Translate

26 Ekim 2017 Perşembe

Yunan Mezalimine Dair Milletlere Çekilecek Protesto Notası




İlk Meclis - TBMM



Yunan Mezalimine Dair Milletlere Çekilecek Protesto Notası 
Hakkında Büyük Millet Meclisi'nde Konuşma *


Reis: Malumu aliniz bugün Nevahi Kanunu'nun müzakeresine başlanmış idi ve bugün Genel Kurul'un kararı üzere Nevahi Kanunu'nun müzakeresi kararlaştırılmıştı. Fakat Heyeti Celile kararıyla İtilaf devletleri parlamentolarıyla bazı cemiyetlere çekilecek notanın müsveddesi Hariciye Encümen'nce hazırlanmış olduğundan, şimdi okunmasını ve müzakere edilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikan ve bütün medeni milletlerin meclisleriyle anılan memleketler ve Alman, Mısır, Tunus, Cezayir matbuatına, İnsan Hakları, Hint Hilafet Komitesi, Lozan Yurdu (1) gibi cemiyetlerin tamamına verilmek üzere Paris temsilcisi Ferit Bey'e telgrafla çekilecek olan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 18 Haziran 1338 (1922) tarihli celsesinde verilen önerge icabınca Hariciye Encümeni tarafından yeniden hazırlanan Yunan mezalimine dair nota:

1920 senesinde İstanbul'da toplanan Osmanlı Meclisi Mebusanı'nca ilan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce aynen kabul olunarak Misakı Milli ile tespit ve sınırları tayin edilen, Wilson prensipleriyle ve 1918 senesinde Britanya Başvekili Mösyö Llyod George'un İngiltere Parlamentosu huzurunda söylediği nutukla da nüfusça, tarihçe, kültürce, iktisatça Türk olduğu ve Türklere kalması lazım geleceği zikir ve beyan edilen eski Osmanlı İmparatorluğu memleket kısımlarından mühim bir kısmı Mondros Mütarekenamesi'nin İtilaf hükümetleri tarafından bozulması suretiyle bugün dört seneye yakın bir zamandır tekmil milletlerarası kaidelere aykırı olarak Yunan ordusunun işgali altında bulunuyor.

Devletler hukukunca bir milletin bağımsızlık ve hürriyet hakkına karşı işlenmiş bir suç mahiyetinde olarak ne yazık ki İtilaf devletleri temsilcilerinin gözleri önünde ve donanmalarının himayelerinde İzmir şehrinde binlerce masum kanlarının dökülmesiyle başlayan ve hala en feci bir surette devam eden bu pek haksız işgalin başlangıcından beri Yunan ordusu efrat ve zabitleri tarafından işgal altındaki yerlerde kalan Türk ve Müslüman ahali hakkında reva görülen mezalim ve faciaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti İtilaf hükümetleri nezdinde mükerreren protesto etti. 

İzmir havalisinin İtilaf devletleri himayesinde Yunanlılarca işgalinden kısa bir müddet sonra yine bu devletler tarafından mezalim tahkikatına memur edilen Generaller Komisyonu'nun haklı ve tarafsız (2) raporlarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin yukarıda belirtilen devamlı şikayetleri semereli bir netice veremedi. Bugün dört yıldan beri, işgal mıntıkasında kalan bedbaht Müslüman ahali, insanın en ikel devirlerinden beri tarihin nadiren kaydettiği işkence ve mezalimin en korkuncuna, en şiddetlisine maruz bir vaziyette bulunuyor. 20.asır medeniyet aleminin gözleri önünde boğazlanmak, yok edilmek istenen bir milletin bu dehşetli hayat faciası karşısında daha uzun zaman sessiz kalınamazdı.

Bütün bu vakaların müsebbibi olan İtilaf hükümetleri nezdinde devamlı teşebbüs ve şikayetlerin ve aynı devletlere mensup generallerden meydana gelen bir komisyon tarafından 1919'da yazılan raporun hiçbir netice veremediğine büyük bir elem ve üzüntüyle şahit olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, temsil etmekte bulunduğu milyonlarca insandan meydana gelen mazlum bir Müslüman kitlesinin matemli vaziyetine artık bir nihayet verilmesini temin maksadıyla doğrudan doğruya milletlere ve onların temsilcilerine, her yerde bir olan ve aynı adalet hissiyle hislenen insanlığın vicdanına müracat etmeye ittifakla karar verdi.

Bu dakikada büyük bir insan topluluğu insan vicdanının tahammül edemeyeceği cehennemi bir zulüm ve vahşetin avı olarak dört yıldan beri insanlık aleminin huzurunda, çoluk çocuk, kadın, erkek ve ihtiyar, demir ve ateşle inletilmektedir. İşgalin başlangıcından beri her gün devamlı bir şiddetle artan ve siyah ciltler vücuda getirecek kadar çok olan bu canhıraş mezalimi burada birer birer zikretmek imkanı yoktur. Ancak insanlığın nazarı dikkatine lazım olduğu derecede çekebilmek için bunlardna birkaçını nakledeceğiz.

İşgal edilmiş mıntıkalarda bulunan müdafaasız ahalinin yalnız Türk ve Müslüman olmalarından dolayı haklarında Yunan ordusuna mensup efrat ve zabitler tarafından işlenen bu pek vahşiyane muameleler son ve yeni ateşkes teklifinden sonraki zamanlarda dahi büyük bir şiddetle ırza, cana, mala ve bütün dini ve milli mukaddesata yöneltilmektedir. Bu doğrultuda Balıkesir, Aydın, Bursa, İzmir, Manisa, Kütahya, Eskişehir, Trakya, Biga, İzmit gibi havalide sebepsiz yere veya uydurma bahanelerle ahaliyi mescitlere doldurarak yakmak, birbiri üstüne kuyulara gömerek öldürmek, köyleri ateşe vermek, mahsulatı imha etmek, fertlere ait hayvanları sürmek, ırza tasallut etmek, mabetleri soymak, mal gaspı ile sahiplerini katleylemek gibi insanlık şiarı ve savaş hukukuyla uzlaştırılması mümkün olmayan en caniyane hadiselerle Türk ve Müslüman ahali yok edilmektedir.

Balıkesir, Aydın, Manisa, Trakya gibi mahallerde Müslüman eşraf ve zenginleri her gün icat edilen birer sebeple sürülmekte ve kovulmakta ve hapsolunmakta, köylerde mescitler yıkılarak, imamlar sarhoş askerler tarafından sokak sokak dolaştırılmakta ve zorla ezan okutturulmak gibi hakaretamiz muamelelere maruz kalmaktadırlar.

Manisa civarındaki cami bayram namazı esnasında basılmış ve Türkiye için nusret duasında bulunulduğu bahane edilerek içindeki cemaat süngülenmiştir. Son zamanlarda Menemen şehrinin İslam mahalleleri ansızın kuşatılarak halk Yunan askerleri tarafından soyulmuş, genç kızlarla kadınların ırzlarına alenen tecavüz edilmiştir. Hamile kadınlar sokak ortalarından katlolunmuştur. Osmanlı Devletinin kuruluşunun başlarına ait şehirlerden Bilecik, Söğüt kasabalarıyla havalisi tamamen tahrip edilmiş, Bursa'daki saltanat kurucusu Sultan Osman'ın türbesi türlü hakarete maruz kalarak pederi Ertuğrul Gazi Hazretlerinin kabirleri dahi dinamitle havaya uçurulmak gibi mezarlara varıncaya kadar tecavüzlerde bulunulmuştur.

Ahiren Söke ve Kuşadası'nın işgali münasebetiyle İslam kadınlarına taarruz edilmiş ve çalgılarla sokaklarda gezdirilmişlerdir. Söke, Torbalı civarında köylere ateş verilerek yangından kaçmaya çalışanlar katledilmiş, kalanlar da alevler içinde helak olmuşlardır. MAsum kafaları süngü uçlarına takılarak köy köy teşhir edilmiştir. Karahisar'ın Sülümenli, Söğlün, Karaarslan, Deper köyleri yakılmış ve ahalisi katliam edilerek anılan köylerden eser kalmamaıştır. Gemlik, KAramürsel, Yalova, İznik havalisinde kasaba ve köyler taş taş üstünde bırakılmayacak surette tahrip edilmiş, on binlerce İslam nüfusu katliam olunmuştur.

Özetle: İşgal mıntıklarında yunanlılar tarafından katolunan müdafaasız ve masum halkın adedi yüz binlere ulaştığı, bu arada yüzlerce köyler, bir çok kasaba, şehirler yakılmış ve hususi şahıslara ait milyarlar kıymetinde genel servet gasp ve talan edilmiştir. Bu doğrultuda yalnız ve kısmen Ertuğrul, Eskişehir, İzmit gibi sancaklarla İznik, Haymana gibi kazalarda şimdiye kadar icra edilebilen tahkikata göre, resmi ve dini binaların hasarlarıyla menkul ve gayrimenkul mallar zayiatı 252.585.179 Türk lirasına ulaşmaktadır. Bunların emsali pek çoktur. Gasp ve talanın ve mezalimin bu suretle devamı halinde Batı ile Doğu arasında pek mühim bir mevki işgal etmekte olan Türkiye'nin (3) vaziyetinden bütün cihan ve bilhassa Avrupa genel iktisadiyatının yara alacağı şüpheden uzaktır.

Türkiye hakkında reva görülen bu büyük haksızlığı ve onun tabii neticesi olan işbu sakıncaları evvelden beri hükümetlerine karşı daima tekrar ve ihtar eden bazı haksina Avrupa siyasi ricalinin ve mebuslarının görüşleri bu anda bir hakikat halinde tecelli etmektedir. Bugün resmi vesikalara dayalı olarak işbu mezalimi tasvir edici ciltlerle kitaplar vücuda getirilmektedir. Şu hususu da ilave etmek isteriz ki, İtilaf hükümetleri arasında bazılarının bu mezalimi de nazarı dikkate alarak Türkiye'nin meşru hukukunun tanınması hususunda şimdiye kadar gösterdikleri ve göstermekte oldukları eğilime karşı Türkiyeliler pek müteşekkirdirler.

Bizzat İtilaf devletleri irtibat zabitlerinin şahidi oldukları bu vahşiyane vakalar Avrupa hükümetlerince de resmen malumdur ve anılan irtibat zabitleri tarafından imzaları altında mensup oldukları İstanbul temsilciliklerine gönderilen raporlarla da doğrulanmıştır. 22 Mayıs 1921 tarihli raporunda Milletlerarası Salibi Ahmer (4) Cemiyeti Delegesi Mösyö Maurice Gehri Anadolu'da bizzat yaptığı mezalim tahkikatında bu hakikatleri itiraf etmektedir.

Özetle: İşgal mıntıkası müdafaasızların zayıfların kan ve katliam sahnesi olmuştur. Geçmiş zamanlarda bile bütün bir tarihinde azınlıkların ve zayıfların hukuk, haysiyet ve ananesine riayeti, idaresine pek şerefli bir şiar olmak üzere kabul eden Türk milletinin, bugün 20.asır ortasında, hakkında tatbikinden çekinilmeyen mezalim bütün insanlık için elim bir hakarettir. Hayat ve bağımsızlık hakkını asrımız zihniyet ve medeniyeti gereği müdafaadan başka bir şey yapmayan Türk milleti en ilkel devirlerdeki insan cinsinin bile izlemekten elem ve utanç duyacağı bir düşmanın mezalimi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bununla beraber Türkiye milleti böyle bir düşmana karşı aynı yolda karşılık vermeyi tarihine ve asrımız medeniyetinden ilham alan zihniyetin şiarına sığdıramamaktadır.

Müsaadenizle şu hususa da işaret etmek isteriz ki, Yunan ordusunun zabitleri ve efradı tarafından müdafaasz bir halk topluluğu hakkında tatbik olunan bu milletlerarası suçlar ve cinayetler Lahey Sulh Konferansı kararlarının 46, 48, 51, 52 ve 56.; Brüksel Konferansı'nın kara muharebeleriyle alakalı milletlerarası beyannamesinin 38, 39, 40, 41 ve 42. maddelerinde kınanmakta ve yasaklanmaktadır. Sefer halindeki ordularına ait talimatnamenin 37. maddesinde Şimali Amerika Cemahiri Müttefikası (5) dahi silahsız düşman devlet tebaasının şahsi hürriyet ve mülkiyet hakkına riayeti emretmektedir. Asrımız devletler hukuku ve ulemasınca kabul edilmiş bir hakikat ve prensiptir ki, harp yalnız devletten devlete silahlı bir harekettir.

Muharip ordulardan birine fiilen mensup olmayan silahsız sivil ahalinin mal, mülk, ırz, can ve mukaddesatı her türlü taarruzdan korunmuştur. Halbuki asrımız medeniyetinin özü demek olan bugünkü hukuk zihniyeti önünde Türkiye'nin işgal edilmiş kısımlarında ve sözde Anadolu'ya medeniyet getirmek vazifesiyle mükellef Yunan ordusu tarafından işlenen ve işlenmekte olan mezalim ve facialar ilkçağ hukuk anlayışlarının bile ürkeceği bir hali arz etmektedir. Çağdaş bir millet olduğu halde devletler hukukuna muhalif bir surette kendisine bağımsızlık hakkı inkar olunan Müslüman Türkiye halkına ferdi hayat hakkı da tanınmayarak bugün imhasına çalışılmaktadır.

Yalnız bu feci vaziyetin ortaya çıkmasına sebep olduklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine tebliğ ettikleri 26 Mart 1922 tarihli notalarındaki "Yunan milletine Müttefikler'in davası için kabul ettiği ve katlandığı büyük fedakarlıklar..." cümlesiyle resmen itiraf eden İtilaf hükümetlerinin şahsen değil, bu hale daha uzun zaman sessiz kalacak olan cihan medeniyetinin dahi tarih huzurundaki mesuliyetinin pek büyük olacağını izaha gerek yoktur. Hakikaten İslam ve insanlık aleminin mühim bir parçası kan ve ateş içinde yakılırken, medeni Avrupa milletleri buna nasıl tahammül ediyorlar? Avrupa hükümetlerince Yunan ordusu tarafından Türklere ve Müslümanlara reva görülen bu mezalime karşı şimdiye kadar sessiz kalınmış ve üstü kapalı şekilde razı olunmuş olması, İslam aleminde Türkiye'nin sırf Müslüman bulunmasından ileri geldiği zannını hasıl etmektedir.

Halbuki Türkiye, geçmiş asırlara oranla medeniyetinin yüksekliğini bilhassa vicdan hürriyetine olan hürmetinde gören 20.asrı ve bu asrın muhtelif dinlere mensup bütün dünya milletlerini böyle bir fikirden tenzih etmek istemektedir. Asrımız vicdani hukukiyatının din ve ırk farkı olmaksızın milletlere tanıdığı bağımsızlık ve hürriyet haklarını kendi hakkında da müdafaadan ve bütün milletlerin hür ve bağımsız olarak mukadderatına sahip olmalarını istemekten başka bir gayesi olmayan Türkiye, medeni dünyanın emperyalist gayeler peşinde yürüyen hükümetlere arka çıkmasında cihan için zarardan başka bir şey beklenemeyeceği kanaatindedir.

Türkiye'nin işgal edilmiş kısımlarındaki Yunan ordusu mezalimini 20.asır medeniyeti ve kültürü namına protesto ederken, Türkiye Büyük Millet Meclisi medeni milletlerden, hükümetleri nezdindeki tesirli teşebbüslerde bulunarak bütün bir insanlık tarihi için leke teşkil eden, kan ve yangınla ortaya konulan bu müthiş işkencelere artık nihayet verdirmek vasıtalarını tamamlamalarını rica eder.

Reis : Yunus Nadi (İzmir)
Mazbata Muharriri : Mahmut Esat (İzmir)
Katip : İsmail Suphi (Burdur)
Üye : Mehmet Şükrü (Karahisarısahip)
Üye: Atıf (Kayseri)
Üye: Şemseddin (Ankara)
Üye: Ali Cenani (Gaziantep)
Üye: Vasıf (Sivas)
Üye: Derviş (Mardin)
Üye: Mazhar Müfid (Hakkari)
Üye: Ömer Lütfi (Amasya)
Üye: Dr.Tevfik Rüşdü (Menteşe)

[...]

Mazbata Muharriri Mahmut Esat Bey (İzmir) - Efendim, ilave edilecek birkaç kelime var. Birinci sayfanın sonundan ikinci satırında "hakkı ve tarafsız" kelimeleri çıkarılıyor, sonra başlığa "Lozan Türk Yurdu"ndan sonra "İran, Afganistan, Japonya, Rusya ve bütün Doğu, Cemiyeti Akvam'a" (6) kelimeleri ilave edilecektir.

Efendim, dördüncü sayfanın baş tarafından 16.satırda "Türkiye'nin vaziyetinden bütün cihan ve bilhassa Avrupa genel iktisadiyatının yara alacağı şüpheden uzaktır" cümlesindeki "Türkiye'nin" dedikten sonra "bugünkü ve gelecekteki vaziyetinden bütün cihan" denecektir. Yani "Türkiye" kelimesinden sonra "bugünkü ve gelecekteki" kelimesi ilave edilecektir.

Tunalı Hilmi Bey (Bolu) - "Raporlarıyla" denmiş, halbuki verilen rapor birdir.
Mahmut Esat Bey (İzmir) - Birçoktur Efendim.

[...]

Reis - Biga Mebusu Mehmet Bey'in bir önergesi vardır:

Riyaseti Celileye

Biga sancağı dahilinde Ezine kazasında Ramazan Şerife camilerde Müslümanlar namaz kılmaktan men edilmiş olduklarından, protestonamenin üçüncü sayfasının dördüncü satırında "mabetleri soymak" ibaresinden sonra "Müslümanları namaz kılmaktan men etmek" cümlesinin ilavesini teklif ederim.

Mahmut Esat Bey (İzmir) - Efendim, burada da gördüğünüz üzere bu hususu kafi derecede açtık ve izah ettik. Cemaatin yakıldığı, cemaatin süngülendiği yerde namaz kılmakta hürriyet kalmış mıdır? Esasen buraya koyduğumuz hadiseler bilhassa resmi vesikalarda bulunanlardır, resmi vesikalarda görmediğimiz vakaları Meclis namına buraya koymaktan kaçındık.

Mehmet Bey (Biga) - Vazgeçtim efendim.

Reis - Mehmet Bey önergesinden vazgeçmiştir efendim. İsmail Şükrü Efendi'nin önergesi vardır. Okunacak:

Riyaseti Celileye

Protestonamenin altıncı sayfasının 27.satırından itibaren yedi satır gereksizdir. Çıkarılmasını teklif eylerim.

Mahmut Esat Bey (İzmir) - Efendim, oy ve karar bittabi yüce Meclis'indir. Ancak, Encümen notasının bu satırlarının yerinde bırakılmasında ısrarlıdır. Bu notanın en kıymetli yerlerinden birini de Encümeniniz burada görmektedir. Malumu aliniz Avrupa'daki fikirler bir değildir. Hatta burjuvalar, sermayedarlar bile cihangirlik aleyhinde bulunmaktadır. Bugün zamanımızın hukukçuları zamanımız emperyalizmini kınamaktadır. Avrupa üniversitelerinde ve Avrupa'nın medeni yerlerinde bunun aleyhinde şiddetli propagandalar yapılmaktadır. Biz bu vaziyeti ihmal edemezdik. Encümenimiz Büyük Millet Meclisi'nin asli düşüncesini bir nota içerisine sokarak, Avrupa'nın medeni muhitlerinde iyi bir tesir yapmasını düşündü ve onun için bunları ilave ettik. Rica ediyoruz, bu nokta pek ehemmiyetlidir. Yüksek heyet kabul ederse aynen gönderelim.

Reis - [...] İsmail Şükrü Efendi'nin önergesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmemiştir.


Mahmut Esat Bozkurt
Toplu Eserler I (Sayfa 554)
Hazırlayan: Doç.Dr.Saduman Halıcı - Kaynak Yayınları
*TBMM Zabit Ceridesi, Devre 1,,c.20, Hazırlayan: TBMM Zabıt Kalemi Müdürlüğü, Ankara,s.558 vd.(21 Haziran 1922). Mazbata Muharriri Mahmut Esat Bey'dir.
(1) "Lozan Türk Yurdu" olacak. Mahmut Esat Bey bu kelimelerden sonra "İran, Afganistan, Japonya, Rusya ve bütün Doğu, Cemiyeti Akvam'a" kelimelerinin ekleneceğini belirtiyor. (Y.N.)
(2) Mahmut Esat Bey "haklı ve tarafsız" kelimelerinin çıkarılacağını belirtiyor. (Y.N.)
(3) Mahmut Esat Bey "Türkiye'nin" kelimesininden sonra "bugünkü ve gelecekteki" kelimelerinin ekleneceğini belirtiyor. (Y.N.)
(4) Kızılhaç (Y.N.)
(5) Amerika Birleşik Devletleri (Y.N.)
(6) Cemiyeti Akvam : Milletler Cemiyeti (Y.N.)





***


Hrisostomos: "Türk kanı içerek..."

Yunanlıların İzmir ve havalisinde yaptıkları tüm katliamlara karşın, Mustafa Kemal Atatürk ve ordusu tarafından denize dökülerek kaçmaları ve bu eli kanlı Rum papazının linç edilmesini hala içlerine sinderememişlerdir.

Yunanistan'ın Attika bölgesinde de Nea smirna bölgesi vardır. Burada İzmir'de yıkılan Aya Fotini Kilisesi'nin bire bir aynısı bir kilise einşa edilmiştir. Bu kilisenin avlusunda Chrysostomos'un eli ile İzmir'i işaret eden bir heykeli bulunmaktadır ve altında "İzmir Şehidi" yazmaktadır.

Yunan basınında ise İzmir'de 94 yıl aradan sonra yeniden bir metropolitlik ihdas edilmesini Türkiye'ye karşı bir "gol" olarak tanımladılar.

Bojidar Çipof
Yunanistan'da "Küçük Asya Felaketi" Anma Törenleri
21.yy Türkiye  Enstitüsü, 13 Ekim 2017



***



"Yunan Ordusu Bizim Ordumuzdur"

Anadolu'nun derinliklerinde ilerleyen Yunan Ordusu için "bu ordu bizim ordumuzdur''984 diyebilecek kadar Türk Milleti'ne düşman ve saygısız bir bakan vardı. Boşnak Ali Rüştü Efendi adındaki bu Adliye Nazırı, 10 Temmuz 1920 tarihli Peyam-ı Sabah'a verdiği demeçte Yunanperestliğinin gerekçesini şöyle açıkladı: - "Çünkü Yunan Ordusu bizim programımıza dahil olan Mustafa Kemal'e ceza verme işini yapıyor! Mustafa Kemal'in ordusu haydutlardan, yağmacılardan kuruludur."

Etrafı yakıp yıkarak, ırza, namusa saldırarak ilerleyen Yunan Ordusu'nun başarısı için halkın dua etmesini dahi isteyebilecek kadar alçaklaşan Ali Rüştü Efendi, kaçıp gittiği Saraybosna'da, Sivas Kongresi'ni basmaya yeltenen Ali Galip at canbazlığı yaparak ekmek parasını kazanmaya çalıştığı Köstence'de, Selanik ve İzmir'i bir tek mermi atmadan düşmana teslim eden Ali Nadir Paşa Mısır'da sefalet içinde ölmüşlerdir. Gizli celsede 150'likler meselesi görüşülürken Ertuğrul Mebusu Dr. Fikret Bey'in "Yunan bayrağını öptü!' dediği adam, işte bu adamdır.

150 kişilik listenin 102'inci sırasına kaydedilen Neyir Mustafa adında bir kaymakam vardır. Bir Hürriyet ve İtilaf militanı olan bu kaymakam, Yunan işgal kuvvetlerine sunduğu hizmetlerin karşılığı olarak Yunan parlamentosuna Edirne milletvekili olarak girer. Neyir, Alman işgali sırasında Almanlarla işbirliği yaparak, Türkiye'den sonra Yunanistan'a da ihanet edince ülkeden kovulacak, oğlu Muammer iç savaşta Yunan çeteciler tarafından öldürülecektir.

Necdet Sevinç
İstiklal Harbi'nde Etnik İhanet




ilgili:








Soykırım ve Almanya



Almanya’ya karşı yapılan 1904-1908 Herero ve Nama soykırımı suçlamasına ilişkin olarak Almanya ve Namibya’nın sessiz sedasız Eylül ayı sonunda Berlin’de toplantı gerçekleştirdikleri haberleri çıkmıştır. Almanya’nın Namibya’yla yürüttüğü müzakere sürecinde sergilediği tavır, kendi çıkarları uğruna soykırım tartışmalarında uyguladığı çifte standardı somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu konuda daha önceden yayınlamış bir yazımız bulunmaktadır,[1-link] ancak konuya yeniden değinilmesi faydalı olacaktır.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın Yahudilere karşı gerçekleştirdiği Holokost’a duyulan uluslararası tepki, 1948 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde Soykırım Suçunun Önlenmesine Ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin imzalanmasının temel dayanağını oluşturmuştur. Ancak Almanya, evrensel olarak soykırım olarak nitelendirilen Holokost’u gerçekleştirmesinden çok yıllar önce, bir başka sistematik yok etme kampanyasının faili olmuştu. 1904-1908 yıllara arasında, günümüzde Namibya’ya ait olan topraklarda, Alman sömürge yönetimine isyan eden Herero ve Nama kabilelerine karşı bir yok etme emri çıkarılmış (Al. Vernichtungsbefehl)[2] ve bu doğrultuda bu kabileler sistematik bir yok etme kampanyasına maruz tutulmuştu.

Günümüzde Namibya halkı 1904-1908 yılları arasında gerçekleşen bu olayları soykırım olarak nitelendirmektedir. Namibya halkı aynı zamanda Almanya’nın bu olayları soykırım olarak tanımasını, bu olaylarla ilgili özür dilemesini ve tazminat ödemesini talep etmektedir.[3] Namibya ve Almanya, bu olayların nasıl tanımlanması ve sürecin nasıl işlemesi gerektiği hakkında bir müzakere süreci yürütmektedir. Bu müzakere süreciyle ilgili en son olarak -başta değinildiği gibi- Eylül sonunda bir toplantı gerçekleştirilmiştir.

İlginç bir şekilde bu toplantının yapılmasına Alman basınında tek bir kaynak dışında[4] neredeyse hiç yer verilmemiş, bahsi geçen tek kaynakta ise Alman hükümetinin bu müzakere süreci hakkında topluma hiçbir açıklama yapmak istemediği belirtilmiştir. Alman hükümetinin hoşnutsuzluğuna rağmen toplantıyla ilgili bilgiler Namibya heyeti tarafından kamuyla paylaşılmıştır.[5]

Holokost’tan dolayı derin bir utanç içerisinde olan Almanya için Namibya’dan gelen soykırım suçlaması çok rahatsız edici niteliktedir, zira Almanya’nın soykırımla lekelenmiş tarihi bu suçlamayla beraber bir kez daha lekelenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Utanç unsurunun ötesinde talep edilen tazminat miktarı da Almanya’yı tedirgin etmektedir, zira talep edilen miktarın 400 milyar Namibya Doları (yani 25 milyar Avro veya 30 milyar Amerikan Doları) olduğu belirtilmektedir.[6] Bu sebeplerden ötürü Almanya bu meseleyi olabildiğince gizli tutmaya çalışmakta, dışarıya bilgi verilmeden Namibya ile görüşerek ve Namibya’ya (tazminat ödemek yerine) çok ciddi kalkınma yardımı yaparak bu suçlamaları sonlandırmayı amaçlamaktadır. Nitekim Almanya, Namibya’ya en çok kalkınma yardımı sağlayan ülke konumundadır ve bu zamana kadar 800 milyon Avro değerinde yardım sağlamıştır.[7] Son olarak geçtiğimiz Eylül ayında Almanya’nın “teknik ve mali işbirliği projeleri ve programları” için Namibya’ya 133,5 milyon Avro değerinde yardım sağlayacağı Namibya basını tarafından bildirilmiştir.[8]

Ancak tüm bu kalkınma yardımları bir yana, Almanya’nın soykırım suçlamasıyla ilgili sergilediği tavır, iki ülke arasındaki müzakerelerin sonuçsuz kalmasına sebep olmaktadır. Almanya, 1904-1908 Olaylarına soykırım denilmesinin ancak siyasi bir niteliği olabileceğini, bunun hukuken bağlayıcı olmayacağını, zira 1948 Soykırım Sözleşmesinin geriye yürüyemeyeceğini belirtmektedir. Bu çerçevede de Almanya bu olayları resmi bir şekilde soykırım olarak tanınmasının ve tazminat ödenmesinin mümkün olamayacağını ifade etmektedir.[9] Namibya Temmuz 2016’da tanıma, özür ve tazminat ile ilgili bir müzakere pozisyon belgesini Almanya’ya iletmiş olmasına rağmen, Almanya bu belgeyi teslim aldığını onaylamakla yetinmiş, belgenin esasına ilişkin henüz bir cevap vermemiştir.[10] Namibya ise tanıma, özür ve tazminat olmadan Namibya halkının herhangi bir anlaşma kabul etmeyeceğini ifade etmiştir.[11]

Namibya hükümeti mevcut durumu diplomatik bir dille nitelendirirken, Nama ve Herero kabileleri temsilcileri daha sert bir üslup kullanmaktadır. Namibya hükümetinin müzakerelerdeki özel temsilcisi Zed Ngavirue, Almanya’yla son yapılan toplantının düzgün bir şekilde geçtiğini, ancak toplantıdan bir netice alınamadığını ifade etmiştir. “Herhangi bir ilerleme kaydedilebildi mi?” sorusuna cevaben Ngavirue, “her şey hakkında mutabakat sağlanmadan hiçbir şey hakkında mutabakat sağlanamaz” demiştir.[12]

Nama ve Herero kabileleri temsilcileri ise Almanya’yı, sergilediği tavır sebebiyle müzakereleri tıkanma noktasına getirmekle suçlamıştır.[13] Kabile temsilcileri aynı zamanda (muhtemelen Almanya’nın engellemeleri sebebiyle) müzakere sürecinde adil bir şekilde temsil edilmediklerini[14] ve gerek görürlerse Almanya’dan ayrı bir şekilde tazminat talep edeceklerini ifade etmişlerdir.[15] Ancak Namibya Başbakanı Saara Kuugongelwa-Amadhila, bu tür endişeleri gidermek adına, müzekerelerin sonuçlandırılmasından sonra kamuoyunun bilgilendirileceğini ve talep edilen tazminatın nasıl dağıtılacağıyla ilgili olarak tüm Namibya halkına danışılacağını ifade etmiştir.[16]

Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, soykırım suçlamalarıyla ilgili olarak Almanya’nın sergilediği tutum Namibya ve Almanya arasındaki müzakere sürecini yokuşa sürmektedir. Bu çerçevede sergilediği tutumla ilgili olarak Almanya’nın bazı soruları cevaplaması gerekmektedir (bu soruların benzerleri bir önceki yazımızda da sorulmuştur):

1) Mart 2016’da Alman Federal Meclisi’ne 1904-1908 Olaylarının “Namibya Soykırımı” olarak tanınması için karar tasarısı sunulmuş, ancak bu tasarı Meclis tarafından reddedilmişti. Ancak Alman Federal Meclisi, Haziran 2016’da, 1915 Olaylarını soykırım olarak nitelendiren bir karar çıkarmıştı.[17] Alman Federal Meclisi, ne hukuksal ne de tanımsal anlamda soykırım olarak nitelendirilemeyecek 1915 Olayları hakkında hevesli bir şekilde soykırım kararı çıkartırken, tanımsal anlamda soykırım olarak nitelendirilebilecek 1904-1908 Olayları hakkında neden soykırım kararı çıkarmayı reddetmiştir? Bu çelişkili tutumun herhangi bir iyi niyet veya adalet arayışı yansıttığı söylenebilir mi?

2) Siyasetçileri, akademisyenleri ve kurumları ile Almanya bir ülke olarak 1915 Olaylarını soykırım olarak nitelendirmekte pek bir hevesli olmasına ve bu doğrultuda tarihi olguları ve uluslararası hukuku hiçe saymakta ısrarcı iken, neden 1904-1908 Olayları söz konusu olunca hukuka işaret ederek kendini savunmaya çalışmaktadır? Almanya neden sadece kendi çıkarları söz konusu olunca hukuk ilkelerini hatırlıyormuş gibi davranmaktadır?

3) 1915 Olaylarının Almanya’da siyasi bir malzeme olarak kullanılmasından dolayı Alman basını bu olaylara yer vermesine rağmen; aynı Alman basını Eylül ayı sonunda Namibya ve Almanya arasında gerçekleşen toplantıya neden yer vermemiştir? Alman sömürge yönetiminin 20’inci yüzyılın başında Nama ve Herero kabilelerine karşı uyguladığı sistematik yok etme kampanyası neden Alman kamuoyunun ilgisini çekmemektedir? Almanya, bir ülke olarak sergilediği çelişkili tutumun farkında mıdır? Böyle bir durumda Almanya’nın kendisini ahlaken daha üstte konumlandırmaya ve Türkiye'ye “tarihsel adalet” konusunda nasihat vermeye çalışması ne kadar mantıklıdır?


Fotoğraf: Deutschlandfunk.de


Daha önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi; “… Almanya nüfuzunu kullanarak kesin bir şekilde tanımlanmış hukuki ‘soykırım’ terimini kendi çıkarlarını uygun bir şekilde eğip bükecek ve Namibya’yla bir yandan öncelikli olarak Almanya’nın çıkarlarını koruyan, diğer yandan da Herero ve Nama kabilelerini dışlayan bir anlaşmaya”[18] varmayı amaçlamaktadır. Almanya’nın Namibya-Almanya müzakerelerinde sergilediği tutum; Almanya’nın zaman kazanmaya çalıştığını, Namibya’yı kendi halkının çıkarlarına görmezden gelen ve sadece Almanya’nın çıkarlarına uygun bir anlaşmayı kabul etmeye zorlamaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Almanya’nın müzakere sürecinde ortaya koyduğu bu çelişkili davranışları bu eleştirel gözle takip etmeye devam edeceğiz.



MEHMET OĞUZHAN TULUN
SOYKIRIM VE ALMANYA – II
Avrasya İncelemeler Merkezi - AVİM, 13.10.207

[1] Mehmet Oğuzhan Tulun, “Soykırım ve Almanya,” Avrasya İncelmeleri Merkezi (AVİM), Analiz No: 2017 / 3, 11 Ocak 2017
[2] “20. Yüzyıl Başında Sömürgeleştirilmiş Afrika’da Toplu Katliam Politikaları: Namibya’daki Soykırım ve Çıkarılan Dersler – Prof. Joseph B. Diescho’nun Mayıs 2015’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve AVİM’de Yaptığı Konuşma” (Avrasya İncelmeleri Merkezi (AVİM), AVİM Konferans Kitabı No. 16, Mayıs 2015), 12, PDF
[3] Albertina Nakale, “Namibia: PM Allays Fears Over Genocide Negotiations,” AllAfrica.com, 25 Eylül 2017 link
[4] Christiane Habermalz, “Viel Druck im Kessel bei Verhandlungen mit Namibia,” Deutschlandfunk, 30 Eylül 2017, link
[5] Erdem Güneş, “Berlin’in Soykırım Pişkinliği,” Aydınlık, 2 Ekim 2017, link
[6] Ndanki Kahiurika, “Talks smooth but no agreement – Ngavirue,” The Namibian, 3 Ekim 2017, link
[7] Güneş, “Berlin’in Soykırım Pişkinliği.”
[8] Alvine Kapitako, “Germany avails N$2 billion to Namibia,” New Era, 25 Eylül 2017, link
[9] Güneş, “Berlin’in Soykırım Pişkinliği.”
[10] Ndanki Kahiurika, “Public to decide what to do with genocide reparations,” The Namibian, 25 Eylül 2017, link
[11] Güneş, “Berlin’in Soykırım Pişkinliği.”
[12] Kahiurika, “Talks smooth but no agreement…”
[13] Güneş, “Berlin’in Soykırım Pişkinliği.”
[14] Eveline de Klerk, “Genocide negotiations deceptive and undemocratic – Kooitjie,” New Era, 27 Mart 2017, link
[15] Kahiurika, “Talks smooth but no agreement…”
[16] Kahiurika, “Public to decide what to do…”
[17] Ali Murat Taşkent, “ALMANYA FEDERAL MECLİSİ’NİN TÜRKİYE’YE VE TÜRK HALKINA YÖNELİK DOSTÇA OLMAYAN KARARI,” Avrasya İncelmeleri Merkezi (AVİM), Yorum No: 2016 / 34, 14 Haziran 2016, link
[18] Tulun, “Soykırım ve Almanya.”









22 Ekim 2017 Pazar

Türk Ermeni Çalışmaları Çalıştayı neyin peşinde!




Son zamanlara kadar Ermeni aktivistler, Sabancı’nın Ermenilerin 1915’te tehcire tabii tutulmasından ekonomik anlamda yararlandığını iddia etmişlerdir. Ancak Sabancı’nın Ermeni iddialarına verdiği destekten sonra, Ermeni lobisi bu sevdadan vazgeçti 14-18 Eylül’de Almanya’da düzenlenen Türk-Ermeni Çalışmaları Çalıştayı toplantısıyla ilgili tartışmaların, Türk-Ermeni anlaşmazlığı konusundaki tartışmalar için bir dönüm noktasını temsil ettiği söylenebilir. Doğu Perinçek’in o sırada açıklamış olduğu gibi, Sabancı Üniversitesi’nin bu toplantı konusundaki basın açıklaması gerçekleri yansıtmıyordu.


ADAK’IN İDDİALARI 

2015’te Türk-Ermeni Çalışmaları Çalıştayı’na Sabancı Üniversitesi’nin İstanbul Politikalar Merkezi ev sahipliği yapmış ve etkinliğin kapanış konuşmasını ise Sabancı Üniversitesi Rektörü Tosun Terzioğlu gerçekleştirmişti. CivilNet’te yayınlanan etkinliğin videosunda, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Hülya Adak, ‘soykırım tezini’ destekleyen etkinlikler düzenlemenin İstanbul’da (yurtdışında düzenlenmesine kıyasla) daha kolay olduğunu belirtmişti. Adak bunun sebebinin etkinliklerin yurtdışında düzenlendiği zaman, Dışişleri Bakanlığı’nın müdahale etmeye çalışmasından kaynaklandığını ileri sürmüştü. Ancak Adak’a göre bu etkinlikler Türkiye’de gerçekleştiği zaman sorun çıkmamıştı.


TAŞNAKSÜTYUN’UN ESKİ LİDERİ 

CivilNet’in başında Ermeni Devrimci Federasyonu’nun (Taşnaksütyun) eski lideri Maria Titizian’ın olduğunu belirtmekte fayda vardır. CivilNet ayrıca ASALA lideri Monte Melkonyan’ın eşi ile röportajlar yapmış ve röportaj esnasında CivilNet muhabiri Monte Melkonyan’dan bir kahramanmış gibi söz etmiştir. Ermeni iddialarını desteklemeyen akademisyenlerin etkinliklere katılmalarını yasaklayan CivilNet, Sabancı Üniversitesi’nin birlikte çalışmaktan memnuniyet duyacağı ve araştırma merkezlerinde yer sağlamak isteyeceği bir kuruluş türü müdür?


HRANT DİNK VAKFI 

Konuya dönecek olursak, Hülya Adak’ın yorumları tartışmanın can alıcı noktasına değiniyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım projesi amacıyla gerçekleştirilen reformlar sonrasında, Türkiye’de Ermeni iddialarını destekleyen sivil toplum etkinliklerinin gelişimi için kapı aralanmıştır. Bu çerçevede Hrant Dink Vakfı gibi kuruluşlar büyük ölçekli net kârlar elde etmişlerdir. Hrant Dink Vakfı 2014’te 1.976.445 TL, 2016’da ise toplam 891.424 TL net kâr elde etmiştir. Hrant Dink Vakfı ayrıca Sabancı Üniversitesi ve HDP belediyeleri ile ortak etkinlikler düzenlemiştir. İşin daha da ilginç yanı, Hrant Dink Vakfı’nın yıllık raporlarına göre Sabancı Üniversitesi ile Sabancı Holding, Hrant Dink Vakfı’na bağışta bulunmuşlardır. Vakfın yıllık raporlarında listelenen diğer bağışçılar arasında Yurtiçi Kargo, Eczacıbaşı, Garanti Bankası, Anadolu Kültür, Alarko Eğitim Kültür Vakfı ve çeşitli yabancı vakıflar ve büyükelçilikler bulunmaktadır.


ALMAN VAKFI’NIN ORTAKLIĞI

Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Leyla Neyzi, 2011’de Berlin’de Sabancı Üniversitesi öğrencilerine eşlik etmiştir. Bu gezi bir Alman vakfının ortaklığında gerçekleşmiştir. Amaç, 1915 olayları ile Almanların Yahudileri İkinci Dünya Savaşı sırasında yok etmesi arasında kıyaslama yapmaktı.

Bir başka örnek ise “Bir Toplumun Yok Oluşu: Geç Osmanlı Dönemi ile Erken Cumhuriyet Dönemindeki Gayrimüslimlerin Zenginliği” başlıklı akademik toplantıdır. Bu toplantı Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi’nin ortaklığı ile Hrant Dink Vakfı tarafından 20-21 Kasım 2015’te düzenlenmiştir. Friedrich Ebert Vakfı, Chrest Vakfı, İstanbul Politikaları Merkezi ve Fransa Büyükelçiliği tarafından desteklenen toplantıya katılım yoğun olmuştur.


ERMENİ TERÖRİSTLER YÜCELTİLİYOR

Daha genel bir açıdan gözlemlendiğinde Ermeni teröristlerin yüceltildiği görülebilir. Bu sivil toplum kuruluşlarının bazıları terörizmi bile desteklemektedir. örneğin İnsan Hakları Derneği’nden Eren Keskin, 1982’de Ankara Esenboğa Havaalanı’na saldırıyı düzenleyen ASALA teröristi Levon Ekmekçiyan için kampanya düzenlemiştir. Ayrıca Nişantaşı’ndaki bir sanat galerisinde bir ASALA/TİKKO anısına sergi açılmış ve Tunceli’de ASALA üyeleri için bir anıt dikilmiştir. Bu anıt Andranik gibi Taşnak katillerinin ve Monte Melkonyan gibi ASALA liderlerinin adlarını içermekteydi. Monte Melkonyan, Türk diplomatlarına karşı düzenlenen terör saldırısından ve Atina’da 12 yaşındaki bir çocuğun ölümünden sorumluydu. Eren Keskin ayrıca 2015’te Ermeni Hınçak Partisi’nin Osmanlı hükümeti mensuplarını öldürmeyi amaçladıkları için 1915’te idam edilen üyeleri için bir anma töreni düzenlemiştir.

2014’te Mülkiye’de Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen bir konferansa önemli hükümet yetkilileri tarafından etkinlik için tebrik telgrafları gönderilmiştir. Konferansa başkanlık eden kişi eski Taşnak üyesi olan Gerard Libardian idi, ki kendisi 1980’de Fransa’da diplomat Doğan Türkmen’i öldürme girişiminde bulunan Taşnak terörist lehine mahkemede tanıklık etmiştir. Bu durumu daha da şoke edici yapan ise, Ermeni teröristler tarafından şehit edilen diplomatların çoğunun Mülkiye’den mezun olmuş olmalarıdır.



SABANCI’NIN DESTEĞİ 

Son zamanlara kadar Ermeni aktivistler, Sabancı’nın Ermenilerin 1915’te tehcire tabii tutulmasından ekonomik anlamda yararlandığını iddia etmişlerdir. Ancak Sabancı’nın Ermeni iddialarına verdiği destekten sonra, Ermeni lobisi ve akademisyenleri bu savdan bahsetmekten çekinmiştir. Sabancı ayrıca özellikle Ermeni iddialarını destekleyen genç akademisyenleri istihdam etmiş ve desteklemiştir. Bu bir tesadüf olarak açıklanamaz.

Sabancı Üniversitesi’nin akademisyenleri Almanya’daki çalıştaydan geri çekilmelerine rağmen, Hülya Adak önümüzdeki birkaç ay içinde Viyana Üniversitesi’nde konuşma yapacak, sunacağı tebliğin başlığı ise ‘Yüzleşmeler: Türkiye’de Çağdaş Ermeni Literatürü’ olacak. Sabancı Üniversitesi’nin akademisyenlerinin herhangi konuda araştırma ve yayın yapmakta özgür olduklarını ifade etmesi takdire değerdir. Bunula birlikte, bir kuruluş olarak Sabancı Üniversitesi, Ermeni meselesi konusunda siyasi aktivizme yakın bir strateji benimsemiştir. Bu nedenle, bu ifade özgürlüğü meselesiyle ilgili bir tartışma değildir. Üstte verilen örnekler dikkate alındığında; Sabancı Üniversitesi’ne, yabancı vakıflara ve yabancı büyükelçiliklere neden Türkiye’deki Ermeni soykırım iddialarını destekledikleri sorulmalıdır. Bundan kimler faydalanmaktadır?


Şükrü Server Aya
Araştırmacı - Yazar 
(Aydınlık - 20 Ekim 2017)


"The Genocide of Truth Continues But Facts Tell the Real Story" /book
By Şükrü Server Aya 








Ahmet BENLER, Hollanda Büyükelçimiz Özdemir Benler'in tek oğlu, Lahey 12 Ekim 1979
Büyükelçi Daniş TUNALIGİL, Viyana 22 Ekim 1975
Büyükelçi İsmail EREZ, Paris 24 Ekim 1975
Görevli Talip YENER, Paris 24 Ekim 1975
ASALA Ermeni teröristleri tarafından öldürüldüler...




12.10.1979 Ahmet BENLER, the only son of Özdemir Benler, Turkish Ambassador to the Netherlands, 
22.10.1975 Vienna / Ambassador Danis TUNALIGIL
24.10.1975 Paris / Ambassador Ismail EREZ
24.10.1975 Paris / Driver Talip YENER





Turkish Diplomats, Staff and Family Members Murdered by Armenian Terrorists: ASALA




We Remember...

3 Ekim 2017 Salı

Misleads in the Book Titled "Ambassador Morgenthau's Story"







The Armenian allegations related to the relocation of Armenians during the beginning of First World War, mainly built on the book titled “Ambassador Morgenthau’s Story”written by so-called  Mr. Henry Morgenthau Sr. . Actually the book was written by the Pulitzer Prize winner of the era Mr. Burton J. Hendrick. He is the ghost writer of this doubtful book and received a very huge lump sum of money from Mr. Morgenthau for his very professional, devoted and rapacious services.The fact is that Ambassador Morgenthau officiated as an US Ambassador in Istanbul  from late 1913 to early 1916 but never travelled eastwards on the overland. His book is totally based on hearings and makeup stories created by the two Armenian US  Embassy employees. No information in this book is based on any official document released by any neighboring country to the Ottoman Empire or even the US Senate or Congress.When this book is checked against Mr. Morgenthau's Diary, it can be clearly observed by anybody that it includes made up stories rather than reflecting the true lifememories.This paper, based on information excerpted from the non Turkish or non Ottoman formal documents and/or official releases, tries the bring into life what happened actually during this era.



INTRODUCTION
The Armenian allegations on the matters related to relocation of Armenians in the year 1915,mainly based on two books. One of these two books is titled "Ambassador Morgenthau's Story". It is said written by the USA Ambassador to the Ottoman Empire Mr. Henry Morgenthau Sr., published in the year 1918 at New York by the publisher Doubleday, 407 pages. The other book is called in short "Blue Book", titled "The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916 : Documents Presented to Viscount Grey of Falloden by Viscount Bryce". It is written by the British Historian Arnold J. Toynbee and viscount James Bryce, published in the year 1916, by H.M. Stationary Office, London and Sir Joseph Causton & Sons, London.



ARNOLD J. TOYNBEE'S BLUE BOOK 
This book will be studied in depth in another paper and is not the core subject of this paper.

As a short brief to the researchers and academicians, it is clearly understood from the confessions of Toynbee that the "Blue Book" was fabricated by himself on the encouragements of Viscount James Bryce to serve the interests of Great Britain in Middle East during World War I. Author Şükrü Server Aya, in the page 7 of his book titled " Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau, explaines the the reason of fabricating the Blue Book as below;

"Actually the Blue Book was hurriedly prepared to divert the attention of the USA and the neutral countries from the massacres that the Russians had undertaken in Poland on the Jews!. When the war started Germans made the first attack in Russian territory and when they witnessed the Russian massacres on the Jews, they asked reporters from USA to comeand see with their own eyes!. Britain of course did not want their ally Russia to appear asbarbarous, and they immediately shifted the "massacre stories" from Jews to Turks who were already reputed for their criminality! The trick worked; the Russian massacres were quickly forgotten and replaced by Turkish ones on Armenians in the front pages of newspapers!"

Arnold Toynbee confessed in a later work that the “Blue Book” was a piece of war  propaganda (Toynbee, 1992)

He coedited the Blue Book (Bryce, 1916) and later, after decades wrote " In the redistribution of Near and Middle Eastern Territories, the atrocities which have accompanied it from the beginning have been revealed in their true light, as crimes incidental to an abnormal process, which all parties have committed in turn, and not as the peculiar practice of one denomination or nationality."  (Toynbee, 1922)

Toynbee, on his final statement on the matter, stated as: "Armenian political aspirations had not been legitimate. … Their aspirations did not merely threaten to break up the Turkish Empire; they could not be fulfilled without doing grave injustice to the Turkish people itself."(Toynbee, 1967)

After World War I, U.S. high commissioner and then-ambassador to Turkey Adm. Mark Bristol (Evans, 1965), in the year 1920 sent a cable to the State Department stating: " While the Turks were all that people said they were, the other side of the coin was obscured by the flood of Greek and Armenian propaganda painting the Turks as completely inhuman and undeserving of any consideration while suppressing all facts in favor of the Turks and against the minorities."

It is absolutely clear that he fabricated this book to serve the needs of Great Britain and createa base for the British to streng then their excuse to step in to Middle East. This book will behandled in depth in another paper.



PERSONS RELATED WITH THE BOOK TITLED "AMBASADOR MORGENTHAU'S STORY"

Ambassador Henry Morgenthau Sr. 
Born on April 26, 1856 in Mannheim, Grand Duchy of Baden, Germany and died on November 25, 1946 in New York City, and was buried in Hawthorne, NY. He was the 9th children of 11 of an Ashkenazi Jewish Family. His father was Mr. Lazarus Morgenthau, a rich cigar manufacturer and mother Mrs. Babette Morgenthau. Mr. L.

Morgenthau owned cigar factories in Mannheim, Lorsch and Heppenheim. When the German tobacco exports to USA get hard by the 1862 tariff after the Civil War, all of his 3 factories closed down and the family decided to emigrate to New York, USA. Henry Morgenthau received his BA from City College in New York and graduated from the Law School of Columbia University. While practicing as a lawyer, he foresaw better earnings in real estate and made a substantial fortune (Balakian, 2003) from various investments onreal estate. In 1882 he married to Josephine Sykes and had four children named Helen, Alma, Henry Jr. and Ruth. With the support of his financial wealth he became the leader (Oren, 2007) of the Reform Jewish Community in New York. 

During his leadership Henry Morgenthau met the than President of USA Thomas Woodrow Wilson in 1911 at an activity of the Free Synagogue Society (Balakian, 2003). His generous and bounteous contributions to Wilson's election campaign in 1912, rose his position in Democratic party and role in American political life. His contributed a mere $ 30,000 (Aya, 2013) to Wilson's campaign in 1912, equivalent of $ 2,527,646 (Based on $/Gold ratio in the year 1912 and 2013) of the year 2013. On the impact and wake of this handsome largesse and his successful efforts on raising money for the election campaign, he deeply expected a seat in the cabinet but offered the post of United States Ambassador to Ottoman Empire. The President's assumption was that Jews were only hugged by Ottoman Empire on their exile from Europe and they could form a bridge between Ottoman Muslims and Christian Americans.

Morgenthau initially refused the offer but with the incitement of his close friend Rabbi Stephen Wise and a trip to Holy Land he accepted (Balakian, 2003) the offer. He arrived to Istanbul on November 27, 1913 and served till February 1, 1916. He was the second Jewish USA Ambassador to Ottoman Empire and succeeded by another Jewish Ambassador Mr. Abraham Elkus (Aya, 2013). During his 780 days long diplomatic mission in Istanbul, Ambassador Morgenthau spent most of his time on the welfare of the Jews in Palestine although he wasn't a Zionist (Oren,2007). He handled huge sums of money in receiving, exchanging and transferring for the Jews in Palestine or around.

Ambassador Henry Morgenthau, during his 780 days of diplomatic mission in Istanbul, did not even travel ten miles out of the city to any countryside village, except a few on the Bosporus and the Belgrade Forest where he and his friends frequently went horse riding. The only trip he took was in March 1914 by ship to Greece and from there to Egypt, Holy Lands and cities around in Palestine and Beirut as the last stop. From Beirut he took a yacht named Scorpion and sailed to Mersin, Antalya, Rhodes, Smyrna and finally arrived to Istanbul in late April (Aya, 2013). It was like a cruise holiday and he never rode on a horse or a car on the soil of Ottoman Empire. He did not travel eastbound, never went further than 10 miles east of Skudari (Üsküdar) and did not visit the eastern regions of Anatolia.

Morgenthau returned to the United States in 1916 and for the remainder of the war years he dedicated himself to raising funds for the Jews in Palestine. In 1918 he published Ambassador Morgenthau's Story, a memoir of his years in Turkey.


USA President Thomas Woodrow Wilson
Wilson's full biography can be obtained from the site of White House (Biography, 2013). The biography states as " He was born in Virginia in 1856, the son of a Presbyterian minister who during the Civil War was a pastor in Augusta, Georgia, and during Reconstruction a professor in the charred city of Columbia, South Carolina. After graduation from Princeton (then the College of New Jersey) and the University of Virginia Law School, Wilson earned his doctorate at Johns Hopkins University and entered upon an academic career. In 1885 he married Ellen Louise Axson. Wilson advanced rapidly as a conservative young professor of political science and became president of Princeton in 1902. He was nominated for President at the 1912 Democratic Convention and served as the President of USA from 1913 to 1921, died on February 3, 1924. (White House, 2013)"

The related parts of his life to the era was his overwhelmed Christianity disciplined upbringing by a Presbyterian minister father and a Presbyterian minister's daughter as the mother. Consequence of this upbringing made him to believe strongly that Islam and the Moslems were the primary enemy of Christianity and Christians. His relation with the Armenians was due to the strong financial support he received from the"Armenian Lobby" during his presidential campaign and the strong belief that Armenians and Greeks lost their lives in huge numbers for the sake of Christianity on numerous struggles with Moslems, especially in Anatolia.


Wilson's rejection to film the book
Doubleday, Page & CO. published the book in October 1918 and the sales passed 20,000 within 8 months (Heath, 1990). The sales and the impact of the book on the mass of Americans were beyond the expectations and in the summer of 1918 Morgenthau received an offer from Holywood to convert the book to a moving picture (Heath, 1990).Morgenthau proudly conveyed the offer of Holywood to President Wilson for his consent expecting his praises on top as well. President Wilson sent him a letter disapproving the conversion of the contents of the book to a moving picture, stating:

“I appreciate your consulting me about the question whether the book shall be translated into motion pictures, and I must frankly say that I hope you will not consent to this...Personally I believe that we have gone quite far enough in that direction.. It is not merely a matter of taste, —I would not like in matters of this sort to trust my taste,—but it isalso partly a matter of principle... There is nothing practical that we can do for the timebeing in the matter of the Armenian massacres, for example, and the attitude of the country toward Turkey is already fixed. It does not need enhancement.” (Heath, 1990)

From this paragraph of Wilson's letter to Morgenthau, it is clearly obvious that to turn the Americans against Turks and Germans and get the approval of US people on the US Army to enter the World War I, the book is fabricated according to the instructions of President Wilson, the needs of USA Government and book of Morgenthau did very well. The goal was accomplished and no further reinforcement is needed on the matter. Accordingly the fabrication was very successful and a further step for enhancement might lift the veil of the invented story.


Robert Lansing
Another main actor or star of this fabricated book was the than "USA Secretary of State, Mr.Robert Lensing". At the President Wilson's behest he proof read all the chapters, as soon as they were edited (Heath, 1990). He played the key role on what to be included and not in the chapters of the book. Prof. Dr. Heath W. Lowry defined his role based on the letters Mr. Lensing and Ambassador Morgenthau exchanged during the gestation period of the book. Prof. Dr. Heath W. Lowry, on pages 10 & 11 of his book in ebook form, titled "The Story Behind Ambassador Morgenthau's Story" defines this relation as follows:

[ a) Lansing to Morgenthau letter of April 2, 1918, in which the Secretary states: “I am returning here with the first installment of the proof of your book which I have read with particular interest... I have made various marginal notes suggesting certain alterations or omissions in the text before publication and I trust that you will agree with these suggestions;”

b) Lansing to Morgenthau letter of April 27, 1918, accompanying another segment of the draft manuscript “accompanied by a few suggestions which after careful consideration we venture to propose;”

c) Lansing to Morgenthau letter of August 29, 1918, together with proof sheets and more suggestions;

d) Lansing to Morgenthau letter of September 17, 1918 with “suggestions and remarks,”

e) Morgenthau to Lansing letter of September 22, 1918 asking permission to acknowledge in the Preface to the published book, his appreciation for the “trouble taken by the Secretary of State Robert Lansing in reading the manuscript and of the many valuable and wise suggestions he has made;” 

f) Lansing to Morgenthau letter of October 2, 1918 declining Morgenthau’s wish to acknowledge his assistance with the book on the grounds “that on the whole it would be advisable not to mention my name in connection with the book.” (FDR:HMS-Box No.12) 

When one recollects the fact that prior to beginning his project, Morgenthau received the written blessings of the President of the United States, Woodrow Wilson, and, that as the work progressed, each chapter received the personal stamp of approval of the U.S.Secretary of State Robert Lansing, it is clear that Morgenthau’s book may be said to bear the imprimatur of the United States Government. ]



Hagop S. Andonian
One of the two fabulists of the book. A dedicated anti-Turkish Armenian native of Istanbul working in the USA Embassy in Istanbul as the Dragoman or the translator. According to a letter written by Morgenthau to his wife on July 15, 1914, Andonian was at that time studying in Robert College at Istanbul (FDR: HMS — Box No.5). From Ambassador Morgenthau's diary, it is understood that Andonian edited most of the memoirs took place in the diary as per his imagination and ability of creating fables. Ambassador Morgenthau wrote in his diary " I have really found it impossible to sit down and dictate a letter quietly. So, I have instructed Andonian to take my diary and copy with some elaborations of his own. Of course this relieves me all responsibility for any error" (Aya,2013).

It is quite clear from this memoir in his diary that Ambassador Morgenthau actually handed over his diary to Andonian and most of the time he created the fables, some in Istanbul and some probably in New York prior to publication. Ambassador Morgenthau took him along with to USA after completing his mission in Istanbul. 

On January 9, 1918 Mr. Morgenthau addressed a letter to Mr. B. Long the Assistant Secretary of State responsible from the enlisting, asking a deferment from the military service for Andonian. The following paragraph takes place in this letter. “You probably know that with the approval of the President, I have undertaken to write a book. Mr. Andonian is assisting me in the preparation of that work and owing to his intimate knowledge of the east and his unusual experience, his services to me are really incdispensable.” (Aya, 2013), (Heath, 1990), (LC:PHM- Reel No.8)

Andonian started working on the book titled "Ambassador Morgenthau's Story" on January 9,1918 (Heath, 1990). From Ambassador Morgenthau's Diary for the year 1918, it is understood by the below notes that the Ambassador Morgenthau, Andonian and journalist Hendrick worked together for months to makeup this fable. Note dated April 26, 1918: "Dictated at Yale Club to Andonian and examined galley proofs of second installment next book." (Heath, 1990), (LC: PHM-Reel No.6) Note dated April 17, 1918: "Dictated all day to Andonian and Hendrick." (Heath, 1990)



Arshag K. Schmavonian
The second fabulists of the book and the right hand of Ambassador Morgenthau. A native anti-Turkish Armenian, who was employed by the USA embassy in Istanbul as the interpreter. He spoke perfectly well of Ottoman, Greek, English, French and Armenian. He accompanied Ambassador Morgenthau in all his meetings with Ottoman high level bureaucrats and officials (Heath, 1990). He depended so much on him that he acknowledged this particular act with solidarity as "“It will be my duty to dive into the very heart of things surrounding me. With the help of the Legal Adviser of the Embassy, Mr. Schmavonian, who knows the Orient so well, I shall be able to master the task in a more or less satisfactory manner in a few weeks.” (Heath, 1990)

He joined all the official and business meetings with American businessman and missionariesand also assisted Ambassador Morgenthau to write his cables to State Department in USA. Through Schmavonian, Morgenthau receives a visit from Zenop Bezcian, representative of Armenian protestants on Sept 26, 1915 and notes down the conversation in full into his diary (Aya, 2010).

Zenop Bezcian reports to him that "Armenians at Zor were fairly well satisfied: they have already settled down to business and are earning their livings". Morgenthau notes down these words of his own in his diary " those were the first ones that were sent away and seem to have gotten there without being massacred. He gave me a list where the various capms are and he thinks that over 500,000 have been displaced. He was most solicitous that they should behelped before winter set in" (Heath, 1990). After the cut off of the relations between USA and Ottoman Empire, Mr. Schmavonian transferred to USA in the fall of 1917 and worked in the State Department as the "Special Advisor" till his death in the beginning of year 1922 (Heath, 1990).



Burton J. Hendrick 
He was born in New Haven, Connecticut on 1870. He completed his higher education in Yale University and received his BA in 1895 and his master's in 1897. He worked as the editor of "New haven Morning News" and as a writer in The NewYork Evening Post" and "The New York Sun". In 1919 he began writing biographies. On 1921 he received the Pulitzer Prize for the book titled "The Victory at Sea" on 1923 for the book titled "The Life and Letters of Walter H. Page" and again on 1929 for book titled "The Training of An American". He is the ghost writer of the book titled "Ambassador Morgenthau's Story" and well paid for his good service and outstanding wording (Letter, 1918). 

He received two-fifths of any profit that came from the publishers until the first Ten Thousand US dollars collected, than a further Five Thousand Dollars, totaling a mere fifteen Thousand US Dollars ($15,000) which is equivalent of $1,263,823 of the year 2013. Burton J. Hendrick, couple months before his death disclose his ghost writing to historian Alan Nevins by stating (Footnote 43) " I had one job of ‘ghosting.’ That was the elder Henry Morgenthau’s Reminiscences. That book created quite a good deal of interest. I worked with Henry all the time. He was an Interesting character. Henry Morgenthau was a very capable person, very chummy and good natured and was a very successful man. He, of course, made a great  fortune here in New York in real estate...The writing of my books on Sims and Morgenthau was very Interesting—more or less of a job...” He died on 1949.






DECLARATION (New York Times, May 19, 1985) MADE BY THE AMERICAN ACADEMICIANS 
(Washington Post, Sunday, May 19, 1985) 
PUBLISHED IN " THE NEW YORK TIMES" AND "THE WASHINGTON POST"  (Aya, 2010) 


ATTENTION MEMBERS OF THE U.S. HOUSE OF REPRESENTATIVES (May 19, 1985)

The undersigned (A Fabricated Genocide) American academicians (The other side of the falsified Genocide) who specialize in Turkish, Ottoman and Middle Eastern Studies are concerned that the current language embodied in House Joint Resolution 192 is misleading and/or inaccurate in several respects.


Specifically, while fully supporting the concept of a “National Day of Remembrance of Man’s Inhumanity to Man,” we respectfully take exception to that portion of the text which singles out for special recognition: “. . . the one and one half million people of Armenian ancestry who were victims of genocide perpetrated in Turkey between 1915 and 1923 . . .. ” 

Our reservations focus on the use of the words “ Turkey ” and “genocide” and may besummarized as follows: From the fourteenth century until 1922, the area currently known as Turkey, or more correctly, the Republic of Turkey, was part of the territory encompassing the multi-national, multi-religious state known as the Ottoman Empire. It is wrong to equate the Ottoman Empire with the Republic of Turkey in the same way that it is wrong to equate the Hapsburg Empire with the Republic of Austria. The Ottoman Empire, which was brought to an end in1922, by the successful conclusion of the Turkish Revolution which established the presentday Republic of Turkey in 1923, incorporated lands and people which today account for more than twenty-five distinct countries in Southeastern Europe, North Africa, and the Middle East, only one of which is the Republic of Turkey. The Republic of Turkey bears no responsibility for any events which occurred in Ottoman times, yet by naming ‘Turkey’ in the Resolution, its authors have implicitly labeled it as guilty of “genocide” it charges transpired between 1915 and 1923;


As for the charge of “genocide” no signatory of this statement wishes to minimize the scope of Armenian suffering. We are likewise cognizant that it cannot be viewed as separate from the suffering experienced by the Muslim inhabitants of the region. The weight of evidence so far uncovered points in the direct of serious inter communal warfare (perpetrated by Muslim and Christian irregular forces), complicated by disease, famine, suffering and massacres in Anatolia and adjoining areas during the First World War. Indeed, throughout the years inquestion, the region was the scene of more or less continuous warfare, not unlike the tragedy which has gone on in Lebanon for the past decade. The resulting death toll among both Muslim and Christian communities of the region was immense (1) . But much more remains to be discovered before historians will be able to sort out precisely responsibility between warring and innocent, and to identify the causes for the events which resulted in the death or removal of large numbers of the eastern Anatolian population, Christian and Muslim alike.


Statesmen and politicians make history, and scholars write it. For this process to work scholars must be given access to the written records of the statesmen and politicians of the past. To date, the relevant archives in the Soviet Union, Syria, Bulgaria and Turkey all remain, for the most part, closed to dispassionate historians. Until they become available, the history of the Ottoman Empire in the period encompassed by H.J. Res. 192 (1915-1923) cannot be adequately known. We believe that the proper position for the United States Congress to take on this and related issues is to encourage full and open access to all historical archives and not to make charges on historical events before they are fully understood. Such charges as those contained H.J.Res. 192 would inevitably reflect unjustly upon the people of Turkey and perhaps set back  progress irreparably. Historians are just now beginning to achieve in understanding these tragic events.


As the above comments illustrate, the history of the Ottoman-Armenians is much debated among scholars, many of whom do not agree with the historical assumptions embodied in the wording of H.J. Res. 192. By passing the resolution Congress will be attempting to determine by legislation which side of the historical question is correct. Such a resolution, based on historically questionable assumptions, can only damage the cause of honest historical inquiry, and damage the credibility of the American legislative process.


Signatories to the statement on H.J. Res. 192 addressed to the members of the U.S. House of Representatives

RIFAAT ABOU-EL-HAJ, Professor of History, California State University at Long Beach
SARAH MOMENT ATIS, Professor of Turkish Language & Literature, University of Wisconsin at  Madison
KARL BARBIR, Associate Professor of History, Siena College (New York)
ILHAN BASGOZ, Director of the Turkish Studies Program at the Department of Uralic & Altaic Studies, Indiana University
DANIEL G. BATES, Professor of Anthropology Hunter College, City University of New York 
LUKE BATES, Professor of Art History Hunter College, City University of New York 
GUSTAV BAYERIE, Professor of Uralic & Altaic Studies, Indiana University
ANDRAS G. E. BODROGLIGETTI, Professor of Turkic & Iranian languages University of California at Los Angeles
KATHLEEN BURRILL, Associate Professor of Turkish Studies, Columbia University
TIMOTHY CHILDS, Professorial Lecturer SAIS, Johns Hopkins University
SHAFIGA DAULET, Associate Professor of Political Science, University of Connecticut 
RODERIC DAVISON, Professor of History, George Washington University
WALTER DENNY, Associate Professor of Art History & Near Eastern Studies University of  Massachusetts
Dr. ALAN DUBEN, Anthropologist, Researcher New York City
ELLEN ERVIN, Research Assistant Professor of Turkish, New York University
CAESAR FARAH, Professor of Islamic & Middle Eastern History, University of Minnesota
CARTER FINDLEY, Associate Professor of History, The Ohio State University
MICHAEL FINE, Professor of History, College of Charleston
ALAN FISHER, Professor of History, Michigan State University
CORNELL FISCHER, Assistant Professor of History, Washington University (Missouri)
PETER GOLDEN, Professor of History, Rutgers University, Newark 
TOM GOODRICH, Professor of History, Indiana University of Pennsylvania
ANDREW GOULD, Ph.D. in Ottoman History, Flagstaff, Arizona
WILLIAM GRISWOLD, Professor of History, Colorado State University
TIBOR HALASI-KUN, Professor Emeritus of Turkish Studies, Columbia University
WILLIAM HICKMAN, Associate Professor of Turkish, University of California, Berkeley
J. C. HUREWITZ, Professor of Government Emeritus Former Director of the Middle East Institute(1971-1984), Columbia University
JOHN HYMN, Professor of History, Glenville State College West Virginia
HALIL INALCIK, University Professor of Ottoman History & Member of the of American Academyof Arts & Sciences, Chicago University
RALPH JAECKEL, Visiting Assistant Professor of Turkish, University of California at Los Angeles
RONALD JENNINGS, Associate Professor of History & Asian Studies,University of Illinois
JAMES KELLY, Associate Professor of Turkish, University of Utah
KERIM KEY, Adjunct Professor, Southeastern University Washington, D.C.
METIN KUNT, Professor of Ottoman History, New York City
FREDERICK LATIMER, Associate Professor of History (Retired), University of Utah
AVIGDOR LEVY, Professor of History, Brandeis University
BERNARD LEWIS, Cleveland E. Dodge Eastern History, Princeton University
DR. HEATH W. LOWRY, Institute of Turkish Studies Inc. Washington, D.C.
JUSTIN McCARTHY, Associate Professor of History, University of Louisville
JOHN MANDAVILLE, Professor of the History of the Middle East, Portland State University(Oregon)
MICHAEL MEEKER, Professor of Anthropology, University of California at San Diego
RHOADS MURPHEY, Assistant Professor of Middle Eastern Languages & Cultures & History,Columbia University
THOMAS NAFF, Professor of History & Director, Middle East Research Institute, University of  Pennsylvania
PIERRE OBERLING, Professor of History, Hunter College of the City University of New York 
WILLIAM OCHSENWALD, Associate Professor of History, Virginia Polytechnic Institute
ROBERT OLSON, Associate Professor of History, University of Kentucky
WILLIAM PEACHY, Assistant Professor of the Judaic & Near Eastern Languages & Literatures,The Ohio State University
DONALD QUATAERT, Associate Professor of History, University of Houston
HOWARD REED, Professor of History, University of Connecticut 
DANKWART RUSTOW, Distinguished University Professor of Political Science, City University Graduate School New York 
EZEL KURAL SHAW, Associate Professor of History, California State University, Northridge
STANFORD SHAW, Professor of History University of California at Los Angeles
ELAINE SMITH, Ph.D. in Turkish History Retired Foreign Service Officer Washington, DC 
GRACE M. SMITH, Visiting Lecturer in Turkish, University of California at Berkeley
JOHN MASSON SMITH JR., Professor of History, University of California at Berkeley
DR. SVAT SOUCEK, Turcologist, New York City
ROBERT STASH,  Assistant Director of the Middle East Center University of Utah
JUNE STARR,  Associate Professor of Anthropology, SUNY Stoneybrook 
JAMES STEWART-ROBINSON, Professor of Turkish Studies University of Michigan
DR. PHILIP STODDARD, Executive Director, Middle East Institute, Washington, D.C 
FRANK TACHAU, Professor of Political Science, University of Illinois at Chicago
METIN TAMKOC, Professor of International Law and Regulations, Texas Tech University
DAVID THOMAS, Associate Professor of History, Rhode Island College
MARGARET L. VENZKE, Assistant Professor of History, Dickinson College (Pennsylvania)
WARREN S. WALKER, Honr Professor of English & Director of the Archive of Turkish Oral  Narrative,Texas Tech University
DONALD WEBSTER, Professor of Turkish History, Retired 
WALTER WELKER, Professor of Political Science, Rutgers University
JOHN WOODS, Associate Professor of Middle Eastern History, University of Chicago
MADELINE ZILFI, Associate Professor of History, University of Maryland 



FINDINGS
The related parts of the lives of the main actors of the fabricated book titled "Ambassador Morgenthau's Story", USA President Thomas Woodrow, Ambassador Henry Morgenthau Sr.,Wilson, Robert Lansing, Hagop S. Andonian, Arshag K. Schmavonian and the ghost writer Burton J. Hendrick touched on as wide as possible in this paper. When related parts of the lives of the main actors of this fabricated book and the Declaration Made by the American Academicians on May 19, 1985, are put together as the pieces of a jigsaw, the picture comes out clearly and it is crystal clearly understood that the book is fabricated on purposely and does not rely or were build on original official documents. Representative of Armenian Protestants, Rural Dean Zenop Bezcian's report stating that the total number of the displaced Armenians were around 500,000 and they completed there location without any massacre, describes what happened actually in 1915.



CONCLUSION
The book titled “Ambassador Morgenthau’s Story” is based solely on what Ambassador Morgenthau heard and was told. These kinds of evidences or depositions are called “Hear tosay” and not taken into consideration or credited in the courts of justices. It is obvious that the stories in the book are fictious, rather than the reality, actually came into life in the minds of Mr. Arshag Schimavonian, and his secretary Mr. Hagop Andonian who both were anti-Turkish Armenians. Their made up stories ingeniously converted to a novel style history book by Mr. Burton J. Hendrick, a Pulitzer Prize winner, who actually is the ghost writer of the book. He did write the book using all his skills. 


Pulitzer Prize winner Mr. Hendrick, by magically “putting words in their mouths” of the storytellers as if there was a sound recorder and the conversations were put down verbatim years later in the book, made a fortune out of this tell-a-tale book, by receiving forty percent of there venues from the sales and a mere $15,000 in cash, equivalent of $1,263,823 of the year 2013. Dressings were all produced in the USA to make the story look real either by B. J.Hendrick or A. K. Schimavonian and H. S. Andonian. 


The main reason why the book titled “Ambassador Morgenthau’s Story” published was to write a book damning the Turks and the Germans, which would justify the USA’s entrance inthe war. It was the idea of Ambassador Morgenthau and he made his offer to President Wilson, whom he was very close to. USA and Britain knew that this was an “Ordered book to serve as a trump card” for USA to participate in WW I. 


President Wilson supported the idea and a new team was set up for his alleged services in Turkey to be explained in his reputed book. The team leaders were Mr. A. K. Schimavonian and Mr. H. S. Andonian. Although the author of the book is declared to be the Ambassador Henry Morgenthau, it is by now known by everybody that the actual writer was Mr. Burton J.Hendrick and he considered Morgenthau’s, Schimavonian’s and Andonian’s stories as reliable sources. 


After almost 75 years the credibility of the Morgenthau’s book was scholarly researched and a serious check back was done by Prof. Heath W. Lowry for the first time in his book “The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story”, published by the Isis Press, Istanbul 1990(ISBN 975-428-019-3). The result was a disaster for Mr. “Ambassador Morgenthau’s Story” book. 


The very book titled “Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau” written solely by Mr. Şükrü Server Aya and edited by Dr. Patrick Walsh, both are reliable and distinguished researcher on the Armenian Allegations, cross checks day by day the diary of Mr.Ambassador and his notorious book titled “Ambassador Morgenthau’s Story”. Again theresult came out as a disaster for Mr. “Ambassador Morgenthau’s Story” book.


The word “notorious” used deliberatively, because the output of this cross check reveals the fact that Mr. Ambassador’s book was tailored rather than conveying the real truth on what happened before, during and after deportation on the year 1915.


Prof.Dr.Ata Atun (link)
Near East University & SAMTAY Foundation, Lefkoşa,T. R. NORTH CYPRUS
(1) All the sea ports were blockaded by British and Russians (Blacksea) with the intention of defeating Germans by hunger and starvation. No land routes existed and the lack of coal immobilized the only train While regional Turkish people perished due to hunger, local Christians including Armenians perished also.






Armenian Population in Eastern Anatolia Between Years 1878-1915 /link

Conclusion:

According to the above 45 reports, findings and estimates of researches, historians,diplomats, institutions and clergy, the minimum Armenian population seems was 743,000 and the maximum 2,380,000. Based on the mean value of the above findings; 

Between years 1878 and 1914, around 1,475,565 and years 1878 and 1921, around 1,398,020 Armenians were living in the area. When the population of Armenians estimated by Christian researches or clergies arecompared with the Ottoman Empire's Statistical Department's records for the period between 1892 to 1914, it seems they are remarkably close to each other.

A mathematical study shows that for the period between 1878 to 1914, the minimum average Armenian population lived within the Empires boundaries was around 1,596,417 and the maximum was 1,667,228. The alleged death of 1,500,000 Armenians during relocation in the year 1915 do not match with the population figures lived in the area pre 1915 and post 1916. 

Physically it is almost impossible to kill 1,500,000 lives within 5 months in the year 1915 conditions in Eastern Anatolia, where four fifth of the alleged victims were adults. Lack of ammunition and shortage of military troops do not make the accusation sensible or logical, when taking into consideration a total of 10,000 persons were executed every day. Using a pickaxe and a shovel, to dig a mass grave big enough to hold 10,000 bodies of a volume 2,160 cubic meters, would need 5000 hrs of work and 5,000 workers per day, subject no rain and good food and rest place for a nonstop 150 days, with no week end resting. 

Even after 30 years with a better and an advanced technology and machinery the Germany's Nazi leader Adolf Hitler, in his death camps couldn't executed and disposed 10,000 bodies per day. Even if such an execution were carried on for 150 days on run, where were these bodies disposed or buried. 


Till today not even a single mass graveyard was discovered or detected. It is obvious from the above figures that the Armenian allegations of 1,500,000 lossof lives during relocation in the year 1915 is just a hoax.


Prof.Ata ATUN








Other Article :



SB NOTU:
Wilson'un da içinde bulunduğu Presbiteran Kilisesi, İngiltere'ye dayanan Protestanlığın bir koludur. Protestanlık, Martin Luther liderliğinde Papa ile Kilise/Vatikan'a karşı başlayan protesto hareketine istinaden doğan kilisedir. Bu görüş içinde olanlara, protestocu olmaları sebebiyle de Protestanlar denilmiştir. Gruplarını genişletmek için de diğer Hıristiyanlar gibi misyonerlik faaliyetinde bulunmuşlardır. Bu Protestanlar Amerika'da güçlendikten sonra misyonerlerini Osmanlı İmparatorluğu topraklarına, özellikle de Anadolu'ya göndermiştir. Amerika da, İngiltere ve Rusya gibi Ermenileri sadece amaçlarına giden yolda birer maşa olarak kullanmışlardır. 1903 yılında Boston Evening gazetesinde yazan Vladimir Tsanoff, Amerikalıların ne düşündüklerini açıkca ortaya koyar:  "Makedonya ve Ermenistan Osmanlı'dan koparılırsa, ABD'nin bu yörelerle ticareti muazzam artacaktır.."  Protestan misyonerleri Müslüman ve Yahudi halk üzerinde etkili olamadı, ama Ermenileri açısından başarıya ulaşmışlardı. Bu başarıları sonucunda Ermeni Patrikliği, Protestanlığa meyilli Ermenileri afaroz edip kiliseden kovdu. Bu olaylar Anadolu Protestan Ermeni Kilisesi'nin doğumuna sebep oldu. Amerika'ya giden Ermenilerin çoğu bu Protestan Ermeni Kilisesine mensuptur.