Translate

10 Şubat 2014 Pazartesi

EKONOMİK TETİKÇİ TÜRKİYE'YE DE UĞRADI MI?




"Ekonomik tetikçiler (ET'ler), yerküre üzerindeki ülkeleri trilyonlarca dolar dolandıran yüksek ücretli profesyonellerdir. 

Dünya Bankası, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) 
ve diğer yabancı "yardım" kuruluşlarından büyük şirketlerin kasalarına ve gezegenimizin tabii kaynaklarını kontrol eden 
birkaç varlıklı ailenin ceplerine para aktarırlar. 

Kullandıkları araçlar arasında sahte finansal raporlar, 
hileli seçimler, rüşvet, 
zorbalık, seks ve cinayet bulunmaktadır. 

Oynadıkları oyun imparatorluklar kadar eski olmasına rağmen, günümüzdeki küreselleşme sürecinde yeni ve 
korkutucu bir boyuta ulaşmıştır. 

Nereden mi biliyorum; 
ben de bir ET idim".....


Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları - John Perkins 




_______



EKONOMİK TETİKÇİ TÜRKİYE'YE DE UĞRADI MI?


Dünya, siyasi haritalarda görüldüğü gibi değildir gerçekte. 

Ülkeleri ayıran renkler aslında bir trajik yapıyı gizler. 
Bu yapı şudur: Merkez, Çevre, Derin Merkez…

Merkez “ileri derecede sanayileşmiş ve gelişmiş, bilgi çağına girmiş, sermayesi, kültürü ve parası ile dünya ekonomisine ilişkin kararlarda etkili olan, dünya kurumlarının yönetimini elinde tutan ülkeler”dir. Merkez ülkeleri arasında ABD birinci konumdadır. Onu Japonya, Almanya, Fransa ve İngiltere izler. Dünya ekonomisine ilişkin kararlar bu ülkelerle birlikte Kanada ve İtalya’nın oluşturduğu G-7 diye bilinen ülkelerce alınır. Kararlar Dünya Bankası, IMF, DTÖ, OECD, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar tarafından uygulamaya konur.

Çevre “kararları ve koşulları etkileme gücü olmayıp, bunlara sadece boyun eğme durumunda olan” -Türkiye dahil- tüm diğer ülkelerdir. “Derin-Merkez” (Elit) “Merkez’in içinde asıl güç kaynağı ve gerçek karar merkezi olup, dünyadaki servetin çok büyük bir kısmını elinde tutan, az sayıda Amerikalı sermayedardan oluşan, bütün Merkez ülkelerini, dolayısiyle Çevre’yi de yönlendirebilen büyük bankerler ya da finans tekelleri grubu”dur. Küreselleşme ideolojisi Derin-Merkez’in ideolojisidir.

Dünya gemisinin dümeni Derin Merkez’in elindedir, bütün gayreti dünyayı kendi “gizli” hedefine götürme yönündedir. Bu gayretinde önündeki tek engel ulus-devletlerdir. 


Atatürk’ün’ kurduğu Türkiye Cumhuriyeti gibi…, 
çünkü o da bir ulus-devlettir.


Derin Merkez bir ahtapot ise, kolları küresel (ulusötesi) şirketlerdir. Küresel şirketler hedeflerine ulaşmak için türlü araçlar kullanır; bunlardan biri de ekonomik tetikçilerdir.


I) Derin-Merkez, onun dev şirketleri, doğal olarak ulus devletleri zayıflatıp etkisizleştirmeye, mümkünse parçalamaya çalışır. 

Bu hedefini çeşitli yöntemlerle gerçekleştirir. Bunlardan, çok etkili olan biri şudur: Çevre ülkelerinin borçlandırılması! Bu şekilde Merkez, yani sanayileşmiş Batı bir yandan kabarık faiz gelirleri elde ederken, bir yandan da verdikleri paraların, kuruşuna kadar kendi ülkelerine dönmesini sağlar. Tabiî borç geri ödemelerinin dışında olan bir para akımıdır bu... Sonra borç, bir boyun eğdirme aracı olarak da kullanılır.

Ben mi söylüyorum bunu? Hayır, bir “ekonomik tetikçi”, Amerikalı John Perkins “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” [April Yayıncılık, Ank., 2005] adlı kitabında söylüyor. Ben söylesem, inanmazdınız; ama bir Amerikalı olunca iş değişir. Şimdi aklınıza şu soru gelecektir: “Ekonomik tetikçi” de kim? Yazımızın konusu bu… 

Hemen yanıtlıyorum.

Önce bir tanım yapalım, J. Perkins’in kitabından da yararlanarak: Ekonomik tetikçi bir küresel şirket elemanıdır, bir tür kibar dolandırıcıdır, yoksuldan zengine para aktarır. 

Daha geniş bir anlatımla ekonomik tetikçi Dünya Bankası, IMF, USAID ve diğer uluslararası sözde “yardım” kuruluşlarından, küresel şirketlerin kasalarına ve dünyanın doğal kaynaklarını kontrol eden birkaç varlıklı ailenin hesaplarına para aktaran, dünya üzerindeki ülkeleri trilyonlarca dolar dolandıran, ulusötesi şirketlerin emrinde çalışan, yüksek ücretli profesyonellerdir. 

Bunlar özel olarak ve ciddî bir eğitimden geçirilerek yetiştirilir. Ekonomik tetikçinin böyle bir işi olduğunu hiç kimse, çoğu zaman eşi dahi bilmez. Monsanto, General Electric, Nike, General Motors, Wall-Mart gibi ulus ötesi şirketlerin hizmetinde, gösterişli unvanlar altında çalışırlar.


II) Ekonomik tetikçinin misyonuna yakından bakalım.

Ekonomik tetikçinin misyonu, atalarımızın “Balık baştan avlanır” deyişinden esinlenmişe benziyor: Dünya ülkelerinin liderlerini ABD’nin ekonomik çıkarlarını gözeten küresel ağın parçası haline getirmek! Bunlardan ağa düşürülmüş olanlar, Amerika’ya sadakatlerini ispat edecek şekilde ülkelerini ağır bir borç batağına sürüklerler (Aklıma nedense Turgut Özal’la birlikte, Türkiye’nin dış borçlarının Cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde artması geliyor. O yıllarda yaklaşık 30 milyar Dolar’ken, bugün 300 milyar doları çoktan geçmiş bulunuyor).

Ulusal ekonomi böylece borç batağına sürüklendikten sonradır ki o ülkenin liderleri Derin-Merkez tarafından, Amerika’nın politik, ekonomik ya da askerî amaçları için rahatça kullanılmaya başlıyor (Kemal Derviş’in “15 günde 15 yasa” operasyonunu hatırlayın). 

Ancak bu oyun açıkça değil, hep perde arkasında oynanır. Her şey ayarlanır. “Kullanılma” karşılığında, o liderler de kendi halklarına parlak bir gelecek, “nurlu ufuklar” vaat ederler; sanayi kuruluşları, elektrik santralleri, havaalanları, limanlar, duble yollar, tüneller vaat eder, bunları şöyle veya böyle gerçekleştirirler de! 

Ama ne pahasına! 

Türkiye gibi sanayileşmesi engellenmiş ülkelerin liderleri bu şekilde bir yandan halkın gözünü boyarken, bir yandan da politik konumlarını güçlendirirler. Tabiî asıl parsayı karşı taraf toplar: 

Amerika’nın Derin-Merkez’i, küresel şirketleri istediklerini elde eder. Borç alınan paralar yoksul ülkeden tekrar Amerika’ya geri döner; Amerikan mallarına harcanır, Amerikan mühendislik ve inşaat şirketlerinin kasalarına akarlar. Bir süre sonra faiz ödemeleri başlar. Küresel şirketler daha da zenginleşir, biraz daha büyürler, şişerler.


III) Ekonomik tetikçilerin, işlerini görürken başvurdukları başlıca yollar şunlardır: 

Ayarlı iktisat teori ve politikaları, Sahte finansal raporlar, hileli seçimler, rüşvet, seks, zorbalık, cinayet, suikast... Uygulama sırasında, ekonomik tetikçiler sahnede en öndedir. Eğer herhangi bir şekilde başarısız olurlarsa, daha hain bir tetikçi türü, “çakallar” görevi devralır (Allende’nin, J. Roldos’un, O. Torrijos’un öldürülmesi gibi). “Çakal”lar da başaramazsa iş askerlere düşer (Irak’ta olduğu gibi).

J. Perkins’e göre ekonomik tetikçilerin işini kolaylaştıran önemli bir araç Batı’nın, kendi çıkarlarına göre oluşturduğu “ekonomi bilimi”dir; özellikle, bu bilimin “neredeyse Tanrı kelamı haline getirilmiş” bir kavramıdır : Ekonomik büyüme!... 

Daha doğrusu, “ekonomik büyüme”nin herkes için, bütün milletler için yararlı olduğu düşüncesidir.

Bu düşünce çevre ülke aydınının, iktisatçısının kafasına, daha üniversitede öğrenci iken âdeta enjekte edilir. Büyüme ne kadar fazla ise, büyüme hızı ne kadar yüksekse, sağlayacağı faydaların da o kadar fazla olacağına inanılır. Az gelişmiş ülke iktisatçısı, bu mavala çoktan koşullanmış, teslim olmuştur.


Oysa bu anlayış hatâlıdır, şu sebeplerden dolayı: 

Birincisi, bir büyüme göstergesi olarak “kişi başına gelir”, bilimselliği zayıf, yetersiz bir kavramdır. 

Bir ortalamadan ibarettir, gerçeği gölgeler. Ekonomik büyümeden, birçok ülkede o ülke nüfusunun küçük bir kısmı yararlanır. Buna karşılık çoğunluğun durumu, iyileşme bir yana daha da kötüleşir. 

İkincisi, ekonominin tek sorunu büyüme değildir, en az onun kadar olan iki sorun daha vardır: Kaynakların etkin kullanılması, tam kullanılması… 

Büyüme sorununun özellikle abartılması, diğer iki sorunu gözlerden kaçırır. Oysa Çevre ülkeleri iktisatçılarının asıl bunlar üzerinde kafa yorması gerekir.

Üçüncüsü, dünya kaynakları, -özellikle Türkiye gibi Çevre ülkelerinin kaynakları- büyüme uğruna sonu düşünülmeden çılgınca tüketilir, savurganlık korkunç ölçülerde teşvik edilir. 

Kapitalist sistemi sürdürmek ve daha da güçlendirmek için, mutlu azınlığın yaşam biçimleri ve donanımları; hepimizi tüketmeye, daha fazla tüketmeye özendiren modeller olarak sunulur. İnsanların kafaları şu dogmalarla doldurulur: Satın al, durmadan satın al! Satın almak, toplumsal bir görevdir. 

Dünya kaynaklarını tüketmek ekonomi için iyidir. Liberalizmden başka yol yoktur. Devlet hantaldır, küçültülmelidir. Bu şekilde her ülkede geniş halk kitleleri seçkin bir azınlığın, dolayısıyla Derin-Merkez’in bilinçsiz köleleri haline getirilir.


Ne dersiniz, ekonomik tetikçiler -özellikle şu son yıllarda- Türkiye’ye de uğramış olabilir mi?


Cihan Dura 22 Kasım 2010
kendi sitesi:



__________