahkem Mevkideki toplardan istifade edebilmek, talimli erata ve yeter sayıda itaatli ve talimli piyadeye mâlik olmakla mümkün olacağını, hiç düşünmüyorlardı. Asıl maksat, çok belli idi : Kaçarken topların himayesine sığınmak ki, sonuç tamamiyle böyle çıktı.


Trabzon’da Barış Görüşmeleri’nin başlaması, her gün başka tarihe bırakılmakta idi. Önce 2 Mart, sonra 5 daha sonra 10 Martta başlanacağını Erzurum Birlikleri Kurmaylığı’ndan öğreniyorduk. Karargâhımın her ikisi de, şehrin türlü yönlerinde idi. Müstahkem Mevki Karargâhı’ndaki telefon hemen hiç işlemez derecede kötü olduğundan, günde iki defa bizzat oraya gitmek mecburiyetinde idim. Albay Morel ile onun Kurmayından aldığım bilgilerde : Erzurum çevresinde nizami Osmanlı Birlikleri bulunmayıp, Kürt Çeteleri ile aralarında, Osmanlı Ordusu’nun Erzurum’dan çekildiği 1916 yılından kalma talimli erat bulunan silâhlı komşu köylüleri ile savaşıldığı anlaşılıyordu. Gerek çeteler ve gerek aralarında asker bulunan köylü toplulukları, bu çevreye gelen birtakım Osmanlı [s. 25] Subayları’nın, bilhassa Türkler’in canlarını korumak için yaptıkları teşkilâttan ibaret bulunduğu farzediliyordu. Taarruz edenlerde, ancak Ermeniler’in Erzincan’da bıraktıklan iki dağ topu vardı, Bunlar Erzincan Oltu ağız istikametlerinden taarruz edebilirlerdi. Geriden, Kars ve Palandöken taraflarından dahi gelmeleri muhtemeldi. Albay Morel, nedense yalnız Oltu tarafından hücüm edilecek sanıyordu.


Keşif işleri, Ermeniler tarafından pek bilgisizce yapılmakta idi. Süvariler ise, köylerde kırgın ve yağma ile meşguldü; keşif yerine, köylülerin hayvanlarını sürüp götürmekle vakit geçirirlerdi. Raporlar ise, hep uydurma idi. Keşif Müfrezesi’ne taarruz eden düşman kuvveti iki bin gösteriliyorsa, gerçekte mutlaka iki yüz kişiden az çıkardı. Üçyüz - dörtyüz kişi tarafından sarıldıkları halde kurtulmağa muvaffak olduklarını söyledikleri sırada, ancak bir yaralı ile bir telef verdiklerini de ilâve etmekten sıkılmazlardı. Bir gün Ermeni Subayları’ndan birisi, kumanda ettiği bölgeye dört yüz kişilik bir müfrezenin taarruz etmeğe başladığını telefonla bildirmiş ve hakikatte ise, karşı köyden iki silâhsız adamın çıkıp, sonra geri dönmesinden başka birşey olmadığı, ortaya çıkmıştı. Ermeniler Erzincan’ı terkettikleri zamandan Osmanlı Birlikleri’nin Erzurum’u işgali tarihine kadar geçen müddet içinde, Ermeni Keşif Kolları tarafından Türk Ordusu’ndan yalnız bir süvari yakalanmıştı. Tahminime göre, bu biçarenin ya ayakları donmuş olacak, yahut bir başkasının yardımı olmaksızın yürümeye mecali olmıyacaktır.


İkinci Subaylar Toplantısı’ndan sonra birtakım subaylar, başka birliklere nakilleri için dilekçe vermişlerdi. Bunların dilekçelerini Albay Morel’e götürdüğüm sırada, çok köpürerek : Divanı Harp Kararı ile bunların ayrılmasına şiddetle engel olacağını [s. 26] söylemişti. Halbuki, toplar henüz Rus Subayları’nın elinde bulunmakla, baskı ve şiddete karşı, top ateşi ile mukabele edebileceklerini bildirdim; ve subaylar kendi kendilerine mevkilerini bırakmayıp, Kanun uyarınca değiştirilmelerini istediklerinden, isteklerinin kabul edilmesinin zarurı olacağını anlattımsa da; ayrılmak isteyen bütün subaylara, Yüzbaşıvekili Yermolof’a verilen belge gibi, kendilerini lekeliyecek belgeler vereceğinden, arzu edenin denemesini söyledi. Albay Dolukhanof, Tiflis ile Batum’da söylediği gibi, istemiyen subayların işbaşında kalmasında fayda olmıyacağını ileri sürdüğüm sırada, zaten bunun için altmış İngiliz Topçu Subayı’nın Erzurum’a gönderilmesini isteyip, (Tiflis Hükümeti emrinde Sarıkamış’ta bulunan Başkumandanlık’tan) vaad aldığını bildirdi.


Erzurum İstasyonu Başmemurluğu vazifesinde bulunan bir Rus veyahut Polonez erin, hizmette kalmak istemediğinden dolayı, tutuklanarak zorla vazife yapmaya gönderildiğini, bu sırada işitmiştim. Emirlerin iyi yapılmasında çabukluk olsun bahanesiyle ve gerçekte, her ihtimale karşı, bütün subayların gerektiğinde birbirine yardım edebilecek surette yakın yerlerde oturmaları için, gereken emirleri verdim. Yüzbaşıvekili Yermolof, 10 Martta hareket etmişti. Giderken yolda Sarıkamış’a uğrayıp, orada bulunan Kurmay Başkanı General Vişinsky ile, Topçu Kumandam General Gerasimof’a, Ermeniler arasındaki kötü durumumuz üzerine, gördüğünü ve bildiğini söylemesini ve mümkün olduğu kadar çabucak şu halden kurtarılmaklığımızı rica eylemesini tavsiye ettim.


9 Martta bir Osmanlı uçağının gelip çevreyi keşfetmesinden, Osmanlı Birliklerinin Erzincan’da ve hattâ Mamahatun’da bulunduklarına hükmetmiştim. Bu sırada, Erzurum’un boşaltılması hakkında (Kolordu Kumandanı Albay Kâzım Karabekir imzası ile) Türkler’den bir teklif mektubu aldığını, Albay Morel söylemişti. [s. 27] Osmanlı Birlikleri’nin Erzurum’u işgalinden sonra, bizzat Kolordu Kumandanı Kâzım (Karabekir) Bey’den öğrendiğime göre, boşaltma hakkındaki kâğıt, belirsiz bir teklif varakasından ibaret olmayıp, bizzat kendi imzasını taşıyan bir mektup olduğu, anlaşılmıştır (2). Albay Morel ise, meseleyi ehemmiyetsiz görüp, bizzat Kolordu Kumandanı’nın imzasını taşıyan resmi mektubu, imzasız bayağı bir propaganda varakası gibi göstererek, beni aldatmaya çalışmıştır.


9, 10 Martta cephede korkulu bir hal görülmediği, Müstahkem Mevki Kurmaylığından bildirilmiştir. Yalnız, Tekederesi yanlarında Kürtler’in toplandığı haber alınmakla, o yöne bir Müfreze gönderilerek, bunların ileri yürümesine engel olunduğu, biliniyordu. Erzurum’dan gönderilen bir Müfreze ise düşmanı, Ilıca’dan birkaç verst (3) geri attığı söyleniyordu. 11 Martta Tekederesi’ndeki Ermeni Müfrezesi sarılmış ve kaçabilenleri, Erzurum’a koşmakta; ve Ilıca’daki Müfreze de bozulup, aynı istikamete kaçmakta oldukları haber alındı.


Taarruz edenlere karşı topçu ateşi açılması hakkında Albay Morel’den sözlü emir almıştım. Ancak, hiçbir yerde taarruz eden hedef göremedim. Harput Yolu üzerinde panik halinde Erzurum’a kaçan Ermeni askerlerinden başka bir nesne görülmüyordu. Trabzon Yolu üzerinde ise, manevra alanında yürüyüş yapar gibi toplu yol kollarında Ermeni Birlikleri, Erzurum’a geri çekilmekte idi. Öğleden sonra yakındaki Gez köyünün çevresinde düşman birlikleri bulunduğu, anlaşıldı. Bunların sayısını, bin beşyüz kişi tahmin ettim. Bu Müfreze, talim görmemiş Kürt Çetesine benzemeyip, düzgün yürütülüp idare edilen bir Alay’a benziyordu. Ancak, aralarında bulunan süvari döküntüleri bunlara, biraz düzene konulabilmiş Kürt Müfrezesi biçimini veriyordu. Geri çekilenlerin hali [s. 28] ve görünüşü, pek acıklı ve umutsuzdu. Geri çekilen Ermeniler, arasıra kısa uzunlukta seyrek avcı halinde yayılıyorlar. Gâh şosenin yanlarında ufak kümeler halinde toplanıp, sersem sersem yürüyorlardı. Bunların yüzlerinde, korkudan başka bir şey görülmüyordu. Antranik, bunları birazcık düzene sokmak için, avcı hattına doğru gitti ve bu hattı bir miktar ileri göndermeğe muvaffak olduysa da, korkak Ermeniler, bir kere yatınca, bir daha kalkmadılar. Bizim tarafta topçu ateşi, gece karanlığına kadar devam etti. Kürt eşkıyasının taarruzları başlamasından dolayı, bunların püskürtülmesiyle uğraşılmağa başlanıldığı zamandan itibaren bütün Rus Subayları, ayrılma kararından vazgeçip, üzerlerine düşen vazifeleri hakkiyle yapmaya çalışmışlardır. Çünkü, böyle zamanda ayrılma arzusu gösterenler, korkaklıkla suçlanacaktı.


Ermeniler’in topçu hakkındaki düşüncelerini, bugün öğrendim. Büyük Kiremitlik yanındaki bataryamın korunmasına memur edilen Ermeni Piyadesi’ni, ileri sürmek imkânı olmadı. Tersine bunlar, Bataryayı bırakıp Harputkapısı’na doğru daima geri çekilmekte idiler. Tekederesi köyünden kaçan Ermeniler, kaçarken bile yanlarda bulunan hayvanları sürüp götürmeğe ve yalnız, gördükleri silâhsız ahâliyi öldürmeye çalışmışlardır. Türkler’in şehre yaklaşmaları, Rus Kurmayı’nca beklenmedik bir zamanda oluvermiştir. Çünkü, gereken muharebe emri bile verilmemişti; verilmiş olsa bile, bana kadar ulaşamamıştır. Dışarıdan silâhbaşı ve baskın borusu çalındığı sırada, Piyade Birliklerinin tutacakları yerler önceden belirtilip tamim edilmiş olduğunu, işitmiştim. Fakat, bu emir de, bana kadar gelmemişti. Benim vazifem, pek kolay idi : Şehrin müstahkem hatlarının top ateşi [s. 29] dışındaki düşmanı oradan geçirmemek için, top ateşi altına almak; ileri mevzilerde ise, Piyade ile birlikte, benim emrim altında bulunmayan Dağ Topları vardı. 


Bugün akşama kadar Şehir Milisleri Ermeniler, şehir içindeki Müslüman erkeklerin bütününü, hattâ yaşlı ve hastaları bile toplamağa devam ettiler. Sebepleri soruldukta, “Demiryolu boyundaki karları temizlemek için amele topladıkları”nı, söylüyorlardı. Oturduğum evin kapısında adım yazılı olduğu halde, bir Ermeni Üniversite öğrencisi, maiyetindeki devriye ile sözde arama yapmak için evime girmiş olduğunu bu akşam haber almıştım. Ailemin karşıkoyması ile eve girmeğe cesaret edemediği gibi, ev sahibi olan yaşlı bir Türk ile, birkaç Kürt hizmetkârı alıp götürememiş; fakat, ağzına geleni söylemiş. Bu yolsuzlukların Antranik’in emriyle yapıldığını, Üniversiteli kendisi söylemiş. Ahâliyi toplamak için bir daha ev sahibi ihtiyarı almağa geldikleri sırada, bana sığınabilmesi için, benim oturduğum yere geçilebilecek bir kapı açtırdım.


Son zamanlarda, benim Antranik ve Kurmayları ile olan münasebetime tanık olması için, her gidişimde yanıma Seferberlik Kısmı Müdürü Yüzbaşı Jultkeviç’i de aldığımdan, bu akşam da (11 Mart 1918 Pazartesi) Subaylar Toplantısı’na yine birlikte gitmiştik. Komisyon’a vardığımızda, bizim gelmekliğimizi beklemeden, oturum açıldığını ögrendik. Odada, aşağıdaki kimseler vardı : Antranik, Dr. Zavriyef, Albay Zinkeviç, Morel, Dolukhanof ve öteki birkaç kimseler. Beni gördükleri gibi, Başkumandan Odişelidze’nin (Sarıkamış’dan gönderdiği) telgrafını, Albay Zinkeviç, şöylece okudu : [s. 30]


“Osmanlı Ordusu Kumandanı Vehib Paşa, Erzurum’un işgali için birliklere emir verdiğini telsiz - telgrafla bildirdiğinden, Müstahkem Mevki’de bulunan topların tahribiyle, birliklerin geri çekilmesi, İmza : Odişelidze.” Bu emir biraz geç kaldığından, iki - üç gün kadar bir zaman isteyen tahrip işlerini, tabii yapamadık.


Antranik yüksek sesle birisine Ermenice söğüyor; Dr. Zavriyef, bunu yatıştırmaya çalışıyor ve Antranik’in söylediklerini bize tercüme ediyordu : “On - onbeş bin kişi gönderdik; Erzurum’u koruyacakları yerde, geride oturup Ermeni milletini ve Ermenistan’ı batıran Ermeni Başkanları’na lânet ettiğini; elde bulunan birkaç bin Ermeni’nin de, hiçbirisinin cepheye gitmek istemediğini” bağıra - çağıra söylemekte imiş. Bundan sonra Antranik, kararını bize şöyle söyledi : “İki gün daha Erzurum’da dayanarak, mümkün olan tahripleri yaptıktan sonra, boşaltılması.” Sonra da, odada hiç kimse yokmuş gibi, soyunup yatağına yattı.


Şehrin ötesinde, berisinde çıkan yangınların söndürülmediğini; ve gece vakti (Ermeni) Milisler tarafından İslâmlar’dan yaşlı ve hastaların bile evlerden toplanıp, bilinmeyen bir yere götürülmekte olduğunu Doktor Zavriyef’e söylediğim zaman; yangınların söndürülmesi ve İslâmlar’ın toplandırılmaması için emirler verildiğini bildirdi. Dr. Zavriyef ile önceden geçen konuşmalarımızda : Kendisi Hükümet Üyelerinden bulunmak sıfatı ile, hiçbir türlü yolsuzluğun yapılmamasını son derecede arzu ettiğini ve buna bütün gücü ile çalışacağını söylerdi. Gerek bu ve gerek bunun benzerleri Ermeni aydınlarından, hep bu yolda uygun düşünceler işitirdim. [s. 31] Gönüllerinde ve düşüncelerinde ne maksat beslediklerini, bilmem. Ancak dillerinden, Ermeni düşünürleri arasında kırgın ve yağma fikrinin iğrenç olduğunu açıktan söyliyenlerin varlığı inkâr edilemez. Dr. Zavriyef’in, Ermeni düşüncelerini benden daha iyi bilmesi gerekir.


Antranik tarafından verilen kararın yerine getirilmesi üzerinde birtakım görüşlerden sonra, herkes evlerine dağılmıştı. Erzurum’da iki gün dayanmak meselesine gelince; ileri hattaki tahkimatın kuvveti ve koruyanların çokluğu bakımından, yalnız Kürtler’e karşı değil, nizamı birliklere karşı bile kırk iki gün müdafaa edilebilirdi. (17 Aralık 1917 de biten Erzincan’daki) Mütareke görüşmeleri sırasında,  Kürtler’e söz geçiremiyeceklerini Türkiye Hükümeti resmen bildirmiş olduğundan, Kürtler’in hücumuna karşı her türlü tedbirleri almak bizim borcumuz idi.


Gece (11 Mart Pazartesi) evime dönerken, yangınların sönmüş ve her türlü yolsuzluklardan iz kalmadığı görülüyordu (çünkü artık, Ermeniler Erzurum’dan kaçmaya ve canlarının kaygısına düşmeğe başlamışlardı). Karargâhı’ma dönünce, topların tahribi için gereken emirleri verdim. İki gün içinde bunlar bozulabilirdi. (Ermeni) Piyadelerin, gece karanlığından faydalanarak siperleri terkettiklerini, subaylarımın raporlarından anlıyordum. Birçok uğraşmalardan sonra, telefonla Albay Morel’i bulup, aldığım haberleri kendisine söyliyebildim. Buna karşı, tedbirler alarak takviye birlikleri gönderildiğinden, bu husustan dolayı hiçbir tehlike mevcut olmadığını bildirdi (böylece Ermenisever Morel, Rus Subaylarının işbaşında kalmasını sağlamak için, onu aldatıyordu). Evime gidip gece (12 Mart Salı) saat birde yattıktan sonra, (saat) iki ile üç arasında, şehirde tek - tük silâh sesleri işitilmeğe başladı.


Tıpkı geçen günlerde olduğu gibi, sokaklarda Ermeni sesleri, balta sadâları, kapıların kırılması, ahâlinin zorla götürülmesi gürültüleri işitilmeğe başladı. İki düşünce, beni pek sıkmağa başladı : Önce, içinde bulunup da meseleyi gözleriyle görmiyenlerin, bu Hürriyet Mücahidleri Ermeni eşkıyasının yaptıkları vahşet ve rezaleti, [s. 32] Rus Subaylarının müsaadesiyle yaptıklarını sanarak, Rus Subaylarının da Ermeniler ile birlikte lekelenmesi; ikincisi, şehre taarruza başlıyan topluluk arasında muntazam Osmanlı Birlikleri’nin de bulunması ihtimalinden. Halbuki Başkumandan’ın (General Odişelidze’nin) kararı, emri ve arzusu muntazam birlikler ile savaşmak olmayıp, şehrin boşaltılmasından (ve böylece 3 Mart 1918 Brest-Litowsk Muahedesi hükümlerine uymak) olduğundan, bu yüzden de bir yanlış anlama ihtimali. Bu iki mühim sebebe karşı, şu kararları aldım :


Sabahleyin erkence Albay Morel’e gidip, iki keskin teklifte bulunmak; önce, Ermeniler’in eşkıyalığını durdurmak iktidarında değilse, topların bir kısmını Ermeniler’in üstüne çevirip; önce teklif etmek, sonra ateşle buna icbar etmek. İkincisi, hemen konuşma memurları göndererek : Savaş hareketlerini durdurmak ve iki gün içinde kan dökülmeksizin Erzurum’un boşaltılıp teslim edileceğini, Osmanlı Birlikleri’ne bildirmek; ve Erzurum’un boşaltılması sırasında Ermeniler’in kırgın yapmamaları için, Rus Subayları’nın kumandası altında Ermeni’siz müfrezeler kurarak, kırgına silâhla engel olmak vesairedir.


Erkenden Yüzbaşı Jultkeviç ile birlikte Albay Morel’e giderken yolda, Topçu Cephanesi’nin önünde buna memur olan Teğmen Bagratunyan’a rastladık. Geri çekilme emri verildiği için cephanenin patlatılmasını istiyorsa da, bu uğurda benden emir alınması gerektiğini söyledi; buna şaştım. Çünkü, Cephane Deposu Albay Dolukhanof’a ait idi. Böyle iken, Cephanenin patlatılması hakkında Topçulara hiçbir emir verilmemiş olduğundan, bu patlamadan, bütün Rus Subayları ile birlikte şehirde oturanlar da zarar göreceğinden, patlatılmaması gerektiğini söyledim; inandırarak cephaneyi kurtardım.


Albay Morel’in Karargâhı’na (Sultani Mektebi’ne/Lise’ye) yaklaştığımda, herkesin kaçmakta olduklarını [s. 33] gördüm. Karargâh’ın karşısındaki Amerikan Konsolosu’nun evinin büsbütün tutuşmuş ve yanmakta olduğunu gördüm. Albay Morel ile Torkom atlarına binmişler ve eşyalarını bir otomobil ile birkaç arabaya tamamiyle yüklemişler, kaçmaya hazır bir halde bulunuyorlardı; (12 Mart 1918 Salı günü) saat sabah yedi idi. Durumun ne merkezde olduğunu sorduğumda : “— Sabah beşte ricat emri verildiği halde, henüz bu emrin bana ulaşmamasından birşey anlıyamadığını”, söyledi.


Korktuğum başıma geldi : Rus Subayları ve Topları himayesinde Ermeniler kaçmaya muvaffak oldu. Rus Subayları toplarını bizzat kendileri idare etmek şartiyle taarruz edenleri (Türk Ordusunu) durdurmaya çalışırken, Ermeniler geride rahatça kırgın yapıp, kaçmaya muvaffak olmuşlardır. Kendim gelmeseydim, geri çekilme emrinden hiçbir Rus Subayının haberi olmıyacaktı. Önce olup bitenler üzerine mümkün olduğu kadar az bilgi verdikleri halde, bana hiç gerekmiyen tamimleri ve emirleri de gönderiyorlardı. İlk işim, piyade mermilerine karşı koruyucu ceketlere bürünüp, Kars şosesinde rahatça kaçmakta olan yiğit (!) Ermeniler’e son teşekkürlerimi etmek üzere Mecidiye Tabyası’na koşup, bunları şarapnel ile güzelce bir selâmlamak olacaktı. Ancak, kaçanlar arasında hiç suçu olmıyan birtakım kimselerin de zarar göreceklerini düşündüğüm için, bu düşünceden vazgeçtim. Erzurum’da daha birçok ahali ve çoluk - çocuk kalmıştı.


İşte Ermeni fâtihlerinin (!) böylece Rus Subaylarını aldatmalarından dolayı, toplar tahrip edilememiş idi. Hemen Karargâh’a dönüyorduk; yolda, korkularından akılları başlarında kalmıyan birçok Ermeni kaçkınlarına rastlıyorduk. Yollar, kaçanların attıkları eşya ve malzeme ile dolmuştu. Yollar geçilmez bir hale geldiğinden, sokakların biraz daha tenhasına sapmıştık. Burada, birçok insan çığlıklan ile yaylım ateşe tesadüf ettik. Sokakların dönemeç yerlerinde, ileride ne [s. 34] olduğu görülmüyordu. Yalnız, karların üzerindeki kan lekelerinden, bu çevrede müharebe yapılmakta olduğuna hükmederek, geri döndük. Dörtyol ağzına gelince, arabadan inip yaya yürümeğe başladık. Sokakların birinden, Milis Kumandanı Ermeni’nin at üstünde olarak çıktığını görünce, tahminimde aldanmadığıma hükmettim.


Karargâh’a dönüşümde, Piyade ile birlikte ricat etmeleri için Bataryalarına emir verdim. Topçu subaylarının ayrılması için, nakliye arabalarının verilmesini de emrettim. Nakliyedeki arabacıların, daha geceden toptan kaçmış olduklarını öğrendik. Tepeden tırnağa kadar fişekli Ermeni kaçkınları, hayvanları arabadan söküp, bir ata ikişer kişi binerek, Kars’a doğru kaçmaya başlamışlar. Benim arabamdaki hayvanları da sökmek istedikleri sırada, seyisim engel olunca üzerine ateş etmişler; hayvanlarımdan birisi yaralanmış, fakat alıp götürememişler. Elli arabalık bütün nakliyeden ancak iki - üç araba elegeçirebildik. Bu arabalardan ancak birkaç subay istifade edebilip, çarçabuk eşyalarını yükleyip, gittiler. Birkaç arabadan daha faydalanma imkânı vardıysa da, sokaklarda gelişigüzel öteye-beriye şiddetli tüfek ateşi yapan korkak Ermeni kaçkınlarının kör kurşunlarından korunma kaygısı ile, evlere girmeğe mecbur olmuştuk. Türk ahâli, gerek bizi, gerek ailelerimizi Kürtler’in sataşmasından koruyacaklarını güvenle söylediler. Ermeniler’in sersemce ateşine bakmıyarak sokaklardan geçmeğe çalışsaydık bile, Karskapısı’nı Türkler tutmuş olduğundan, buradan geçmek mümkün olmayacakmış. Yüzbaşıvekili Mitrofan, o civara yakın olduğu halde bile, bu kapıdan geçmeği başaramıyarak, geri dönmüştü.


Biraz zaman sonra Osmanlı Birlikleri’nin şehre girdiğini öğrenince, taarruz edenlerin yalnız Kürtler’den ibaret olmayıp, muntazam [s. 35] birliklerin varlığını da öğrenmiş olduk. Cesur Ermeni Piyadeleri (!), geceden faydalanarak, fırtına çabukluğu ile Erzurum - Kars Şosesi’nde kaçmaya başlamışlar. Eğer gerçekten fırtına olsaydı, bu kadar az zamanda Erzurum’u Ermeni pisliğinden temizliyemezdi. Gerek siperlerde ve gerek şehirde, hiçbir yaralı veya ölü Ermeni kalmamıştır. Ne kadar direnerek müdafaada bulundukları bununla da bellidir! Erzurum’da esir olan bilhassa Rus Subayları olmakla, bu da Ermeniler’in ne kadar büyük fedakârlık ettiklerine bir doğru tanıktır! 


Osmanlı Birlikleri’nin Erzurum’u işgalini öğrenince, Yaverimle birlikte müracaat ederek, varlığımız üzerine bilgiler verdim. Rusya’nın Türkiye ile barış yapmış olduğunu, ancak bu dakikada öğrendim. Yollarda gidip - gelirken bana rastlayan Türk ahâli, ellerime sarılarak hayatlarını kurtardığımdan dolayı, teşekkür etmekte idiler. Öteki Rus Subayları için de, aynı şekilde teşekkür ediyorlardı. Çünkü, eğer Rus Subayları olmasaydı, Osmanlı Birlikleri Erzurum’u işgali sırasında, hiçbir sağ kalmış Türk bulamıyacaktı.


Romalı Petroni, Ermeniler için : “Ermeniler de insandır, fakat evlerinde dördayaklı yürürler”, diye yazmıştı. Rus Şâiri Lermontof da bunlar hakkında : “Sen kölesin, sen korkaksın, sen Ermenisin”, demişti.



12 Mayıs 1918 - Erzurum.
Erzurum ve Deveboynu Müstahkem Mevki Kumandanvekili ve İkinci Erzurum Kale Topçu Alayı Kumandanı, 
Savaş Esiri TWERDO - KHLEBOF (Tverdokhlebov, V.N.1876-1954 - SB) 



Dipnotlar:

(*) 21 Haziran 1918 günü Batum’da Binbaşı Mehmed Sadık’ın Türkçe tercümesini bitirdiği bu “Tarihçe”, 1918 de Erzurum (veya Trabzon)da basılmıştır. Tercüme baskısının aslı 1939 da Kâzım Karabekir Paşa’nın İstanbul'da çıkan “Erzincan ve Erzurumun Kurtuluşu” adlı kitabında dercedilmiş; sadeleştirilmiş özeti de, 1970 te A. Hulki Saral Paşa’nın Ankara'da basılan “Ermeni Meselesi” kitabına (s. 388-396) alınmıştır. Rusça aslı, Harp Tarihi Dairesi Arşivi, I. Dünya Harbi Dolabı 123, Göz 5, Dosya : 5 - A - 1/16, D. 1 dedir.

(1) 30 Ekim 1920 de Kars'ın Son - Kurtuluşu sırasında da, savaştan ve bilhassa Türkün süngüsünden korkarak, müdafaa hatlarından durmadan kaçan Ermeni neferlere emrini dinletemiyen 1. Alay Kumandanı Marzmanof’un, bu duruma çok kızarak, küfürler savurduktan sonra, intihar ettiği biliniyor.

(2) I. Kafkas Kolordusu Kumandanı Albay Kâzım Karabekir, Erzurum’daki Ermeni İzcilerinden olup, casusluk için gönderilen ve Kavurmaçukuru’nda yakalanan 13 yaşındaki bir Ermeni çocuğunu, iyi yedirip baktıktan sonra, 7 Mart 1918 günü, “Erzurum’daki Ermeni Reisleri’ne’’ başlığı ile yazdığı bir resmi mektupla Erzurum’a geri göndermişti. “Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir” imzalı bu mektupta, şöyle deniyordu ( “Erzincan ve Erzurumun Kurtuluşu”, 1939 İstanbul, s. 176-177) : - "Rusya Cumhuriyeti ile Barış imzalandı. Ruslar, bu antlaşmaya göre, 93 Seferi’nde ellerine geçen topraklarımız da dahil olmak üzere, bütün yurdumuzu boşaltmaya söz verdiler ve çok yerlerini büsbütün boşaltarak, çekildiler.  Öte yandan birçok Birliklerimiz, Batum’a çıkmaktadır. Bunlar, Kars’a doğru yürüyeceklerdir. Biz Rusların esirlerini, Ruslar da bizim tutsaklarımızı geri vermeye başladık. İlk esirler kafilesini, birbirimize verdik. Ruslar’ın boşalttığı yerleri teslim almak üzere, Kolordularımız Erzurum çevresinde toplandı. Bu hareketimiz sırasında karşımıza çıkacak her silâhlı, pek tabii olarak âsi sayılacak ve hakkında, Kanunun emrettiği en ağır ceza uygulanacaktır.” -  “Erzurum’da, medeniyet ve insanlığa büsbütün aykırı olan davranışlarda bulunmadan vazgeçerek, nihayet 9 Mart 1918 akşamına kadar Erzurum’u ve sonra da bütün topraklarımızı bırakarak, Kafkasya içine çekilmenizi ihtar ediyorum. Bu ihtarıma uygun davranmadığınız takdirde, dökülecek kanların, pek ağır olacak olan mes’uliyeti, tamamiyle size râci olacaktır”.

(3) Rus uzunluk ölçülerinden 1 verst = 1067 metredir.