Translate

29 Ekim 2014 Çarşamba

CUMHURİYET AZGELİŞMİŞ ÜLKELER İÇİN ÖRNEK VE ÖNCÜ OLMUŞTUR





Cumhuriyetimizin kuruluşunun 91. Yıldönümündeyiz


Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerinin getirdiği yenilik ve değişiklikler, milli sınırlarımız içinde kalmamış, evrensel derinliği ve değerleri ile büyük etkiler yaratmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, milletin egemenliği ilkesi ile yeni bir başlangıçtır. Halk, bireyler, tebaa değil, eşit vatandaşlardan oluşmuş bir topluluk şeklinde ümmet olmaktan çıkmış, millet olmuştur. Bu kökten bir değişimdir.

Egemenlik hakkını tanrıdan alan padişahlık sona ermiştir. Monarşinin ve teokratik idarenin sonlanması, siyasal yapının da artık İslami hilafet olarak tanımlanamayacağı sonucuna
ulaşmıştır.

Hilafet kaldırılmıştır. Devlet ve eğitim laikleşmiştir. Kuruluşu izleyen yıllarda her alanda büyük devrimler ve yeni atılımlar gerçekleştirilmiştir.

Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti (TC) ve Atatürk aleyhinde dozu giderek artan bir kötüleme ve inkar kampanyası sürdürülüyor. Çirkin nitelendirmelerle bu tutumlar özendiriliyor.

Bu yıldönümünde çok kısa bir özet bile yararlı olabilir umudunu taşıyorum.


TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE BATI DÜNYASI:

Düşman işgalinden yurdu kurtarmak için girişilen Milli Kurtuluş savaşının başarıya ulaşmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve bu dönemde gerçekleştirilen devrimler,
Batı Dünyasında Türkiye’ye karşı büyük bir ilgi ve hayranlık uyandırmıştır.

Türkiye’nin çağdaş uygarlığa yönelmesi ve gerçekleşen köklü değişiklikler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarihte rastlanan dğer devrim hareketlerinden ayıran önemli özellikler taşımaktadır.

Batılı devlet adamı ve yazarların Cumhuriyeti bu yönüyle değerlendirmeleri de bunu göstermektedir.

Georges Duhamel Türkiye Cumhuriyeti ve onun eserleri için şöyle diyor: “Türk Devrimi, İngiliz, Fransız, Rus Devrimlerinden başkadır. Diğer devrimlerin hiç biri mesela dil ve yazı gibi konulara el atmamış, ulusların bilim felsefesini ve düşünce metodlarını değiştirmemiştir. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti ve Devrimleri Türk Milletinin alın yazısını değiştirmiştir.”

Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti, bir sınıf mücadelesinin ürünü olmadığı gibi sosyal bakımdan belirli alanlarda sınırlı değişiklikler getiren bir olaylar zincirinin başlangıcı da değildir.

Türkiye Cumhuriyeti, çok daha geniş kapsamlı, sosyal bünyede esaslı ve kökten değişiklikler getiren ve Doğu aleminden bir kader değiştirircesine batı uygarlığına yönelmenin esaslı ve devamlı gelişmesine yol açan bir dönüm noktasıdır.

O kadar ki, Kurtuluş Savaşı’nı başaran yeni Türkiye Devleti daha Lozan görüşmelerinin ilk devresinde Milletler cemiyetine davet edildiği halde bu teşkilata girmekte acele etmemiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti, dışta barış ve istikrar unsuru olarak, içte ise önemli devrimlerini gerçekleştirmiş bir huzur ülkesi olarak kendini dünyaya tanıtıp kabul ettirdikten sonra girmeyi tercih etmiştir. Böylece Türkiye, Dünya barışının vazgeçilmez bir unsuru olduğunun iyice anlaşılmasına kadar beklemiştir.

Nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin katılma isteğini belirtmesi üzerine Milletler Cemiyeti (günümüzdeki Birleşmiş Milletler gibi) 18 Temmuz 1932 tarihinde olağanüstü bir toplantı yapmıştır.

O toplantıda çeşitli ulusların temsilcilerinin yaptığı konuşmalar diplomatik nezaket ifadelerinin ötesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı alemindeki yerini ve önemini gösteriyordu.

Reis Hymans yaptığı uzun konuşmada özetle şunları söylemişti:
”Kuvvetli, mağrur ve mazisi tarihin derinliklerinde uzanıp giden Türkiye, uygarlığın bir ifadesidir. Türkiye çetin sınavlar geçirdikten sonra, yaşamında, ahlak ve adatında ve kurumlarında büyük yenilikler yapmıştır. Türkiye’nin aramızda bulunması, uluslararası toplumun geleceğinin birlik ve barışının güvencesidir.”

Aynı toplantıda İngiltere Mümessili Lord Londonderry ve Alman Delegesi Göpper de yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya barışına katkısıyla önemli bir boşluğu dolduracağını belirtmişlerdir.

Cumhuriyet kısa bir zaman içinde tahminleri aşan bir genişlikte, sosyal bir devrim hareketi niteliği kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti evrensel değerinin bir yönü Batı dünyası içinde
duyulan saygı ve hayranlıktır.


AZGELİŞMİŞ ÜLKELER İÇİN ÖRNEK VE ÖNCÜ ROLÜ

Mustafa Kemal’in öncülüğünde başarılan Kurtuluş savaşı ve kurulan Cumhuriyet ise batılı olmayan topluluklara yeni bir yol açmıştır.

Gazi Mustafa Kemal engin bir ileri görüşle şunları söylemişti:
“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor, çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır.”

“Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum.”

Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti, siyasal bağımsızlık hareketlerine öncülük etmiştir. Üçüncü Dünya ülkelerinde, bağımsızlık ve kalkınma isteği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra belirmiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllarında, tarihi kısaltmak, ekonomik gelişmeyi sağlamak isteği ile bir “milli iktisat siyaseti” kurmak gereğini duymuş ve bunu uygulamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, “azgelişmiş ülkelere tutacakları yolu göstermekle insanlığın manevi evriminde yepyeni ve çok önemli” bir tarihi bir başlangıçtır.

Azgelişmiş ülkeler için Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk bir sembol olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti bu yönüyle de dünyanın siyasal coğrafyasının yeniden şekillenişini derinden etkileyen, başka bir örneği olmayan evrensel bir değer tafşımaktadır.


Yıldönümlerini bunun bilinciyle onu koruma azim ve heyecanıyla kutluyoruz.


Öğüt Yazman
Bütün Dünya , Ekim 2014

Yazarın aynı adla yakında yayınlanacak kitabından özetlenmiştir.





_____________TC_____________




CUMHURİYET LOZAN'DAN ÖNCEDİR
ÇÜNKÜ;


ATATÜRK'ÜN, Büyük Zafer'den çok önce, sonrasıyla ilgili bildirdiği kehanetleri.

Mustafa Kemal Atatürk'ün 1919 Temmuzunda ülkedeki düşman işgalinin yok edilmesi için yaptığı ilk işlerden biri olan Erzurum Kongresi'ni hazırlamakta olduğu günlerdeyiz.

Bütün Türk Milleti'nin düşündüğü tek nokta yurdun düşmandan kurtarılmasıdır. Ama bu iş nasıl gerçekleşecektir.? Kimin önderliğinde olacaktır.? Eldeki olanaklar kısıtlıdır. Anadolu'daki halk yıllardır savaşmaktan yoksul düşmüştür. Bütün ülke bir kurtarıcının gelmesini beklemektedir. Ülkenin kurtarılabileceğine inananların sayısı her geçen gün azalmakta, ümitsizlik umudun yerine egemen olmaya başlamaktadır. İnsanlar karamsarlık içindedir.

En büyük sorun lider sorunuydu. Mustafa Kemal'in kendisi de bunu biliyordu.

Herkes böyle bir atmosfer içindeyken ve lider olarak Atatürk'ün ortaya çıkması bile kesinleşmemişken, o günlerde bakın Mustafa Kemal neler söylüyordu.

Şimdi aktaracaklarım; Erzurum Kongresi sırasında, Mustafa Kemal'in Mazhar Müfit Kansu Bey'e yazdırdığı kehanetleridir. 

Mustafa Kemal bu notları yazdırırken geleceğe büyük bir mesaj iletiyordu:

"Mazhar not defterin yanında mı.?"
"Hayır paşam."
"Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel."

Mazhar Müfit Kansu'nun aşağıya gidip elinde not defteriyle geldiğini görünce, sigarasından bir iki nefes çektikten sonra:

"Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya (Kalem Mahsus Müdürü) bileceksiniz, şartım bu."

Paşa'nın şartı kabul edildi.
Bundan sonrasını olayın şahidi Mazhar Müfit Kansu'nun ağzından dinliyoruz:

"Öyleyse tarih koy" dedi. Koydum: 7-8 Temmuz, 1919 Sabaha karşı. "Pekala yaz" diyerek devam etti.

"Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir. 
İki Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç örtünme kalkacaktır. Dört Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."

Bu anda kalem elimden düşüverdi. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu. Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşurdum."Neden duraksadın.?" dedi. "Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var" dedim.

Güldü...

"Bunu zaman gösterir, sen yaz" dedi.
"Beş - Latin harflerini kabul etmek."
"Paşam yeter, yeter." dedim. Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile: "Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter" dedim. Defterimi kapattim. "Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşçakalın" dedim.

Yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı.
O anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal'i doğruladığını ve Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile yıllar sonra susturduğunu tarih önünde açıklamalıyım.

Aradan yıllar geçmişti...

Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa: "Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum'da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti" demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders daha verdi.

Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu. Ankaraya geldiği zaman da otomobille eski meclis binası önünden geçiyordu. Ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı'nın başında da bir şapka vardı. Kendisi ne ise.?

Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet işleri Başkanı'na da şapkayı giydirmişti.

Ben hayretle bu manzarayı seyrederken otomobili durdurdu. Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:

"Azizim Mazhar bey, kaçıncı maddedeyiz.? Notlarına bakıyor musun.?"



- Atatürk'ün Kehanetleri - Ali Bektan 


...


DAHİ KİME DERLER.?

Her zaman Atatürk soru sormaz veya sınava çekmez ya.! Bir gün de, sofrada, neşeli bir zamanında Atatürk’ü sınava çektiler arkadaşlarından biri, sordu:

“Lütfen cevap verin bakalım; dahi kime derler.?”

Atatürk duraksamadan ve kendisinin sınava çekilmesini yadırgamadan, cevap verdi:

“DAHİ ODUR Kİ, İLERİDE HERKESİN TAKDİR VE KABUL EDECEĞİ ŞEYLERİ İLK ORTAYA KOYDUĞU VAKİT HERKES ONLARA DELİLİK” der.



Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009. (1) Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi, İstanbul 1973. s. 71.


Derleme: C.Aygen.


....


Sevgiler , Saygılar
SB.




MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 
Derne Cephesi - 1911













Beynimizi Kimler ve Nasıl Yönetiyorlar




Beynimizi Kimler ve Nasıl Yönetiyorlar 
(Küresel Güçlerin Psikolojik Savaş Yöntemleri)


Türkiye'nin, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırmaya çalışan küresel güçlerin doğrudan hedefi olduğunu ve çok yönlü psikolojik savaş tehdidi ile karşı karşıya bulunduğunu biliyor musunuz?

-MGK Toplumla İlişkiler Başkanlığı, 21 yıl boyunca ne tür iç psikolojik harekatlar yaptı?

-Psikolojik harekat olarak kene, kuş gribi ve Metal Fırtına ve Kurtlar Vadisi ne anlam taşıyor?

- Halen 24 ülkenin planlı psikolojik savaş tehdidi altındaki Türkiye'nin bu saldırıları karşılayacak teşkilatının bulunmadığını ve küresel psikolojik tehditlere karşı toplumumuzun tamamen savunmasız olduğunu biliyor musunuz?

- Başdöndüren hızla gelişen kitle iletişim teknolojilerini kullanan küresel psikolojik savaş uzmanlarının beyninizi 24 saat kontrol altında tuttuğunu biliyor musunuz?

- Küresel odakların televizyon, bilgisayar, sinema ve basın vasıtasıyla evinizin en mahrem noktalarına kadar ulaşıp fikir ve düşüncelerinizi yönlendirdiğini ve sizi her istenileni yapacak birer robot haline dönüştürdüklerini biliyor musunuz?

- Günümüzde küresel güçlerin kendi tank, top ve askerlerini kullanmadan ülkemiz üzerindeki milli çıkarlarını sizi kullanarak kolaylıkla elde ettiklerini biliyor musunuz?

- Anadoluda bin yıldır birarada yaşayarak et-tırnak misali kaynaşmış milletimizin birbiri ile çatışmasının ve dökülen kardeş kanlarının arkasında küresel psikolojik savaş güçlerinin bulunduğunu biliyor musunuz?

- Küresel güçlerin Türk halkı üzerinde uyguladıkları psikolojik savaş yöntemlerini ve kullandıkları teknikleri biliyor musunuz?

- Psikolojik savaş tehditlerine karşı koymanın aslında çok kolay olduğunu, bunun en güzel örneğini milli mücadelede Atatürk'ün verdiğini, istenildiği takdirde halkımız bilgili ve bilinçli kılınarak bütün saldırılara karşı koyabileceğimizi biliyor musunuz?

Ve siz; sahip olduğu milli güç potansiyeli dolayısıyla oyun kurucu ve yönlendirici dünya devleti konumunda bulunan Türkiye'nin, kendi içinde kurgulanan ve çevresinde oynanan oyunlarda bugün sadece seyirci durumunda bulunduğunun ve küresel merkezlerden aldığı ödevleri yerine getirmekten başka bir işlevi olmadığının farkında mısınız?

Eğer bütün bu gelişmelerin farkında iseniz, kafanızda oluşan neden ve nasıl sorularının cevabını psikolojik harekat uzmanı Dr.Tahir Tamer Kumkale'nin hazırladığı "Beynimizi kimler ve nasıl Yönetiyorlar" kitabında bulacaksınız.

Basım tarihi 2006 !

...

Tarihten süzülüp gelen Türk seciye ve ahlakının yaşatılarak gelecek nesillere aktarılmasında çok önemli bir müracaat kitabı olabilecek bir kitap; Dr.Tahir Kumkale'nin ustalık eseri olarak değerlendirebilinir. 

Birçok kitabın yazarı olan, değerli asker ve fikir adamı olan Kumkale alışılmış ve sık rastlanan diğer "Toplum Mühendisleri"nden farklı olarak, konulara akademik gözlükle tarafsız bakabilecek bilgi ve tecrübededir. Bu bakımdan da çalışmanın muhtevası ilgililerce ayrıca dikkatele incelenmelidir.

Günümüz dünyasındaki mücadeleler istisnaları da olsa; sıcak savaş konseptinden uzaklaşma eğilimi sergilenmektedir. Artık ülke ve toplumlara fiziki zararlar vermek yerine daha ziyade zihni (mental) zararlar hedeflenmektedir. Rakip fert ve toplumların inanç sistemleri, duygu ve düşünceleri hedef alınarak, milli güç ve mücadele azimleri törpülenerek tahrip edilmektedir.

Dünya ve bölge güçleri hedef ve çıkarlarını gerçekleştirebilmek maksadıyla artık riski sıfır, başarı ihtimali yüksek ve maliyeti düşük olan savaşlara yönelmektedir.

Sadece bir tek "karikatür" örneği bile bu mücadele tarzının ne ölçüde başarılı olabileceğinin bir göstergesidir. Fransa'da yayımlanan bir karikatür;bütün İslam Dünyasını ayağa kaldırırken, totaliter bir yapı sergileyen İran'da yayımlanan diğer bir karikatür de bu ülkenin sosyal yapısı ve istikrarını altüst etmeye yeterli olmuştur.

Yaygın ve özgün örneklerini bu çalışmada göreceğiniz psikolojik savaş uygulamaları, artık senenin 365 günü ve günün 24 saati en mahrem özel alanlarımıza kadar sızmıştır.

Hepimizi ciddi bir tehdit altında bırakan bu mücadelede "beynimize" sahip olabilmek için; yeterli ve doğru bilgilerle donanmış, sadece maddeyi değil, beraberinde milli şuuru da özümsemiş nesiller yetiştirmek mecburiyetindeyiz.

Aksi halde eski de olsa gelişen teknoloji ile sınırsız güce ulaşan psikolojik savaş ve onun en güçlü silahı oalrak bilinen propagandanın hedefi ve mağduru olmaktan kurtulamayız.


Dr. Veysel GANİ


...


ATATÜRK DİYOR Kİ ;

Aciz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında milletin hareketsiz kalmasına ve çekingen bir hale gelmesine yol açarlar. Beceriksizlik ve tereddütte o kadar ileri giderler ki, adeta kendi kendilerini küçük görürler. Derler ki, biz adam değiliz ve olamayız !
Kendi kendimize adam olmamıza imkan yoktur. Biz kayıtsız ve şartsız, mevcudiyetimizi bir yabancıya bırakalım. Balkan muharebesinden sonra milletin, bilhassa ordunun başında bulunanlar da başka tarzda ve fakat aynı zihniyeti takip etmişlerdir.
Türkiye'yi böyle yanlış yollarda batma ve yok olma vadisine sevk edenlerin elinden kurtarmak lazımdır.

Bunun için bulunmuş bir hakikat vardır, ona uyacağız.

O hakikat şudur;
Türkiye'nin düşünen kafalarını büsbütün yeni bir imanla donatmak. Bütün millete taze bir maneviyat vermek...

NUTUK s.637


Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ile birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye pek aşikardır ki, milli hareketi neticesiz bırakmak, milli emelleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı mühim parçalarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktadır.

Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman zuhur ettiği gibi bizde de kalp ve asabı zayııf, kavrayışsız insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve şahsi menfaatini vatan ve milletin zararında arayan adi kimseler de vardır.

Şark işlerini çevirmede ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek usta olan düşmanlarımız, memleketimizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesatını kurtarma gayesiyle çırpınan bütün millet, işbu azim ve mücadele yolunda her türlü güçlükleri muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir.

NUTUK s.930

"İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegane vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yaraya hareket ve enerjidir." 1931

"Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Millet varlığını ve yurt bütünlüğünü korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir milletin en yenilmez silahı ve koruma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk milletinin idaresinde ve korunmasında milli birlik,milli şuur ve milli kültür en yüksekte tuttuğumuz idealdir." 1935

"Kendilerine bir milletin talihi bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkartmamalıdırlar.

Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zapt ve işgal etmek o memleketin sahiplerine hakim olmak için kafi değildir.

Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hakim olmanın imkanı yoktur.

Halbuki asırların getirdiği bir milli ruha, hiçbir kuvvet mukavemet edemez.

Mahkum olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya gücü yetecek kadar kuvvetli müstebitler artık dünya yüzünde kalmamıştır."

NUTUK s.81





"ASLA TESLİM OLMAYACAĞIM, HER NE OLURSA OLSUN MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞİM"

FELSEFESİNİ YAŞAM SLOGANI OLARAK KABUL EDECEĞİZ.


T.TAHİR KUMKALE
Beynimizi Kimler ve Nasıl Yönetiyorlar 
(Küresel Güçlerin Psikolojik Savaş Yöntemleri) 





"Yıl 1954,Princton Üniversitesinde konuşan zamanın CIA başkanı diyor ki: Bundan sonra asıl hedefimiz beyinleri işgal etmektir. Mançurya kobayları yaratmaktır." M.Ünal Mutlu





______________________


Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti
Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız



____MKA ve CUMHURİYET_____










Tuna ezelden Türk diyarıdır



Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin, 
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları

Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk, bütün adamların birliğidir.

Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK







"Gizlenen Atatürk" Belgeseli





"Söz konusu vatansa gerisi teferruattır"
"If the country is at stake, the rest is detail."

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK










28 Ekim 2014 Salı

CUMHURİYET BAYRAK







Bayraksızlar bayraksızlar 
Yere düşse bayrak sızlar 
Nerden bilsin kıymetini 
Soysuz sopsuz bayraksızlar 

Ne olurdu yazmasaydım 
Ben bu kara yazıyı 
Bilmeseydi namert soysuz 
İçimdeki sızıyı 

Yıldızların isyanı var 
Hilâl taşıyan felek 
Damla damla kan akıyor 
Delik deşik bu yürek 

Al rengine kara bağlar 
Yastadır deli gönül 
Aşık'ın olmuşum senin 
Hastadır deli gönül 

Renginde şehitlik gizli 
Hilâlinde mana var 
Yüreğimde saklamışım 
Kurbanında kına var 

Toprağa düşse yiğit 
Ölüm güç verir bize 
İnancıma teslim oldum 
Zulüm güç verir bize 

Uğrunda ölen yiğit 
Kim ne bilsin ne kadar 
Geriye ne can kaldı 
Hepsini kurban adar 

Yamacında gezindiğin 
Şimdi dağlar ağlasın 
Bayrağım hançerlendi 
Şimdi çağlar ağlasın 

Bayrak yere düşerken 
Alkışlayan piçleri 
Kahredecek Türk milleti 
Destek veren güçleri 

Susmayın ey milletim 
Bayraksızda ar olmaz 
Susar ise yiğitler 
Vatan bize yar olmaz 

Başı bozuk yaylada 
Pusuları kurdular 
İki yaşında yiğit 
Kürşad'ımı vurdular 

Bundan gayrı düşmanım 
Bayrağa ters bakanlar 
Artık hesap vermeli 
Dağı taşı yakanlar 

Meleküt aleminde 
Destan olan can bizim 
Dalgalansın bayrağım 
Üstündeki kan bizim 

Dört aylık bebeklere 
Kurşun sıkan nerdesin 
Nereye gidersen git 
Öleceğin yerdesin 

Hükmü ilâhi varsa 
Belki korur Yaradan 
Kan düşmanı olmuşuz 
Çekilsinler aradan 

Bu vatanın ekmeğii 
Gözünüze durmalı 
Yiğit bir can gelmeli 
Sizden hesap sormalı 

Sefai'yem yaşamak ki 
Bundan gayrı ar gelir 
Ay yıldızlı bayrağa 
Bu yeryüzü dar gelir!

Aşık Sefai














Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lügat:
"Kimsen? Türkmenem. 
Kimsin ? Türk'üm





NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE










COMPANY - KOBANİ




Ayn-el Arap İlçesi (Kobani)

Aynel Arap ilçesi Osmanlı kaynaklarında Arap Pınar olarak adlandırılan yerleşim birimin Suriye yönetimince Arapçaya çevrilerek Ayn-el Arap olarak değiştirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Bağdat demiryolu kenarında 1910'lu yıllarda kurulan Alman şirketine ithafen kullanılan "kompany" kelimesi Kürtleşerek "Kobani" şeklinde söylenişi ile Kürtler tarafından Kobani olarak ilçe merkezi adlandırılır olmuştur.


1.Kaynak: 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü link

2.Kaynak : Soner Yalçın link

3.Kaynak: Suriye Türkmenleri: link




TARİHTE KURMUŞ OLDUĞU BİR DEVLETİ YOK, ARKEOLOJİK KAZI OLABİLECEK BİR HÖYÜĞÜ YOK, NASIL OLUYOR DA EN KÜÇÜK HALKLARIN BİLE DÜNYA MÜZELERİNDE SANAT ESERLERİ SERGİLENİRKEN, KÜRDLERE AİT EN UFAK BİR OK UCU BİLE BULUNMUYOR, YA DA ÇANAK ÇÖMLEKLERİ? 

SAHİPLENDİKLERİ HER ŞEY TÜRK KÜLTÜRÜDÜR, TAŞKOÇLARINA BİLE BİZİM DİYORLAR YA 
KENDİLERİNE HER TÜRLÜ ATAYI BAĞLIYORLAR AMA FAYDA ETMİYOR. 

ÇÜNKÜ HERGÜN GÜN YÜZÜNE ÇIKARTILAN ARKEOLOJİK BULUNTULAR VEYA DİLBİLİMİ ARAŞTIRMALARI, HEPSİ TÜRKLERLE İNİLTİLİ.
DİLLERİ BİLE UYDURMA....

TÜM HALKLAR SÜREKLİ GÖÇMÜŞKEN VE ÖZELLİKLE TÜRKLER ORTA ASYA- AVRUPA-ANADOLU-MEZOPOTAMYA ARASINDA FARKLI İSİMLER ALTINDA SÜRÜLMÜŞ VEYA GÖÇMÜŞ İKEN , ONLAR NASIL OLUYOR DA, KÜRTLERİN KENDİ İFADELERİYLE "ATALARI" OLAN HALKLARA İSTİNADEN "10000 YILDIR BURADAYIZ" DİYEREK ÇAKILI VAZİYETTE AYNI BÖLGEDE YAŞAMIŞ?

BİZLER BİLE GELMİŞİZ GİTMİŞİZ GELMİŞİZ GİTMİŞİZ GELMİŞİZ... 

GENÇLER, AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN, DOĞRULARI ARAŞTIRIN, ROMANTİZM YAPANLARA KANMAYIN! HESABINIZI O "AĞABABA"LARINIZDAN ALIN.

BIRAKIN BU KIŞKIRTMALARI
NE İŞİMİZ VAR BİZİM AYNEL ARAP'TA
MEMLEKETİ BEĞENMİYORSANIZ
GİDERSİNİZ... YA DA 
ALIRIZ KİMLİKLERİNİZİ TOPUNUZU DA SÜRERİZ
KURUNUN YANINDA YAŞ TA YANAR ONA GÖRE...

O ZAMAN MİYAVLARSINIZ 
İSTANBUL'DA BOĞAZDA OLMAK VAR, 
ANTALYA'DA DENİZE GİRMEK VAR, 
İZMİR'DE BOYOZ YEMEK VAR , 
NE BOKUMA GELDİK BU ÇÖLE DİYE....

CUMHURBAŞKANI BİLE OLDUNUZ, 
HALA HAKLARIMIZ YOK DİYORSUNUZ
SENİN YAŞADIĞIN HAYATI BİR KIZILDERİLİ BİLE YAŞAMADI BE...
BİR ZENCİ BİLE 60'LI YILLARA KADAR SİYAH WC'YE GİRDİ BE...


GÖRGÜSÜZ VE YAMYAMSINIZ, 
NE İSTEDİĞİNİZİ SİZ DE BİLMİYORSUNUZ
HA TANRILIK MAKAMINI İSTİYORSANIZ O ZAMAN İrECEBE GİDECEKSİNİZ..... 








COMPANY   











Fransa’da elliye yakın etnik grup varken 
çıkarılan dil yasası, 
özetle, 
“Ya her sahada Fransızcayı kullanırsın 
ya da Fransa’da yaşayamazsın.” 
demektedir.


Prod.Dr.Necati Demir.
TÜRKİYE’NİN BEKÇİSİ TÜRKÇEDİR



BİZİM BURALARDA O KADAR ETNİK YAPI YOK, 
OLSA BİLE HEPSİ TÜRK BOYLARI

YANİ;

"YA TÜRKÇE KONUŞURSUNUZ, 
YA DA TÜRKİYE'DE YAŞAYAMAZSINIZ"




BATI
"ELE VERİR TALKINI, KENDİ YUTAR SALKIMI"

HERKES HADDİNİ BİLECEK









BİLMEYENLERE NOT:


KÖRFEZ SAVAŞINDA TÜRKİYE'YE SIĞINAN 
500BİN PEŞMERGE , 
MECLİS ÖNERGESİNE VERİLEN CEVAPTA 
450BİNİNE VATANDAŞLIK DAĞILTIĞINI BİLDİRİR
ŞİMDİ KALKMIŞ BU SONRADAN GÖRMELER 
BİZDEN
TOPRAK İSTİYOR, MEMLEKETTE KAOS YARATIYOR... !?
BİZ DE ALMANYA'DA TÜRKLAND İSTİYORUZ
O ZAMAN....





HAYDEE 
AKŞAMLAR İYİ OLSUN









26 Ekim 2014 Pazar

Toplumu da erdemli kişiler yönetmeli....Sokrates






SOKRATES

Doğru bildiği yolda 
Yalnız yürüyen adam
Kimine göre
...Baş sofist,
Sofizme düşman
Kimine göre.

Hasmıyla kesmediyse de sohbeti
Dostuna olmadı düşman
Korudu bir yandan
Pôlis’in sarsılan imajını
Göğüsledi bir yandan
Otuz Tiran’ ın baskısını
Yalnızca doğruyu düşünerek
Bulunur doğru….

Diyor,
Doğru bildiği yolda
Yalnız yürüyen adam.
Döndü çarkı zamanın
Suçlandı…

Sapmakla Pôlis’in dininden
Dendi “ gençler çıktı yoldan,
…hep senin yüzünden”
Ve hapsedildi zindana
Ve dendi

İşte…
Baldıran otu..işte zehir
İç ve öl…
Pôlis’ in imajı için,
Senin ölmen gerekir!...

Reddeder,
-Bu haksızlık!
Kaçıralım seni buradan 
Diyen 
Dostlarının önerisini .
“Kabul edemem,
Ben bu Sitenin yasalarıyla
Büyüdüm;
Aleyhe döndüğü anda
Her şey
Ters düşemem
Kendimle…”

Der,
Ve akıtır zehri içeri
Bilgi akan boğazından
Gülü koklar gibi
Karşılar ölümü
“Hiçbirşey bilmedikleri halde
Bildiklerini sanıyorlar,
Ben ise bilmiyorum,
Demek ki!
Onlardan daha bilgeyim,
Çünkü,
Bilmediklerimi bildiğimi….
Sanmıyorum!”

“Evrenin Temeli sonraya kalsın
İlgilenemem!
İnsan ve toplumun sorunları dururken,
Çünkü,
Ortak değer ve gerçeklere
İnsan
Akılla erişir….ancak!”

Mutlu olmak için de 
Kişi
Tanımalı kendisini
Ve her zaman
Etmeli
Uyumlu-ölçülü hareket!”

“Toplumu da 
Erdemli kişiler yönetmeli!
İşte o zaman…
Sağlanır düzen
Olur her şey
Temiz…pak…
Yasalara uyarsa
Yönetenler de
Yönetilenler kadar,
Ancak!...”

Yine de…
“Bildiğim tek şey
Bilmediğimdir hiçbir şey”
Diyor
Doğru bildiği yolda 
Yalnız yürüyen
Sokrates!



13.01.2011
İhsan BERKHAN









11 Ekim 2014 Cumartesi

KAÇINILMAZ İSE...




SANMASINLAR Kİ
NE SENDEN
NE DEVRİMLERİNDEN VAZGEÇERİZ
BİR AVUÇ
KAFİR BESLEMESİ
VE SOYSUZ
VE NAMUSSUZ
YOBAZ TAYFASI
YILDIRAMAZ BİZİ....





"Türk Milleti yüzyıllardan beri özgür ve 
bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı yaşamak için 
şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir. 
Bu millet bağımsız olmadan yaşamamıştır, 
yaşayamaz ve yaşamayacaktır."

Gazi Mustafa Kemal Atatürk






"Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, 
daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. 
Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor, 
çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, 
bütün şarkın davasıdır."

"Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsan, 
uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum."

Gazi Mustafa Kemal Atatürk


Cumhuriyetimizin kuruluşunun 91.Yıldönümündeyiz....






TÜRKLERLE BİR ALIP VEREMEDİKLERİ VAR...
SANMAYIN Kİ HEDEF SADECE TÜRKİYE ,
TÜM TÜRK DÜNYASIDIR ELBET...
BİTMEYEN 5000 YILLIK KAVGADA,
BU SON ÇAĞ....AKILLI OLUN!
SAVAŞ İSTEYENLER "DÜNYAYI YÖNETENLER" İSE...
KIYAMETİN DÖRT ATLISI DA GELSE, 
SAVAŞ İSTEMEYEN "DÜNYA SAHİPLERİ" 
HENÜZ SON SÖZÜ SÖYLEMEDİ....
BİZİM TOPRAĞIMIZ, BİZİM İNSANIMIZ
OĞLU VAR MERT
KIZI VAR KAHRAMAN
KAÇINILMAZ İSE
BU SEFER SİZİ O "BATAKLIĞA" GÖMERİZ.
SB.






Memleketimizin, Milletimizin içinde bulunduğu 
Fırtına'dan Akıllıca çıkması arzusuyla .....!







BİZ EZELDEN BERİDİR HÜR YAŞADIK , HÜR YAŞARIZ...


HANGİ ÇILGIN BİZE ZİNCİR VURACAKMIŞ ŞAŞARIZ...







KÜRTÇÜLÜK VE TARİHSEL GELİŞİMİ 3 (son)



ve Diyap Ağa Türkmen'dir.





DERSİM YALANLARI VE GERÇEKLER
SİNAN MEYDAN


En kanıksanmış Cumhuriyet tarihi yalanlarından biri “Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün liderliğindeki genç Cumhuriyetin, 1937-1938 yıllar›nda Dersim’de Kürtleri katlettiği !” biçimindedir. Ülkemizde bugün, tarihçisinden gazetecisine, eğitimcisinden siyasetçisine kadar neredeyse herkes, Türkiye Cumhuriyeti’nin Dersim’de bir kıyım ve katliam yaptığını peşinen kabul etmiş gibidir.

Örneğin, İsmail Beşikçi’nin bir kitabının adı, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi’ dir. Hasan Cemal’in bir yazısının adı da, Dersim Katliamını Mazur Göstermeye Çalışmanın Ahmaklığı Üzerine’dir.

“Dersim yalanı” Türkiye’de son zamanlarda sıkça siyasete alet edilmeye de başlanmıştır. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis kürsüsünden defalarca “Tek Parti döneminde Dersim’de katliam yapıldı!” demiştir.

“Dersim’de katliam yapıldı !” iddiaları, bugün bazı iç ve dış Cumhuriyet düşmanlarınca, Türkiye’yi soykırımla suçlamak için kullanılmak istenmektedir. Örneğin, 13 Kasım 2008’de Avrupa Parlamentosu himayesinde Dersim Soykırımı Konferansı düzenlenmiştir. Düzenleyenler, bu konferansın amacını, Ermeni, Süryani, Pontus Rumlarına karşı soykırım suçu işleyen Türkiye’nin suçlar listesine yeni bir insanlık suçu daha ekleniyor: “Dersim soykırımı” biçiminde açıklanmıştır. 

Prof. Dr. Ronald Mönch, Dersim’de yaşananların insanlık suçu olduğunu savunarak Atatürk ve dönemin Bakanlar Kurulu üyeleri ile üst düzey askeri yetkililer için, “Yaşasalardı savaş suçlusu olarak yargılanmaları gerekirdi!” demiştir.

19 Kasım 2009’da Dersim Soykırımı Konferansı’nın ikincisi yine Brüksel’de yapılmıştır. Bu toplantılardan sonra, Dersim harekatının ’soykırım’ olarak tanımlanmasını isteyen bir heyet, bu olayları Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürmek için harekete geçmiştir. Aralarında ABD’li avukat Prof. Dr. Barry Fisher ile Dink davası avukatı Erdal Doğan’ın da bulunduğu heyet, 12 Nisan 2011’de Tunceli’de incelemelerde bulunmuştur. 

Dersim yalanı, kartopu misali büyüdükçe büyümüş ve sonunda 1937-1938 Dersim isyanını bastıran CHP içinden bazıları bile bugün “Evet! Dersim’de katliam yapıldı !” deme noktasına gelmiştir.


Peki ama gerçekte Dersim’de ne olmuştur?

Gerçekten de Atatürk ve İnönü, Dersim’de Kürtlerin katledilmesini mi emretmiştir?

Genç Cumhuriyetin Dersim’e yönelik operasyonunun nedeni Kürtleri yok etmek, soykırıma uğratmak mıdır, yoksa rejim karşıtı, bölücü bir isyanı bastırmak mıdır? 

Neden sadece Dersim olaylarının sonuçlarından söz edilirken olayların nedenlerinden hiç söz edilmemektedir?

Şimdi gelin hep birlikte 1937-1938’e uzanıp, Dersim İsyanı’nı anlamaya çalışalım.

DERSİM 1 : pdf 

DERSİM 2 : pdf 

DERSİM 3 : pdf  

DERSİM 4 : pdf 

DERSİM 5 : pdf 

ATATÜRK ÖZERKLİK VERDİ YALANINA CEVAP I : pdf


ATATÜRK ÖZERKLİK VERDİ YALANINA CEVAP II : pdf


ATATÜRK ÖZERKLİK VERDİ YALANINA CEVAP III : pdf


* SİNAN MEYDAN - SAKLI TARİH İLE DERSİM/TUNCELİ 




ANLAMAK İÇİN OKUMAK GEREK! 
ALGILARINI AÇMAN GEREK!




Uğur Mumcu’nun yazılarında Dersim

AZINLIK ŞOVENİZMİ!..

İngiliz gizli belgeleri üzerinde yapılan araştırma, Kurtuluş Savaşı günlerinde İngilizlerin Ermeni ve Kürt azınlıkları kışkırtmak için yoğun çalışmalar yaptıklarını kanıtlamaktadır. Bu belgelerden iki tanesini aktaralım:

Amiral Sir F. Derobeck'ten Lord Curzon'a gönderilen rapor (Sayfa no:108, belge 103, tarih: 28 Temmuz 1920):

- Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi bilmiyorum, daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. Damat Ferit bana geldi, sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklar. Kürt liderleri Mustafa Kemal'i sevmezler, çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal'den nefret ediyorsunuz. Çünkü o sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı birlikte kullanalım, dedi... (İngiliz Belgelerinde Türkiye, Erol Ulubelen, Çağdaş Yay. s:264)

Aynı İngiliz Amiralinden Lord Curzon'a gönderilen bir başka raporda “Kürdistan, Türkiye'den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Kulübü Başkanı Said Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir...” denilmektedir. (Sayfa no:49, belge no:33, tarih 26 Mart 1920)

Ermeni ve Kürtleri Ankara hükümetine karşı ayaklandırma çabalarının arkasında, o zaman, ABD ve İngiliz hükümetlerinin olduğu bugün artık belgelerle kanıtlamıştır. Bu konuda bugün için hiçbir kuşku yoktur.

Cumhuriyetin kurulmasından hemen kısa bir süre sonra Doğu'da başlatılan “Kürt İsyanı” da yine İngiliz desteği ile sahneleniyordu. “Şeyh Sait ayaklanması” olarak bilinen bu ayaklanma, 1925 yılının şubat ayında dinsel görüntülerle ortaya çıkmış, daha sonra “Bağımsız Kürt Devleti” kurmaya yönelmişti. (İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de “Kürt Sorunu” (1924-1938) Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Dışişleri Bakanlığı Yay. Evi., s:21, Türk-İngiliz İlişkileri. 1919-1926, Doç. Dr. Ömer Kürkçüoğlu, SBF Yay., s.309)

İngilizlerin, Kurtuluş Savaşı döneminde Ermenilere nasıl destek oldukları. Prof. Gotthard Jaeschke'nin, Tarih Kurumu tarafından basılan “Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri” adlı kitabında da yeterince anlatılmıştır. (s:40-47)

Bugün, 1925 yılında sahnelenen dinsel görüntülü bir bölücü ayaklanmaya bakarken, Şeyh Sait'in İngiliz silah fabrikalarına silah siparişi verdiği, İngiliz silah fabrikalarının da o tarihte İngiliz “Intelligence Service” ile iç içe çalışan silah tüccarı Vasil Zaharoff ile eşgüdüm halinde olduklarını bilmek gerekir. Muğlalı bir Rum olan Zaharoff'un İngiliz Başbakan, Lloyd George'un yakın dostu olduğunu ve İngiliz hükümetince silah ticaretindeki başarılarından ötürü “sir” unvanı ile ödüllendirildiğini anımsarsak, Şeyh Sait ile İngiliz silah fabrikaları arasında kurulan köprülerin siyasetten arınmış “masum bir ticaret” olmadığı sonucuna ulaşırız.

Kaldı ki o günlerde genç Türkiye ile İngiltere arasında henüz çözüme bağlanmamış “Musul sorunu” bulunmaktaydı. Lozan anlaşmasında kesin bir çözüme bağlanmayan Musul sorunu, 1923 yılında İngilizlerin başvurusu ile yeniden gündeme gelmiş ve sorunun çözümü için 1924 yılında İstanbul'da “Haliç Konferansı” düzenlenmişti. Haliç konferansında İngilizler, Musul dışında ayrıca, “Nasturi Hıristiyanları” için Hakkari ilini de istemişlerdi. Sorunun bir çözüme bağlanamaması üzerine konu İngiliz hükümetince “Milletler Cemiyeti”ne götürülmüştü.

Milletler Cemiyeti, sorunun çözümü için biri Macar, biri Belçikalı biri de İsviçreli olan üç kişilik bir komisyon görevlendirmişti. Musul'daki Türk egemenliğini kaldıran komisyon kararı, Türkiye tarafından reddedildi. Bunun üzerine sorun Milletlerarası Daimi Adalet Divanına götürüldü.

Türkiye Divana temsilci göndermedi. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925 tarihinde, Musul'daki Türk egemenliğini kaldıran kararı benimsedi. Musul üzerinde Türk-İngiliz diplomasi savaşı yapılırken, Şeyh Sait isyanı da başlatılmış ve Türkiye, Kurtuluş Savaşı günlerinde İngiliz istihbarat servislerinin kışkırttığı etnik kökenli ayaklanma ile uğraşmak zorunda kalmıştı. İsyan bastırıldı. Ancak Türkiye 5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle anlaşarak, Musul üzerindeki haklarından vazgeçmiş oldu. İsyanın doğurduğu sonuçlardan biri buydu.

Musul sorunu ile Şeyh Sait ayaklanmasının aynı günlere rastlaması herhalde “kaderin bir cilvesi” değildi: Bu rastlantının temelinde bir kısmı kanıtlanan bir kısmı da henüz yeterince kanıtlanmamış dış ilişkiler yatmaktaydı.

31 Mart gerici ayaklanmasında da İngiltere'nin parmak izleri yok muydu? Araştırmacılar, bu kuşkuyu dile getirmişlerdir. İngiltere'nin o günlerdeki İstanbul Büyükelçisi'nin İttihatçılara karşı takındığı soğuk tavır, buna karşılık muhalefetteki “Ahrar Fırkası” ile kurulan ilişkiler ve ayaklanmadan sonra isyancılara sağladıkları
destekler, şeriatçılar ile İngiliz “Intelligence Service” ile dirsek teması içinde oldukları kuşkusunu vermekteydi. (İttihat ve Terakki, 1908-1914, Feruz Ahmet, Sander Yay., s: 66; 31 Mart Olayı, Sina Akşin, SBF Yay., s: 261 v.d.; 31 Mart'ta Yabancı Parmağı, Doğan Avcıoğlu, Bilgi Yay., s: 61 v.d.)

Bugün yine birtakım ayrımcı güçlerin doğu yörelerimizde terörist eylemlerine tanık olunmaktadır. Yakın tarihimizden verdiğimiz bu örneklerden sonra “bu olayları da İngilizler kışkırtıyor” gibi bir yargı sahibi değiliz. Anlatmak istediğimiz, yakın tarihimizde “azınlık şovenizmi”nin ardında yabancı devletlerin bulunduğudur.

Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasında İngilizlerin Türkiye'deki ayrımcı güçleri kışkırtmalarının nedeni Ortadoğu'daki İngiliz çıkarlarıydı. Hiç kuşkusuz bugün de bu bölücü ayrımcı azınlık şovenizminden kaynaklanan terörist eylemlerin arkasında tıpkı dün olduğu gibi bugün de yabancı parmakları bulunmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, bütün sorunlarını “ulusal bütünlük, demokratikleşme ve çağdaşlaşma” yoluyla çözecektir. 1975 yılından bu yana Kıbrıs sorununun yarattığı gerilim süreci içinde başta Ermeni terörü olmak üzere ulusça uğradığımız terör saldırısının temelinde, Ortadoğu'daki yeni dengelerin kurulma planları var mıdır? Bugün için sorulacak soru budur.

Türkiye'ye bunca silahı gönderenler kimlerdi? Kimlerdi bunların destekçileri olan yabancı devletler ve istihbarat servisleri? Bu gibi konuları, bugünden “mahkeme kanıtı” niteliğinde belgelerle ortaya koymak belki olanaksızdır. Fakat zaman geçtikçe, olaylar üzerindeki sis bulutları dağılır ve ortaya çıkan İngiliz belgelerinde olduğu gibi, “azınlık şovenizmi”nin hangi oyunların ve tuzakların aracı olduğu elbette gün gelir anlaşılır.


UĞUR MUMCU - (Cumhuriyet, 2 Eylül 1984)
KÜRT İSLAM AYAKLANMASI 1919-1925
[Bu yazı dizisi 2-22 Haziran 1991 günleri arasında Cumhuriyet Gazetesi'nde
«Öncesi ve Sonrası ile Şeyh Sait Ayaklanması» adıyla yayınlanmıştır.]



******


'Kürtlerin yüzde 10-12'si Türk kökenlidir' .
Bugünkü Türkiye'deki Kürtlerin yüzde 40'ı Yahudi kökenlidir. 
Hepsi Amerikalıların ve Avrupalıların araştırmasıdır." 
Yrd.Doç.Dr.Osman Çataloluk




Irak savaşı kaybedince, durumu fırsat bilen Irak’lı Kürt ve Şii gruplarının ayaklanması neticesinde Irak kuvvetleri tekrar toparlanarak ayaklanmayı bastırmak için saldırıya geçer. Bu saldırıdan kaçan binlerce sığınmacı Türkiye ve İran sınırlarına yığıldı. Türkiye sınırına 450.000 Iraklı (TBMM , 2007 - Rakamların 500bin olduğu da dile getirilir.) sığınmacının yığılması o dönemde hem ekonomik hem de siyasi yönde sıkıntı yaşayan Türkiye için büyük bir sorun teşkil eder. 

Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yoğun diplomasisi sonucu Türkiye sınırında yığılan ve yaşam mücadelesi veren binlerce sığınmacının barındırılması ve güvenliği Türkiye tarafından sağlanmıştır. Irak’ın bu bölgedeki Kürtlere saldırılarının önlenmesi maksadıyla Türkiye’nin de girişimleri sonucu Çekiç Güç oluşturulmuştur. O gün için Türkiye açısından olumlu kabul edilen Çekiç Güç ilerleyen zamanlarda Türkiye için büyük sorun teşkil etmiştir.

Bu sığınmacıların bir çoğu TC vatandaşlığına geçmiş ve Türkiye topraklarına yerleşmiştir. (Onur Öymen'in verdiği önergeye gelen cevap 450bindir- TBMM , 2007) . Bölücülük yapanlar ve kışkırtanlar da Irak'tan göçenler ve emperyalizm adına çalışan hainlerdir.

Güneydoğuya devlet elinin geç gitmesi, ağalık sisteminin devam etmesi, Atatürk'ün toprak reformunun rafa kaldırılması, ekonomik zorluklar ve tabii ki pkk nın saldırıları yüzünden Batıya göçler başlamış ve Güneydoğu boşaltılmıştır.

Tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesi gibi ; çoğunlukta olan Türkmenler, Türkler Doğudan göç etmek durumunda kalmış ve bölge, emperyalistlerin arzuları doğrultusunda , Ermeniler ile Kürtlere yaşam yeri olmuştur. 

Suriye Göçmenleri ile de aynı sorunu yaşamaktayız, yaşayacağız. Kaçıp gelen "sözde göçmenler" kamplarda kaldıkları halde , yavaş yavaş Türkiye sınırları içerisinde yerleşik düzeye geçmektedir. Ayrıca üniversitelere belgesiz, sınavsız kaydını yaptıran Suriyeli "sözde göçmen gençler"i basın yoluyla da öğrenmiştik. 

Bu arada oradaki karmaşayı yaşamak istemeyen vatandaşlarımız da başka bölgelere göç ederek, sınır boyunca Güneydoğuyu boşaltmaktadır. Peki yerlerine kimler yerleştiriliyor? 

Kendi ilçemizde, ilçenin vatandaşından çok "göçmen" var.

Plan nasıl işliyor ama ? TIKIR TIKIR....

Ekim 2014 de kadar olan olayları da hatırlayın lütfen..... ve hangi nokta da olduğumuzu irdeleyin.... 





KARŞI TARAF İYİ NİYETLİ DEĞİL!
HER ZAMANKİ GİBİ OYNANAN OYUN 
TÜRKİYE ÜZERİNEDİR. 





Zıvanadan Çıkmak!

Denizcilik terimi olup, 
yelkenlilerin direklerinin girdiği oluğa denir. 
Eğer o direk zıvanadan çıkarsa, 
tekne yalpalar ve sonunda alabora olur. 
Böyle bir durumda kaptanın ehliyeti elinden alınır!