Cumhuriyetimizin kuruluşunun 91. Yıldönümündeyiz
Türkiye Cumhuriyeti, milletin egemenliği ilkesi ile yeni bir başlangıçtır. Halk, bireyler, tebaa değil, eşit vatandaşlardan oluşmuş bir topluluk şeklinde ümmet olmaktan çıkmış, millet olmuştur. Bu kökten bir değişimdir.
Egemenlik hakkını tanrıdan alan padişahlık sona ermiştir. Monarşinin ve teokratik idarenin sonlanması, siyasal yapının da artık İslami hilafet olarak tanımlanamayacağı sonucuna
ulaşmıştır.
Hilafet kaldırılmıştır. Devlet ve eğitim laikleşmiştir. Kuruluşu izleyen yıllarda her alanda büyük devrimler ve yeni atılımlar gerçekleştirilmiştir.
Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti (TC) ve Atatürk aleyhinde dozu giderek artan bir kötüleme ve inkar kampanyası sürdürülüyor. Çirkin nitelendirmelerle bu tutumlar özendiriliyor.
Bu yıldönümünde çok kısa bir özet bile yararlı olabilir umudunu taşıyorum.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE BATI DÜNYASI:
Düşman işgalinden yurdu kurtarmak için girişilen Milli Kurtuluş savaşının başarıya ulaşmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve bu dönemde gerçekleştirilen devrimler,
Batı Dünyasında Türkiye’ye karşı büyük bir ilgi ve hayranlık uyandırmıştır.
Türkiye’nin çağdaş uygarlığa yönelmesi ve gerçekleşen köklü değişiklikler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarihte rastlanan dğer devrim hareketlerinden ayıran önemli özellikler taşımaktadır.
Batılı devlet adamı ve yazarların Cumhuriyeti bu yönüyle değerlendirmeleri de bunu göstermektedir.
Georges Duhamel Türkiye Cumhuriyeti ve onun eserleri için şöyle diyor: “Türk Devrimi, İngiliz, Fransız, Rus Devrimlerinden başkadır. Diğer devrimlerin hiç biri mesela dil ve yazı gibi konulara el atmamış, ulusların bilim felsefesini ve düşünce metodlarını değiştirmemiştir. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti ve Devrimleri Türk Milletinin alın yazısını değiştirmiştir.”
Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti, bir sınıf mücadelesinin ürünü olmadığı gibi sosyal bakımdan belirli alanlarda sınırlı değişiklikler getiren bir olaylar zincirinin başlangıcı da değildir.
Türkiye Cumhuriyeti, çok daha geniş kapsamlı, sosyal bünyede esaslı ve kökten değişiklikler getiren ve Doğu aleminden bir kader değiştirircesine batı uygarlığına yönelmenin esaslı ve devamlı gelişmesine yol açan bir dönüm noktasıdır.
O kadar ki, Kurtuluş Savaşı’nı başaran yeni Türkiye Devleti daha Lozan görüşmelerinin ilk devresinde Milletler cemiyetine davet edildiği halde bu teşkilata girmekte acele etmemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, dışta barış ve istikrar unsuru olarak, içte ise önemli devrimlerini gerçekleştirmiş bir huzur ülkesi olarak kendini dünyaya tanıtıp kabul ettirdikten sonra girmeyi tercih etmiştir. Böylece Türkiye, Dünya barışının vazgeçilmez bir unsuru olduğunun iyice anlaşılmasına kadar beklemiştir.
Nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin katılma isteğini belirtmesi üzerine Milletler Cemiyeti (günümüzdeki Birleşmiş Milletler gibi) 18 Temmuz 1932 tarihinde olağanüstü bir toplantı yapmıştır.
O toplantıda çeşitli ulusların temsilcilerinin yaptığı konuşmalar diplomatik nezaket ifadelerinin ötesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı alemindeki yerini ve önemini gösteriyordu.
Reis Hymans yaptığı uzun konuşmada özetle şunları söylemişti:
”Kuvvetli, mağrur ve mazisi tarihin derinliklerinde uzanıp giden Türkiye, uygarlığın bir ifadesidir. Türkiye çetin sınavlar geçirdikten sonra, yaşamında, ahlak ve adatında ve kurumlarında büyük yenilikler yapmıştır. Türkiye’nin aramızda bulunması, uluslararası toplumun geleceğinin birlik ve barışının güvencesidir.”
Aynı toplantıda İngiltere Mümessili Lord Londonderry ve Alman Delegesi Göpper de yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya barışına katkısıyla önemli bir boşluğu dolduracağını belirtmişlerdir.
Cumhuriyet kısa bir zaman içinde tahminleri aşan bir genişlikte, sosyal bir devrim hareketi niteliği kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti evrensel değerinin bir yönü Batı dünyası içinde
duyulan saygı ve hayranlıktır.
AZGELİŞMİŞ ÜLKELER İÇİN ÖRNEK VE ÖNCÜ ROLÜ
Gazi Mustafa Kemal engin bir ileri görüşle şunları söylemişti:
“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor, çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır.”
“Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum.”
Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti, siyasal bağımsızlık hareketlerine öncülük etmiştir. Üçüncü Dünya ülkelerinde, bağımsızlık ve kalkınma isteği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra belirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllarında, tarihi kısaltmak, ekonomik gelişmeyi sağlamak isteği ile bir “milli iktisat siyaseti” kurmak gereğini duymuş ve bunu uygulamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, “azgelişmiş ülkelere tutacakları yolu göstermekle insanlığın manevi evriminde yepyeni ve çok önemli” bir tarihi bir başlangıçtır.
Azgelişmiş ülkeler için Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk bir sembol olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti bu yönüyle de dünyanın siyasal coğrafyasının yeniden şekillenişini derinden etkileyen, başka bir örneği olmayan evrensel bir değer tafşımaktadır.
Yıldönümlerini bunun bilinciyle onu koruma azim ve heyecanıyla kutluyoruz.
Öğüt Yazman
Bütün Dünya , Ekim 2014
Yazarın aynı adla yakında yayınlanacak kitabından özetlenmiştir.
_____________TC_____________
CUMHURİYET LOZAN'DAN ÖNCEDİR
ÇÜNKÜ;
ATATÜRK'ÜN, Büyük Zafer'den çok önce, sonrasıyla ilgili bildirdiği kehanetleri.
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1919 Temmuzunda ülkedeki düşman işgalinin yok edilmesi için yaptığı ilk işlerden biri olan Erzurum Kongresi'ni hazırlamakta olduğu günlerdeyiz.
Bütün Türk Milleti'nin düşündüğü tek nokta yurdun düşmandan kurtarılmasıdır. Ama bu iş nasıl gerçekleşecektir.? Kimin önderliğinde olacaktır.? Eldeki olanaklar kısıtlıdır. Anadolu'daki halk yıllardır savaşmaktan yoksul düşmüştür. Bütün ülke bir kurtarıcının gelmesini beklemektedir. Ülkenin kurtarılabileceğine inananların sayısı her geçen gün azalmakta, ümitsizlik umudun yerine egemen olmaya başlamaktadır. İnsanlar karamsarlık içindedir.
En büyük sorun lider sorunuydu. Mustafa Kemal'in kendisi de bunu biliyordu.
Herkes böyle bir atmosfer içindeyken ve lider olarak Atatürk'ün ortaya çıkması bile kesinleşmemişken, o günlerde bakın Mustafa Kemal neler söylüyordu.
Şimdi aktaracaklarım; Erzurum Kongresi sırasında, Mustafa Kemal'in Mazhar Müfit Kansu Bey'e yazdırdığı kehanetleridir.
Mustafa Kemal bu notları yazdırırken geleceğe büyük bir mesaj iletiyordu:
"Mazhar not defterin yanında mı.?"
"Hayır paşam."
"Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel."
Mazhar Müfit Kansu'nun aşağıya gidip elinde not defteriyle geldiğini görünce, sigarasından bir iki nefes çektikten sonra:
"Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya (Kalem Mahsus Müdürü) bileceksiniz, şartım bu."
Paşa'nın şartı kabul edildi.
Bundan sonrasını olayın şahidi Mazhar Müfit Kansu'nun ağzından dinliyoruz:
"Öyleyse tarih koy" dedi. Koydum: 7-8 Temmuz, 1919 Sabaha karşı. "Pekala yaz" diyerek devam etti.
"Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.
İki Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç örtünme kalkacaktır. Dört Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."
Bu anda kalem elimden düşüverdi. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu. Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşurdum."Neden duraksadın.?" dedi. "Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var" dedim.
Güldü...
"Bunu zaman gösterir, sen yaz" dedi.
"Beş - Latin harflerini kabul etmek."
"Paşam yeter, yeter." dedim. Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile: "Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter" dedim. Defterimi kapattim. "Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşçakalın" dedim.
Yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı.
O anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal'i doğruladığını ve Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile yıllar sonra susturduğunu tarih önünde açıklamalıyım.
Aradan yıllar geçmişti...
Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa: "Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum'da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti" demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders daha verdi.
Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu. Ankaraya geldiği zaman da otomobille eski meclis binası önünden geçiyordu. Ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı'nın başında da bir şapka vardı. Kendisi ne ise.?
Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet işleri Başkanı'na da şapkayı giydirmişti.
Ben hayretle bu manzarayı seyrederken otomobili durdurdu. Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:
"Azizim Mazhar bey, kaçıncı maddedeyiz.? Notlarına bakıyor musun.?"
- Atatürk'ün Kehanetleri - Ali Bektan
...
DAHİ KİME DERLER.?
“Lütfen cevap verin bakalım; dahi kime derler.?”
Atatürk duraksamadan ve kendisinin sınava çekilmesini yadırgamadan, cevap verdi:
“DAHİ ODUR Kİ, İLERİDE HERKESİN TAKDİR VE KABUL EDECEĞİ ŞEYLERİ İLK ORTAYA KOYDUĞU VAKİT HERKES ONLARA DELİLİK” der.
Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009. (1) Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi, İstanbul 1973. s. 71.
Derleme: C.Aygen.
....
Sevgiler , Saygılar
SB.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Derne Cephesi - 1911