Translate

29 Ekim 2016 Cumartesi

CUMHURİYET





"Söz konusu vatansa gerisi teferruattır"
"If the country is at stake, the rest is detail."






28 Ekim günü geç saatlerde, toplantı halinde bulunan Parti Yönetim Kurulu tarafından davet edildim. Parti Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Bey’di.Fethi Bey, parti adına Yönetim Kurulu’nca bir aday listesi hazırlandığını ve bu konuda Parti Genel Başkanı olarak benim de görüşümün alınması uygun görüldüğü için toplantılarına davet ettiklerini bildirdi.Hazırlanan listeye göz gezdirdim. Bence uygun olduğunu, ancak, bu listede adları bulunan kimselerin de görüşlerinin alınması, kabul edip etmeyeceklerinin sorulması gerektiğini söyledim. Bu teklifim uygun görüldü. Söz gelişi, Dışişleri Bakanlığı için söz konusu edilen Yusuf Kemal Bey’i davet ettik. Yusuf Kemal Bey, bu listeye giremeyeceğini bildirdi. Bundan ve buna benzer bazı durumlardan anladım ki, Parti Yönetim Kurulu da kabul edilebilir kesin bir aday listesi hazırlayamamaktadır. 


Yönetim Kurulu üyelerine, gereken kimselerle daha sıkı temas kurarak kesin bir liste tespit etmelerini tavsiye ettikten sonra yanlarından ayrıldım. Gece olmuştu Çankaya’ya gitmek üzere Meclis binasından ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemâlettin Sami ve Hâlit Paşa’lara rastladım. Ali Fuat Paşa Ankara’dan hareket ederken bunların Ankara’ya geldiklerini o günkü gazetede «Bir uğurlama ve bir karşılama» başlığı altında okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini, Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa vasıtasıyla kendilerine bildirdim. İsmet Paşa ile Kâzım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle birlikte gelmelerini söyledim.Çankaya’ya gittiğim zaman, orada, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey’lerle karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum. 


Yemek sırasında: «Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz» dedim. 

Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim.Yaptığım programın ve verdiğim talimatın uygulanışını göreceksiniz!

Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim.Çünkü, onların da aslında ve tabiî olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Halbuki, o sırada Ankara’da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar.

O gece birlikte olduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya’da misafirdi. Onunla yalnız kaldıktan sonra, bir kanun tasarısı müsveddesi hazırladık.Bu müsveddede 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (Anayasa)’nun devlet şeklini tespit eden maddelerini şu şekilde değiştirmiştim: 

Birinci maddenin sonuna «Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli Cumhuriyettir» cümlesini ekledim. 

Üçüncü maddeyi şu yolda değiştirdim: «Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükûmetin ayrıldığı idare kollarını Bakanlar vasıtasıyla yönetir.»

Bundan başka Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun temel maddelerinden olan sekizinci ve dokuzuncu maddelerle de değiştirilerek ve açıklığa kavuşturularak şu maddeler yazıldı:

«Madde — Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir. Cumhurbaşkanlığı görevi yeni Cumhurbaşkanının seçilmesine kadar devam eder. Görev süresi biten Cumhurbaşkanı yeniden seçilebilir.»

«Madde — Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır. Bu sıfatla lüzum gördükçe Meclis’e ve Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder.»

«Madde — Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilir. Diğer bakanlar, Başbakan tarafından ve yineMeclis üyeleri arasından seçildikten sonra Cumhurbaşkanı tarafından hepsi birden Meclis’in onayına sunulur. Meclis, toplantı halinde değilse, onaylama, Meclis’in toplantısına bırakılır.»

Bu maddelere, komisyonda ve Meclis’te din ve dil ile ilgili bildiğiniz bir madde de eklenmiştir.

Saygıdeğer Efendiler, şimdi isterseniz yüksek hey’etinize 29 Ekim 1923 Pazartesi günü Ankara’da geçen olayı kısaca anlatmaya çalışayım.

Pazartesi günü saat 10.00'da Halk Partisi grubu, Grup Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Bey’in başkanlığında toplandı. Bakanlar Kurulu üyelerinin seçimi görüşmelerine başlandı.

Başkan — Yönetim Kurulu, hazırlık niteliğinde olmak üzere, Genel Kurul’a sunulmak üzere bir Bakanlar Kurulu listesi hazırladı. Yönetim Kurulu, kesin bir şey tespit etmiş değildir. Karar saygıdeğer kurulumuzundur. Kabul ederseniz okunsun, sözleriyle, Genel Kurul’a, Başkanlığında Fuat Paşa’nın bulunduğu bir hükûmet listesi sunar.Okunan bu listede İktisat Bakanlığına aday gösterilen Celâl Bey (İzmir) söz alarak Bakanlar Kurulu’nun önemini belirtmiş ve kendisinin seçilmesini teklif etmiş. Özellikle «bu listede adları görülen kimseler çekilenlerden daha kuvvetli değildir.Bizden refah ve ıslahat isteyen bir millet vardır. Herhalde yeniler eskilerden daha kuvvetli olmalıdır. Seçimde acele etmeyelim. Hele Hükûmet Başkanı’nı seçerken iyi düşünelim» görüşünü ileri sürmüş.

Saip Bey (Kozan) — Meclis Başkanlığı’na Fethi Bey, Başbakanlığa İsmet Paşa seçilmelidir, demiş.

Ekrem Bey (Rize) — Yeni hükûmet eski hükûmetin boşluğunu doldurabilecek mi? Reis Paşa Hazretleri, mümkünse bu konudaki düşüncelerini ifade buyursunlar; aydınlanalım (ben o sırada Meclis’te bulunmuyordum) şeklinde konuşmuş.

Zülfü Bey (Diyarbakır) — Yetki Parti Meclisi’nindir. Bu hak, grup Yönetim Kurulu’nun değildir. Parti Meclisi toplansın!.. isteğinde bulunmuş…

Mehmet Efendi (Bolu) — Seçilecek hükûmet ancak bir ay dayanabilir. Hükûmetin böyle sık sık değişmesi, memleket ve milleti kötü ve güç bir duruma sürükler. Hükûmet istifa sebebini açıkça anlatmazsa herhangi bir hükûmet seçimine katılmam. Önce sebebi anlayalım sonra seçim yapalım.

Faik Bey (Tekirdağ) — Listede gösterilen isimler öncekilerden daha kuvvetli değildir. Parti Meclisi toplanıp bu meseleyi halletsin.

Vasıf Bey (Saruhan) — (İsmet Paşa’nın hizmetlerinden bahsettikten sonra) Memleketi, milleti niçin bırakıyor? Liderlerimiz bizi aydınlatmamıştır. Sayın Başkanımız (beni kastetmiş olacak) bizi niçin aydınlatmıyor, demiş ve uzun bir konuşma yapmış.

Necati Bey (İzmir) — Memleketin güvendiği kimselerin bizi bırakıp ayrılmalarını kabul edemeyiz.Sayın Başkanımız bizi aydınlatsın ve uyarsın. İçeriye ve dışarıya karşı kuvvetli bir hükûmete kesinlikte ihtiyacımız vardır.

Başkan Fethi Bey — Yönetim Kurulu’nun yaptığı bu liste, ne Paşa’nın ve ne de Yönetim Kurulu’nundur, şeklinde bir açıklama yapmayı gerekli bulmuş.

Doktor Fikri Bey (Ertuğrul)  — Vasıf ve Necati Bey’lerin düşüncelerine katılırım. Memleket sütliman değildir. Memleket idaresi gelişigüzel yapılacak bir seçime terk edilemez. Kuvvetli şahıslardan kurulu bir hükûmet seçilmelidir.

Recep Bey (Kütahya) — Arkadaşlar sözlerini bitirsinler, sonra Gazi Paşa Hazretleri söylesinler (Henüz toplantıda değildir).

İlyas Sami Bey (Muş) — Sayın Başkanımız Gazi Paşa Hazretleri düşüncelerini ifade buyursunlar. Bunalımın doğduğu gün giderilmesi daha yararlıdır. Erteleme şiddetlenmesine yol açar. Bir Hükûmet Başkanı seçelim. Yirmi dört saatlik bir süre tanıyalım. Arkadaşlarını bulsun. Kuvvetli bir hükûmet kurulsun.

Abdurrahman Şeref Bey (rahmetli İstanbul Milletvekili) — Bazı arkadaşlar telâş ediyorlar. Bu her memlekette görülen bir şeydir. Hepimizin amacı vatanın saadetidir. Bir makine kurup tıkır tıkır işletemiyoruz.Bu da doğru. Kuvvetli bir hükûmeti nasıl bulmalı hastalığı nasıl keşfetmeli? Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’muzu göz önüne alalım. Hükûmetin görevini belli edelim. Meclis, görüşlerini söylesin.Ondan sonra Reis Paşamız da görüşlerini ifade buyursunlar. Bir sonuca varalım. Herkes bir işe yarar. Herkesi yaradığı işte kullanmalı. Şahıslardan söz etmeyelim. Vatanın yüksek çıkarlarında birlikteyiz. Reis Paşa Hazretleri görüşlerini ifade buyursunlar.

Eyüp Sabri Efendi (Konya) — Ne olursa olsun bir seçim zarureti ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bundan önceki Hükûmet üyelerinin, yeniden seçilmiş olsalar bile kabul etmeyeceklerine karar verdiklerini işitiyoruz. Yüce Meclis bu kararı kaldırmalıdır.

Recep Bey (Kütahya) — Üç esaslı noktaya dokunacağım. Birincisi şekil, ikincisi çalışma eksikliği, üçüncüsü manevî birliğimizde açılan gediktir. Şekillerde eksiklik olursa iyi bir sonuç vermez. Eldeki listede yer alan değerli arkadaşlar hangi zamanda hangi şartlar altında çalışacaklardır;belli değil. Kuvvetli bir şahsın kendi arkadaşlarını bularak bir hükûmet kurması gerekir. Recep Bey, özellikle bu son nokta üzerinde uzun bir konuşma yapmış ve açıklamalarda bulunmuş.

Talât Bey (Ardahan) — Recep ve Abdurrahman Şeref Bey’ler pek güzel açıkladılar. Hükûmet Başkanı’nın görevi nedir? Görev ve yetki Kanununu hâlâ çıkarmadık. Gazi Paşa Hazretleri bizi aydınlatmak lûtfunda bulunsunlar, demiş.


Başkan bundan sonra görüşmenin yeterliğini oya koymuş. Görüşme yeterli görüldükten sonra birtakım önergeler okunmuş. Bunlardan Kemalettin Sami Paşa’nın önerisi kabul edilmiş. Bu önergeyle, ben Genel Başkan sıfatıyla meselenin çözüme bağlanması için Parti Meclisi tarafından görevlendiriliyordum.

Görüşmeler sırasında Çankaya’da evimde bulunuyordum. Kemalettin Sami Paşa’nın önergesinin kabul edilmesi üzerine, toplantıya davet edildim. Toplantı salonuna girer girmez doğruca kürsüye çıktım ve kısaca şu görüş ve teklifi ortaya attım.

«Efendiler! dedim, Hükûmet üyelerinin seçiminde görüş birliği sağlanamadığı anlaşılmıştır. Bana bir saat kadar müsaade buyurun. Bulacağım çözüm yolunu arz ederim.»

Başkan Fethi Bey, teklifi oya koydu. Kabul edildi.

Efendiler, bu bir saat içinde, gereken kimseleri Meclis’teki odama davet ederek onlara 28/29 Ekim gecesi hazırladığım kanun tasarısını gösterdim ve kendileri ile görüştüm.

Saat 13.30'da Parti Genel Kurulu yeniden Fethi Bey’in başkanlığında toplandı. İlk söz bendeydi. Kürsüye çıktım ve şu konuşmayı yaptım:

«Saygıdeğer arkadaşlar, üzerinde durduğumuz meselenin çözümünde karşılaşılan güçlüklerin sebebi, bütün arkadaşlarca anlaşılmıştır sanırım. Eksiklik ve yanlışlık uygulamakta olduğumuz usul ve şekildedir.Gerçekten de, yürürlükteki Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na göre, bir hükûmet kurmaya teşebbüs ettiğimiz zaman, bütün arkadaşların her biri bakanları ve hükûmeti seçmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalıyor. Hepinizin birden hükûmet üyelerini seçmek zorunda kalmanızda görülen güçlüğün giderilmesi zamanı gelmiştir. Geçen dönemde de aynı şekilde güçlükle karşılaşılıyordu. Görülüyor ki, bu usul bazan birçok karışıklıklara yol açıyor.Yüksek hey’etiniz bu güçlüğün çözülmesi için beni görevlendirdi. Ben de bilginize sunduğum bu görüşten hareket ederek düşündüğüm şekli tespit ettim. Onu teklif edeceğim.Teklifim kabul edilirse kuvvetli ve kendi içinde uyumlu bir hükûmet kurmak mümkün olacaktır. Devletimizin şekil ve niteliğini tespit eden ve hepimiz için bir gaye olan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’muzun bazı noktalarına açıklık kazandırmak gerekir. Teklif şudur» dedikten sonra, bilinen tasarıyı okutmak üzere kâtip beylerden birine uzatarak kürsüden ayrıldım.

Teklifimin niteliği anlaşıldıktan sonra tartışmalar başladı.

Sabit Bey (Erzincan) — Hükûmetin bu şekilde kurulması usulünün lehindeyim. Ancak, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklik yapılması teklifi ile bugünkü bunalımı çözmek mümkün değildir. Biz şimdi bir Başbakan seçelim. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun değiştirilmesini sonra düşünürüz, dedi.

Hâzım Bey (Niğde) — Şu görüşü ileri sürdü: Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nu biz yapabilir miyiz? Sanırım ki yapamayız. Yetkimiz varsa, bu partide olmaz. Partide görüşüldükten sonra açık oturumda kimse söz söyleyemiyor. Millet varlığını ilgilendiren kanunların burada kesin bir şekilde tespit edilmesine taraftar değilim. Bu gibi kanunlar açık oturumda ve serbestçe görüşülmelidir. Biz, her şeyden önce hükûmet bunalımına bir çare bulalım.

Yunus Nadi Bey, Hâzım Bey’e şu yolda cevap verdi: Hangi memleket ilk defa Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yaparsa, o iş için bir kurucu meclis kurmuştur. Bizde ise bu gibi meselelerde ayrıca bir kurucu meclis kurulacağı açıkça belirtilmemiştir.Bizde her zaman bu gibi değişiklikler olmuştur. Bizden önceki Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu yolda yürümüştür. Buna yetkimiz vardır. Kararsızlık gösterilmesin. Şimdi biz, hükûmet bunalımının çözümünü Reis Paşa Hazretleri’ne bıraktık. O da bize bu teklifi getirdi. Bu teklifte yer alan usulü bütün arkadaşlar ayrı ayrı düşünmüştür. Şimdi buna kesin bir şekil vermek gerekir. Teklif edilen şekil, zaten vardır. Buna bir açıklık verip daha belirli şekilde tespit edeceğiz.

Vehbi Bey (Balıkesir) — Bizim, şimdiye kadar görüşüldüğünü işittiğimiz Teşkilât-ı Esasiye Kanunu hakkında bir bilgimiz yoktur. Gerçi gazetelerde gördük, ama bu yeter mi? Bu bakımdan biz, bu konuyu bir bütün olarak görüşmek üzere daha sonraya bırakıp önce bunalıma bir çare bulalım.

Halil Bey — Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun değiştirilerek yeniden yapılmasına yetkimiz vardır. Fakat yapılacak bu değişiklikler, gerçekten vatan ve milletimizin saadetini sağlayabilecek midir? Bunu söylemek gerekir.Bunu, hukukçu, hukuk bilgini olan arkadaşlarımız gelip açıklasınlar. Açıklama yapılmadıkça bu meselenin derhal halledilmesine taraftar değilim.

Üyelerden biri — Teşkilât-ı Esasiye Kanunu öyle gelişigüzel düzeltilemez.

Hamdullah Suphi (İstanbul) — Dört yıl önce, bakanların ayrı ayrı seçilmelerinin zararlarını söylemiştim. Bugün de aynı durum başgösterdi. Gazi Paşa’nın teklifine gelince, bu yeni değildir. Dört yıl önce yapılan bir kanunun daha açık olarak ifadesinden ibarettir. Durum böyle olunca, değişiklik aleyhinde söz söyleyecekler gelsinler düşüncelerini açıklasınlar. Fakat zamanımızın uzun uzadıya beklemeye tahammülü yoktur.

Ragıp Bey (Kütahya) — Kanunların en iyisi şartlardan ve ihtiyaçtan doğmuş olanıdır. İhtiyaç ise meydandadır. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun tamamlanması ve açıklığa kavuşturulması gerekir. Teklifin derhal görüşülmesine geçelim.

Adalet Bakanı rahmetli Seyit Bey — Teklif edilen şekil yeni bir şey değildir. Yürürlükteki Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun, açıklığa kavuşturulması ve buna göre tespitidir. Kanunlar ihtiyaçtan doğar teorik görüşlerden kaynaklanmaz. Zaman ve olaylar her şeye hâkimdir. Gelişme kanunu, değişmez kesin bir kuraldır.Teklif edilen şekilde bir yenilik yoktur. Yürürlükteki şekli daha açık ve belirli bir şekilde ifade edersek, elbette millet ve memleketimizin yararına daha uygun olarak hareket etmiş oluruz.

Rahmetli Seyit Bey’in görüşüne Abidin Bey (Manisa) şu cevabı verdi: — Önce hükûmet bunalımına çözüm getirelim.

Eyüp Sabri Efendi (Konya)’nın görüşü şöyleydi: Biz Gazi Paşa Hazretleri’ni hakem yaptık. Bizim Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nu değiştirmeye yetkimiz yok demek, gayrimeşru olduğumuzu kabul etmek demektir. Meclisin Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nu değiştirme yetkisi meydandadır. Hükûmetimizin şekli mutlaka Cumhuriyet olacaktır.

Bundan sonra İsmet Paşa söz alarak şu yolda bir konuşma yaptı:

«Parti Başkanı’nın teklifini kabule ihtiyaç kesindir. Bütün dünya, bizim bir hükûmet şekli görüştüğümüzü biliyor. Bu görüşlerimizi bir sonuca bağlayıp açıklamamak, güçsüzlüğü ve karışıklığı sürdürmekten başka bir şey değildir. Bir tecrübemden söz edeyim. Avrupa diplomatları bu konuda beni uyardılar. Devletin başkanı yoktur, dediler.Şimdiki idare şeklinize göre başkan, Meclis Başkanı’dır. Demek ki siz, bir başka başkan bekliyorsunuz. Avrupa’nın düşüncesi işte budur. Oysa, biz böyle düşünmüyoruz. Millet, hâkimiyetini ve mukadderatını fiilî olarak eline almıştır. O halde bunu hukukî olarak dile getirmekten neden çekiniyoruz. Cumhurbaşkanı olmadan Başbakan seçilmesini teklif etmek kanunsuz olur. Bunda şüpheye yer yoktur. Başbakanın seçilebilmesi için, Gazi Paşa Hazretleri’nin teklifinin kanunlaşması gerekir. Genelleşmiş olan bir zaafın sürdürülmesinin anlamı yoktur. Partinin bütün millete karşı yüklendiği sorumluluğun gereklerine uygun olarak hareket etmek zarurîdir.»

İsmet Paşa’dan sonra , rahmetli Abdurrahman Şeref Bey’in konuşmasında şu sözler yer alıyordu:

«Hükûmet şekillerinin teker teker sayılmasına gerek yoktur. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir, dedikten sonra kime sorarsanız sorunuz, bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad, bazılarına hoş gelmezmiş, varsın gelmesin.»

Bundan sonra Yusuf Kemal Bey, teklifin kabul edilmesi gerektiği hususunda uzun bilgiler verdi ve «bunun derhal kanunlaşması için gerekli işlemin tamamlanmasını teklif ederim» dedi.

Abdullah Azmi Efendi’nin, «meselenin önemi meydandadır. Görüşme devam etsin» diye yükselen itirazına rağmen yeterlik teklifi kabul edildi. Ondan sonra teklifimin bütünü ve arkasından da maddeler birer birer okunarak görüşüldü ve kabul edildi.

Efendiler, Parti Grubu toplantısına son verildi ve hemen Meclis toplantısı açıldı.Saat 18.00 idi. Kanun teklifi, Kanuni Esasî Encümeni tarafından usulen incelenip tutanağı hazırlanırken, Meclis diğer bazı işlerle meşgul oldu. Sonunda, Başkanlık kürsüsünde oturan Başkan Vekili İsmet Bey (Paşa) Meclis’e şu bilgiyi verdi:

«Kanun-ı Esasî Encümeni, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklikler yapılması ile ilgili tasarının öncelikle ve derhal görüşülmesini teklif ediyor. «Kabul!» sesleri üzerine, tutanak okundu.Teklif edildiği gibi öncelikle görüşüldü. Nihayet, kanun, birçok konuşmacının «Yaşasın Cumhuriyet!» sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi.

Ondan sonra Cumhurbaşkanı seçilmesi için Meclis’te oylamaya geçildi. Toplanan oyların sonucunu, Başkanlık kürsüsünde oturan İsmet Bey (Paşa) Genel Kurul’a şu şekilde bildirdi:

«Türkiye Cumhurbaşkanlığı için yapılan oylamaya yüz elli sekiz kişi katılmış ve Cumhurbaşkanlığına yüz elli sekiz üye, oybirliği ile Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ni seçmişlerdir.»

Efendiler, seçimin hemen arkasından Meclis’te yaptığım konuşmayı tutanaklarda okumuşsunuzdur. Ancak, tarihî bir hatıranın canlandırılması için, müsaade ederseniz, o konuşmamı burada aynen tekrar edeyim:

«Saygıdeğer arkadaşlar, dünya çapında önemli ve olağanüstü olaylar karşısında, saygıdeğer milletimizin gerçek uyanıklığına ve şuurluluğuna değerli bir belge olan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak için kurulmuş olan özel komisyon tarafından yüksek hey’etinize teklif edilen kanun tasarısının kabûlü dolayısıyla, Türkiye Devleti’nin zaten bütün dünyaca bilinen, bilinmesi gereken mahiyeti, milletlerarası adıyla adlandırıldı.Bunun tabii bir gereği olmak üzere bugüne kadar doğrudan doğruya Meclis Başkanlığı’nda bulundurduğunuz arkadaşınıza, yaptırdığınız bu görevi, Cumhurbaşkanı ünvanıyla yine aynı arkadaşınız, bu âciz arkadaşınıza tevcih ediyorsunuz.Bu münasebetle, şimdiye kadar hakkımda gösterdiğiniz sevgi, samimiyet ve güveni bir defa daha göstermekle, yüksek değerbilirliğinizi ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı yüce hey’etinize gönlümün bütün samimiyeti ile teşekkürlerimi arz ederim.»

«Efendiler, asırlardan beri Doğuda haksızlığa ve zulme uğramış olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte soydan sahip bulunduğu yüksek kabiliyetlerden yoksun zannediliyordu. Son yıllarda milletimizin fiilî olarak gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçeği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükûmetin yeni adıyla, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.»

«Arkadaşlar, bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandığım bu güven ve itimada lâyık olmak için, pek önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce hey’etinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır.Ancak bu sayede ve Tanrı’nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum.»

«Daima sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz.Türkiye Cumhuriyeti mes’ut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.» 

Efendiler, Meclis’çe Cumhuriyet kararı 29/30 Ekim 1923 gecesi saat 20.30'da verildi. On beş dakika sonra, yani 20.45'te Cumhurbaşkanı seçildi. Durum, aynı gece bütün memlekete bildirildi ve her tarafta gece yarısından sonra yüz bir pâre top atılarak ilân edildi. İlk kabinenin İsmet Paşa tarafından kurulduğunu ve Meclis Başkanlığı’na Fethi Bey’in seçildiğini biliyorsunuz.

Efendiler, Cumhuriyet'in ilanı, bütün milletçe sevinçle karşılandı. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapıldı. 

Mustafa Kemal ATATÜRK
1927 , NUTUK







At the late hour on the 28th October I was asked by the leading Committee of the party to be present at their meeting which was then taking place. The President was Fethi Bey. He declared that the Committee had put forward a list of the candidates and they had asked me, as President of the party, to come as they wanted to hear my opinion about it. I ran throught the list and declared that I approved of it, but also that the persons who were mentioned on it ought to be asked for their opinions. Everybody agreed to my proposal. Thus we asked, for example, Yusuf Kemal Bey, who came into question for the Foreign Ministry. He told us that he dclined to accept this office. I concluded from this fact as well as from similar occurrences that the leading committee of the party aslo was not able to put forward a final and acceptable list.


I left the members of the committee, advising them to produce a final list after further consultations with the persons who would come into questions. It was already dark. At the moment I left the building of the Assembly to return to Çankaya, I met Kemalettin Sami Pasha and Halid Pasha in the lobby waiting for me. I had read in the papers under the heading of "Farewell and Reception Ceremonies" that these Pashas had arrived at Ankara exactly on the very day of Ali Fuad Pasha's departure. I had not seen them up to the hour of this meeting in the lobby. When I learned that they had waited till a late hour to see me, I asked them through Minister of National Defense Kazım Pasha to come and dine with me. I also told Ismet Pashai, Kazım Pasha as well as Fethi Bey to accompany me to Çankaya. When I arrived at Çankaya I found Fuat Bey, Deputy of Rize, and Ruşen Eşref Bey Deputy of Afyonkarahisar, there who had also come to talk to me. I also asked them to stay to dinner. 

During the meal I declared : " Tomorrow we shall proclaim the Republic." 

The Comrades present hastened to join in my opinion. We got up. Immediately afterwards I drafted a short programme of action containing the role which I assigned to each of the Comrades. "You will shortly hear details about the application of this programme and the instructions which I gave." 

You have noticed, Gentlemen, that in order to decide on the proclamation of the Republic it was neither necessary for me to call together all my Comrades nor the debate or discuss the question with them. I did not doubt that they were naturally and in principle of the same opinion as I was with regard to the chapter.

Some persons, however, who were not at Ankara at this time and who, by the way, had nothing to say on this question, believed that they should use the fact that the Republic had been proclaimed, without previously asking them and getting their consent, as a pretext for dissatisfaction and contradiction.

The Comrades who were with me this night left early. Only Ismet Pasha was my guest at Çankaya. When we were left alone we drafted a law. The articles of the Constitutional Law of the 20th January, 1921, referring to the State Constitution, I had altered as follows: At the end of the first article I added the sentence: "The form of Government of the Turkish State is a Republic."

Article 3 was altered in the followig way: "The Turkish State is administered by the Grand National Assembly. The latter directs the individual branches of the administration into which the Government is divided through the mediation of the Mininsters."

We drafted in addition the following articles for the purpose of making Articles 8 and 9 of the Constitutional Law more clear: 

"The President of the Turkish Republic will be elected in a full sitting of the Grand National Assembly by its members and for the time of a legislative period."

"The mandate of the President lasts till the election of a new President. The President is eligible for re-election."

"The President of the Republic is the Chief of the State. In this capacity he presides over the National Assembly as well as the Council of Ministers when he believes it necessary."

"The President of the Council is elected by the Chief of the State from the members of the Assembly, after which the other Ministers will be elected by the President of the Council from among the said members."

"There upon the President of the Republic submits the list of the entire Cabinet to the Assmebly for approval. If the Assembly is not sitting the approval will be postponed till the next sitting."

The Commision and the Assmebly added to these article the article which is known to you concerning religion and language.

With your permission, Gentlemen, I shall now describe to you what happened at Ankara on Monday, the 29th October:

On this day the group of the People's Party assembled at 10 c'clock in the morning under the Presidency of Fethi Bey, President of the leading Committee. A discussion was opened with regard to the election of the Cabinet.

"The leading Committee" said the President, "has drafted a list of Ministers to present to you, which is not of a definite character. It is for you now to decide. If you will allow, the list will be read to you."

After having said that the presented a list to the Assembly at the head of which was the name of Fuat Pasha, Celal Bey (İzmir), designated as candidate for the Ministry of Economy, spoke and proposed that he be not elected by pointing out the importance of the Cabinet. above all he said the following:

"The persons whose names are quoted on this list are not more important than those who have resigned. The nation demands from us that we put them in a favourable position and carry through reforms. The new Ministers must in amy case have stronger personalities than the old ones. Let us not be in a hurry with the elections. Let us think above all of the election of the President of the Council."

Saip Bey (Kozan) expressed the opinion that Fethi Bey should be elected President of the Assembly and Ismet Pasha President of the Council.

Ekrem Bey ( Rize) "Will the Cabinet be able to fill the void which the old one has left? Might His Excellency the Pasha inform us about this?" (I had not yet arrived at the sitting.)

Zülfü Bey (Diyarbakır) declared that as this task belonged to the competency of the Superior Council of the party the election did not appertain to the leading Committee and finally demanded the concovation of this Council.

Mehmet Efendi (Bolu): "The new Cabinet that we are going to elect will not be able to remain in power for a month. These repeated elections bring the country and nation into a painful situation. Unless the Cabinet clearly explain the reasons for their resignation I shall not participate in the election of any Cabinet. We must know the reasons and can only elect afterwards."

Faik Bey (Tekirdağ): "The persons mentioned in the list do not possess greater authority than the former Ministers. The Superior Council of the party must meet to solve this question."

Vasıf Bey (Saruhan), (after having spoken of Ismet Pasha's services, continued as follows): "Why does he abandon the country and the nation? Our leaders have not informed us of the state of affairs. Why does our honourable President (referring to me) not enlighten us on this subject?"

Necati Bey (İzmir): "We cannot allow the persons who are the support of the nation to abandon us in this manner. Our honourable President must enlighten us. A Cabinet strong towards the interior as well as the exterior is an absolute necessity."

Fethi Bey (the President), believed it necessary to explain that the list was neither proceeding from me nor the Cabinet, but was eleborated by the leading Committee.

Dr.Fikret Bey (Ertuğrul): "I join in the opinion of Vasıf Bey and Necati Bey. The country is not in a very calm state, and an election made at haphazard is inadmisisble. A Cabinet must be elected which consists of personalities possessing authority."

Recep Bey (Kütahya): "Our colleagues must first finish the explanations which they have to give us, so that afterwards His Excellecy the Gazi Pasha can speak." (I had not yet arrived)

İlyas Sami Bey (Muş) : "We beg our honourable President to give us his views. It is better to avert the crisis on the day of its birth. To postpone the solution would result in accentuating the crisis still more. Let us elect a President of the Council and grant him a delay of 24 hours for the election of his colleagues. We must have a strong Cabinet in power."

Abdurrahman Şeref Bey (the late delegate of İstanbul): " Some of our comrades are alarmed although crises of this sort have occurred in all countries. The aim of all us is the welfare of the country. It is true that we are not successful in creating a mechanism which can work according to our wish. But how shall we arrive at having a strong Government? How shall we find the reason for the evil? Let us study the Constitutional Law and determine the authorities of the Government. The Assembly must declare themselves with regard to their opinions and convictions. His Excellency, our President, will on his part tell us his views, so that we can come to a solution. Everybody is fit for word and must be used accordingly. Do not let us occupy ourselves with personalities. We are united in the higher aims. Let the Pasha-President give us his opinion."

Eyüp Sabri Efendi (Konya): "We see ourselves in any case under the pressure of an election. It is striking that the former Cabinet have decided not to take over the Government again, even though they were re-elected. The High Assembly must move the destructin of this resolution."

Recep Bey (Kütahya): "I am going to speak of three essential points: firstly, of the form ; secondly, of the lack of activity; and thirdly, of the breach of our moral coherence. If the form is faulty, there is no satisfactory result. We are ignorant as to when and under what conditions the comrades of value, who are mentioned on the list, will work. The chif thing is that a person possessing authority should form a Government by indicating its members himself."

(Then Recep Bey gave long declarations especially with regard to the last point.)

Talat Bey (Ardahan): "Recep Bey and Abdurrahman Şeref Bey have well explained the situation. What is the task of the President of the Council? We have not yet adopted the authorities and responsibilities of the Ministers. We beg the Gazi-Pasha to enlighten us."

Thereupon the President put the motion for the closing of the debate to the vote. Several orther motions were read, Kemalettin Sami Pasha's being adopted.

According to the contents of this motion I was commissioned by the full sitting to solve the question in my capacity as President of the Party.

During these discussions, I was at my house at Çankaya. Following Kemalettin Sami Pasha's motion I was called to the meeting. Immediately after my entrance into the hall I ascended the speaker's tribune and made the following short proposal:

"Gentlemen", I said, "you see that opinions regarding the question of the election of the Ministers are divided. Grant me an hour's time. I will then submit to you the form of the solution which I shall have found."

Fethi Bey, the President, put mu proposal to the vote, and it was accepted.

Gentlemen, I used this hour of delay to convene in my room the persons who were in question, showed them the minutes of the draft of the law prepared in the night of the 28th to the 29th October, and came to an understanding with them.

At 1.30 in the afternoon the party held another general meeting again under the Presidency of Fethi Bey. I was the first to speak, and ascending the platform I gave the following declarations:

"Dear Friends, I believe that all our colleagues are clear as to the reasons which have led to this difficult question which you have to solve. The fault, the mistake, lies in the system, and in the adopted form. It is a fact that each one of us finds himself obliged to participate in the election of the Cabinet and the Ministers every time we undertake to form a Cabinet according to our Constitutional Law. Your High Assembly having charged me with the solution of this difficulty I have just now settled the form which I have arrived at guided by the conviction I have expressed before. I will submit it to you. If you approve of my proposal it will be possible to form a strong and solid Government. We must elucidate certain points of our Constitutional Law, which determines the form and character of our State and the integral application of which is the aim of all of us. This is my proposal."

Then I left the platform handing over the draft to one of the secretaries to read. As soon as the contents of my motion were made known the discussion about it began.

Sabit Bey (Erzincan) said: " I am supporter of the system of the Cabinet. But it is impossible to settle the present crisi through the proposition of modifying the Constitutional Law. Let us elect for the moment a President of the Cabinet. We shall later on think of this amendment."

Hazım Bey (Niğde) made the following observations: " Can we elaborate a Constitutional Law? I believe not. Even if we would be justified in doing so we could not proceed to do it within the party. Nobody ventures to speak in public meeting when a question has already been discussed in it previously. I can by no means agree that the laws concerning the vital interests of the nation will be finally settled here. The subject must be discussed freely in public meeting. Above all we must solve the crisis."

Yunus Nadi Bey answered Hazım Bey as follows: "In all countries which had for the first time to elaborate a constitutional law a constitutional assembly was formed, whilst it had not been foresseen by us the convene a constitutional assembly in such case. There have at all times been reasons for such amendments. The Grand National Assembly which preceded us has worked to this end. We have a reight to it. There is no time for hesitation on this point. We have left the trouble of solving the Ministerial crisis to His Excellency the President, and he puts before us this motion. All comrades, one after the other, have though of the system which is recommended in this motion. The question now is to formulate it. By the way, such a formulated proposal is already in existence. We must give it greater clearness and a definite character."

Vehbi Bey (Balıkesir) : "Up to the present moment we have not been informed of the Constitutional Law which it is said has been discussed here. It is true that we have read such reports in the newspapers; but is that sufficient? We must therefore first of all solve the Ministerial crisis with the reservation of discussing the proposal later on en bloc."

Halil Bey : "It is our prerogative to elaborate a new Constitutional Law and to alter the existing one. But it depends on the discussions as to whether these alterations are actually of a nature to guarantee the welfare of our country and nation. The lawyers among our friends must enlighten us on this point. As long as this question is not made clear I am not of the opinion that we can solve it at this meeting."

One of the members: "The Constitutional Law cannot be altered by a stroke of the pen."

Hamdullah Suphi (İstanbul): " Four years ago I emphasised the inconveniences of indivudual elections. I repeat the same today. With regard to the motion of the Gazi Pasha, the proposal is not new but contains rather clearer expression of a law which was adopted four years ago. Those who would like to contradict this assertion should explain their views. But time does not permit us to hesitate in long expectation."

Ragıp Bey (Kütahya): "The best laws are those which are made through events and necessities. The necessity has now arrived. We must perfect the Constitutional Law by making it clear. Let us enter immediately into a discussion about the proposal."

Seyit Bey (the deceased Minister of Justice): " The proposed form is nothing new; it only aims at giving more clearness to the law. Necessities and not theories dictate laws. The time and events are stronger than everything. The law of development is an unalterable law. The porposed form does not include any innovation. When we render the already existing form clearer and more explicit we shall surely have acted in a manner that more nearly corresponds to the interests of the country and the nation."

In reply to the observations of Seyit Bey, Abidin Bey (Samsun) proposed first to solve the crisis.

Eyüp Sabri Efendi (Konya) was of the following opinion: "We have elected His Excellency the Gazi as arbitrator. To say that we are deprived of the right to alter the Constitutional Law would be equal to admitting our illegitimacy. It is quite evident that the Assembly is competent for the alteration of this law. It is necessary that the form of our Government should be a Republic. "

Then Ismet Pasha spoke and expressed the following: " It is absolutely necessary to accept the motion of the leader of the party. Everybody knows that we are discussing the form of Government to be adopted. If we do not succeed in coming to the ned of these discussions and formulating the result, we shall perpetuate the crisis and the chaos. Allow me to tell you my experience. The European diplomats have drawn my attention to the following point: "The State has no chief" they said; "n the present form of your Government the President of the Assembly is the chief, which means that you are waiting for another". This is the point of view of Europe, but we ourselves do not see things in this light. The nation is actually mistress of her own destiny; it is soverign. Why do we hesitate to give a legal expression to the real facts? The proposal of electing a Minister of the Council without there being a President of the Republic would undoubtedly be illegal. The motion of His Excellency the Gazi must recive legal force so that the election of the President of the Council can be made legal and possibe. It is absurd to prolong this state of affairs which is causing the general weakness. The Party must act according to the requirements and the responsibilities which they have assumed towards the whole nation."

The declarations made by the unforgettable Abdurrahman Şeref Bey, following Ismet Pasha, ended with the following words:

"It is useless to enumerate all the forms of Government which exist at a moment when you say that the sovereignty belongs to the nation without reserve or restriction. With whomsoever you speak he will answer you that this signifies the Republic. That is the real name of the new creation. What does it matter if this name displeases some of you?"

Yusuf Kemal Bey who followed him on the platform gave a long explanation of the necessity of bringing the motion immediately to the vote and proposed to endow it with the legal formalities.

In spite of the objection raised by Abdullah Azmi Efendi, who said that the queston being evidently imortant the discussion must be continued, the latter was regarded as being sufficient. The motion was then read and put to the vote, at first with regard to the whole of it, and afterwards article by article.

The sitting of the party was closed and the meeting of the Assembly immediately opened. It was six o'clock in the evening. Whilst the Commission of the Constitutional Law carefully examined the motion and prepared their report, the Assembly deliberated on certain other questions.

At last Ismet Pasha, the Vice-President, who presided declared: "The Commission of the Constitutional Law urgently proposes to discuss the motion for the amendment of this law."

Shouts of approbation were heard; the report was read and put forward for discussion. Finally the law was accepted after speeches by different deputies who were greeted with shouts of "Long Live the Republic!"

Thereupon the election ofthe President was put to the vote. Ismet Pasha announced the result in the following words:

"One hundred and fifty-eight Deputies have participated in the election of the President of the Republic. By 158 votes they have unanimously elected His Excellency the Gazi Mustafa Kemal Pasha, Deputy for Ankara, President."

Gentlemen, you must have read in the protocols the declarations which I then made before the Assembly. I shall however, repeat them here to recall to your memory this historic event. They were as follows:

"Honourable Friends, following the vote of the draft of the law submitted to vour approbation by the competent commission for the purpose of making more clear certain articles of the Constitutional Law - a valuable document which actually confirms the awakening of our nation in view of extraordianry events of world-moving importance - the character of the Turkish State, which is already known and ought to be known to the whole world, shall be defined under a denomination to be universally spread. As a natural consequence of this event you entrust to me, under the title of President of the Republic, the same task which had already been imposed upon me in my capacity as President of the Assembly. 

On this occasion also you give me a new proof of the sincere affection and confidence which you have hitherto shown to me, and you manifest thereby the fact that you known to appreciate highly the services rendered by me. With the deepest sincerity of my soul I express to you my cordial thanks for this sign of your affection.

For several centruies the oppressed Naton of the Orient, the innocent Turkish Nation, was considered as being without any of the inborn qualitis which distinguish it. The capacity, the aptitude and the intelligence which our people have shown during these last years distinctly prove that those who judging rightly. Thanks to the new title of their Government our nation will better succeed in manifestinf before the eyes of the nation will better succeed in manifesting befoe the eyes of the civilised world the qualities and merits with which they are endowed. The Trukish Republic will know how to demonstrate by deeds that they are worthy of the position they occupy among the nations.

Friends, the victory which the Turkish Nation, creator of this High Assembly, has been able to gain in the course of these last four years will also in future bear multifold results. So that I may prove worthy of the confidence which I have just received, I think it necessary to emphasise one point which I regard as being very essential and which constitutes for me a great need.

This need consists in the fact of perpetuating the confidence, the kindly feeling and the support of your Assembly towards me. It is only thereby that, with the help of God, I shall succeed in fulfilling the task with which you have entrusted me as well as that which you shall entrust me with in future.

I shall work constantly and sincerelt hand in hand with my friends without for a single moment believing that I could dispense with their personal help. Supported by the love of the nation we shal march forward together. The Turkish Republic will be happy, prosperous and victorious."

The resolution containing the proclamation of the Republic had been carried in the Assembly on the evening of the 29th October 1923, at 8.30. Fifteen minutes later, that is to say, at 8.45, its President was elected. The event was brought to the knowledge of the whole country the same night and was announced after midnight everywhere by a salute of 101 guns. As is known the first Cabinet ws formed by Ismet Pasha and Fethi Bey was elected President of the Assembly.

Gentlemen, the proclamation of the Republic was enthusiastically receved by the nation. This enthusiasm was manifested everywhere by brilliant demonstrations.

Mustafa Kemal ATATÜRK
1927, SPEECH











Cumhuriyetimiz, öyle sanıldığı gibi zayıf değildir. 
Cumhuriyet emeksiz de kazanılmış değildir. 
Bunu elde etmek için çok kan döktük. 
Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. 
Gerektiğinde kurumlarımızı savunmak için gerekeni yapmaya hazırız.
(1923 (Atatürk’ün S.D. III, S. 71)



Cumhuriyet kurumunun bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim.
(1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.70)







27 Ekim 2016 Perşembe

KIRIM’IN HIRİSTİYAN TÜRKLERİ: URUMLAR







Özet:
Kırım, 18. yüzyılda Rus baskıları sonucu Osmanlı’dan ayrılırken Kırım’ın yerli hıristiyan nüfusu Rus idaresi tarafından Kırım’dan uzaklaştırılarak bugünkü Ukrayna topraklarında farklı yerleşim yerlerine yerleştirilmişlerdir. Bu çalışmada, Kırım’dan çıkarılan bu Hıristiyanlar içinde bugünkü literatürde Greko-Tatar adıyla anılan Ortodoksluk dışında Greklerle hiçbir benzerlikleri olmayan Türkçe konuşan Türkçe isimler taşıyan kendilerini Urumlar olarak adlandıran ve Türk’üz diyen toplulukla ilgili 2002 yılında Ukrayna ve Kırım’ın farklı yerleşim yerlerindeki Urum köylerinde yapılan saha çalışmalarında elde edilen veriler incelenmeye çalışılacaktır.


Giriş:
Bugün Türk coğrafyasında İslam dinin dışında Musevi Karaylar ve Kırımçaklar, Budist Tuvalar ve Sarı Uygurlar, Hıristiyanlığı benimsemiş Gagauzlar, Tatarlar (Kreşen), Hakas, Saha, Dolgan ve Karagasların da yaşadığı bilinmekle beraber, anılan gayri Müslim Türklerle ilgili bilimsel çalışmalar yürütülse de, Türkiye Türklerinin toplumsal hafızasında henüz yeterince yer edememişlerdir. Bunda yüzyıllar boyunca İslam dinin bayraktarlığını yapmış olmanın, kimliği belirleyen unsurun inanç olmasının ve “öteki” konumundaki batılının gözünde her Müslümanın Türk, her Türkün Müslüman olduğu yönündeki yanılsamanın etkisi şüphesiz ki önemli bir yere sahiptir.


Oysa ki, son ilahi din olan İslam dini dışında Budizm, Maniheizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık da Türkler arasında kabul görmüş inançlar olarak Türk tarihinin sayfaları arasında yerini almıştır. İslamiyet dışında farklı bir inancı benimseyen Türklerin bugüne kadar bilinmeyen bir kolunu oluşturan Urumlar bugün Ukrayna’nın farklı yerleşim yerlerinde yaşamaktadırlar. Türkçe konuşmakta, Türkçe soyisimleri taşımakta ve Greklerle inanç dışında hiçbir benzerliğimiz yoktur demektedirler. Bugüne kadar Urumlarla ilgili özellikle Rus bilim adamlarının yaptığı araştırmalar dışında Türk akademik çevresinde adına dahi rastlanmayan Urumlar bugün varlıklarını devam ettirme konusunda ciddi kaygılar yaşamaktadırlar.



Urumların Tarihi Nerede ve Ne Zaman Başlar?

Bugün Ukrayna’nın Donetsk bölgesinde, Donetsk merkez dışında, Mariopol, Manguş, Staro Kırım, Granitna ya, Starolaspa, Staroignatovka, Mirna, Starobeşevo, Komar, Ulaklı, Bagatiri gibi yerleşim yerlerinde yaşamakta olup resmi kayıtlarda Greko-Tatar olarak adlandırılan ama Grek-Yunan dili değil de, Urumca adı altında “bizces ayt, bizces laf et” diyerek Türkçe konuşan, kendilerine “Urum” diyen Ortodokslar, Ukrayna dışında kuzey Kafkasya, özellikle Pyatigorski (eski adı Beş Tavi Beş Dağ), ve Mozdok’ta yaşamaktadırlar. Kendileri ile ilgili toplumsal hafızalarında yer eden ilk tarih 1780, ilk yerleşim yeri ise Kırım’dır. Bu tarihten ve yerleşim yerinden öncesine ait her hangi bir yazılı veya sözlü bilgiye rastlanmayan Urum tarihinde bu yıl içinde Osmanlı devleti’nden koparılan Kırım’da yaşayan tüm Hıristiyanlar Rus Çariçesi II. Katerina tarafından Ukrayna topraklarına iskan ettirilmek üzere Kırım’dan çıkarılarak yukarıda belirtilen yerlere yerleştirilmişlerdir. Urumlar için 1780 yılının karşılığı “sürgün” dür. 


Urumlara göre Hıristiyanları Kırım’dan çıkarılmasının arsında yatan gerçek Kırım Hanlığı’nın ekonomik gücünü ellerinde tutan Hıristiyanları Kırım’dan çıkararak Hanlığı ekonomik anlamda çökmeye zorlamaktır. Urumlar arasındaki bu yaygın inanış akademik çevre tarafından da, örneğin Donetsk Devlet Üniversitesi Matematik Profesörlerinden Stephan Kalayerov ve Urumlar üzerine araştırmaları ile tanınan Aleksander Garkavets tarafından da, doğrulanmaktadır.(Stephan Kalayerov: 08.05. 2002 Donetsk, Aleksander Garkavets: 13.05.2002 Akmescit) Bu bilgiden hareketle, Urumların sürgün edilmesinden birsüre sonra Kırım Hanlığı’nın, Rus topraklarına katıldığı da burada zikredilmelidir.


Diğer taraftan, Kırım’ı terk etmek durumunda kalan Hıristiyanların tamamı Urum değildir. Ermeni, ve Grekler de Urumlarla birlikte Kırım’dan ayrılmışlardır. Uzun süren göç sırasında açlık, soğuk ve hastalıktan ölen Hıristiyanların dışında hayatta kalanlardan Ermeniler 5 köy, Grekler ve Urumlar da 22 köy kurmayı başarmışlardır (Aleksander Garkavets: 13.05.2002 Akmescit) Kırım’dan çıkarılan Urumların dışında, daha sonraki yıllarda 1821-1825 yıllarında Anadolu’nun Trabzon, Giresun, Erzurum ve Kars illerinden ve İran’dan Gürcistan’a göç edip daha sonra 1981-1986 yılları arasında Kırım, Donetsk ve Dniyepropetrovsk’a yerleşen iki üç bin civarında kendilerine Urum denilen kişilerin katıldığına dair de bilgiler mevcuttur. 


Anadolu kökenli bu Urum topluluğunun yeni yerleşim yerlerine Yedikilise, Aşkala, Çolan, Daşbaş gibi Anadolu’daki yerleşim yerlerinin adını vermiş olmaları dikkat çekicidir (Altınkaynak 2005:22-23). Bu dikkat çekicidurum kadar Anadolu’nun Doğu Karadeniz ve Kuzey Doğu Anadolu bölgeleri dışında özellikle orta Anadolu merkez olmak üzere Karamanlılar olarak adlandırılan Ortodoks Hıristiyan olup Türkçe konuşan Türkçe isimler taşıyan ve yine Urumlar gibi Greklerden farklı olduklarını sahip oldukları adet gelenek ve görenekleri ile gösteren bir başka Hıristiyan Türk topluluğunun bulunması konuyu daha ilgi çekici hale getirmektedir. Bu noktada Urumlarla Karamanlılar arasında bir bağ olup olmadığı da ortaya çıkarılması gereken bir diğer önemli konudur. 


Bu noktada, 1821-1825 tarihleri arasında Anadolu’dan Kafkasya’ya geçen Urumların varlığının ötesinde yüzyıllar öncesinde 13. yy.’da Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus ile Kardeşi II. Kılıçaslan arasındaki taht kavgası İzzeddin Keykavus’un Bizans’a sığınması onu takip eden binlerce askerinin aileleri ile birlikte Bizans tarafından Balkanlara iskan edilmesi, içlerinden oğulları dahil olmak üzere, bazılarının Hıristiyanlığı kabul etmesi bunun dışında Bizans ordusunda görev almaları, daha sonra İzzeddin Keykavus’un hapsedilmesi ile Berke Hanı’ın olaya müdahale ederek İzzeddin Keykavus’u Kırım’a maiyetindeki bir çok askeri ile götürmesi gerçeklerinin de göz önünde bulundurulması önemli katkılar sağlayacaktır (Anzerlioğlu: 2003) (1).


Urumlar arasında saygın bir yeri olan ve Urum tarihi üzerine araştırmalar yapan akademisyen Valeri Kior, Urumlar kimlerdir sorusuna uzun yıllar cevap aramış ve sonunda şu sonuca varmıştır: Urumlar, yüzyıllar boyunca Türklerin hakim olduğu Deşt-İ Kıpçak sahasında yaşamışlar ve halen de yaşamaktadırlar. Dil olarak hem güney hem de kuzey Türkçesinin özelliklerini taşımakta olup, adet, gelenek ve görenek olarak Greklerden farklı olup Türklere benzemektedirler ve Urumlar Kıpçak-Oğuz Türklerinin bir karışımıdırlar (Valeri Kior:10.05.2002 Staro Kırım) Kior’un da altını çizdiği gibi Deşt-i Kıpçak sahası yüzyıllar boyunca Türk göçlerine sahne olmuş ve Bulgar, Hazar, Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinin yaşam alanı olmuştur. Türkler bu coğrafyaya ulaştıklarında ise Roma Katolik ve Bizans Ortodoks kiliselerinin misyon faaliyetleri ile karşılaşmışlar ve bu faaliyetler sonucunda Hıristiyanlığın hem Katolik hem de Ortodoksluk mezhepleri Türkler tarafından kabul edilmiştir (2). 


Bu bağlamda, bugün Ukrayna’da farklı şehirlerdeki müzelerde sergilenen KumanKıpçaklara ait mezar taşlarına bakıldığında istisnasız bütün taşlar üzerindeki insan figürlerinin elinde dikdörtgen bir nesne tuttuğu dikkati çekmektedir. Bu nesnenin bir kap mı yoksa bir kitap mı olduğu ile ilgili müze yetkililerinin yaptığı açıklamada bunun İncil olduğu yönünde hakim bir görüşün bulunduğuna vurgu yaptığını burada belirtmek gerekmektedir (11.05.2002 Mariopol müzesi, 13.05.2002 Donetsk Müzesi).






Bugün müzelerde sergilenen Kuman-Kıpçak mezar taşlarının dışında Grek harfleri ile yazılan Urumlara ait olduğu söylenen Türkçe Mariopol yazmalarının izine ne yazık ki ulaşmak mümkün olamamıştır. Bu yazmalara ulaşıldığı takdirde Hıristiyan Türklerin bir kolunu oluşturan Urumların 18.yüzyıl öncesi tarihi de aydınlığa kavuşacaktır. Her ne kadar şu an için tarihi önemi olan bu yazmalara ulaşılamadıysa da, 2002 yılında Ukrayna’nın farklı yerlerinde yaşamakta olan Urumlara ulaşmayı başarmak Urum tarihi alanında yapılacak çalışmalar için bir katkı sağlamıştır denilebilir.




Urumlarda Dil, Gelenek ve Görenek

Yüzyıllarca Rusça’nın egemen olduğu bir ortamda yaşamanın etkisi bugün günlük yaşamda ve özellikle de Urum gençleri üzerinde etkisini gösterse de, kendi aralarında konuşmalarını Urumca dedikleri Türk dili ile yapıyor olmaları, Rusça konuşanları “bizces ayt” şeklinde uyararak kendi dillerini kullanma konusunda uyarmaları oldukça dikkat çekicidir. Kendileri dışında konuştukları dile batı literatüründe verilen isim ise Greko-Tatar dilidir (Podolsky 1985). Urumlar bu isimlendirmeyi kullansalar da Greko isminin kendilerini nitelendirmediğini Greklerle bir ilgilerinin olmadığını vurgulayarak “Biz Helen değiliz, Greko Tatarız. Helen başka Greko-Tatar başka” demektedirler. 


Ancak, bu isimlendirmeler karşısında Urum yaşlıları kendilerini Urum olarak adlandırmaktadırlar. Bizces dedikleri Urumcanın genç kuşak tarafından unutulacağı endişesi ise Urumları bu konuda tedirgin etmektedir. Bu tedirginlik sonucudur ki Eski Kırım’da (Staro Kırım) Valeri Kior (Kör)Urum gençlerine Krill alfabesi ile kendi dillerini öğretmeye çalışmaktadır. Bunun dışında, Kior’un Krill alfabesi ile gerçekleştrmeye çalıştığı dil öğretimi dışında Donetsk’e bağlı başka bir yerleşim biriminde daha ilgi çekici bir uygulama dikkatleri çekmektedir.


Urumların Karan adını verdikleri yerleşim yerinde emekli bir kütüphaneci olan Dora Vasilevna Famiçova, Urum gençlerine kendi çabalarıyla kültürlerini ve dillerini çalışma hayatı süresince öğretmeye çalışmıştır. Karan kütüphanesinde bir köşede Urum kültürünü yansıtan etnografik malzemelerin sergilenmesi onlar için gerçekten büyük önem taşımaktadır. Bunun dışında kültürün aktarımında en önemli araç konumundaki dilin Urum gençlerine nasıl öğretileceği konusunda da Famiçova’nın Urum diline en uygun alfabeyi bulma konusunda özenli bir araştırma yaptığı dikkati çekmektedir. Bu araştırmasının sonunda ise Famiçova şu sonuca varmıştır: Türkiye’de kullanılan alfabe Urum diline en uygun alfabedir. Bu tespiti sonrası Urum dilini Türk alfabesine uyarlayarak gençlere kendi dillerini öğretmiştir. 2002 yılında kendisi ile yapılan mülakatta maddi imkansızlıklardan dolayı bu faaliyetlerine devam edemediklerine vurgu yapmıştır (Dora Vasilevna Famiçova : 09.05.2002 Donetsk-Karan)


Yüzyıllarca Rusçanın hakimiyeti altında dillerini korumayı başaran ve gençlerin kendi dillerini unutmamaları için çaba sarf eden Urumların bugün sadece Rusça’ya karşı değil bunun yanında Yunan hakimiyeti ve Yunanca’ya karşı da varlık mücadelesi verdiği söylenebilir.


1990 yılında Yunan hükümeti desteği ile Donetsk’de Grek federasyonu adıyla kurulan organizasyonun amacı Ukrayna’da yaşamakta olan tüm Grekleri ve Urumları aynı kökten geldikleri tezi doğrultusunda birbirlerine yaklaştırmaktır. Ancak, federasyonun başkanlığını yapan Feodor İstanbulçi’nin belirttiğine göre bu hedefe ulaşılamamış, hatta ciddi gerginlikler yaşanmıştır. Gerginliğin sebeplerini açıklamak istemeyen İstanbulçi’nin aksine Urumlar Grek federasyonundaki sorunlarla ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda Greklerin kendilerini Grekçe konuşmadıkları için dışladıklarına vurgu yapmışlardır. 


Bunun dışında federasyon Urumlara, Helen soyundan geldiklerini kabul ettirmeye çalışmıştır. Urumların Grekçe bilmemeleri ve Türkçe’den hiçbir farkı olmayan Urumca dedikleri dili konuşmaları ile ilgili olarak ise ‘Türk idaresinin baskısı’nı sebep göstermişlerdir. Federasyon yine bu propaganda faaliyetleri bağlamında Urumların ‘asıl dilleri olan Grekçeyi’ öğrenmeleri için Urum gençlerini Yunanistan’a göndermekte bunun da ötesinde Yunan vatandaşlığına geçmelerini sağlamaktadır. Ancak, Yunanistan’a giden Urum gençlerinin Yunan toplumu tarafından nasıl karşılandığı sorusunun cevabı ise oldukça anlamlıdır. Bu konuda Staroignatovka’da yaşamakta olan Syvetlana Konstantinova, Maria Sağırova ve Evdokia Tırnaksız’ın açıklamaları doğrultusunda Yunan toplumunun Yunanca konuşmayan Urumları kabullenmedikleri ve dışladıkları açıkça söylenebilir (Syvetlana Konstantinova, Maria Sağırova, Evdokia Tırnaksız: 09.05.2002 Staroignatovka)


Grek Federasyonunun Urumları Helen soyundan geldikleri, asıl dillerini Türk baskısı ile kaybettikleri gibi asılsız propagandalarla Greklerle bir araya getirme çabaları Grekçe konuşmayı reddeden, kendilerinin Helen soyundan gelmediğini belirten Urumları harekete geçirmiş ve federasyon karşıtlığı ortaya bir Urum federasyonu fikrinin çıkmasını sağlamıştır. Bu tür bir girişimin ilk adımını ise Birlik isminde çıkardıkları gazete oluşturmuştur denilebilir. Bu gazete dışında Urumlar arasında tanınan bir akademisyen olan Valeri Kior’un ve ünlü bir Urum güreşçisi ve aynı zamanda şairi olan Viktor Borata’nın Krill alfabesi le yazdıkları Urumca eserlerin Urumlar tarafından takip edildiği söylenebilir.


Grek Federasyonunun faaliyetleri karşısında harekete geçerek Birlik ismi ile çıkardıkları gazete ile seslerini duyurmaya çalışan, kendi isimlendirmeleri ile Urumca dedikleri dili Türkiye’den gelen bir araştırmacının nasıl konuşabildiğini “Urumcayı nerden biliyorsun” diyerek bazı yaşlı Urumların anlamaya çalışmaları, buna cevap olarak yine kendi toplumunun üyeleri arasından bir çok kişinin Urumca’nın Türkçe’den farklı bir dil olmadığı açıklaması yapmaları da oldukça dikkat çekici bir durum olmuştur. Türkiye’deki Türklerle Urumların aynı dili konuşmalarının, bunun ötesinde onları Greklerden ayıran ve Türklere benzeten adet gelenek ve göreneklerinin sebeplerini araştıran Valeri Kior’un bu sorulara cevabı daha önce de belirtildiği gibi oldukça nettir: Urumlar bugün olduğu gibi geçmişte de Deşt-i Kıpçak’ta yaşamıştı ve onlar Kıpçak-Oğuz Türklerinin bir karışımı idi kısacası onlar Türk’tü (Valeri Kior: 10.05.2002 Staro Kırım)



Urumlarda Adet, Gelenek Görenek

Yukarıda belirtildiği gibi Urumları Greklerden ayıran dilleri kadar taşıdıkları soyisimleri, sahip oldukları adet gelenek ve görenekleri de farklılıklar göstermekteydi. Onlar Ortodoks Hıristiyanlardı ama soyisimleri Arabacı, Yağmurci, Nalça, Karasakal, Kör(Kior) Karamanıts, Hırım-girey, Kumanets, Kürpe, Kotlubey,Begim, Beyata, Oguzov, Sultanbey, Temirbek, Tatar, Tarhan, gibi Türkçe idi (Valeri Kior:10.05.2002 Staro Kırım, Altınkaynak 2005: 22) Bunun da ötesinde dilleri ve soyisimleri Türkçe olan Urumları Greklerden ayıran adetleri, gelenek görenekleri nelerdi?


Urumların Greklerden farklı olduğunu vurgulayarak sözlerine başlayan Starokırım’da yaşayan Feodora Mihaeliç, neden farklı olduklarını kültürlerin önemli birer parçası olan düğün, doğum ve ölüm olaylarının Urumlarda nasıl olduğunu anlatarak açıklamaya çalışmıştır. Mihaeliç’in anlattıklarına bakılırsa bir Urum düğünü şöyle olmaktadır: 


Düğünün ilk gününde iki at süslenir. Süslenen bu iki at ile gelin evine gidilir. Hıristyanlıkta olan vaftiz annelik kavramı Urumlarda da bulunmaktadır ve gelinin evine gidilirken vaftiz annesi gelinin temizliğini simgeleyen kırmızı bir bayrakla en önde gider ve gelin evine ulaşıldığında geline damat ile paylaşacağı yastığı satar. Düğünün ikinci günü ise köy meydanında oluşturulan bir çember içinde dünürler davul, klarnet ve kemençe eşliğinde karşılıklı oyunlar oynayarak eğlenirler. Bu her iki ailenin de birbirlerine karşı gösterdikleri saygının bir gereği olarak değerlendirilmektedir. Düğünün üçüncü ve son gününde ise gelinin çeyizi anne evinden alınır, çalınan gelin havası ile gelin ağlatılır ve sonrasında (K)Haytarma, Yarım (H)ava, Ağır Hava, Ağırlama gibi oyunlarının oynandığı eğlencelerle düğün sona erer.


Gerçekleşen evlilik sonrası çiftin bir çocuğu olduğunda her şeyden önce aile kendilerine göz aydınına gelen misafirlere göz aydını sofrası hazırlar. Bebeği kötü ruhlara karşı korumak için yatağına haç konulması gerekir. Bebeğin, yada Urumların ifadesiyle balanın kırklanması da gerekir. Yeni bir bebek dünyaya getiren anne loğusadır ve bastığı yerde ot bitmeyeceği inancından hareketle 40 gün boyunca dışarı çıkmaması gerekir. 40. Gün yıkandıktan sonra kiliseye gidip dua etmesi gerekmektedir (Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım).


Urumların yeni dünyaya gelen bebek veya tüm bireyler için geçerli olabilecek bir inançları vardır. Nazar değmesi, bazı insanların her hangi bir başka insana gözünün değmesidir. Esneme ve baş ağrısı ile ortaya çıkan nazar değmesi için İncil’den dua okunması gerekir. Ancak, bu duayı herkes okuyamamaktadır. Mihaeliç, kendi ailesinde nazara karşı dua okumayı kızı Ludmila’nın yapabildiğini, bunun Ludmila’ya elini sürüp sırtını sıvazlayan büyükannesinden geçtiğini belirtmiştir (Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım). Doğup büyüyen ve kendi akranları ile oyun oynayabilecek yaşa gelen Urum çocukları hangi oyunları oynar dendiğinde cevap hiç de yabancı gelmeyecektir: aşık oyunu, dip düştü, çaka oyunu ve çelik çomak Urum çocuklarının oyunlarıdır. Dinledikleri masallar ve hikayeler ise Aşık Garip, Köroğlu, Arzu ile Kanber, Tahir ile Zühre gibi Anadolu Türkünün dinledikleri ile aynıdır.


Bir Urum evinde hangi yemekler pişer denilirse de: Kavurma sızık adıyla bilinir, ayran Urum sofrasında aryan’dır, kaymak-haymah olarak Urum sofrasında yerini alırken pekmez-bekmez, yoğurtsüzme yoğurt olarak bilinmekte bunun dışında köbete ve kolbası da Urum sofrasının vazgeçilmezleri arasındadır (Feodora Mihaeliç Staro-Kırım: 10.05.2002). Evde kullanılan gereçler ise balta, tokaç, sandık, bardak, sofra, dügeç, kürek, gömlek, yüzbezi, fırın, güzgü’dür (Valeri Kior: 10.05.2002 Staro Kırım, Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım, Altınkaynak 2005: 28).


Doğum kadar hayatın bir gerçeği olan ölüm karşısında Urumların sahip olduğu inançlar ve uygulamalara bakıldığında ise şunlar görülür: hayatını kaybeden bir Urum, toprağa verilmeden önce evinde bir gece yatmalıdır. Yattığı odada mum yakılması gerekir. Ölen kişinin çenesinin, ayaklarının bağlanması gerekir, ayrıca, karnının üzerine bir mıknatıs konulmalı eline de bir haç verilmelidir. Eğer evde beslenen kedi, köpek gibi evcil hayvan varsa onların da kapalı bir mekanda tutulmaları gerekir. Evdeki tüm aynaların üzeri örtülmelidir. Ertesi gün defin merasiminden sonra önemli olan günler 8. Ve 40. Günlerdir. Bu süre zarfında ölen kişinin yasını tutanların traş olmamaları gerekmektedir (Feodora Mihaeliç: 10.05.2002 Staro-Kırım).


Evlilik, doğum ve ölüm gibi hayatın önemli dönüm noktalarında sahip oldukları adet ve gelenek görenekleri yaşatmaya çalışmış olan Urumların dilleri kadar bugüne kadar sahip oldukları tüm bu değerleri de kaybetme kaygısı yaşadıklarının belirtmek gerekmektedir. Çünkü, gençlerin düğün töreninde yada doğumda ve ölümde eski Urum adetlerini bir kenera bırakmaya başlamaları, yüzyıllarca dilleri ve sahip oldukları gelenek ve göreneklerinin yaşaması için varlık mücadelesi veren Urum büyüklerini endişelendirmektedir. 


Sonuçta, Urum gençleri Helen soyundan gelmeyip Urumca dedikleri Türkçe ile aynı dili konuştuklarını, din dışında Greklerden farklı olup Türk adet gelenek ve göreneklerinden farkı olmayan bir yaşam tarzı sürdürdüklerini, nihayetinde Deşt-i Kıpçak sahasının tarihi derinliklerinin görülmeye başlanması ve Urum akademisyenlerin çalışmaları ile ortaya çıkan bilgilere dayanarak Türk olduklarını unutmamalıları gerekmektedir.



Sonuç
Türk coğrafyasındaki geniş hoşgörü anlayışının sağladığı ortamda Budizm, Maniheizm, Musevilik yada Hıristiyanlık gibi farklı inançlara mensup ama aynı soydan gelen çeşitli Türk boylarının var olduğu bilinmekle birlikte çok fazla üzerinde durulan bir alan olmamıştır. Oysa Türk tarihinin derinlemesine incelenmesi ve bu inanç yelpazesinin parçasını oluşturan tüm Türk boylarının ve sahip oldukları inançlarının esaslarının ortaya çıkarılması ve toplusal hafızamızda yer edinmesi gerekmektedir. Bundan hareketle, dilleri, taşıdıkları soyisimleri ve adet, gelenek ve görenekleri ile Greklerden farklı olduklarını, son dönem itibariyle de açıkça Türk olduklarını, Karadeniz’in kuzeyinden Türkiye Türklerine duyurmaya çalışan Urumların bu seslenişine cevap verilmeli ve tarihi, sosyolojik, etnografik ve dil alanında yapılacak disiplinlerarası çalışmalarla Urum tarihine katkıda bulunulmalıdır.



Doç. Dr. Yonca ANZERLİOĞLU
Hacettepe Üniv. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi
Millî Folklor, 2009, Yıl 21, Sayı 84



NOTLAR
1- Karamanlılar ve yine Karamanlı-Urum ilişkisi ile ilgili olarak bkz. Yonca Anzerlioğlu, Karamanlı Ortodoks Türkler, Ankara, 2003; Yonca Anzerlioğlu “Karamanlılar, Gagauzlar ve Urumlar Arasında Tarihi ve Sosyo-Kültürel Bağlar Var mıdır?”, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü, 8- 10 Mayıs 2002. 
2- Dest-i Kıpcak sahasında misyonerlik faaliyetleri hakkında detaylı bilgi icin bkz.: Peter Golden, “Religion Among the Qıpcaqs of Medivial Eurasia”, Central Asiatic Journal, no.42, 1998; Istvan Vasary,“ Orthodox Christian Qumans and Tatars of Crimeea in the 13th-14th centuries”, Central Asiatic Journal,vol.32, no. 3-4, 1988; Gyula Moravcsik, “ Byzantinische Mission im Kraise der Turkvolker an derNordkuste des Schwarzen Meeres”, Proceedingss of the 13th International Congress of ByzantineStudies, Oxford, 5-10September 1966, ed. J.M. Hussey, D. Obelensky and S. Runciman, Oxford Un.Press, London, 1977; Anzerlioğlu, a.g.e.

KAYNAKLAR
Mülakatlar:
11.05.2002 tarihinde Mariopol müzesi ve 13.05.2002 tarihinde Donetsk Müzesi yetkilileriyle yapılan mülakatlar.
Aleksander Garkavets ile 13.05.2002 tarihinde Akmescit’te yapılan mülakat.
Dora Vasilevna Famiçova, ile 09.05.2002 tarihinde Donetsk-Karan’da yapılan mülakat.
Stephan Kalayerov ile 08.05. 2002 tarihinde Donetsk’de yapılan mülakat.
Syvetlana Konstantinova, Maria Sağırova ve Evdokia Tırnaksız 09.05.2002 tarihinde ile Staroignatovka’da yapılan mülakat.
Valeri Kior ile 10.05.2002 tarihinde Staro Kırım’da yapılan mülakat.
Kitaplar:
Altınkaynak, Erdoğan, 2005, Ortodoks Türkler Urumlar, Ankara.
Anzerlioğlu, Yonca, 2003, Karamanlı Ortodoks Türkler, Ankara.
Podolsky,Baruch, 1985, A Grek Tatar-English Glossary, Otto Harrassowitz, Wiesbaden.



Christian Turks of Crimea: Urumians
While Crimea was seperated from Ottoman Empire in consequence of Russian pressure in 18.century, the native Christian population of Crimea were deported and settled in today’s Ukraine. In this study, the data of the field research performed in Ukraine and Crimea in 2002, among not all of the Christian population deported from Crimea but only a special Christian group called Urumian who speak Turkish, have Turkish surnames and also have customs different from Greeks is tred to be examined.








FALSE İNFO of wiki: Ethnicity: Urums (Turkic-speaking Greeks)
CORRECT İNFO : Ethnicity: Urums (Turkish speaking Christian Turks)
Turkofobia of the Westerners!
SB